Hürriyet ile Türkiye savaşta. Gazeteler arası savaşın anlamı…

7
Reklam

Türkiye ‘Fırat Kalkanı’ operasyonu sonrasında bölgede askeriyle bir varlık mücadelesi vermiyor, ama en yetkili ağız, bir süreden beri, her an askerleri sınır ötesine gönderebileceğimiz yolunda açıklamalar yapıyor.

Olur mu, olmaz mı bilemem, ama savaş ihtimali ufukta görünüyor.

Konumuz bildiğimiz türden bir savaş değil; ama o da günlerden beri ülke gündemini işgal ediyor.

“Raconsa ben keserim” denilince başladı kavga

Savaş görüntüsündeki kavganın merkezinde iki farklı medya grubu ve gazetelerinin bazı yazarları var.

Herkes her gazeteyi ve her yazılanı takip edecek değil ya, bu sebeple günlerdir süren medya kavgasını sizlere özetlemem gerekiyor.

Bilmiyorum, kavganın başlaması Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kendisiyle irtibatlı görünen bazı yazarlarla ilgili “Racon kesilecekse onu ben kendim yaparım; görüşlerimi açıklamak üzere görevli sözcüm de var, onun dışında kimse benim adıma konuşamaz, yazamaz ve racon kesemez” anlamına gelen açıklamasıyla irtibatlı diyebilir miyim?

Herhalde diyebilirim.

Açıklamayı, Hürriyet gazetesinin bazı yazarları, şimdilerde Türkiye gazetesinde kendilerine köşe, TGRT televizyonunda program verilen iki kişiyi hedef alır biçimde yorumladı.

Reklam

Onların yazılarından sonra ilginç bir gelişme yaşandı. Hürriyet’e göre açıklamanın hedefi olan yazarlar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözlerini üzerlerine alınmadığı gibi, yazılarıyla Hürriyet gazetesinin patronuna yönelik eski iddiaları gündeme taşıdılar.

‘Eski’ dememin sebebi, o iddiaların geçmişte aralarında benim de bulunduğum farklı yazarlar tarafından en ayrıntılı biçimde dile getirilmesidir.

İddialar çeşitli gazetelerde en geniş biçimde yayınlanırken Türkiye gazetesinin konuya hiç girmediğini de belirtmeliyim.

Bu da normal, çünkü o dönemlerde Türkiye gazetesini içerisinde barındıran grup, kendisini ‘huzur veren gazete’ olarak tanımlıyor, televizyonu TGRT de ‘huzur veren kanal’ olarak biliniyordu.

Etliye sütlüye karışmadıkları için…

Zamanla her şey değişiyor.

Artık Türkiye gazetesinde, Hürriyet’in patronu için “Tutuklanması an meselesi”, gazete için de “Kayyuma devredilmesiyle sonuçlanacak hukuki süreç için yürekli savcı aranıyor” kıvamında yazılar yer alabiliyor.

Doğrudan savaşa girebiliyor Türkiye gazetesi.

Reklam

Öteki tarafa göre, Türkiye gazetesi sahibi İhlas Finans konusunda suçlanıyor; o bir ‘Amerikalı’

Savaşan taraflar bunlar.

Rahatsızlığımın kökenleri

Ben bu kavgayı ve taraflarının tavırlarını en yalın ve en nazik biçimde özetlemeye çalıştım. Aslında her kavgada olduğu gibi, iki medya grubu arasındaki yayın kavgasında da yumruklar sayılmıyor.

Medyanın birincil görevi toplum adına yanlışlıkları ortaya çıkarmak ve varsa yolsuzlukların üzerine gitmektir. Bu bakımdan, tarafların ‘yanlış’ olduğunu gördükleri konuların üzerine gitmelerini kimse suçlayamaz.

“Daha önce neredeydiniz?” sorusu eşliğinde yöneltilen yanlışlıkların yapıldığı dönemde sessiz kalınmış olması da şimdi konuların ele alınmaması için bir gerekçe yapılamaz.

Yanlış varsa yanlışı ele alıp gündeme taşımanın hiçbir mahzuru yoktur.

Bu genel kabullerden hareketle, iki medya grubu arasında baş gösteren bu savaş-vari kavgayı yadırgamıyorum.

Kavgayı yadırgamıyorsam bile, aldığı biçim yine de beni rahatsız ediyor.

İlk rahatsızlığım üsluptan.

Gazetelerde yer alan kavga yazılarının çoğu “Bunu 18 yaşından küçükler okuyamaz” uyarısını hak ediyor. Bazen açıkça bazen üstü örtülü kişilikleri rencide edecek bir dil kullanılıyor. Bir tarafta grubun suçlandığı eskiye ait konularda suçlanması abes genç bir patron var; diğer tarafta da medyamızın en kıdemli patronu.

Her iki patron da, en yakın çalışma arkadaşlarıyla birlikte, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dün gece verdiği 30 Ağustos resepsiyonuna muhtemelen çağrılıydı ve muhtemelen katıldılar da.

Acaba sütunlarında kavgayı sürdüren iki tarafın yazarları da orada mıydılar?

Orada değil iseler, bu, herhangi bir anlama çekilebilir mi?

Bu kadar değil, bir başka rahatsızlığım daha var bu kavgayla ilgili: Gazeteler toplumu gelişmekte olan olaylardan ve varsa yanlışlıklardan haberdar etmenin aracıdırlar. Haber alır veya araştırır, sonra en doğru biçimiyle bildiğini okurlarıyla (toplumla) paylaşır gazeteci.

Görevi burada biter.

Devamı başka kurumların görev alanına girer. Yanlışlık ‘suç’ içeriyorsa savcılar devreye girer; ya da mağduriyetlere yol açacak tarzda bir durum söz konusuyla devletin mağduriyetleri giderme yönünde devreye girecek başka kurumları da vardır.

Hem haber verip hem de yargılamak… Gazetecilik böyle bir şey değildir.

Ayrıca, gazete sütunlarında yargılamaya kalkışıldığında, devletin konuyla ilgili birimlerinin işi de zorlaştırılmış olabilir. Yolsuzluk, usulsüzlük veya suçun üstü örtülmese bile, üzerine gidilmesi yayınların ‘savaş’ boyutu kazanmasıyla ertelenebilir.

Geçmişte yaşandı bu tür durumlar.

En önemlisi ise, gazeteleri okuyan veya kavgadan haberdar olan insanların, yayınlardaki rahatsızlık verici tavır yüzünden medyaya fatura çıkarma ihtimalidir. Zamanında susup da ayağına basılınca feveran etme hali hiç de saygın bir tavır değildir çünkü.

İki taraf tam da böyle yapıyor.

Benim yüzümde bir tebessüm var

Bir meslek büyüğü, kendisinin vaktiyle girdiği basın kavgalarından edindiği deneyimle, “Bunların ‘Allah bir’ demesini bile hemen kabul etmemeli; buna karşılık tarafların birbirleri hakkında yazıp söylediklerini ise doğru kabul edebilirsiniz” anlamına bir saptamada bulunmuştu.

Vaktiyle –ama zamanında– ele alıp yazdığım konulara ilişkin pek çok bilgi ve ayrıntının bu kavgada miri malı gibi kullanılıyor olması ise beni güldürüyor.

Emin olun, günlerdir dudağımdan tebessüm eksik olmuyor.

ΩΩΩΩ

Reklam

7 YORUMLAR

  1. “Emin olun, günlerdir dudağımdan tebessüm eksik olmuyor.” diyor yazar. Hal-i pürmelalimizi yansitan bu durum karsisinda gulunecek bir durum gor(e)miyorum. Belki de bakilan zaviyedendir.

  2. Gazetenin adı bir dönem “jurnal” di. Sonra dilimize bir deyim gibi “jurnallemek” diye bir ifade girdi. İspiyonlamak, ihbar gibi anlamlar içerdi. Bugünki durum biraz bu. Gazete genelde iki tür yazı içerir. Biri haber amaçlı ki bu tür yazıya yorum katılmaz. Nesnellik içerir. 5N1K olması gerekli. Bir de yorum içerikli yazılar var ki “bilimsel” dediğimiz, fıkra makale… türü yazılar, öznel de nesnel de olsa. Sayın Koru, siz günümüzde hiç nesnel haber yazan, amacı sadece haber olan gazete okudunuz mu? Hangi haber yorumsuz veriliyor ki? İyi bayramlar.

  3. 2016 nın sonunda Cemküçük fuatuğur’a tgrthaberde “2013 te yazın aydındoğan’a devlet adam gönderdi ve devlet cemaatle(o günün tabiriyle) savaşa tutuşacak bizimlemisin diye sorar net cevap verilmez 2. defa gene adam gönderdi. Zafermutluda oradaydı. Yine net cevap yok”. Ahmethakan ve doğan yayıncılıktaki bazı haberleri beğenmeyen cemküçük doğan holdingin poaş ve kağıt yolsuzluklarından bahsedim tehditkar ifadeler kullandı.
    Benim kafama yatmadı yolsuzlukların üzerine kirli pazarlıklara göre mi gidiliyor? Aynen ahmethakan’ın cnn de 17/25 hükümete kumpastı ama yolsuzlukta vardı. Demesi gibi.

  4. Büyük zatlardan biri maiyetiyle, bir yerden geçerken, birbiri ile çok tatlı bir şekilde oynayıp, şaka eden köpeklere rastlayınca, etrafındakiler, ne de güzel oynaşıyorlar, deyince, ” siz, dönüşte, “onlara bir parça kemik atın da görün hallerini ” demiş.
    Gazete patronları ve yazarılarının dalaşmaları ve brbirini suçlayıp, gizli çamaşırlarını ortaya dökmeleri vak”a- i adiyedendir. Şu günlerde de öyle bir durum yaşanıyor. galiba. Dini-imanı menfaat ve prestij sağlamak olan kişilerden, başka ne beklenir ki. Önemli ve üzücü olan, Hükumetlerin, maliyenin, savcıların durumdan vazife çıkarmaları gerekirken hadiselere seyirci kalmalarıdır. 12 Eylul sonrası, 1990’ların başları, 28 Şubat sonrası ve de Şimdi. Neler olup, neler bittiği bir araştırılsa.
    Özal’ın prenslerinden bir Gazeteci”nin Kenan Evren’in Özel müfettişinin sorgulamaları karşısında – Vakıflar Bankası Şube mÜdürünün huzurunda – apışıp kaldığını hatırlıyorum. Yine Dinç Bilgin’in nice açık ve net ifadelerde ve şikayetlerde bulunduğunu da hatırlıyorum. Fakir 2 litre süt çalarsa suç olur da Çok, çok çok çalan taçlı kral olur, çünkü, bu memlekette, bu gibiler ve ilgilileri her daim birbirine gebedir.
    ” Hürriyet, özgürlük, adalet, eşitlik…” gibi kelimeler, ŞARLATANLIK içindir. Hele, kendilerine, “ELİT, SOSYETE süsüşü verenler için asla, söz konusu değildir. Hesab da sorulmaz, bunlara, hem de hiçbir devirde
    Türkiyede her gazete patronu ve gazeteci mutlaka bir pisliğe ve FETO”culuğa da bulaşmıştır. İstisnalar çok çok azdır. Başkan bu pislikleri temizlemedikçe memleket iflah olmaz. Her dalda at oynatan patronlar neden MEDYA dalında ısrar ediyor. Çünkü pisliklerini bu sayede kapatıyor ve gelecek soruşturmaları, mali incelemeleri bu sayede önlüyor ve karşıdakileri kıstalıyarak gayrimenkul vurgunlarını bu sayede yapıyor ve rüşvetle iş gördürme zeminini bu sayede sağlıyor. İstisnalar çok nadirdir.
    Oda TV.den bir yazar, galiba Yusuf Yavuz “2010 ylı baharında , Bellek veya Bodrum civarında satılık bir arsa için şu bilgileri veriyordu. ” Arazinin batısına bitişik C.B. Abdullah Gül’e ait arazi, Doğusuna bitişik Yıldırım DEMİRÖren’e ait arazi.
    Gene, aynı yörelerde, bir zamanlar TURİZM Bakanlığı yapmış Erkan Mumcuya ait arazi.
    Birkaç yıl önce de Nazlı Ilıcak’ın, Yıldırım Demirören’in Turistik araziyi, nasıl özel mülke geçirdiğini, Trizm maskesi altında nasıl talan ettiğini yazmıştı. Aynı zamanda MEDYA Patronluğu da yapan Y. Demirören’in gerçekten pekçok turistik araziye sahip olduğunu o zaman öğrenmiş, bunları nasıl elde ettiğini de bayağı merak etmiştim. Bu gibi işi başından aşkın kişilerin, şimdilerde TFF.nun da başında oturmasının ne anlamı var. Ha, özgürlük burada rolünü oynuyor, işte. Bayağı merak ettim, bu kadar taşınmazı nasıl taşıdı ve bunlar için ne kadar vergi ödüyor ? Sanayici midir ? Turizmci midir ? Yoksa, boğma taşınmaz zengini midir ? Belgrad Ormanlarındakı sözde “Turistik tatil köyü”nün akıbeti ne oldu, acaba ? Kemer Turistik Tatil Köyünün eski sahibi E.Edin’i sel suları alıp götürmüş, çok sevdiği hayatını sonlandırmıştı. Bu feci akıbeti hatırlıyanlar var mı acaba ? Kader deyip geçiştirildi, galiba.
    Cumhurbaşkanı o (türlü) tatil köylerinde hiç kalmış mıdır ? “2013 yılında Kemer – Bodrum Bölgesi gezisindeki inceleme gezisinden ne gibi intibalarla dönmüştür ? Turizm adına Vatan toprakları kimlere peşkeş çekiliyor veya çekilmiş, yok pahasına ?
    Kimsenin servetinde gözümüz yok. Yeterki, çalma-çırpma-boğma ile elde edilmesin ve Atatürkün GETİRDİĞİ vergileri de herkes yerli-yerinde – şerefine YEMİN ederek – ödesin. Gerçekten, bu gibi, villa – yazlık sahibleri, sadece kira ve taşınmaz vergisi değil, toplamda ne kadar vergi ödüyor acaba ?
    Branş, branş ödenen vergiler tek tek açıklanmalı.

  5. Basın ve yayının görevleri nelerdir?
    Önce olayları tesbit edip halka bildirmektir. Yani topluluğun gözü kulağı olmaktır. Bugünkü basının görevi halkı Sermaye’nin veya yönetimin istediğ istkamete götürnek için yalan, uydurma haberleri üretme veya mevcut haberleri ters göstermeden ibarettir. Yeni bir dergideki ısrarım budur.
    Basın ve yayının ikinci görevi olayların yorumunu yapmadır. Bunun için yorum yapan yazarlar vardır. Halk bunların yorumlarını değerlendirir. Bizde maaş alan yorumcular vardır. Bunların görevi olayları Sermaye’nin veya iktidarın veya muhalefetin aleyhine çarpıtratak saptırmacı yorum yapmaktan ibarettir.
    Basın ve yayının üçüncü bir görevi daha vardır. Sorunlara çözüm arayan düşünürlerin veya ilim adamlarının görüşlerini ortaya koyup halka, iktidara, muhalefete ve iş adamlarına yardımcı olmaktır. Yani halka çözümleri sunmaktır. Türkiye’de bunu yapmak ayıptır, günahtır. Çünkü çözümleri Sermaye veya iktidar bilecek ve yapacak. Topluluğun çözüm araması demek halkın güdülmesinin önlenmesi demektir. Sermaye bubu istemez.
    Basın yayının dördüncü bir görevi vardır. İlim adamları ilim yaparlar. Kendilerine özgü dilleri vardır. Halk onların söylediklerini anlayamaz. Yazarlar, ilmin verilerini halkın anlayacağı şekle getirip halka anlatmalıdırlar. Yazarlar batının empoze ettiklerini halka aktarmadan bunları yapacak vakitleri yoktur. Sonra böyle br şey yapmam demek Sermaye’nin hakimiyeti dışında ilmin gelişmesini sağlamaktır ki bu da kurulu düzeni bozar.
    Son sözümü söyleyeyim, basındaki bu kanlı boğuşma Sermaye’nin tezgahıdır. İki tarafı da o finanse etmektedir. Ne Aydın Doğan vardır ne de İhlas vardır. Rothschildler vardır. Gayesi ülkeyi ikiye bölüp kurduğu denge ile ülkeleri yönetmektir. Ülkeleri oyalayıp geri kalmalarını sağlamaktır.
    Bizim basın karşı tarafın kötülüklerini anlatmaz, kendi yapacakları iyliklerden bahseder.

Yoruma kapalı.