Dersimiz tarih: Fransız İhtilâli’nde (1789-1799) neler yaşanmıştı?

10
Reklam

Türkiye tarihe olağanüstü meraklı insanların ülkesi değildir; zaten bu yüzdendir ki, son yıllarda gündeme taşınan tarihimizle ilgili konular, tarih özürlüsü ülkemiz insanını müthiş şaşırtıyor.

Dersim’de 1937-38’de yaşananlar sözgelimi…

Ya da şu yakınlarda Kut’ül Emare Kuşatması (7 Aralık 1915 – 29 Nisan 1916) yıldönümünün âlâ-yı vâlâ ile kutlanmasının meydana getirdiği şaşkınlık dalgası gibi…

“Kut’ül Emare Kuşatması mı? O da neymiş?” şaşkınlığı…

Günlük yazı sorumluluğundan uzaklaşan bir gazeteci gününü nasıl geçirir?

Ben okuyarak geçirmekteyim. Biraz da seyrederek… Tarihe merak sardım; Roma İmparatorluğu’ndan başlayarak Fransız İhtilâli’ne, oradan 20. yüzyılın ilk yarısını kavuran iki dünya savaşına kadar, bugünümüzü de etkileyen dönüm noktaları sayılacak altüst oluşlar tarihine…

images-1

 

Bugün dersimiz, uygun görürseniz, Fransız İhtilâli olsun…

Fransız İhtilâli ile ilgili ne biliyoruz? Halk ayaklandı, kralı devirdi, cumhuriyet yönetimini getirdi… ‘Özgürlük (liberté), eşitlik (égalité) ve kardeşlik (fraternité)’ fikirlerini benimseterek…

Reklam

Merakı biraz daha fazla olanlarımız Danton ismini de duymuş veya Gérard Depardieu’nun başrolünü üstlendiği aynı isimli film sayesinde Georges Danton ile Maximilian Robespierre adlı iki ihtilâlcinin isimleri ile de tanışmıştır.

İşte o kadar…

Oysa Fransız İhtilâli tarihin dönüm noktalarından biridir ve bu özelliğiyle daha fazla bilinmeyi hak ediyor.

Kral 16. Louis 1789’da tahtını ve kellesini kaybetmemişti, bizde bilindiğinin tersine… İhtilâl’den üç yıl sonra (10 Ağustos 1792) tahtını kaybetti, bir yıldan az bir zaman sonra (21 Ocak 1793) da giyotinde can verdi… Aylar sonra (16 Ekim 1793) Kraliçe Marie Antoinette de aynı âkıbeti tadacaktı…

İhtilâlin etkisini sürdürdüğü yıllar içerisinde, ilk zamanlar kral yanlıları hayatlarını kaybetseler de, daha sonra ihtilâlciler de giyotini boyladı.

Başlarda ihtilâlci iken ‘karşı-devrimci’ damgası yiyerek öldürülenlerin sayısı binlercedir. Danton ve Robespierre de dahil olmak üzere…

İhtilâlin en önemli kişiliği olmasına rağmen Maximillian Robespierre’in ismini Fransa neden unutmuş görünüyor? Danton hâlâ bir simge isim; büstü, heykeli her yerde. Buna karşılık ihtilâlde ondan daha önemli işlevler üstlenmiş Robespierre’in ismi bir okula bile çok görülüyor.

Neden acaba?

Reklam

Robespierre 18. yüzyılın ‘aydınlanmacı’ filozofları Rousseau ve Montesquieu’dan etkilenerek, ihtilâl sonrasında kendisinin oluşmasına bizzat öncülük ettiği etkili kurumlarda görev almış bir avukattı; anayasal bir cumhuriyet yönetimi gereğini savunuyordu, fakir-fukaradan yanaydı ve halkın doğrudan yönetime katılmasını arzuluyordu. Fransa’nın sömürgelerinde köleliğin kaldırılmasını bir kampanya haline de getirmişti.

Sıfatı ‘eğilip bükülmesi mümkün olmayan’ idi. Hiç evlenmemişti, parada pulda gözü yoktu…

Robespierre, başlarda, bütün entelijansiya ile birlikte halkın büyük bir çoğunluğunun da desteğine sahip fikirleriyle ihtilâlin beyniydi.

Sonra işler değişti. Herkesin eşitliğini arzulayan ve halkın doğrudan kendisini yönetmesini savunan Robespierre, oluşmasına katkıda bulunduğu Konvansiyon ve Genel Güvenlik Komitesi gibi devlet kurumlarından elde ettiği gücü, kan dökmeyi de göze alarak ve bunun için özel mahkemeler oluşturma yoluna da giderek, tek başına kullanmaya başladı.

“İktidar bozar, mutlak iktidar mutlaka bozar” görüşünü, Lord Acton, Fransız İhtilâli’nde yaşananlara ve Maxmillian Robespierre’in yaptıklarına bakarak söylemişse, hiç şaşmam.

Herkesin ulaşabileceği bir ansiklopediden aktarıyorum: “Genel Güvenlik Komitesi ülkede polislik görevini de üstlendi. Konvansiyon tarafından ‘terör’ (şiddet kullanarak değişim ve dönüşümü zorlamak, FK) meşru bir politika olarak (5 Eylül 1793’te) şu gerekçeyle resmen kabul edildi: Eşitliğin bütün kelleler üzerinde bir orak gibi kendini hissettirmesinin zamanı geldi. Bütün kumpasçıların korkması zamanı geldi. Yasama organı üyeleri, artık terörü gündeminize alın! Yeniden ihtilâl başlasın; çünkü devrim-karşıtları her yerde düşmanlarımız tarafından harekete geçirildi. Kanunun keskin kılıcı her suçlunun üzerinde varlığını hissettirsin.

“Ne olduğu biliniyor: 1793-94 kışında Komite’de çoğunluğu teşkil eden Jakobenler Hébertist Parti’nin ortadan kaldırılmasını kararlaştırdı; aksi halde, onların Komite içerisindeki muhalefetinin, Paris Komünü üzerindeki etkileri sebebiyle, diğer kesimleri gölgede bırakacağını ileri sürerek…”

Muhalefet sindirildi. Aralarından su sızmayan devrimci kardeşi Danton’un bile, başka bir çoklarıyla birlikte, kellesini aldırdı Robespierre. Gazeteler kapatıldı, matbaalar basıldı, Camille Desmolins gibi önemli gazeteciler gözlerinin yaşına bakılmadan giyotine gönderildi.

Bu arada, Robespierre, Rousseau’nun bir hayalini de uygulamaya koydu: Mevcut din anlayışını yasakladı ve ‘Yüce Yaratıcı Kültü’ adıyla yeni bir dini anlayışını ‘devlet dini’ haline getirdi. Kendisini devlet sistemi içerisinde öyle bir yere yerleştirdi ki, yakınlarından birinin, “Adama bak, ‘baş’ (master) olması yetmiyormuş gibi, Tanrı olmaya da kalkışıyor” dediği daha o günlerde kayıtlara geçti.

İhtilâlin gerçekleştiği 14 Temmuz 1789 tarihini başlangıç olarak kabul eden bir de yeni takvim uygulaması getirdi Robespierre; ayların adlarını da kendi arzusunu yansıtacak biçimde değiştirerek…

Arada, özel yetkili mahkemeler Robespierre ve rejimine karşı olduğu ileri sürülen herkesi yargılıyor, bazılarını sorgulama ihtiyacı bile duymadan idam kararı çıkarıyordu. Bunu sağlamak için bir de yasa çıkarılmıştı.

‘Terör dönemi’ diye anılan ve 15 ay süren zaman diliminde 40 binden fazla insanın giyotine gönderildiğini yazıyor ansiklopediler…

En yakınları bile, kendi aralarında, başlangıçta, insanların eşitliği, halkların kardeşliği ve eşitliği, ihtilâlin insanları mutlu etme amacıyla yapıldığı görüşlerini benimseyip savunan Robespierre’in ‘terör dönemi’ sayesinde kazandığı güçle, artık ‘diktatör’ ve ‘tiran’ haline dönüştüğü bütün ülkede konuşulmaya başladı.

Sevilen ve kendisiyle övünülen Robespierre, o günlerde, artık sokağa çıkamamaya, hastalığını bahane edip Konvansiyon’a gitmemeye başlamıştı.

Hitabet kuvvetiyle ünlü Robespierre sonunda Konvansiyon’a gidip kendisinin ‘tiran’ veya ‘diktatör’ olmadığını savunmaya çalıştığında, her şeyi kaybedeceği sürecin kapısını da aralamış oldu. Meclis’te sözlü saldırılara, küçümsemelere, alaylara muhatap oldu.

Bardağı taşıran, Konvansiyon üyeleri arasında da kumpasçılar bulunduğunu ve bunların da temizlenmesi gerektiğini konuşmasında ileri sürmesiydi.

Karşılarına çıkıp konuştuğu Konvansiyon (Meclis) üyelerinin kellelerini istiyordu Robespierre.

Tutuklandı. Doğru dürüst yargılanmadan bütün yakınlarıyla birlikte giyotine gönderildi, etkilerini dünyanın dört bir tarafında bugün bile hissettiren temel ilkeler ile o ilkelere dayalı bir anayasayı ülkeye kazandıran ihtilâlin beyni Maximillian Robespierre…

Sonra? Sonrası şu: İhtilâlin Fransa’da sebep olduğu kaos 10 yıl (1799’a kadar) sürdü. İhtilâl karmaşası yüzünden başka ülkelerden düşmanlık çeken ve savaşlara sürüklenen Fransa’da, birkaç cephede başarılı sonuçlar kazanarak halkın beğenisini kazanan bir general, orduyu arkasına alarak, iktidarı ele geçirdi (9 Kasım 1799) ve kendisini ‘imparator’ ilân etti…

Kim mi?

images

“Fransa’nın bana ihtiyacı benim ona ihtiyacımdan daha fazla” dediği de bilinen Napoleon Bonaparte…

 

Okuma ve izleme notu:

Yukarıda aktardığım bilgileri döneme ilişkin herhangi bir kitapta veya ansiklopedi maddesinde bulup okuyabilirsiniz. Ben öyle yaptım.

Ancak size daha kestirme bir yol tavsiye ediyorum: Filmler…

 Hepsine Youtube’dan rahatça erişebileceğiniz birkaç film ve begesel var konuya ilişkin. BBC’nin ‘Terror, Robespierre and the French Revolution’ adlı belgeseli yanında, Jean Seymour’un Marie Antoinette, Peter Ustinov’un Mirabaux rolünü üstlendiği, tarihi gerçekleri bire bir yansıtmaya çalışılarak çekilmiş İngiliz-Fransız ortak yapımı iki bölümlük The French Revolution adlı film de önemli.

ΩΩΩ

Reklam

10 YORUMLAR

  1. Farazî bir soru: ihtilâl niçin Fransa’da gerçekleşti de (meselâ) İngiltere’de oluşmadı? Cevap şu: İngiltere’de (yaklaşık ) 70 asil var ve her asil kanun önünde diğer vatandaşlarla eşit iken; aynı zaman diliminde Fransa’da (yine yaklaşık) 3000 civarında asil var ve kanun önünde bu asiller ve aileleri “imtiyazlı”. Fransız ihtilâli değerlendirilirken bu veriler de gözönüne alınmalı derim.

  2. Bu yanınızdaki ironi (teşbih desem daha mi uygun düşerdi?) hoştu. Ben Fransız Imparatorluk takviminde takıldım kaldım. Günlerin 10 saat, haftalarin 10 gun, ayların 30 gün olduğu o muhteşem takvim malesef Vatikanin baskısı ileNapolyon tarafından Devrimin 13. Yılında yürürlükten kaldırıldı. 1 yil önceki akıllı telefonları bile demode bulan bizler, 600 yıl önceki gregoryen takvimi kullanıyoruz malesef.
    Kalsa idi çok güzel olurdu.
    Yazının temasına uygun bir yorum olmadı ama devrim takvimi içimde ukdedir…
    Saygilarimla

  3. Yazilariniz icin teşekkurler Fehmi bey. Sizi takip edecegiz, inşallah masum ve mazlum insanlarin sesi olursunuz.

  4. ohh be, seviyeli, guzel yazilara hasret kalmisiz. elinize saglik. moda tabir ile “adam gibi kose, adam gibi yazar”.

  5. Sn Koru; yıllarca sizin yazılarınızı okumuş,yanlış gördüğünüz şeylere karşı güçlü ama seviyeli itirazlarınızı görmüş birisi olarak merak ettiğim için bazı şeyleri sormak istiyorum size.
    1- Siz hakikati ifade etmek için gazetecilik yapan bir kişisiniz diye düşünüyordum. Birde buna islami duyarlılığınızı da ekleyince…. Fakat yaklaşık 3 yıldır devam eden ve daha çok masum insanların cadı avına maruz kaldığı zulme karşı güçlü bir itirazınızın yükseldiğini hiç duymadık. Neden? Zulmü İslamcı olmayanlar yapınca mı zulüm oluyor ve sizin itirazınızı celbediyor.
    2-Bir siyasinin ortaya attığı sonrasında siz dahil herkesin kabullendiği bir kavram var PARALEL. Merak ediyorum, 3 yıldır devletin tüm mekanizması elinde olanlar bütün araştırmalarına rağmen, cemaate yakın devlet memurlarının amirleri dışında bir yerlerden-abilerinden- emir aldıklarına dair en küçük bir bilgi ya da belgeye ulaşıldı mı? Ulaşılmadı ise …..
    3-Paralel yapı, devlet mekanizması içinde olanlar tarafından kurulabilir. Özel sektörde çalışanların PARALEL bir devlet mekanizması kurması ya PKK’nın yaptığı gibi yapılabilir ya da yapılamaz. Buna rağmen PDY iddiasıyla öğretmen,esnaf,ev hanımı vs gibi insanlara operasyon yapıp tutuklanmalarını mantıklı buluyor musunuz? Bulmuyorsanız bu zulme sessiz kalmayı inancınız ve vicdanınız nasıl kabul ediyor?
    4-Cemaatin derin güçlerin hedefinde olduğu-MGK belgelerine göre de- bitirilmek istendiği herkesin malumu. Fakat bu işi sol bir parti yapsaydı halkın tepkisi olacaktı. İslamcı bir partiye bu iş yaptırılarak halkın da desteği de sağlanmış olduğunu düşünmüyor musunuz? Şayet böyle ise asıl hedefin cemaat değil islam olduğu ve siyasal islamcıların da bu işe taşeronluk yaptığı aşikar olmuyor mu?
    Soracak çok sorum var fakat okuyup okumayacağınıza emin olmadığım için şimdilik iktifa ediyorum. Ciddiye alıp değerlendirdiğinize inandığımda sizinle paylaşmak istediğim çok şey olacak. SAYGILARIMLA

    • Bu konuda görüşlerim sitede de duyurulan son kitabımda var. Okursanız ne düşündüğümü öğrenirsiniz. Selamlar. FK

  6. Futbol tarih siyaset yada edebiyat ne konuda yazarsanız sanırım ben okurum günde iki ve üç yazı ise tadından yenmiyor

  7. Bir bilgi eksikliğini giderdiniz, teşekkürler. Halimize bakınca, Robespierre’in zamanına benzer bir süreçten geçiyoruz. ”Devlet terörünün” masum insanları zulme uğrattığını hergün görüyoruz. Ancak ümidimiz, bu sıkıntılı dönemden başka bir ‘imparator’ eline düşerek değil de, demokratik yollarla ve demokrasi üzerine inşa edilen bir yapılanma ile kurtulmak.
    Napoleon Bonaparte sıkıntılı günler yaşayan ‘Helvetische Republik’e, dikta ile 1803 yılında föderatif bir anayasa vererek 6 Kanton’un bir ‘devlet’ olmasına vesile olmuştu. Modern İsviçre ise, sıkıntılı günleri devam ettirerek ancak 1848 yılında kurulmuştu. Hiçbir diktator veya imparator ortaya çıkarmadan! Darısı Türkiye’nin başına.

Yoruma kapalı.