İstanbul’un yeni havalimanıyla ilgili yüzlerce yazı okudum; bunların büyük çoğunluğu eseri eleştiren yazılardı. Yerin yanlış seçildiğinden yapılması gerekenin Atatürk Havalimanı’na yeni bir-iki pist eklenmesi olduğuna kadar hepsi de dikkate alınması gereken eleştiriler…
Her yeniliğe karşı çıkma adetimizi bildiğim ve bizde işlerin yolda düzelmesi gibi bir alışkanlık bulunduğundan da haberdar olduğum için okuduklarıma pek kulak asmadım.
Yapılan yapılmıştır, yapılanı yapılmamış yapmak elimizde mi?
Yeni havalimanıyla ilk buluşmayı bu yüzden iple çekiyordum.
Önceki gün yurtdışından gelecek bir yakınımı karşılamak üzere ilk kez İstanbul Havalimanı’na gittim. Uzaktan bile devasa görüntüsü beni şaşkınlığa düşürdü. İçine girmem gerekmediği için işlerin ne denli tatmin edici olduğunu söyleyebilecek durumda değilim.
Herhalde her çalışan, oraya dökülen milli servet uğruna elinden gelenin en iyisini hizmet olarak sunmak gerektiğinin bilincindedir.
Öyle mi acaba?
Trafik yok, ama sorun yine de var
Havalimanlarında misafir karşılamak her zaman sorunludur; yeni havalimanında bunun daha da sorunlu hale getirildiğini görmek beni üzdü. Gerçekte sorun olmayan sorun hale getirildiği için…
Sorun nedir: Yurt içi ve dışına gidenler ile yurt içi ve dışından gelenlerin, yani çok sayıda insanın meydana getirdiği beşeri trafik onları uğurlamaya gidenler ile karşılamaya gelenlerin çokluğu sebebiyle trafik sıkışıklığına yol açar. Bu yüzden de, havalimanlarında yolcu çıkışlarında araçların yığılmasına izin verilmez. Dışarıda bir yerlerde eğleşirsiniz, yolcunuz geldiğini bildirir, siz de onun önünde durduğu kapıya doğru yola çıkar hiç beklemeden kendisini alırsınız…
“Bir bakalım, gerekirse çıkar yeniden geliriz” diye düşünerek İstanbul Havalimanı’nın levhalarını takip ede ede yolcu çıkış mahalline vardığımızda araç trafiğinin yok derecede az olduğunu gördük. Önümüzde birkaç araç vardı, bizim beklediğimiz süre içerisinde arkamızda yine birkaç araç… Hepsi bu kadar.
Buna rağmen, bir oto belirdi ve içinde yer alan iki üniformalı görevli, yolcu bekleyenlerin araçlarını çekmesi için megafonla sürekli anons yapmaya başladı.
İyi de, böyle bir uyarı için herhangi bir sebep yoktu ki…
Daha yeni hizmete girmiş bir dev mekana bizler gibi ilk kez gelmiş olanları olağanüstü rahatsız eden bir durumdu bu.
Biri, görevliye, bence çok masum ve olağanüstü geçerli mazeretini bildirdi, yolcusunun pasaport kontrolünden geçtiğini ve valizini almak üzere olduğunu da söyleyerek; görevli karşısındakini kös dinledi, derhal orayı terk etmesini el işaretiyle buyurdu.
Üzüldüm.
Araçların plakalarını cep telefonlarıyla fotoğrafladıklarına göre arkadan ceza da gelecek demektir.
Rahatsızlığı daha da artıracak bir şey bu da…
İstanbul’un sahilleri halkın değil midir?
Dün, bu defa yakınlarımla daha önce onların ayak basmadıklarını bildiğimiz muhitlerine gitmek istedik İstanbul’un: Kilyos’a… Rumeli Kavağı’na… Garipçe’ye… Sarıyer’e…
Gençler, hava çok müsait olmamasına rağmen, kış boyu hasret kaldıkları denize girme niyetindeydiler…
İnanmayacaksınız, ama yaşadığımız gerçek şuydu dün: Bu uğradığımız yerlerin hiçbirinde denize girmek için müsait bir halka açık plaj yoktu. Denize açılan her toprak parçası birileri tarafından işgal edilmiş, hafta içi 30 TL, hafta sonu 50 TL giriş bedeliyle girişe izin veriliyor…
Kalabalık gittiğimiz için o bedeli ödemeyi göze alamadık.
Çoğunun oruçlu olduğu hal ve hareketlerinden belli bir gruba fazla sevecen bir yaklaşım da yoktu karşımıza çıkanlarda.
Üzüldüm.
Bildiğim kadarıyla sahillere çok yakın mahalleri kişilerin sahiplenmesi mümkün değil. Antalya, Bodrum, Marmaris gibi süper turistik beldelerde bile sahillerin bütünü halka açık tutuluyor. Uyduruk portatif bir düzenek kurup önünde para toplayanlarla oralarda karşılaşılmıyor.
İstanbul’un bu bölgesinin farklı uygulamalarla halka kendilerini kapatmalarını anlamam da misafirlerimize anlatabilmem de mümkün olmadı.
Kendi anlamadığımı onlara nasıl anlatabileyim?
Bir gün önce havalimanı karşılaması, dün boşuna harcanan saatlerle geçirilen gezi, misafirlerimize vermek istediğimiz iyi izlenimin tam tersi sonucu doğurdu. O kadar ihtimam sonunda, İstanbul’u sevdirmek istediklerimiz üzerinde, müthiş aleyhte bir hava doğdu.
Hakkında kitaplar, makaleler okumak ve böylece önceden bilgi sahibi olmak, İstanbul’da gezmeye çıkınca karşılaştıklarına insanları hazırlamaya yetmiyor. İki günlük İstanbul izlenimlerimiz bu sonuca beni götürdü.
Yoksa seçimle gelmiş bir belediye başkanı bulunmadığı için mi oluyor bütün bunlar İstanbul’da?
Umarım öyledir. Umarım, İstanbul’a sahiplik yapacak birine kavuşuruz.
ΩΩΩΩ