Bir kez daha uyarıyorum: İlhad İslâm Dünyası’nın kapısında

16
Reklam

Geçen haftaya hayli ilgi çeken bir yazıyla başlamıştım; fehmikoru.com adresli sitemin de ilk yazısıydı ‘İslâm diye diye, İslâm elden gidiyor’ yazısı…

O yazıyla, Batı basınında (İngiliz Guardian ve Amerikan Washington Post’ gazetelerinde) çıkan iki değerlendirmeden hareketle… Bizim coğrafyamızın tarihinde daha önce pek görülmemiş bir gidişe dikkat çekmeye çalışıyordum.

‘İlhad’a…

Arapça bir sözcük olan ‘ilhad’ tam anlamıyla ‘dinden çıkmak’ demek…

Gazeteler, bölgedeki savaşların kapıya dayadığı ‘mülteci’ krizinin hiç beklenmeyen bir sonuç da doğurduğu iddiasındaydılar: Mültecilerin bir bölümü yalnızca ne olursa olsun bir Batı ülkesine kapağı atmaya çabalamakla kalmıyor, gittikleri yerlerdeki kiliselere başvurup ‘Hıristiyan’ olma arzularını da beyan ediyorlardı.

Sözgelimi, Berlin’deki bir kilise, 150’den 700’e fırlayan cemaatine yeni katılanlar için vaftiz törenini belediyenin yüzme havuzunda gerçekleştirmişti.

Okuduklarıma bakıp ”İslâm’ın toplum gündeminde hiç bu kadar yer etmediği günümüzde içimizden bazılarının İslâm’dan çıkmak istemesi bizleri uyarmalı” mesajını vermeye çalışmıştım.

İlgi gördü. Okundu. Başka internet siteleri tarafından iktibas edildi. Ertuğrul Özkök bir yazısına konu etti. Mülâkatlara da taşındı.

Reklam

Daha ne ister bir yazar?

 

Keşke başka bir şey isteseymişim…

Hiç beklemediğim bir gelişmeyi istemeliymişim; o da oldu: Türkiye’deki en üst dini otoriteye yakın bir dostum, ele aldığım konudan devletin farkında olduğunu bana duyurdu. Yalnızca sıcak savaş bölgelerinden değil, savaş yüzü görmemiş yerlerden bile kalkıp Batı ülkelerine doğru yola çıkan birileri gerçekten kiliselere başvuruyormuş…

Devletteki bilgi, çoğu çocuk ve genç olmak üzere İslâm Dünyası’ndan 48 bin kadar kişinin Hıristiyan kiliselerinin ilgi alanına girdiği yolundaymış…

Bilgiyi veren dostum sözcüklerini kuyumcu titizliğiyle seçiyordu; ama anlaşılan ‘ilhad’ benim ilk yazımda verdiğim 100’lerle ifade edilen rakamların çok ötesindeydi ve mültecilerin tek taraflı başvurusuyla da sınırlı değildi.

”Katolik Kilisesi bu gelişmeden olağanüstü heyecan duymuşa benziyor” dedi dostum.

 

Papa da ilgili…

Aldığım bu ham bilgi üzerine araştırmaya başlayınca, Vatikan’ın, yeni gelişmeye daha geniş bir açıdan bakarak, ‘kardeş’ saymaya başladığı Katolik-olmayan Hıristiyan kiliseleriyle ortak bir çalışma arayışına girdiğini öğrendim.

Reklam

Yakın zamanda çıktığı gezinin bizim coğrafyamıza yakın bir durağında, konumu ve ismi önemli farklı bir din lideriyle de buluşmuş Papa Franciscus.

Almanya’da ülkeye gelip Hıristiyanlığa ilgi duyan veya duyması arzulanan kişilerle ilgilenme görevi ise Vatikan tarafından Münih ve Freising Kardinali Reinhard Marx’a verilmiş…

Reinhard Marx, kardinal sıfatıyla yaptığı bir konuşmada, ”Asırlar boyu hep biz onların ayağına gittik; şimdilerde ise artık onlar bizim ayağımıza geliyor” cümlesini sarf etmiş…

Cemaati, bu cümleden sonra ‘Halleluyah’ çekmişse şaşırmam.

‘Onlar’ ile kast ettiğinin kimler olduğunu ayrıca belirtmeme gerek yok sanırım.

 

Ne yapmalıyız?

Bence ilk yapmamız gereken, yüzyıllar boyunca emsali pek görülmemiş bu gelişmeyi ciddiye almak ve bunu Salib’in (Haçlıların) yeni bir saldırısı gibi görmek yerine ”Bizler nerede hata yaptık, yapıyoruz?” sorusuna cevap aramaktır…

Çevremizdeki savaşların mağduru olan insanlar, yanan-yıkılan hanelerine bakıp farklı sonuçlar mı çıkarıyor? Savaştan o kadar da etkilenmemiş olan ülkelerde yaşayanlara da sirayet eder mi dinden kaçış? Dini yerli yersiz dile dolayıp değerini mi düşürüyoruz? Yoksa ‘dindar’ bilinen insanların hal ve hareketleri ile inançları arasında uçurum var da, bu durum mu başkalarını dinden soğutma sonucu doğuruyor?

Size bir dizi soru.

Galiba bu noktada bir tespitimi de sizlerle paylaşmam gerekiyor: Konuya ilişkin yazıma bu konularda hassas olması beklenecek kişiler ve medya çevresinden gelen tepkiler, bu hayati konunun da güncel siyasete bulandırılarak değerlendirildiğini düşündürdü bana. Paylaştığım bilgiler ve onlarla ilgili tespitlerimin aklımdan bile geçmeyen noktalara çekilmesi şaşırtıcıydı.

 

Merak etmeyin, konudan sapmayacağım

Hafta sonunda ‘İslamofobia’ konusunda Saraybosna’da bir toplantı yapılacağını ve sonunda ‘İstanbul deklarasyonu’ adıyla bir de bildiri yayımlanacağını öğrendim.

‘Fobia’ bildiğiniz gibi ‘korku’ demek; ‘İslamofobia’ da bazı çevrelerce toplumlara pompalanan ‘İslâm’dan korkma’ duygusuna verilen ad.

Toplantının yapılacağı haberiyle yalnızca tek bir yabancı gazetede karşılaştım: Jerusalem Post’ta.

İsrail gazetesi, haberinin büyük bölümünde, toplantıyı düzenleyenlerin verdiği bilgileri dürüstçe aktarmış. Toplantının danışmanı Salzburg Üniversitesi’nden Dr. Farid Hafez ”İslamofobia Avrupa demokrasisine, özgürlüklere, hoşgörü ve çoğulculuk değerlerine tam bir meydan okuma anlamına geliyor” demiş meselâ…

Tabii Müslümanları ülkesine sokmama sözü veren Donald Trump’ın ABD’de yükselişini, Macaristan ve Slovak başbakanlarının ”Bizim ülkemizde İslâm’a yer yok” açıklamalarını da ekleyerek…

Fakat gazete burada durmamış, derhal İsrailli bir ‘uzmana’ uzatmış mikrofonu ve yarbay rütbesi de bulunan Dr. Mordechai Kedar’ın şu sözleriyle bitirmiş haberini: ”Korku tehditlere karşı doğal ve sağlıklı bir duygudur, ‘fobia’ ise mantıksız ve tahayyül edilen bir korku demek; oysa İslâm’dan duyulan korku, teröre ve başka şeylere dayalı gerçek bir korkudur.”

İşimiz zor arkadaşlar, uyarımı lütfen hafife almayın.

ΩΩΩΩ

Reklam

16 YORUMLAR

  1. Dünyadaki en büyük zulmü ben Allah için savaşıyorum diyenler yapmıştır.Halbuki hz.peygamber müslümanların varlık ve yokluk arasındaki bedir savaşından dönerken bu savaşın küçük savaş,insanın kendiyle savaşının büyük savaş olduğunu her daim hatırda tutmalı.Dışıyla ilgilenen içiyle ilgilenemez,kendi kusuruyla uğraşan başkasıyla uğraşmaz.Müslümanlar çevreye poz vermeyi bırakmalı,özü sözü bir olmaya dikkat etmeli.

  2. Dindar – dindar olduğunu ifade eden insanların geçmiş yıllarda yaşadığı baskılardan kurtulduğu son yıllarda artan din ile siyasetin -maalesef- iç içe geçmiş olmasıdır temelde mesele. Dini savunduğunu iddia eden bir partiye oy vermek en büyük ibadetmiş algısı var maalesef. Ya da o partide yer alan kişilerin yaptıklarının mübah olduğu. Türkiye’de İslam’ın adam gibi kök salmasını, yaygınlaşmasını istiyorsanız öncelikle yapılması gereken bence DİB’in kapatılmasıdır. Camilere imam ataması yapılmasından vazgeçilmesidir.

  3. Biz kendimizden ve birbirimizden korktuğumuz sürece Batı da bizden ve islamdan korkacaktır. Ne zaman kendimize gelip kendimize güvenip, (GERÇEK MANADA İSLAMI YAŞAMAYA BAŞLARSAK- DİLDE DEĞİL ÖZDE) insanları, Batıyı ve diğerlerini medeni cesaretle muhatap alarak konuşmaya anlaşmaya başlarsak belki bazı şeyler düzelir. Ötekileştirmek bizim de içimize girmiş durumda şu an.

  4. Eleştırmek kolay olsa gerek fakat uygulamaya gelince herkes ben diyor oysa gerçek musliman bizler der bu kadar açık .

  5. Yaşadıkları ülkeyi bir diktatör yönetiyorsa, toplumun temel hak ve özgürlük taleplerini zorbalıkla bastırıp ülkesini yabancı güçlerin saldırılarına açık hale getirip halkını kırdırıp ya da katlediyorsa, iman ettikleri Allah için mezhepsel kaygı ve kinle birbirlerini yine Allahın adıyla kesip tecavüz ediyorlarsa, sözde ümmet de bu konulara pek girmek istemiyorsa.. Böyle bir ortamda medeniyete ulaşma arzusuyla İbadethane değiştirmek teferruattır..

  6. Suriye sınırına yakın yaşayan birisi olarak yorum yapıyorum. Genel bir gözlem çerçevesi olmayacak ama suriyeden gelen mültecilerin büyük çoğunluğunun ya İslamla hiçbir iribatı kalmamış ya da zayıf bir bağları var. Tabii bunun en büyük sebebinin Esadların Baas Rejimi olduğunu komşuluk münasebeti ile biliyoruz. Maalesef İslam ülkelerinin birçoğunun liderleri bu misyonu çeşitli şekil ve amaçlarla yerine getiriyor. Bu durumda da vurguladığınız ilhada zemin hazırlanıyor.

  7. Fehmi abi eksiksiz tüm yazılarınızı okudum diyemem. Aynı gelenekten geliyoruz diyecektim konumlandırmak için kendimi,sonradan ne kadar anlamsız olduğunu farkettim,yazılarınıza yapılan yorumlardaki seviyeli ve samimiyetle sizi kucaklayan okurlarınızın az çok hangi gelenekten geldiklerini tahmin ederek. Abi siz ve sizin gibiler inanın yolumuzu kaybettiğimiz şu karanlık günlerde birer ışıksınız.sizi yüceltmek için yazmıyorum inanın öylesiniz. Çok kültürlü değilim orta okul mezunuyum diyeceğim o ki sizlere ihtiyacımız var çok iyi etmişsiniz.Bende bu platforma her gün geleceğim söz veriyorum bundan sonra eksiksiz yazılarınızı okuyacağım. Saygılarımla.

  8. Bugün Berlinde bergama müzesini dolaşırken, adamların özbekistandan,irana, samaradan, hattuşaya, babylondan uruka, mshattaya yayılan geniş coğrafyada topladıkları eserleri gördüm, bu topraklar bizde iken sahip çıkamadıklarımızı binbir emekle toplamışlar. Neden biz yapamadık? Bu bilinç bizde olsa bu müzelerin bin katını istanbulda görüyor olabilirdik. Düşünsenize yüz tane müze islam coğrafyasının eserlerini toplamış ve bunun etrafında binlerce bilim adamı harıl harıl çalışıyor. Beyinsel patlamalar ve hazlar içeren sonuçlar çıkartıyor. Toplumda bunların takipçisi ve teşvikçisi… Halbuki eski yunanın eserlerini çevirip üZerine kendi damgasını vuran bu ümmet bunu neden yapamasındı ? Kendi kültürüne sahip çıkamayan medeniyetin ümmetine sahip çıkabilmesi ne kadAr eşyanın tabiatına uygun? Sizin yazınıZI okumadan önce seyrettiğim bir videoda Bir hoca şık elbisesiyle fetva vermiş bugün, bir kişi yüzerken cinsel organından su girebilirmiş… Oruç tutarken hertürlü halt işlenemezmiş… ibni rüştler hayat bulmAdıkça sonuçlar canımızı sıkacak ve hep sonuçların üzerinde konuşcağız. Ben almanlara içimden teşekkür ettim bugün ait olduğum kültürü en azından korudukarı için… batmadan çıkmamız mümkün değil newton fiziğinin etki tepki prensibi bir yerde çalışacak ve biz biZe ait olanı birgün bulacAğız , bırakın hayatın eleme mAkinası çalışsın bir yerde elbet dengeyi bulup biz de mutluluk ve hayır paylaşacağız…

  9. İslamın siyasal alandan çekilip gönüllere girmesi gerekiyor… İç dünyasını düzeltmeden, dış dünyayı düzeltmeye kalkışıyoruz… Sonuç…

  10. Her zaman ki gibi yazınızı ve yorumları okudum.

    Allah var, seviyorum sizi.

    Yorumlardan R. İhsan ELİAÇIK’ın yorumunu beğendim. (Özür dilerim sonradan fark ettim yorumun sahibi Münir Ümit Uğurlu imiş.)

    İmdi.

    Yazınızı okurken başta kapıldığım tansiyon değişiklikleri, umutlanma nöbetleri gene başlarda şu cümlenizle bitti:

    “Türkiye’deki en üst dini otoriteye yakın bir dostum…”
    AMAN ALLAHIM!!!
    İslamda dini ‘otorite’ var hem de bu otoriteler ‘hiyerarşik’ ve bunların ‘en üstü’ öyle mi?
    İlhad kapıda değil sayın yazar..
    İçinde içinde…

    • Sayin Irdal,

      “İslamda dini ‘otorite’ var hem de bu otoriteler ‘hiyerarşik’ ve bunların ‘en üstü’ öyle mi?”
      Evet var, dogru bulmasakda bu gercek. Camilerde namaz kildirmak icin maasli bir kisi var ve bu organizasyonun en ustunde de luks araba ve ruhbani bir cubbe ve sarikla gezen bir kisi var. Cemaatler farkli mi? Zaten yazarda onu diyor, Islamdan uzagiz, sadece bazi orf ve adetleri anlamadan takip ediyoruz. Son cumle onemli,”İşimiz zor arkadaşlar, uyarımı lütfen hafife almayın.”, lutfen dusunelim.

  11. Ben çevremde dindar olarak bilinen biriyim ve dinimi seviyorum, güzel yaşayamamaktan dolayı ızdırap duyuyorum birkaç zamandır kendime sorduğum bir soru var: Ülkeme Şeriat gelsin istiyor muyum? Ve cevabım gençliğimde verdiğim cevabın aksine pekçok olumsuzluklardan ve sübjektif tutumlardan dolayı eğer Hz.Ömer gelip bizi idare etmeyecekse Şeriat gelmesini istemediğimdir. Allah Ömer’den razı olsun siyaset çıtasını arşa çıkarıp, yalancı müseylime benzeri taklitçileri mihenge vurabilme imkanı verdiği için..

  12. Sayın Koru;
    yazınızda sıraladığınız İslamla ilgili sorular üzerine bir iki söz etmek istiyorum: Geçenlerde transseksüel bir kişinin Alperenlere ettiği çarpıcı bir söz vardı. “Geneleve gidip abdest alınca kendinizi dindar mı zannediyorsunuz” mealinde bir sözdü. Öncelikle belirtmeliyim, Müslümanların hassasiyetleriyle İslamın ve Kuran’ın hassasiyetlerinin örtüşmediğini zannediyorum. Müslümanların İslamı 4 büyük günaha indirgediğini düşünüyorum: Domuz eti, içki, cünupluk ve örtünme. Fıkıh bu kadar indirgemiyor, ama bu konular önemli; ancak Kuran’ın asıl üzerinde durdukları bunlar değil. O daha çok iman ve iyilik (akaid ve salih amel) üzerinde durmuş. Müslümanlar arasında bir anket yapılsa domuz eti yemek, elektrik çalmaktan çok daha büyük bir günah olarak algılandığı görülecektir. Kolay riayet edilen dini kuralların alınıp merkeze taşınması ve diğerlerinin görmezden gelinmesi, riyakarlığın başka bir tanımı olsa gerek. Böylesi bir riyakarlığın da insanları nereye sürükleyeceği (yazınızda) ortada. İslamla ilgili sıkıntılar çok fazla su götürür; ancak zamanınızı almama adına burada kesmek itiyorum. Selamlar.
    Münir Ümit Uğurlu

    • Sayın Uğurlu,

      Günümüzde İslamın yaşanma tarzı hakkında çok yerinde bir tespit yapmışsınız. Vahim olan şey, görünürde Devlet eliyle yürütülen bir İslamizasyon, söz gelimi okulların yoğun bir şekilde imam-hatiplere dönüştürülmesi, siyasette islami söylemin daha çok kullanılması ve diğer benzer gelişmelere paralel olarak, İslamın ruhani ve medeni yönü gitgide zayıflıyor. İnsanlar sosyal yaşamın her noktasında gitgide birbirine daha fazla eziyet verir oluyor vs. Bütün bu olup bitene bakan biraz bilinç sahibi insanlar, artık bu ülkeden, ve dolaylı olarak İslamdan herhangi bir referans alamayacağını düşünmeye başlıyor. Batı görmüş, iyi eğitimli gençlerin kahir ekseriyeti -muhafazakar olsun, seküler olsun- Türkiye’den nefret etme noktasına geldi. İç içe geçmiş bir sürü mesele. Hangisini yazsam bilemedim.

  13. Biz nerede hata yaptık sorusu çok önemli tabi ama bu soruyu sormak yeterli değil. Peki ne yapmalıyız o zaman? Siyaset – Medya – STK lar – Spor kulüpleri ve toplumum farklı kesimlerini temsil eden diğer tüm grupların ne yapması gerekir? her grup bir şey yapsa bile ”kollektif” bir hareket olmadıkça da etkili olacak mı? son günlerde Milli maçlarda duyduğumuz hakaretler; trafikte yol kavgasından birbirini öldürenler; Siyasetin kalitesi ve tabii ki sizin gibi değerli düşünürlerin ulusal gazete ve kanallardan uzaklaştırılması….. Fehmi Bey; çok üzgünüm ki ben umutlu değilim.

Yoruma kapalı.