Demokrasi tehdit altında, buradan Batı’ya da örnek olacak demokratik yöntemlerle çıkılabilir…

7
Trump, Le Pen, Hofer: Üçü bir yerde...
Reklam

 

Türkiye’de demokrasi büyük bir belâ atlattı.

Çok partili demokrasi ile tanışalıdan (1946) beri başına gelen kimbilir kaçıncı belâydı Türkiye’nin 15 Temmuz’da boşa çıkartılan…

Darbe girişiminin başarısız kalması ‘darbe yapılabilir’ bir ülke olmaktan çıkmak üzere olduğumuzun bir kanıtı bile sayılabilir.

İnşallah.

Bunlar kim, biliyorsunuz...
Bunlar kim, biliyorsunuz…
Trump’lı… Haider’lı, Hofer’li, Le Pen’li bir dünya…

Bilinmesi gereken gerçek şu: Demokrasinin tek düşmanı darbeler değildir.

Ele almak üzere masa başına oturduğum konu ‘demokrasi ve düşmanları’ değil; bunu en baştan kayda geçireyim. Birkaç gündür üzerinde durduğum, ‘darbe girişimi sonrası’ ile ilgili kaygılarımı bu yazımda da sizlerle paylaşacağım.

Ancak, önce, iyice kökleştiği düşünülen ülkelerde de demokrasinin ciddi tehditler altına düşebildiğini, ancak olgun demokrasilerde istenmeyen gelişmelerin önüne geçmek için mekanizmalar bulunduğu için, tehditlerin zor da olsa savuşturulabildiğini hatırlamanızı istiyorum.

Son örnek, Amerika’da henüz nihai aşamasına girmemiş başkanlık seçimlerinde Donald Trump gibi birinin aday olabilmesidir.

Reklam

Trump, her geçen gün ağzından çıkanların ortalığa serdiği gerçeklere göz atılırsa, ABD gibi bir göçmenler ülkesi olmakla övünülen bir demokrasiye meydan okuyan biri. Seçildiği taktirde, Müslümanlara ülkenin kapısını kapatmaktan, en ağır işleri gören Meksika kökenlileri memleketlerine göndermekten söz edip duruyor Trump.

Mesajları muhatap da buluyor.

Her ülkede var olan bastırılmış ne kadar olumsuz duygu varsa, ABD’de de o duygulara sahip olan kitleler bulunuyor; Trump işte o duygulara hitap ederek kendine siyasi alanda yer edinmeyi ve Cumhuriyetçi Parti gibi gelenekleri köklü bir partiden başkan adaylığını garantilemeyi başardı.

Kim ne derse desin, Trump gibi birinin, ABD gibi demokratik kimliği tartışmasız bir ülkede iki önemli partiden birinin başkan adayı olabilmeyi başarması demokrasi için ciddi bir tehdittir. Sandıktan başkan seçilerek çıkması, ABD’nin global anlamda önemi göz önünde tutulursa, bütün dünya için bir tehlike teşkil edecektir.

Demokrasi Trump gibilerin de önünü açabiliyor.

Elbette olumsuz duygulara hitap eden politikacı bir tek ABD’de yok; Fransa, İtalya, Almanya gibi ülkelerde, bir ara İngiltere’de, şimdilerde Avusturya’da, o ülkeler için ‘aşırı’ sayılabilecek görüşleri savunan ve o görüşleriyle çıktığı seçim yolculuğunda başarıya ulaşabilecek görüntüsü veren politikacılar, hatta partiler çıkabiliyor.

Avusturya’da 22 Mayıs günü yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminde, Nazi Partisi üyesi ve SS subayı olan biri tarafından kurulmuş Özgürlük Partisi’nin adayı Norbert Hofer 31 bin oy farkıyla yenildi.

Sandıklarda usulsüzlük yapıldığı yolundaki itirazları gözden geçiren Anayasa Mahkemesi seçimin yenilenmesine karar verdi.

Reklam

Özgürlük Partisi 1999’da yapılan seçimde sandıktan birinci parti olarak çıkmayı başarmış, koalisyona da girmiş, ancak lideri Jörg Haider’i başbakan yapamadığı gibi, Avrupa Birliği’nin diğer üyelerinin sert tavırları sebebiyle Özgürlük Partili koalisyon da yürümemişti.

Ne anlatıyorum?

Şunu: Demokrasisi sağlam bilinen ülkelerde de, demokratik sistem imkân sağladığı için, demokrasi için ‘tehdit’ bilinen gelişmeler görülebiliyor.

ABD’de Trump başkan adayı olabiliyor, kampanyasında en akıl almaz görüşleri seslendirebiliyor… Avusturya’da, ülkenin yakın geçmişinde mahkum edilmiş bir görüşü dirilten aşırı bir parti sandıkta başarı gösterebiliyor, “Cumhurbaşkanı olursam Meclis’i feshedeceğim, sistemi bütünüyle değiştireceğim” diyen biri cumhurbaşkanı adayı olup arzuladığı makamı kazanabilecek duruma gelebiliyor…

Özeti şu: Tehdit algılaması yüzünden demokratik işleyişe müdahale edilmiyor demokrasiyle yönetilen ülkelerde; sistem kendi içerisinde çareler üreterek tehlikeyi önlüyor…

Darbe, tankın önüne yatarak atlatıldı
Darbe, tankın önüne yatarak atlatıldı
Kendimize dönersek…

Bizde demokrasi –maalesef– henüz arzulanan olgunluğa erişmediği için, siyasi projesi bulunan, ancak halkın desteğini almak suretiyle iktidara gelerek gerçekleştirmeye kalkışma zahmetine katlanmak istemeyenler bazen kestirme yollara sapabiliyorlar.

Darbe gibi…

15 Temmuz’a kadar, ülkemizde, idareye doğrudan el koymaya niyetli subaylar girişimlerinde hep başarılı oldular. 27 Mayıs (1960), 12 Mart (1971), 12 Eylül (1980) darbelerinde yaşandığı gibi… Hatta ‘post-modern’ sıfatı yakıştırılan 28 Şubat (1997) bile, birkaç ay içerisinde meşru hükümetin çözülmesini sağlayarak askerlerin siyasi projelerinin gerçekleşmesine zemin teşkil edebilmişti.

Şimdi siyasi tarihimizde ilk kez eli silâhlı bir grup, öldürmeyi ve ölmeyi de göze alarak askeri müdahalede bulundu ve girişiminde başarılı olamadı.

Bütün aksine söylentilere rağmen, umudumuz, artık silâh zoruyla iktidar mücadelesi verilmesinin önünün ülkemizde ebediyen kesilmiş olmasıdır.

Zor bir dönemden geçiyoruz

Her ‘ilk’ olayda olduğu gibi, ‘başarısızlığa uğramış darbe’ sonrasında neler yapılabileceğini yaşayarak öğreniyoruz.

Kolay bir dönem değil bu.

250’ye yakın insanımızın hayatına mal olduğu için kolay değil…

Yakın zamana kadar kendilerine övgüler yağdırılan –ve darbecilerle irtibatı tespit edilen– ‘dini’ bir kadroyu da ilgilendirdiği için de zor.

Dini gruplar, cemaatler, toplumun bütün kılcal damarları içerisinde kendilerine muhatap bulurlar çünkü…

Zorluk kendini hemen her düzlemde belli ediyor:

Anayasa Mahkemesi’nin 2 üyesine görevden el çektiriyorsunuz… Aralarında ülkenin en büyük kentini yıllarca yönetmiş birinin de bulunduğu valileri, kaymakamları gözaltına alıyorsunuz… Verdikleri kararlarla bir döneme damga vurmuş yargı mensuplarını tutukluyorsunuz…

Hepsi de, hiç değilse büyük çoğunluğu, benzer durumdaki devlet görevlileri arasından sizin kendinizin atadığınız kişiler bunlar…

Bazısına atfedilen ‘suçlar’, kamuoyuna yansıdığı kadarıyla, sadece o insanlarla da sınırlı değil; kendilerini güvende gören pek çok başkalarına da uzanabilir suçlayıcı parmaklar…

Gerçekten ancak askeri darbeler sonrasında ülkemizde yaşandı bu tür olaylar…

Dün, burada, darbede bizzat yer almış, ya da planlama sürecine katılmış olanlara ek olarak soruşturulması gerekenler için bir başlangıç noktası önerisinde bulunmuştum: 2012 yılı başı…

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da, daha önce yardımcı oldukları —“Bunun için Rabbimden ve milletimden affetmesini diliyorum” dediği– Cemaat’in yanlış işlere bulaştığından kuşku duymaya 2012 şubat ayında başladıklarını söylüyor…

Başlangıç olarak böyle bir çizgi çizilirse, soruşturmada mercek altına alınacak ve haklarında dava açılacak ‘sivil’ kişilerle ilgili de bir sınırlama arayışına gidilebilir.

2012 öncesine ait kusurlar devre dışı sayılarak…

Türkiye örnek olsun

En başta uzun uzadıya demokrasilerin her zaman tehditlerle karşılaşabileceğini, olgun demokrasilerin bunlarla sistem içi tedbirlere başvurarak baş edebildiğini anlattım.

Avusturya’da yenilenecek seçimde belki de yeni bir sınavla karşılaşacak demokrasi…

Beklentim, demokrasisi keskin bir tehditle karşı karşıya kalmış ülkemizin, başarısız darbe girişimi sonrasını, tıpkı olgun demokrasilerde olduğu gibi, sağlıklı, hukuka uygun ve demokratik yöntemlerle değerlendirmesidir.

Batı ülkelerine bile örnek teşkil edecek biçimde…

Neden olmasın?

ΩΩΩΩ

Reklam

7 YORUMLAR

  1. Malesef haklısınız – demokrasiler şarlatanların suistimaline açık görünüyor. Berlusconi veya son örnekte Trump gibi son derece yetersiz kişiler en yüksek makamlara bir takım kandırmacalarla, medya oyunlarıyla gelebiliyor. En alt düzeyde bir memur ataması yapılırken bile geçerli olabilecek asgari yeterlilik şartları politikacılarda aranmıyor. Sonra zekası, bilgi birikimi test edilmemiş bu insanların en önemli kararları verebilmesi bekleniyor.
    Rusya’nın hali hazırda Ukrayna’nın bir bölümünü işgal etmiş olduğunu Trump’ın bilmediği ortaya çıkmıştı birkaç gün önce! Bush, Irak’ı işgal ettiğinde bunun o zaman iddia ediliği gibi bir istihbarat (intelligence) hatasından değil, bir zeka (intelligence) hatasından kaynaklandığı ileri sürülmüştü.
    Çözüm daha açık toplum, daha çok seslilik, daha çok demokrasi, daha iyi eğitim olabilir ancak.

  2. Çok güzel bi tespit olmuş Bekir Bey. İşte Fehmi beyin bu yönüne kızıyorum. Yayınlar mi bu mesajı acaba:)

  3. Beklentinize katılıyorum. Görebildiğim kadarıyla da hükümet bu konuda hassas hareket ediyor. Bilği,belge ve delil olmadan kimseyi gözaltına almama konusunda özen gösteriliyor. Öncelikli olarak Paralel Devlet Yapılandırılması dediğimiz devletin memuru olduğu halde Fetö terör örgütünden emir talimat alındığı kesin bilinen adli , güvenlik ve idare içindekiler ile İmamlar ve şirketlerin ortakları olan mütevelli üyeleri göz altında.
    Görevden el çektirilenlerin ortak özelliği ise okullarda çocuklarının burslu okuması ve ilğili finans kurumlarında hesabının olması. Ancak bu sınıflandırmanın hiç bir yerinde yer almayan biraderin durumu ne? orasını bir anlatan olursa çok sevineceğim.

  4. sizin gibi entellektueller olduktan sonra olmaz )))

    hukukta istpatlanmis suc varsa suctur .. 2012 yilini referans almak hukukende siyasetende sacmaliktir .

    birilerini kurtarmak adina turk tipi bir cozum.

    varmi dunya tarihinden benzer bir uygulam ?

  5. Peki herkesin bir kandırılma süreci var da tabandaki onbinlerce insan için 15 temmuz milat olamaz mı? Bu kadar insan bu yapıdan artık nefret ediyor. Bu kadar insan ne yapacak kim tekrardan kazanacak bu kadar insanı, kim kucak açacak, malesef şimdilik bir dışlama politikası güdülüyor bence çok yanlış yapılıyor. Elbetteki bu lanetlik darbe olayına kim karışmışsa en büyük cezayı alsın ama bu masum insanlara bir kıyıma dönüşmesin. Sonuçta hepimizin kiblesi dini peygamberi bir. Bence müslümanca bir yaklaşımla bu kandırılmış kesimi bir şekilde kazanmaliyiz. Bir de fehmi bey sizin bu konudaki düşüncelerinizi çok merak ediyorum.

  6. Sayın Koru,

    Burada okuyucularınıza yorum yazmak için bir köşe açmak zorunda değilsiniz.

    Ama madem ki açtınız,eleştirel yorumları, işinize gelmeyen yorumları da yayınlamak durumundasınız. Evet, yayınlamayabilirsiniz. Nitekim yayınlamıyorsunuz da. Göstermelik bir ikisi dışında. Ama bu durumda, okuyucularımın yorumunu da alıyorum diyemezsiniz.

    Köşe yazarlarının yazılarının tamamına yakını eleştirilerden oluşuyor. Başkalarını eleştirme üzerinden ekmek yiyen kişilerin kendilerinin de eleştiriye açık olmaları gerekmez mi? Eleştiri velev ki ağır olsun.

    Şayet eleştirel yorumları yayınlasaydınız, bunlar daha fazla yekun tutardı kanaatindeyim.

    Mesela bugünkü yazınızda, tutuklananlar, kendi atadığınız kişiler diyorsunuz. Şimdi bu laf mı Allah aşkına?

    Karşımızda sinsi, iki yüzlü bir yapı var. Onları atayanlar yanılmışız diyorlar. Bu yapı, hepimizi, bütün Türkiye’yi kandırmış durumda. Kandırmadığı bir kesim kalmış mı bu yapının?

    Durum böyle olunca, bunları siz atamıştınız lafı çok anlamsız kaçmıyor mu?

    • Yanılma hakkı sadece Sn. C.Başkanı’na mı ait?
      Başkalarının yanılabilme lüksü ya da hakkı yok mu?
      Zaten kendiniz de yorumunuz da belirtmişsiniz:”Bu yapı, hepimizi, bütün Türkiye’yi kandırmış durumda. Kandırmadığı bir kesim kalmış mı bu yapının?”
      O Halde doğru olan nedir?
      Bu yapıya şöyle ya da böyle bulaşmış herkesin bir cadı avına tabi tutulup yok edilmesi mi, yoksa,
      Sn. C.Başkanımıza bahşedilen yanılma hakkından bir seferlik olsun başkalarının da yararlanmasını sağlamak mı?
      İnsan kolay yetişmiyor.
      Beşerdir, şaşar.

Yoruma kapalı.