Bir eylemin ve Türk-Amerikan ilişkilerinin anatomisi..

14
Reklam

Dün geceyi, tam yatmaya hazırlanırken, ABD’de meydana geldiğini öğrendiğim terör eylemi yüzünden uykusuz geçirdim…

ABD’deki terör eylemi neden benim burada uykumu kaçırıyor, ona da geleceğim, ama önce eylemin kendisine bakalım.

Eylemci profile uyuyor, bir istisna ile..

Adamın adı Esteban Santiago. Genç, 26 yaşında. New Jersey doğumlu, ama aslen Porto Rico’lu. Daha önce ordu saflarında ve Irak’ta bulunmuş, madalyaları var; birkaç ay önce işten çıkarılana kadar da Alaska’da itibarlı Ulusal Muhafızlar mensubuymuş…

Kusursuz bir vatansever…

Alaska’dan kalkıyor.. Kanada üzerinden Florida’ya iniyor ve valizinden çıkardığı silâhla etrafa ateş etmeye başlıyor: 5 ölü, 8 yaralı…

Esteban Santiago

Esteban Santiago’yu canlı ele geçiriyorlar…

Seyahate çıkmadan önce, Alaska’daki FBI binasına uğrayıp oradaki görevlilere, etrafında kimse olmadığı halde kafasında bazı sesler duyduğunu anlatmış; aklından zoru olduğunu düşünüp “Arkadaş sen git, doktora görün” demişler… Kardeşi, “Alaska’da tedavi görüyordu” bilgisini veriyor…

Neyi gösteriyor bu olay? Şunu: Terör yalnızca bizim coğrafyanın ürettiği, Ortadoğu’ya veya onun bir parçası halindeki Türkiye’ye özel bir olgu değil; kendini korunmuş hisseden insanların yaşadığı ülkelerde de.. herhangi biri.. aklına koyduğu taktirde.. alınan bütün tedbirlere rağmen.. eylemini yapabiliyor…

Reklam

Fransa’da, Belçika’da yaptı, ABD’de de yapabildiğini gördük…

Mançuryalı olabilir mi?

Olay bir yönüyle Ankara’daki büyükelçi suikastına.. bir başka yönüyle de İstanbul Reina’daki yılbaşı gecesini kana bulayan eyleme benziyor…

Eylemcinin kimliği açısından andırıyor Ankara’daki olayı; etrafa ateş açıp kurşunlar tesadüfen kime denk gelirse öldürmesi bakımından ise Reina’daki olayın bir benzeri…

Önemli bir benzemezlik ise motif: Türkiye’deki eylemler ‘ideolojik’, öyle oldukları anlaşılıyor; ABD’deki kişinin bir ara Irak’ta bulunmak dışında ‘ideoloji’ ile kurulabilecek bir irtibatı yok…

Amerikalılar yine de “Orada birileriyle yolu kesişti de aklı çelindi mi, yoksa internet üzerinden endoktrinasyona mı uğradı?” sorularına da cevap arayacaklardır.

Gaipten sesler duyuyor olması ve bunu birileriyle paylaşma ihtiyacı hissetmesi.. zihniyle oynanmışlığı.. ‘Mançuryalı aday’ filminde işlenen ve 1977’de sona erdirildiği resmen açıklanırken varlığı kabul edilmiş deneyi hatırlatıyor…

Normal bir insana başka hiçbir şekilde yapmayacağı türden bir eylemi, meselâ belli bir hedefi ortadan kaldırmasını, vakti geldiğinde harekete geçerek yapmasını sağlamak…

Zihniyle oynayarak, ilâç takviyesiyle ve telkin yoluyla…

Reklam

Herhalde bu konu da araştırılacaktır.

Ne bileyim, bu olayın orada açıklığa kavuşurulması, bizdeki suikast ve kanlı eylemlere bile ışık tutabilir.

Ya o olsaydı.. ya bu olsaydı.. gitti benim uyku..

Şimdi gelelim ABD’deki olayın burada benim uykumu neden kaçırdığına…

Olay Türkiye saati ile (TSİ) akşam 9’u biraz geçe meydana geldi. Kolumdan ayırmadığım saat akıllı türden ve uluslararası ajansların haberlerini bana ânında bildiriyor…

İlk gelen haberler oldukça müphemdi.

Etrafa ateş açan biri.. bir ölü, dokuz yaralı..

Daha sonra ölü sayısı önce dört sonra beş olarak düzeltildi…

Baştan itibaren eylemcinin gözaltına alındığı bildirilmesine rağmen, kimliği hakkında en ufak bir bilgi sızdırılmadı.

Kimlik TSİ gece 11’yi biraz geçe öğrenilebildi.

Çalışma düzenime göre yatma saatimden hayli sonra…

O arada ben “Böyle bir eylemi yapan IŞİD’le irtibatı kurulabilecek bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olabilir mi?” endişesini yaşadım.

Yazının burasında durun ve daha sonra yazacaklarımı okumadan önce endişe duyduğum konuyu bir de siz zihninizde tartın.

Türkiye’de birbiri ardına kanlı olaylar oluyor ve eylemler hangi örgüte mal edilirse edilsin.. arkasında ‘Amerikan parmağı’ aranıyor…

‘Üst akıl’ diye adlandırılarak..

FETÖ.. zaten Amerikan menşeli..

PKK.. “Siz bizim mi, yoksa teröristlerin mi müttefikisiniz?” sorusunun sorulmasının sebebi..

IŞİD.. bir Amerikalı’nın konuşmasının yanlış tercümesine dayalı, “Gördünüz mü, kendi ağızlarıyla itiraf ettiler; DEAŞ’ı Amerika kurmuş…” ithamının muhatabı…

ABD’nin Ankara’daki büyükelçiliği de, hiç işi yokmuş gibi, böyle bir karmaşa ortamında.. darbe sonrası (1971) kurulmuş bir hükümetin.. sonradan terör eylemi kurbanı olmuş (1980) başbakanının.. istifa etmek zorunda bırakılmış ABD başkanı tarafından.. Beyaz Saray’da karşılanışının fotoğrafını.. iki ülkenin dostluğunun ispatı olarak sosyal medyadan yayımlıyor…

“Olmaz olmaz” demeyin, böyle bir ortamda, tek eksik, ABD’yi biraz daha tablonun içine çekecek ve Türkiye’de hepimizin akli muvazenesini sarsacak bir eylemdir.

Bir IŞİD’çi Türk’ün.. Amerikalılar üzerine.. ABD’de ateş açması türü bir eylem…

Amerika masumsa masumluğunu ispat etmeli..

Esteban Santiago o profile uymuyor ve dolayısıyla rahatlamam lâzım, değil mi?

Fakat eylemle eylemcinin kimliğinin açıklanması arasında geçen zaman aralığında zihnime hücum eden düşünceler bende uyku mu bıraktı ki…

Vardığım sonucu da aktarayım ve sabahın erken vaktinde (TSİ 06.00) kaleme aldığım bu yazı bir amaca hizmet etsin:

Türkiye ile ABD’nin arasının bozuk oluşu her iki ülkenin de aleyhine. Normalde suçlayanın kanıtlarla davasını sunması beklenir, ama bizde bir süredir bu işler tersine gittiği için, suçlanan olmasına rağmen.. ABD’nin.. suçlandığı konularla ilgisinin olmadığını güçlü bir biçimde ifade –hatta mümkünse ispat– etmesi gerekiyor.

Ya eylemler durmalı, ya bu tavsiyem yerine gelmeli; aksi halde, korkarım, daha pek çok uykusuz gece beni bekliyor olacak.

ΩΩΩΩ

Reklam

14 YORUMLAR

  1. “suçlanan olmasına rağmen.. ABD’nin.. suçlandığı konularla ilgisinin olmadığını güçlü bir biçimde ifade –hatta mümkünse ispat– etmesi gerekiyor.”FK
    Kanıtlar
    1-Suriyede arap baharıyla halkları kışkırtıp daha sonra Esed rejiminin devrilmesinden vazgeçip
    Türkiyeyi bölgeye taşaron olarak sürmeye çalıştı
    2-Türkiye tuzağa düşmeyince PYD-PKK yı müttefik ilan edip açıktan silah yardımı yaptı
    3-15 temmuz cia operasyonu ile Türkiyeye darbe yaptırdı
    4-Mümbiçte Pyd nin çekileceği sözüne rağmen kıvırdı
    5-Bahara kadar Rakkaya operasyondan vaz geçtiğini beyan ederek İşid i el Bab a yönlendirdi
    6-Suriye politikası çöken ABD işid,pkk,fetö terör operasyonları ile hükümete diz çöktürmeye çalıştı

    Halkımız oyunu ve işbirlikçi embedded basını iyi tanıyor.Çünkü 1960,1971,1980,1997,2008 ve son olarak ta
    2016 15 Temmuzda ABD_AB yapımı filmin en son serisini gösterime soktular.BAŞARAMAYACAKLAR çünkü
    Halkımız emperyalizme karşı şerbetlendi.

  2. Benim yaşadığım eyalet saati ile sabah saat onda oldu.O saatte ben televizyon izliyordum ve proğrami kesip havaalanindan canlı yayınan geçtiler.İlk bilgileri şoyleidi yaralilar var sayıları hakkında bilgi veremediler. ilk bilgileri Fehmi beyinde anlatığı gibi Adamin Kanadaya gittiği ordanda air Canada ile geldiği asker kimliğini ve silah izinini göstererek uçağa bindiğini sılahını ateş ederkende ben yahudi değilim dediği bilgiler bundan ibaretti, hatta yolculardan birini telefonla canli yayına bağladılar kadın konuşamadı psikolojisi bozuktu. 4 saat boyunca gelişmeleri canli olarak izledim. Kamu oyuna bilgileri paylaşırkende saldırganın sağ olarak yakalandığını kimliğinin sahde olip olmadığı kesinleşinciye kadarda bekliyecekleri yetgililer tarafından basın toplantısında açıklandı.Daha sonra Kanada büyük elçiliği ve havayolları tarafindan saldırganin Kanadaya gitmediği ve Kanada havayolları ile uçmadığı açıklamasi geldi Olayın canlı görgü tanıkları.(yolcular) gördüklerini ve yaşadıklarını anlattılar, ben yahudi değilim diye bir şey söymede dediler.Katil yolculari öldürüp yaraladıkdan sonra sılahını yere birakmiş ve polisin gelmesini beklemiş kendisi teslim olmuş, tabanca uzun sürede ordan kaldırılmadi.
    Burada kimse kimsenin işine karışmaz basın toplantısında herkes kendi alanina giren konular hakkında bilgi verir,ve kuvvetler ayrılığı diye bir kural var öğle bizdeki gibi kimse kimsenin işine karışmaz ve bilmediğı konulardada ahkam kesilmez.
    Bu konuda yazacak çok şey var, üzerinize sağlık üç dört gündür rahatsızım, fakat bir iki noktayida belirtmek istiyorum.
    1.Dünkü o saldırı aninda orda olan yolcuların hallarini görünce bizdeki gece kulübünde ,”yaralı” olarak kurturan Amerikalının hali gözümün önünden geçti adam sanki düğünden gelir gibiydi! USA kendi vatandaşlarını o kadar uyarmasına rağmen oraya sadece eğlenmek için gittiğine pek aklım ermiyor….?????
    2.Dün internettede okudum sayın korunun bu günkü yazısındada geçen o resim ve resmie verilen tepkiye üzülülsemmi yoksa gülsemi, buna bir türlü karar veremedim.
    O resim Amerika ve Türkiye arasındaki dostluğun bir sembolü olarak kibarlığından kendi Twittir hesabindan paylaşmış.Ona karşi verilen tepki sanki o resim bir sukasla hayatini son verilen merhum TC başbakanın resmi değilde Öcalanin resmi gibi.

  3. Amerika, sayın Koru’nun işaret buyurduğu gibi masum değil. Dünyayı karıştırarak yönetmeyi sürdüren sermaye elbette Amerika’yı da konturol edecek ki egemenliğini sürdürsün. İnsanlık tarihi boyunca maddeci bakış açısı herzaman insan oğluna derin acılar yaşatmıştır. Dini temellere dayandığını iddia eden tüm guruplar kendi heva ve heveslerini din gibi lanse ederek hedeflenen büyük projenin bir parçası haline gelmiştir. Bilerek yada bilmeyerek emperyal güçlerin eli haline gelmiştir. Bu gibi sonuçların doğmaması için;”Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olurmu”ayetinin düsturunca geleceğimizi inşaa etmeliyiz.

  4. Berlin’deki Noel pazarı saldırısının ardından bir gazede şöyle bir cümle okudum. „Bütün politikacılar konuştular ama kimse bir şey söylemedi.“
    Bu olaydan sonra Almanya’da yayınlanan „Die Zeit“ haftalık gazetesindeki „Noel Pazarına Saldırı“ başlıklı habere 3.754 okuyucu yorumu yapıldı. TV kanallarındaki haberlerde yayına bağlanan politikacılara sorguya çeker gibi sorular soruldu. Politikacıların bazı sorulara cevap verirken nasıl zorlandıkları yüzlerindeki ifadelerden belli oluyordu.

    2015 yılında Bayan Merkel’e Heidenheim şehrinde burada yazamayacağım ifadelerle hakaret eden kadına orada bulunan polis müdahale etmedi, savcılık soruşturma açmam için başbakan Merkel’in şikayetçi olması gerekir dedi. Bayan Merkel şikayetçi olmadı (Sächsische Zeitung, 10.09.2015).

    Almanya’da tv kanallarında politikayı ve politikacıyı da konu eden hiciv proğramları boldur. Kabaretistlerin içinde çok sayıda Türk kökenli olanlar vardır. Sahi, neden Türkiye’de hiciv proğramları görmez olduk?

  5. Sermaye üçüncü Cihan savaşını dünya coğrafyasını bölerek yapacaktır. Rusya ABD Afganistan’dan Bulucistan’a çekilecek kuzey güney hattı ile dünya ikiye ayrılacak. Müslümanların yarısı doğuda yarısı batıda kalacak ve üçüncü cihan savaşı böylece gerçekleştirilecektir. Rusya ve ABD ortak yatırım yapıyor ve savaş orada devam ediyordu. İki tarafta Müslümanlar savaşıyordu.
    Gorbaçov bu çatışmaya son verdi. Sermayenin izni olmadan son verdi. O tarihten beri sermaye devletin çatışması devem ediyor. Sermaye savaş çıkaramayınca Müslümanları kullanarak terör olayları ile devletleri yola getirmek istedi.
    CİA ile sermaye arası Irak’ta açıkça çatışma haline girdi. Sermayenin yaptığı meşru olmayan davranışları sermaye deşifre etti. Reina olayında CİA sermayeye ders vermek istedi. Terör ile seni mahvederim dedi. İzmir’deki Adliye binası olayı da sermayenin ona cevabı idi. Başaramadı. Şimdi Reina olayına bezeyen bir senaryo var Amerikan Florida’ya giden bir terörist yolda kaza yaptı. Silahını alırken kullanmak zorunda kaldı.
    Olayın oluş biçimi CIA’nın tetikçisi idi. Hollywood’da eylem yapacaktı. Daha önce beş altı ay önce eşcinsellere saldırıda bulunmuştu. Şimdi CİA kendi tetikçisini yakalamış bulunmaktadır. Bakalım neler olacaktır. CİA sermayeye kendi diliyle cevap vermeye başlamıştır. TRUMP gelmeden bu savaşın nasıl sonuçlanacağını bilemeyiz. Şimdi seçimi Ruslar etkiledi diye onu iktidar etmeyebilirler.

    • “Sermayenin yaptığı meşru olmayan davranışları sermaye deşifre etti” sözünden ne anlamamız lazım? Sermaye dediğiniz kavramın içinde neler-kimler var acaba?

  6. VİETNAM SENDROMUNUN YENİ VERSİYONU OLARAK BUMERANG ETKİSİ
    Vietnam savaşından sonra bugüne kadar 10 binin üzerinde veteran (Amerikan gazisi) cepheden geri döndükten sonra intihar etti. Bu sayı, Vietnam’da kaybedilen Amerikan asker sayısından daha fazladır. Sebep: POST-TRAVMA BOZUKLUĞU; Bunun sebebi: Vietnam’da yaşanan görgü şahitleri olmanın ötesinde bilfiil insanlık dışı vahşet olaylarına karışmaktır. Fıtrat bunu kaldıramaz ve sivil hayata döndükten sonra dahî askerler bunları unutamaz ve uyku bozukluğu dâhil her türlü stres yaşar. Bu son katliamı yapan kişi de büyük bir ihtimalle (emareler onu gösteriyor) IRAK’ta yaptıklarını psikolojik olarak sindiremeyen zavallı birisidir. Vietnam sendromunun yeni versiyonu IRAK-SURİYE sendromudur. Ya içine kapanıp intihar edeceksin, ya da tepkisel olarak benzer vahşet olaylarını kendi ülkende yeniden yaşatacaksın. Savaş psikolojini ve etkilerini bilmeden bu kişinin eylemini anlamak zordur. Prof. Dr. Ali Seyyar

    • Sizinde ifade ettiğiniz gibi,Afganistan ve Irakta savaşmış askerler döndükten sonra piskiyatiri tedevi göriyorlar.Bunlar için kendi dernekleri aracılığıyla sık sık TV lerde programlar yapılır ve tedavileri için para toplanır.

  7. Devletler üstü yapılanmalar; devletleri korumakla gorevli;korumayı hatasız yapmayı amac edinmiş yapılamalar.

    Amac mutlaklastığında, hukukkun teferrutlasması genellikle ortalığa serilmiyor.

    Serilme olasılığını, fail saptırma olarak kullanılması;bu orgutlerin islerini hukuka uygun yuruttuklerine dair kanıt göstermeleri
    mantıgın yönü.

    Toplumsal hedef, insani ahlakın dısında ne olursa olsun hastalık kapıyor.

    ” Dinlerin amacı Allah’ı birlemek” ; Yaradan’ın TEK’liğınin idraki, evrensel ahlakın idraki icindir.

  8. Terörün dünyanın her tarafında olabileceğini burada önceki yorumlarımda ben de ifade ettim.

    ABD ve Avrupa’da terör eylemi az oluyorsa onların çok daha sıkı tedbirler alıyor olmasından değildir. Oralarda OHAL uygulaması olmasından veya olmamasından dolayı da değildir. Terörün her ülkede ayrı bir sebebi vardır.

    Ben şunu merak ediyorum: Abd medyası acaba olayı nasıl gördü? Mesela hükümeti mi suçladı? Esasen yönetimlerin açık ihmalkarlıkları varsa hükümetler de eleştiriyi hak eder. Ama bazan alınabilecek tedbirler alındıktan sonra da bir olay vukua gelebilir. Şöyle de söylenebilir: Mesela İstanbul gibi bir kentte alınacak tedbir mi biter? Ne kadar tedbir alırsan al, geriye alınmayan bir tedbir gene kalır.

    Öte yandan bir terör eylemi meydana geldi diye ABD’de de can güvenliği kalmadı söyleminde bulunanlar veya böyle bir karamsarlığa kapılanlar var mı?

    ABD medyasının ve halkının tepkisini orada yaşayanlar, dış basını yakından takip edenler daha iyi bilir. Şahsen oradaki olayın oluş sebebine ilişkin bir fikrim olmadığı gibi, tepkilerin nasıl olduğunu da bilmiyorum.

  9. Fehmi Kardeş;
    Nedense, geceyi aynı şekilde…
    Ve maalesef benzer endişelerle geçirmişiz…
    Çoğu sözünü ettiğin benzer sebeplerle uyumak ne mümkün…
    Şöyle düşünüyorum; bu “musibetler” inşallah insanlığa “nasihat” olur…
    Evet, NASİHAT OLUR da bütün beşeriyet asıl yapılması gerekenleri yapmaya başlar…
    Yapmadığı veya yapamadığı sürece de maalesef bu ve benzeri MUSİBETLER hep ya-şa-na-cak…
    *
    Bu konuda yazacak çok şey var…
    Ama uzatmayayım, sadece şunu yapayım;
    Tevafuk diyeyim ve bugünkü köşe yazımın son bölümünden
    SONUÇ mahiyetinde ve -bence- yapılması gerekenleri içeren bölümü aktarayım:
    *
    “SONUÇ olarak…
    TEDAVİ REÇETESİ sadedinde, sadece “TERÖR SORUNUNU” değil;
    BÜTÜN SORUNLARI çözüme kavuşturmak için tek çare ve çözüm yani tek tedavi reçetesi olan “ADİL DÜZEN” önce mikro seviyede (semt ve bucak), sonra makro seviyede (D-8, D-20, D-60, D-160 olarak ülkemiz ve dünya çapında) inşa edilmedikçe, sorunlar bitmeyecek, bu arada TERÖR SORUNU da sona ermeyecektir.”
    *
    Yazının tamamı için;
    http://www.akevler.org/AkevlerMakaleler/7144/SonEk/0/Resat-Nuri-Erol/HAK-gelmeden-BATIL-gitmez-TEROR-bitmez

  10. …”Adamın adı Esteban Santiago. Genç, 26 yaşında. New Jersey doğumlu, ama aslen Porto Rico’lu. Daha önce ordu saflarında ve Irak’ta bulunmuş, madalyaları var; birkaç ay önce işten çıkarılana kadar da Alaska’da itibarlı Ulusal Muhafızlar mensubuymuş…..
    …”Kusursuz bir vatansever…”
    …”Olay Türkiye saati ile (TSİ) akşam 9’u biraz geçe meydana geldi. Baştan itibaren eylemcinin gözaltına alındığı bildirilmesine rağmen, kimliği hakkında en ufak bir bilgi sızdırılmadı.”..
    ..”Kimlik TSİ gece 11’ i biraz geçe öğrenilebildi.”..
    Anladığım;
    1) Eylemci sağ ele geçirildi.
    2) Eylemcinin yaklaşık iki saat içerisinde kim olduğu (ayrıntılı bir şekilde) belli oldu, kimliği açıklandı ve hemen bi dünya bunu öğrendi. Amerika medyası olaya nasıl yaklaştı, onu bilmiyoruz. Biz de olduğu gibi yaklaşmadığı kesin.
    Peki ya bizde? Güvenlik birimleri işlerini tam yapmış olsalar bile, her kafadan ayrı bir ses.. İşler sarpa sarar her şey harman çorman olur. Kafalar karma karışık…
    Bakın, Rus büyük elçisinin katili öldürüldü (ÖLÜ ELE GEÇİRİLDİ), Reina’nın katil-katilleri halen bulunamadı.
    Neden acaba? Sistemlerin ‘işlerliği’ arasındaki fark mı?

  11. TERÖR!…

    Yaşadığımız terör olaylarının, en önemli boyutu şudur: Kişisel güvenliğin parçalanıp yok olmasıdır. Bugüne kadar devletler var oluşlarını tehlikeye sokacak, kendilerine yönelik yıkıcı tahripkâr bir saldırıyı başka bir devlet ya da devletlerin ordularından beklemekteydi.

    Üst üste yaşadığımız terör olayları, böyle bir anlayışı ve bu anlayışa dayalı olarak oluşturulan güvenlik konseptini demode hale getirmiştir.

    Hans Magnus Enzensberger, İletişim yayınları tarafından çevirisi yapılan ve 1995 yılında yayınlanan “İç Savaş Manzaraları” adlı kitabında, zamanın ruhuna nüfuz ediyor ve onu insanlık namına sorguluyor. Zamanımızın ruhu, yani zengin metropollerden, üçüncü dünya ülkelerine kadar bütün dünyada hüküm süren iç savaş hali, barbarlık ve nefret kültürü, Enzensberger’in üzerinde durduğu önemli noktalardır. Yaşadığımız dünya halini ve zamanın ruhunu daha iyi anlayabilmek için Enzensberger’in önemli bazı tespitlerini aktarmanın yararlı olacağına inanıyorum.

    “Dünya haritasına bakıyoruz. Uzak bölgelerdeki savaşların yerlerini belirliyoruz, en kolayca görebildiklerimiz de üçüncü dünya ülkelerindeki savaşlar. Gelişmemişlikten, eşzamansızlıktan, fundamentalizmden söz ediyoruz. Anlaşılmaz kavga sanki çok uzaklarda yapılıyormuş gibi geliyor bize. Fakat bununla kendimizi aldatıyoruz. Gerçekte iç savaş çoktan metropollere girdi; metastazları büyük kentlerdeki günlük yaşamın bir parçası haline geldi. Yalnızca Lima ve Johannesburg’da Bombay ve Rio’da değil; Paris ve Berlin’de, Detroit ve Birmingham’da Milano’da ve Hamburg’da da. Bu iç savaşı yürütenler arasında yalnızca teröristler ve gizli örgütler, mafya ve dazlaklar, uyuşturucu çeteleri ve ölüm mangaları, Neonaziler ve kara şerifler değil, bir gecede holiganlara, kundakçılara, gözü dönmüşlere ve katillere dönüşen sıradan vatandaşlar da var…

    Günümüzdekilerle karşılaştırıldığında eski saldırganlar inançlı insanlardı. Birtakım idealler uğruna öldürmeye ve ölmeye büyük değer veriyorlardı. Bir zamanlar dünya görüşü diye adlandırılan şeye, ne kadar nefretlik olursa olsun, “katı” “fanatik” “sarsılmaz” vb. biçiminde sarılmışlardı. Hitler ve Stalin’in taraftarları, liderlerinin vaazlarını parlayan gözlerle izliyor ve gerektiğinde hiçbir cinayetten kaçınmıyorlardı. Altmışlı yılların gerillaları ve teröristleri haklılıklarını el ilanları ve bildirilerle, titiz ve bürokratik dille yazılmış itiraflarla yaptıklarının ideolojik nedenlerini anlatıyorlardı. Günümüzün saldırganları buna gerek duymuyor. Onlarda en fazla dikkat çeken özellik, her türlü kanaate/inanca uzak olmalarıdır…

    İslami fundamentalizmin ideolojik dozunun da, Batı’da sanıldığından çok daha zayıf olduğu görülüyor. Bugünkü İslam’ın tarihteki yüksek din ile hiçbir ilgisinin kalmadığını her entelektüel Müslüman’dan duyabilirsiniz. Günümüzdeki durum, modernleşme baskısına karşı radikal bir modern tepki oluşumudur. Saddam Hüseyin’in dindar Müslüman olarak poz vermesi baştan aşağı küfüre varan bir pozdu. Benzer şeyler Mağrip ve Yakın Doğu’daki diğer yönetimler için de söylenebilir. Savaş açtıkları Batı’ya yönelmek en büyük hayallerini süslüyor. Özlemleri Batı’nın en ölümcül buluşlarına sahip olmak: Atom bombaları, roketler ve zehirli gaz fabrikaları.

    Değişik fundamentalist tarikatlar, fraksiyonlar, milisler en başta kendi din kardeşlerini boğazlamaya çalışıyor. Demek ki, bunun kanaatlerle/inançlarla değil, onların taklidi ile ilgisi var.

    Metropollerdeki moleküler iç savaşın da benzer biçimde dayanaksız olduğu ortaya çıkıyor. Kuzey Amerika kenar mahallelerinin çete savaşları, tarihsel sınıf savaşları şemasına göre anlaşılamıyor. Siyah-beyaz karşıtlığı da yeterli bir yorumun dayanağı olamıyor. Soygunların, yağmaların ve cinayetlerin kurbanları çoğunlukla siyahların kendileri. Los Angeles ayaklanmasının hedefi zenginlerin villa semtleri değildi; saldırganlar öncelikle kendi mahallelerinin binalarını ateşe verdi. Bunların arasında siyahların mülkiyetinde olan Amerika’nın en eski kitap evi ve semtin en militan yerel politikacısının bürosu da vardı. Çeteler savaşında her yerde kaybedenler kaybedenlere ateş ediyor…

    Hannah Arendt, iki dünya savaşı arasındaki dönemden söz ediyordu. Totaliter sistemlerin oluşumunu sağlayan kitle tabanını anlatıyordu. Bu çözümlemesinin güncelliği ortadadır. Fakat otuzlu yıllardan farklı olarak günümüzün saldırganları ne törenlere, resmigeçitlere, üniformalara, programlara, ne de vaatlere ve bağlılık yeminlerine gerek duyuyorlar. Liderlerinden de vazgeçebilirler. Nefret onlara yetmektedir. O zamanlar terör, totaliter yönetimlerin tekelindeyken, günümüzde özelleştirilmiş biçimde karşımıza çıkıyor…

    Böylece her metro vagonu küçük çapta bir Bosna’ya dönüşebilir. Soykırım için Yahudilere, temizlik için karşı devrimcilere artık gerek yok. Birisinin başka bir futbol takımını tutması, bir manav dükkânının komşusundan daha çok müşteriye sahip olması, insanların farklı giyinmesi, başka bir dil konuşması, tekerlekli sandalye kullanması ya da başörtüsü takması yeterli oluyor. Her farklılık, yaşamsal bir tehlikeye dönüşüyor. Fakat saldırganlık yalnızca diğerlerine değil, nefret ettikleri kendi yaşamlarına da yöneliyor. Hannah Arendt’ın sözleriyle konuşacak olursak, failler için sanki yalnızca yaşamak ya da ölmek arasında değil, doğmuş olmakla dünyaya hiç gelmemiş olmak arasında bile fark yok…

    Her devlet, en zengini ve huzurlusu bile, sürekli envai çeşit yeni somut eşitsizlik, özgüven yaralanması, haksızlıklar, uygunsuzluklar, hayal kırıklıkları üretiyor. Aynı zamanda vatandaşların biçimsel eşitliği ve özgürlüğü ile birlikte beklentileri de artıyor. Bunlar yerine getirilmezse, sonuçta neredeyse herkes kendisini aşağılanmış hissedebiliyor. Tanınmaya olan gereksinim doymak bilmez. Muhtelif haberler bize bunu söylüyor. Gettoda belli bir marka spor ayakkabısı giymek arzusu, cinayet için yeterli neden oluyor ve pop yıldızı olarak kariyer yapmayı beceremeyen büro çalışanı bu aşağılanmanın intikamını almak için, bir banka soyuyor ya da kalabalığa ateş açıyor. Bütün açıklamaların en maneviyat bozucusu olan son bir açıklama denemesi, dünya nüfusunun görülmemiş biçimde artmasını bütün bu olanlara neden olarak gösteriyor. Hannah Arendt daha 1950’de, totaliter yönetimlerin canice mantıklarını bu kadar kolay kabul ettirebilmelerinin, bu hızlı nüfus artışı ve yığınların topraksız ve yurtsuz kalmaları ile ilintili olduğu kuşkusunu dile getirmişti, zira yararcı kategoriler açısından bu kitleler gerçekten de “gereksiz” hale geliyordu. Sanki ne kadar çok insan dünyaya gelirse, kendilerinin ve başkalarının yaşamlarına biçtikleri değer o kadar hızla azalıyordu. Böyle bir düşünceyi anlamak güç görünüyor. Fakat gezegenin ne kadar kalabalıklaştığını yalnızca nüfus ve göç istatistiği göstermiyor. Günlük yaşam da bunu gözler önüne seriyor. İşsizlik ve barınaksızlık, megapollerin teneke mahallelerle dolması, dolup taşan kamplar ve gemiler de bilinçsizlerin kafasındaki “çok kalabalık” olduğumuz kanısını yeniden doğruluyor, buna karşı oluşan kör tepki ise, etrafa psikopatikça saldırmak biçiminde oluyor. Böyle bir eğilime her yerde rastlanıyor. Görünürde normal insanlar bile, gizlice kendilerini de onlardan biri saydıkları o “gereksizlerin” ortadan kaldırılmalarını sağlamak için ellerinden geleni yapıyor…”

    Enzensberger’in görüşlerini, yaşadığımız dünya halini ve zamanın ruhunu daha iyi anlamak için kısaca yukarıda belirttikten sonra, şimdi tekrar Ülkemizde ki eylemlerin hayati öneme sahip boyutuna dönmek istiyorum. Daha önce belirttiğim gibi, ortaya çıkan en önemli sonuç, yürürlükteki güvenlik politikalarının iflas etmiş olduğudur. Sosyal bilimlerde siyasal, sosyal ve kültürel olayları anlamada “empati” büyük bir öneme sahiptir. Kendimizi başkasının yerine koyarak düşünmek anlamına gelen empati, ülkemizde ziyadesiyle ihmal edilmektedir.

    Yapılan yorumlara bakıldığında; empatiden yoksun, anlamaktan ziyade yargı ya da hüküm ağırlıklı bu türden yorumların geleceği anlamak açısından hiçbir teorik ve pratik değeri bulunmamaktadır. Dünya-sistem teorisiyle tanınmış bir toplum bilimci olan Prof.Immanuel Wallerstein, Eylül 2001 de yayınlanan “Güncel Yorumlar” adlı kitabında ABD’deki olayların faili olarak Usame Bin Ladin varsayımından hareketle, empati de yaparak şu önemli tespitleri yapmaktadır:

    “…En önemli soru, neden bu saldırının meydana geldiğidir. Hemen hemen herkes saldırının sorumlusunun Usame Bin Ladin olduğunu söylüyor. Bu akla yakın bir varsayım gibi görünüyor. Çünkü Usame Bin Ladin bu tür eylemleri gerçekleştirme niyetini açıklamıştı ve belki de yakın gelecekte, Birleşik Devletler yetkilileri bu varsayımı destekleyen bazı deliller elde edecek, bunun doğru olduğunu varsayalım. Birleşik Devletler’e bu kadar görkemli bir saldırı düzenlerken Bin Ladin, neyi elde etmeyi umuyordu? Evet, bu saldırı, Bin Ladin’in (ve diğerlerinin) Birleşik Devletler’in bütün dünyada, özellikle de Ortadoğu’da yaptığını düşündüğü kötülüklere karşılık bir öfke ifadesi ve intikam olarak görülebilir. Bin Ladin, böyle bir eylemle, Birleşik Devletler Hükümetinin politikalarını değiştirmeye ikna edebileceğini düşünmüş olabilir mi? Tepkinin bu şekilde olabileceğini düşünecek kadar saf olduğundan ciddi olarak kuşku duyuyorum. Başkan Bush saldırıyı bir “savaş eylemi” olarak gördüğünü söylüyor. Eğer saldırının faili Bin Ladin ise, muhtemelen o da aynı şeyi düşünüyordur. Savaşlar, hasmın politikalarını değiştirmeye ikna etmek için değil, bunu yapmaya zorlamak için yapılır. Öyleyse Bin Ladin olduğumuzu varsayalım ve onun gibi akıl yürütelim. Bu saldırıyla neyi kanıtladı? Kanıtlamış olduğu en aşikar şey, Birleşik Devletlerin dünyanın tek süper gücünün, dünyadaki en güçlü ve en gelişkin askeri donanıma sahip olan devletin, kendi yurttaşlarını bu saldırıdan korumakta aciz kalmış olduğudur. Bin Ladin’in yapmayı istemiş olduğu şey, yine saldırının arkasındaki gücün gerçekten o olduğunu varsayıyoruz, açıkça Birleşik Devletlerin kâğıttan bir kaplan olduğunu göstermektir. Bunu öncelikle Amerikan halkına sonra da dünyadaki herkese göstermek istedi. Şimdi, bu Birleşik Devletler hükümeti için olduğu kadar Bin Ladin için de açıklığa kavuştu. Dolayısıyla verilecek yanıt da açık. Başkan Bush güç kullanarak yanıt vereceğini söyledi… Fakat şimdi de Birleşik Devletlerin bakış açısıyla akıl yürütelim. Ne yapabilir?

    İşin aslı, Birleşik Devletlerin yapabileceği çok fazla bir şey yok. CIA, Castro’yu öldürebilmek için yıllarca uğraştı ve Castro hala yerinde. Birleşik Devletler birkaç yıldır Bin Ladin’i arıyor ve o hala yaşıyor. Bir gün, Birleşik Devletler ajanları onu öldürebilir ve bunun gerçekleşmesi bu özel operasyonu yavaşlatabilir. Bu, aynı zamanda birçok insana büyük bir tatmin sağlayacaktır. Fakat yine de sorun bütün ağırlığıyla var olmaya devam edecektir. Açıkça, yapılması gereken tek şey, politik bir harekettir. Fakat hangi politik hareket? Bu noktada, Birleşik Devletler içinde (daha geniş olarak Batı alemi içinde) bütün uzlaşmalar kayboluyor. Şahinler, bu saldırıların Sharon’un (ve mevcut İsrail hükümetinin) haklı olduğunu gösterdiğini söylüyor: “Onların” hepsi teröristtir ve onlarla başa çıkmanın tek yolu çok sert karşılık vermektir. Bu, şimdiye kadar Sharon‘un pek işine yaramıyordu. George W. Bush’un daha iyi işine yaraması için ortada bir sebep var mı, Bush Amerikan halkını bunun bedelini ödemeye razı edebilir mi? Böyle şahince bir tutum ucuz atlatılamaz. Diğer yandan, güvercinler de bu durumun “müzakere” ile halledilebileceğini öne sürmekte güçlük çekiyorlar. Kiminle ve hangi amaca ulaşmak için müzakere yapılabilir? Belki de olmakta olan şudur: Bu “savaş”– bu hafta basında bu şekilde tanımlandı kazanılamayacak ve kaybedilmeyecek, fakat basitçe devam edecek. Kişisel güvenliğin parçalanıp yok olması artık bir gerçeklik ve bunun etkisini Amerikan halkı ilk defa hissedebilecek. Bu, dünyanın başka pek çok bölgesinde zaten var olan bir gerçeklikti. Dünya– sistemin bu kaotik salınımlarının altında yatan politik mesele, medeniyetin barbarlıkla karşı karşıya gelmesi değildir. Ya da en azından bütün tarafların, kendilerinin medeni, barbar olanın ise karşı taraf olduğunu düşündüğünü kavramamız gerekiyor. Olan bitenin altında yatan meseleler, dünya–sistemimizin yaşadığı krizdir ve kurmayı istediğimiz bunu izleyen dünya– sistemin nasıl olacağı hakkındaki mücadeledir. Bu, söz konusu mücadeleyi, Amerikalılar ve Afganlar ya da Müslümanlar ya da başkaları arasındaki bir mücadele haline getirmiyor. Bu, kurmak istediğimiz dünya hakkındaki farklı vizyonlar arasındaki bir mücadeledir. 11 Eylül 2001’in kısa sürede, birçoklarının söylediğinin aksine, uzun süre devam edecek uzun bir mücadele içinde çok kısa bir dönem olduğu, ancak bu gezegende yaşayan insanların çoğu için karanlık bir dönem olduğu görülecek.”

    Evet, ortaya çıkacak olan durum; mevcut güvenlik politikalarının iflasına eşlik edecek olan siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel bir kargaşa ya da kaotik bir atmosfer olacaktır. Bu kaotik atmosferde, yeni kurulacak düzen için Wallerstein’in belirttiği gibi farklı vizyonlar mücadele edecektir. Türkiye; özünde Amerika’ya, genelde Batıya atarlanmak, Jeopolitik konumunun öneminden dem vurmak gibi yaklaşımlarla, yeni kurulacak olan düzenin mimarları arasında kendisine yer bulamaz. Türkiye, yaşadığımız dünya halini ve zamanın ruhunu iyi kavrayarak her açıdan kendi içinde tutarlı bir vizyon geliştirmelidir.

    Bu vizyonun merkezi odak noktası, Avrupa ve Amerika’nın tercih edeceği güvenlik politikaları doğrultusunda görevli bir ülke rolü oynamak yerine, her alanda Avrupa’nın ayrılmaz bir parçası olmayı hedeflemek olmalıdır. Bu noktada, Avrupa ve Amerika’ya da önemli görevler düşmektedir. Genel olarak Müslüman kimliğinin dışlanması ciddi tehlikeler ortaya çıkarmaktadır. Özellikle Türkiye’nin Avrupa uygarlığının dışında tutulması, dünya açısından ortaya çıkacak olan tehlikeyi katmerleştirmektedir.

    Gürcan Dağdaş

    • Türkiyenin vizyonu belli, “kağıttan kaplanların” terörizmi araç olarak kullanmadıkları veya kullanamadıkları bir dünya. Avrupanın, Amerikanın ya da başka güçlerin uydusu haline gelmemek, bu vizyonun en önemli unsurudur. Bunu birçeşit “atarlanma” olarak sunmak, ülkenin bağımsızlık mücadelesinin küçümsenmesidir. Yeni kurulan dünya sisteminde İslam dünyası ve Türk halkı adına söylenmesi gerekenleri söyleyen bir Türkiye Cumhuriyetinin olması elzemdir. Bunun olmadığı bir sistem zaten eksik kalacaktır. Eninde sonunda, fayhatları yeniden kırılacak ve yeni sistem arayışları devam edecektir.
      Inanırlılığını yitirmiş, tutarsız politikaları benimseyen avrupaya eklemlenmek, onlar için çok faydalı olsa bile, Türkiye için ve sahip olduğu hinterlandı için tercih edilecek bir seçenek değildir. Farklı bir medeniyetin temsilcisi bir milletin, başka bir medeniyete ram olmasını beklemek, bunu da “zamanın ruhunu iyi kavramış bir vizyon” olarak sunmak, yok oluşunun fermanını kendi eliyle imzalamak demektir.
      Zaten farklı kültür yapısının farkında olan Avrupa da, Türkiye için yanıp tutuşmadığını 50 yıldır bilfiil göstermektedir.

Yoruma kapalı.