İktidar cephesi yanlış kampanya ile kendisini boş yere zora soktu.. Ya beklenmeyen olursa?

51
Reklam

Sandık başına gidilirken, demokratik her ülkede, bütün siyasi partilerin umudu, seçimi kazanmak veya en azından önceki seçimlerden daha parlak bir başarı elde etmektir.

İktidar parti/leri için de bu böyledir, muhalefet için de; ancak, iktidar için bu beklenti muhalefet partileriyle karşılaştırılmayacak kadar hayati önemdedir.

Kendi siyasi tarihimizden de biliyoruz: Partiler için ebediyyen iktidarda kalmak bir hayalden ibarettir; günü geldiğinde iktidarlar yerini yeni iktidarlara bırakır…

Cumhuriyet’i kuran parti CHP 1946’da sarsıldı, 1950’de iktidarı kaybetti. 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesi CHP’yi yeniden iktidara İsmet İnönü‘yü ülkeyi yönetmeye taşımak istediyse de bu formül uzun ömürlü olamadı.

Adalet Partisi (AP), Anavatan Partisi (ANAP), Doğru Yol Partisi (DYP), Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP), Demokratik Sol Parti (DSP), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), Milli Selamet Partisi (MSP) ve Refah Partisi (RP) 1980 öncesi ve sonrasında iktidar yüzü gören partiler…

Ne kadar çok parti, sayması bile zor.

Bugünkü iktidar da eninde sonunda bir başkasıyla yerini değiştirecektir; ancak Pazar günü sandığa gideceğimizde kullandığımız oyla iktidarı yerinden edecek bir sonuç çıkmayacak. Bir ‘yerel seçim’ bu ve belediyeler yönetimleri için oy kullanacağız.

Yerel seçimde genel seçim kampanyası

Reklam

Öyle olduğu halde, iktidar cephesi bu seçime yereli aşan bir önem atfettiğini belli ediyor. Bakanlık, başbakanlık yapmış bir ismi TBMM başkanlığı koltuğundan kaldırıp İstanbul’a belediye başkanı adayı gösterdiği gibi, Ankara ve İzmir’de de daha önce bakanlığa layık görülmüş isimlerle seçmenin karşısına çıkmakta.

Sürecin başlarında yalnızca AK Parti genel başkanı da olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan‘la kampanyasını yürüteceğini duyurmuş olan AK Parti, son viraja girildiğinde hafif/ağır demeden bütün toplarını cepheye sürdü.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde bakanlar günlük işleri çevirmekle görevli yarı-siyasi tipler olarak belirlenmişken, işte görüyoruz, daha önce siyasete hiç girmemiş bakanlar bile kampanyaya destek veriyorlar.

Bürokrasiden gelme Cumhurbaşkanı yardımcısı dahi son günlerde siyasi tavır aldı.

Muhalif cepheden isimlere yönelik ancak devletin arşivlerinde yer bulunabilecek kişiye özel bilgiler gazete manşetlerine yol bulabildi.

Her şey, sonuç itibariyle yerel olan seçimde mutlaka başarılı olabilmek, iktidarın kazanma serisini devam ettirdiğini gösterebilmek için…

En başta da yazdım: Bütün partiler kazanmak, başarılı olmak ister, iktidar için bu durum daha da hayati önemdedir; ancak iktidar cephesi tarafından yürütülen kampanyanın dozu bana yine de şaşırtıcı geliyor.

Daha da şaşırtıcı olabilecek şey, bütün bu çabalara rağmen, Pazar günü sandıktan iktidar cephesini rahatsız edecek farklı bir sonucun çıkmasıdır. AK Parti-MHP ittifakının ülke genelinde oyların yarısından fazlasını alması siyasetin doğasının gereğidir; en son geçen yıl yapılan seçimde ittifak cephesi yüzde 52 oy alabilmişti.

Reklam

Bu seçimde de iktidar cephesinin aynı başarıyı göstermesi beklenir.

Ya tersi olursa?

Muhalefeti oluşturan diğer partiler ‘daha başarılı’ oldukları kanaati oluşturacak bir oyla seçimden çıkarlarsa?

Geleneksel olarak AK Parti veya MHP’nin elinde bulunan büyükşehir belediyelerinden bazıları muhalefet partilerinin gösterdiği adaylar tarafından kazanılırsa?

Ankara sözgelimi, ya da İstanbul? Bursa, Balıkesir, Antalya gibi AK Partili başkanlarca yönetilen kentlerimiz, Manisa, Adana, hatta Osmaniye gibi MHP’li belediye başkanlarına sahip kentler başka partilerin aday gösterdiği kişileri belediye başkanı seçerlerse?

Olur mu, böyle bir sonuç çıkabilir mi bilemem elbette, ancak geçmişte yaşananlara baktığımda, yenilmez armada gibi görünen nice partinin hiç beklemedikleri seçimlerde seçmen tarafından façalarının bozulduğunu görebiliyorum.

İktidarlar geliyor ve gidiyor…

Bizde de, başka ülkelerde de…

Olmayacak senaryonun olması durumunda…

Ya bu ‘yerel seçim’ yerel iktidarları sarsacak sonuçlarla ülkeyi tanıştırırsa?

Özellikle de iktidarın bütün ağır toplarını sanki genel seçim imiş gibi cepheye sürmesi, ‘beka sorunu’ türünden ancak en son başvurulabilecek bir silahı erkenden söylem olarak benimsemesi ve her türlü ‘mahrem’ bilgi ve belgenin ortalığa saçılması söz konusu iken böyle bir durum yaşanırsa ne olacak?

El altında hazır tutulan ‘dış güçler’ mazereti sandık başına yabancı ellerin müdahalesi düşünülemeyeceğine göre geçerli olmayacak, medyanın çok büyük bölümünün bu seçimde iktidar cephesine destek verdiği ortadayken ‘iç güçler’ bile mazeret olarak kullanılamayacaktır.

Yazılarımda sürekli “Olmaz” diyegeldiğim senaryo olur ve muhalefet seçim sonunda iktidar cephesi karşısında daha başarılı görünürse, bu sürpriz durum, siyasette kaçınılmaz biçimde bir şok etkisi yapacaktır.

Hem de hiç gereği yokken… Hatta, muhalefette yer alan bütün partiler, şimdiye kadar gözlemlediğim en düşük profilli, en az gayret gösterilen birer seçim kampanyası ile seçmen karşısına çıkmışken…

Ekonomik zorlukların daha da artacağı beklentisiyle var olan dengelerin değişmesini istemiyor görüntüsünü veriyor muhalefet… İktidar cephesi kayıpla çıkarsa bu seçimden, muhalefet bundan memnuniyet duymayabilir bile…

AK Parti yanlış bir seçim kampanyası yürütüyor.

Bu kadarını belirteyim ve yazımı burada keseyim.

ΩΩΩΩ

Reklam

51 YORUMLAR

  1. didem kuz Hanımefendiye :“Dehr’e (zamana) sövmeyiniz çünkü zaman (sahibi) Allah’tır.”(Müslim, 5827 Ebu Hureyre’den rivayet etmiştir.)

    • didem kuz hanımefendi zamana mı sövmüş?
      haberi yok ta.
      Kim ki zamanın sahibini bilmeden ölürse cahiliyet üzerine ölmüştür”
      diyerek hadis alıntılamıştır, konuya bağlantılı olarak.
      derdinizi biraz açar mısınız…

    • Sadece zaman zarflarının değil mekanların da özsahibi Allah’tır. Bu da rivayetlere sıra gelmeden önce Kura’dan/ayetlerden gayet açık bir durumdur zaten. Didem hanım, “Allah’ı keşfedemeden, O’nu tanıyamadan ölmüş birinin cahil olduğunu” ifade etmiştir, ki bu çok doğrudur.

      Kula sövmeyen biri, Allah’a söver mi hiç? emaresi varsa nereden?

  2. “H. Gayret” ve “Türkeş” adlı “yorumcular”(!), 23 Mart gününe kadar, hem gündemi belirleyebilmek için metin girer, hem de istisnasız her muhalif yoruma laf yetiştirirlerdi. Pek farkında değil insanlar:

    23 Mart, H. Gayret yorum sayısı: 1, Türkeş yorum sayısı: 1
    24 Mart, H. Gayret yorum sayısı: 0, Türkeş yorum sayısı: 0
    25 Mart, H. Gayret yorum sayısı: 0, Türkeş yorum sayısı: 0

    Çocukken, Hacivat Karagöz oyunlarını pek sever, adeta büyülenirdim. Babamın, hiç de gereği yokken, her ikisini de aynı kişinin seslendirdiğini söylemesiyle o büyülenme bozulmuştu, ben de babama içerlemiştim bunun için.

    Bu arkadaşların görev yeri mi değiştirildi, Karar Gazetesi’ne mi kaydırıldılar, bilemiyorum. Keşke gelseler de, birbirlerine yine “Başbuğum” ve “Üstad” diye seslenerek bizleri gülümsetseler. Bu arkadaşlarımızın ikisi birden ortadan kayboluyor, ne farkına varan var, ne merak eden. Bu değerbilmezlik üzdü beni 🙂

  3. Alttaki bir yorumdan Sakarya’daki Tank Palet Fabrikasının Katar’lılara satılmasını öğrenmiş olduk, doğruysa. Nasıl ki Katar’dan “Başkan”lık makamına lüks bir uçak hediye alındı bu da etik değeri olmayan bir hediye karşılığıdır. Gelişmiş bir Batı ülkesinde (mısal AB ve ABD) veya gelişmiş bir Doğu ülkesinde (misal Japonya veya G. Kore) bunun bir başka örneği yoktur. Var diyen göstersin. Bunlar pratikte biri rüşvet alma, diğeri de verme olarak algınabilecek olaylardır. Bu tür işlere kanunlarımız müsade ediyorsa, etik açıdan dünyada belki de bir “muz cumhuriyeti” kadar bir itibarımız yok demektir. Bunlar ileride “etik dersleri”ne malzeme teşkil edecek nitelikte örneklerdir. Ülkeler arası karşılıklı menfaat teminin başka şekilleri olmalı, alenen bu tür ahlak yoksunu ilişkilere oturtulması gerçekten üzücüdür. Bu, iş bilmemezlikten basitliğe ve “ben-yaptım-oldu” kolaycılığına kaçmak ve bu şekilde ülke itibarını zedelemektir.

  4. İktidarın gitmesini 17 yıldır sabırsızlıkla bekleyenlere acizane tavsiyem elbet bir gün gidecekler ama biraz daha sabır milletimiz karar mercii.ama da sabırlı olmayi öğretti bu iktidar istemeyenlere bir teşekkürü hak ediyor bence sirf bu katkısından dolayi.

  5. Konuşun,konuşun, rahatlayın…rahatlamak iyidir…herkes istediği gibi özgürce konuşşun yorum yapsın enerjisini dışarı atsın…Gerginlik iyi değil…

  6. Her secim öncesi iktidar ha gitti gidecek diye 17 yıl geçti. her secim öncesi bir umut oluyor ama hep kursaklar da kaldı umutlar bakalım bu sefer ne olacak . inseallah hayırlısı olur milletimiz için . kazanan da kaybeden de millet oluyor. 1989 da CHP belediyeleri aldı sonucu biliyoruz.1991 de iktidar değişti 2000 li yıllarda ekonomik olarak iflas ettik ülke olarak 28 subatları yasadik

  7. WhatsApp kanali ile gelen bir mesaj, yazaride ilk defa duydum, tanimiyorum.
    Beka sorunundan bahs ediyor. Hosuma gitti onun için sizlerle paylaşmak istedim.
    ××××××
    ŞU YAZIDA YANLIŞ OLAN BİR SATIR VARSA ALTINI ÇİZİP GERİ GÖNDERİRMİSİNİZ.
    *Sahipsiz vatanın batması haktır,*
    *Sen sahip çıkarsan, bu vatan batmayacaktır.*
    (M.Akif Ersoy)

    Yazar Hasip Sarıgöz’ün yazısı..

    *BEKA MESELESİ…*

    Dönüp dönüp, ikide bir “Beka Meselesi” deyip duruyorlar…

    Adı Süleyman Şah Saygı Karakolu’ydu. Hatay, İskenderun, Edirne neyse o da aynıydı. Öz be öz Türk toprağıydı. Fakat tek bir kurşun bile atmadan IŞİD eşkıyalarına terk ettiler! Beka meselesi etmediler!

    Ege’deki 17 adamızı ve bir kayalığımızı Yunan’a teslim ettiler! Beka meselesi etmediler!

    Yine Ege’de; Hava sahamız ve kıta sahanlığımız Yunan tarafından kevgire döndürüldü, ihlaller halen daha devam ediyor! Ama beka meselesi edilmedi/edilmiyor!

    Süleymaniye’de askerlerimizin başına çuval geçirildi (müzik notası bile veremedik). Beka meselesi olmadı!

    Mavi Marmara vuruldu, gemideki vatandaşlarımız kurşuna dizildi! Donanmamız yerinden bile kımıldayamadı! Beka meselesi olmadı!

    Teröristler Habur’da krallar gibi karşılandı!

    PKK’nın ayağına çadır mahkemeleri taşındı!

    PYD lideri teröristin ayağına kırmızı halılar serildi!

    Kürdistan paçavraları hem İstanbul’da, hem de Cumhuriyet’in başkenti olan Ankara’da direklere toka edildi!

    Barzani Eşkıyaları bir 29 Ekim günü zafer işaretleriyle Türk topraklarından terörist PYD’ye yardım için geçirildi!

    Öcalan’ın bildirisi Diyarbakır meydanında okutuldu!

    Ama bunların hiçbirisi beka meselesi olmadı!

    Tarım ve hayvancılık bitirildi! Samanı ve soğanı dahi yurt dışından alıyoruz! Beka sorunu olmuyor!

    Köylü bitirildi, Türk tohumu yok edildi! Türk milleti GDO’lu tohuma ve kansere mahkûm edildi! Beka meselesi edilmedi!

    Allah’ın ıspanağı 10 lira, fakirin katığı soğan 6 lira, patates 7 lira; fındık, fıstık ve narenciye haricindeki her şey ithal, çarşı Pazar hem el yakıyor hem de yürek! Ama beka meselesi olmuyor!

    Limanlar satıldı, yaylalar satıldı, topraklar yahu topraklar satıldı! Hem de babalar gibi satıldı! Yine beka meselesi olmadı!

    Rahmetli Rauf Denktaş’a etmedik bırakmadılar! Milli dava olan Kıbrıs’ın elden gitmesi için Kıbrıslı Türklere “Yes be annem” bile dedirttiler! Lakin beka meselesi olmadı!

    “T.C.” tabelalarını söktüler!

    “Ne mutlu Türk’üm diyene” levhalarını her yerden indirdiler!

    Türk milliyetçiliğini ayaklar altına aldılar!

    “Türkçülük bölücülüktür” dediler ve Türk’ü maden suyu şişelerinden bile kazıdılar! Hiç de beka meselesi olmadı!

    Üretimi bitirdiler!

    Şeker fabrikalarını sattılar!

    Türk Ordusu’na kumpas kurdular!

    Ergenekon ve Balyoz Kumpaslarıyla ordunun şerefli subaylarını ve astsubaylarını zindanlara tıktılar!

    Askeri hastaneleri kapattılar!

    Harp Akademileri’ni ve askeri okulları kapattılar!

    Ordunun komuta yapısını bozdular! Beka meselesi olmadı!

    Kozmik odalarımıza girdiler ve ülkemizin bekası için çalışan tam 813 evladımızı infaz ettirdiler! Beka meselesi olmadı!

    Yahu, parlamenter sistemi mezara koydular! Ama yine beka meselesi olmadı!

    Son icraatları ise ASKERİ FABRİKALARI SATMAK! Her ne hikmetse, bu bile beka meselesi olmuyor!

    Eh, şimdi diyorlar ki; “Belediye seçimleri kaybedilirse beka meselesi olur”.

    Hadi oradan!

    Türk milleti için beka sorunu oluşturan bir etken varsa, o da sizsiniz.

    (EY TÜRKKİYE UYUMA!
    Diyorlar ki,
    *”Satış değil işletme devri.”*
    *İşte, böyle diye diye getiriyorlar Sevr’i.*)

  8. Türkiye’nin Beka Sorunu Var mı?
    Seçime giderken yeni bir tartışma daha doğrusu bir seçim kampanyası konusu gündemi işgal etti ve etmeye devam ediyor. Fehmi Bey bu başlık altında yapılan kampanyanın yanlış olduğunu tekraren yazdı. İktidar ve destekçileri yüzbin dereden su getirerek ülkenin ciddi bir Beka Problemi ile karşı karşıya olduğunda ısrarlılar. Fehmi Beyi genelde okuyorum, yorumlara da göz atıyorum ama yazmaya vaktim pek müsait olmuyor ve faydalı olacağını da pek düşünmediğimden yazmıyorum. Seçimin bir göz boyama olduğunu ve bu şartlarda özgür bir seçimin hiç bir şekilde olamayacağını düşünüyorum. Tabii ki bu benim düşüncem, beni bağlıyor.
    Beka sorunu ise çok önemli ve seçimden daha fazla konuşulmayı hak eden bir konudur. Ben bu konuda farklı düşünüyorum. Evet Türkiye’nin çok ciddi bir beka sorunu vardır ve bu öyle eften püften bir mesele de değildir. Bir seçim kampanyasına da kurban edilemez. Ben sadece üç kısa anektod aktaracağım, siz buradan gerekli çıkarımları yapabilirsiniz.
    1-Ülkenin tek söz sahibi yöneticisi olan Cumhurbaşkanı geçenlerde Sakarya’daki Tank Palet Fabrikasının Katarlılara satılmasını izah ederken özetle “modernize edilebilmesi için 50 milyon dolar gerekiyordu, bu para bulunamadığı için bunu yapacak olanlara 25 yıllığına kiraya verildi” dedi. Oysa aynı ülke dünyada en fazla dış bağış yapan ülke olmakla öğünüyor ki bu bir kaç milyar dolarla ifade ediliyor. Daha geçenlerde aynı Cumhurbaşkanı aynı ülkeden, Katar’dan, (ne tesadüf) yarım milyar dolarlık bir uçak hediye aldı. Şu an siyaset dışı kalan bir eski Maliye Bakanı yarım milyar dolar gibi paralar için “çerez parası” demişti. Daha kaç milyara mal olduğunu bilemediğimiz Saraya, lüks harcamalara vs. değinmedik bile. Demem o ki bunlar normal ise Beka Sorunu yok, ama değilse??
    2-Şimdi çok eskilerde ve dağların ardında kalsa da günümüzle doğrudan bağlantılı bir olay: 1970’lerin ikinci yarısında küçük bir sol grubun lideri olan Doğu Perinçek Aydınlık adlı dergisinde; kısa süre önce terörle mücadelede görev alan devlet görevlilerini hedef gösteren yayınlar yaptı. Bu yayınlarda; 1971’de cuntacılarla mücadele eden Eski İstanbul Emniyet Müdürü Aykut Ilgızlı, Mahir Çayan’ın arkadaşı Hüseyin Cevahir’i bir rehine operasyonunda öldüren Albay Cihangir Erdeniz gibi birçok devlet görevlisini sicil numaraları, ev ve iş adresleri, emeklilik durumları, fotoğrafları vs. ye kadar yayınlayarak hedef gösterdi. Maalesef bunlardan birçoğu teröristlerin hedefi oldu ve adeta “terörle mücadele edenin sonu budur” mesajı verilerek infaz edildiler. Peki bunları yapan şahıs ve ekibine ne oldu dersiniz? Tabii ki hiç birşey olmadı. Onlar devlet içindeki bir ekiple birlikte çalışmaya devam ettiler. Daha sonra Bek’a Vadisine (bu da ilginç değil mi Beka Sorunu) kadar giderek Teröristbaşına çiçek verip övgüler düzdü ve televizyonlarda, dergilerde, gazetelerde terörü ve teröristleri göklere çıkarmaktan geri kalmadı. Ama turpun büyüğü torbada, bu zat şimdi ülkede ne yapıyor dersiniz? Başkalarının ima ettiğinde hapse girdiği konuları O bağırarak söylüyor ama kimse birşey diyemiyor ve duymazdan geliyor. MİT tırlarından 15 Temmuz’u önceden bilmeye ve bildirmeye kadar, tasfiye edilecek askerlerin listesini vermeden kamuyu dizayn etmeye kadar. Bütün önemli işlerde son sözü söylüyor, ülkenin yönünü çiziyor. Sanırım konu yeterince anlaşılabiliyor ve Beka ve Bek’a problemi de ortada.
    3-Daha burada Askeri Casusluk Davasında yurt dışına satılan yüzbinlerce gizli belgeyi ve ele geçirilen gizli çekimleri saymıyorum. Bütün bunların “kumpas” diye kapatılıp yakalayanların hapse atıldığını da düşününce Beka Sorunu daha iyi anlaşılabilir kanımca. Yani dostlar İktidar cephesi doğru söylüyor bir Beka Sorunumuz var. Hem de çok derin ve ciddi, bir seçime kurban edilmeyecek kadar ağır.
    Artık sizler gerisini değerlendirebilirsiniz.
    Editörden ricam yazıyı aynen yayınlamasıdır. Aksi halde hiç yayınlamayın lütfen.

    • parti kendi bekasını devletin bekası ile bütünleştirmiş ise mille o partiyi devletten ayırır bir başka parti ile yoluna devam edebilir

    • Dün, Cumhur İttifakı’nın tarihi ve muhteşem İstanbul mitingi ile ilgili olarak, “Eski Türkiye kürsüdeydi. Tansu Çiller, Mehmet Ağar. . . Gözlerim Doğu Perinçek’i aradı. . . “Nasılsa ruhu burada” diye düşünülmüş olmalı.” diye yazdım. Dindar muhafazakar cenahta, olan biteni sezip gören çok fazla insan yok. Gördüğünü doğrudan ve açıkça söyleyebilen hemen hiçkimse yok. Bu cesareti gösteren Alparslan Kuytul oldu, başına gelenler herkesin malumu.

      Erdoğan ve AK Parti’nin duygusal ve gerçeklerden öteden beri kopmuş yandaşları, ben “Kılavuzu Doğu Perinçek olanın sonu hayra alamet olmaz” diye yazdığımda ailecek bana küfrediyorlar. Benden bir Erdoğan ve AK Parti düşmanı yaratmaya girişecek kadar beceriksizler siyaset dünyasını izleme ve çözümleme konusunda.

      İki üç cümlelik sözde yorum laflarını doğru dürüst bir Türkçe ile yazma becerisi dahi olmayan bu çakma F. Koru okurlarının ne (ve neden burada) oldukları zaten ortada -gerçekten yazarın okuru olan arkadaşların da yazılardan yararlandıkları hayli kuşkulu.

      Sayın Koru’nun Star gazetesindekiler gibi yazmadığına bakarak, onun da bir Erdoğan ve AK Parti karşıtı olduğu sonucuna varıyorlar aylardır. Pazar gecesi geç saatlerde gelecek işaret de yetmeyecek bu arkadaşları uyandırmaya. Bir ya da bir buçuk yıl sonra gelecek yıkımla ancak uyanmış olacaklar -ama zaten iş işten geçmiş olacak.

    • Yakın tarihin bazı yönlerinin güzel bir özetini yapmışsınız.
      Devletimizi kimin yönettiğini bir bilebilsek biz de neyin beka sorunu olduğunu anlayacağız ancak işte onu bilemiyoruz.

      • Ercan bey ülkemizi engel tanımaz bir kuvvet ile herşeye engel olan bir kuvvet birlikte yönetiyor. Endişeye gerek yok!

    • 17 yıldır iktidarda kalıp memleketi beka sorunu yaşar hale getirenler utansın… Ama bunlar hırsızlıklarını halen bu aymamış millete kahramanlık diye yutturuyorlar… Levent Gültekin haklı bunlarda zerre kadar utanma duygusu yok… Pkkyi Fetöyü şımartıp tepemize çıkaranlar bugün utanmadan ona terörist buna vatan haini ötekine kafir damgası vurmakla meşgul… Yazık hem de çok yazık…

  9. ABD gündüz gözüyle PKK’nın Suriye koluna binlerce TIR silah vermemiş gibi …
    Akdeniz’de ABD, İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ülkemizi hedef alan tatbikatlar hiç yapmamış gibi…
    “Türkiye haydut devlettir” diyen müstevliler, “NATO 10’uncu maddeye dayanarak Türkiye’ye müdahale etmelidir…” dememiş gibi…
    Ve, sanki daha dün denecek kadar kısa süre önce (15 Temmuz’da) bu ülke işgal girişimine maruz kalmamış gibi…
    “Nerden çıktı şu beka meselesi” diyorlar.
    Bir kısmı da “belediye ve muhtarlık seçiminin bekayla ne alakası var” diyerek “beka” duyarlığını tahfif ediyor.
    Sormak lazım:
    Türkiye’nin bekasına göz diken ABD,FETÖ ve PKK’nın umudu haline gelmeyi neye borçlusunuz?
    “Belediyecilik” cevherinize mi? .

  10. AK Parti 15 Temmuz’dan beri intihar ediyor ama ordu onu yaşatıyor, halk onu yaşatıyor. Seçimden sonraki tutum önemli.

  11. Bundan sonra AKP deyince “DESTUUR” dememiz lazim! Nereye baksan AKP CAMILERDE, OKULLARDA, SOKAKLARDA,ŞEHIT CENAZELERINDKİ, Şehit fotoğraflarin altınada, ve İstiklal Marşı’nın kabulünün yıl dönümünde, Türk Bayrağı ve kanlar içinde temsili asker fotoğrafı eşliğinde “Vizyon 2028” sloganı ile birlikte AKP adaylarinin ismileri GÖK KUBEDE hoş bir
    SEDA olarak ilalebet yankilanacak! Yankilanmaside lazim.
    Yankilansinki… böylelikle…..
    Bu millet onlara olan bekaaaa borçlarini ödesin.
    Onlarki! Cennet anahtarlari ceplerinde
    UMMET liderinin KAHRAMAN askerleri.

  12. Akp politikaları tıkandı ve Akp tabanındaki seçmen iktidarın ilüzyonuna aldanmamaya,sorgulamaya başladı.Yandaş kanalların Türkiye uçuyor gibi laflarını piyasalar,market,pazar çürütüyor. Ekonominin tokadı sağlam olur, ekonomiyi algı pompasıyla düzgün gösteremesin. İlk genel seçimde hükümetin ilüzyonuna aldanan kesim daha da azalacak…Zira Cumhur ittifakının iki lideri çok tutarsız bir görünüm vermeye başladı.

  13. son on yıldır birçok tv kanallarında ağaya isyan eden, açlık sefalete mahkum edilenlerin dramını göstern, zübük mübük gibi tosun gibi filimleri izlemekten bana gına geldi. gerçek kaliteli film tiyatro vb şeylere hasret kaldık. 15-20 liraya tiyatroya gidebilmek için bir ay önceden bilet almak, 1,5 saat te yol gitmek zorunda kalıyoruz. bu fillimler insanın bilinçaltına işlemez mi siz ce?

  14. Şöyle bir hikaye anlatılır:
    Devrin padişahı,hususi yardımcısı ve sırdaşı olan Musâhib’ine demiş ki:
    -“Ömrümüz lüzumsuz dedikodularla geçti.Hakk’a ârif bir velîyi bana gösterirmisin? ”
    Musâhib : “Pekâlâ Sultanım “demiş birlikte tebdili kıyafet bir çömlekçiye uğramışlar.
    “Uzak yoldan geliyoruz.Yorulduk.bir kahveni içmek isteriz” demişler.
    Çömlekçi “Başüstüne ” deyip kahve pişirirken Padişah ve sırdaşı, üst üste sıra halinde istif edilmiş çömleklerden büyük bir çömleğe dokununca çömlekler paldır küldür yere devrilmiş ve hasarlanmış.
    Musâhib çömlekçiye : “Efendim af buyurun, bilmediğimiz bir işe karıştık,orta yerden bir çömlek çıkartmaya çalıştık,zarar verdik ” deyince çömlekçi telaş göstermemiş ve : ” Canınızı sıkmayın.Demek ki biz istif ederken hatalı yapmışız.Yeter ki kalp kırılmasın.Hakk’ın eliyle yaptığı saray sakatlanmasın.Bu kırıklar yine yoğrulur ve çömlek yapılabilir” diye mukabelede bulunmuş.Padişah ile Musâhibi ayrılmışlar ve padişah Musâhib’ine: “Teşekkür ederim.Hakikatten biz bu âlemde boş yaşamışız.Çömlekçinin haliyle kendi halimizi kıyasladım.Çömlekçinin halinden tarif edilmeyecek bir şekilde zevk aldım.”
    Padişah bir gün Musâhibi ile otururken birden: “Nasıl, icraatımı beğeniyormusun ? Ortalık huzur içinde hiç çıt diye bir ses yok” diyerek idare tarzını beğenir kelamlar etmiş.
    Arif bir zât olan Musâhib: “Sultanım, siz kendinizden mi biliyorsunuz? ” der. Padişah: “Elbette benden başka birisi mi var? Ne irade ediyorsam yerli yerine geliyor “deyince Musâhib :”Bu gün sizinle bir dolaşalım ” der. Birlikte yine tebdil-i kıyafet dolaşmaya çıkarlar ve bir karpuzcuya uğrarlar,güya karpuz alacaklar.Karpuzları kontrol edip,sıkarak kontrola başlayınca,karpuzların sahibi celallenip:”Dur bakalım.Kontrol edip sıktığın karpuzu alacaksın.Almazsan sen bilirsin,tokadı yediğin gibi ayakların havaya gelir.Birini bırak birini al, yok öyle tüm karpuzları mıncıklamak.Dikkat et ! ben çömlekçi değilim.İki sıra çömleği kıracaksın da,”Efendi zararı yok siz üzülmeyin ” mi diyeceğim.O çömlekçi zat, âlem-i cemâle yürüyeli iki ay oldu.Şimdi o sıktığın karpuzun parasını ver”der.Karpuzun bedelini ödeyip ayrılırlar.Musâhib padişaha der ki: “Efendim, işte sizin iradelerinizin yerli yerine geçmesinin ve memlekette herkesin huzur ile yaşamasının sebebini öğrendiniz mi ? Çömlekçinin zamanı geçmiş de ondan.Şimdi iş karpuzcunun elinde. O da çok titiz adam onun için ortalıkta çıt yok”
    ******
    PADİŞAH KİM?
    ÇÖMLEKÇİ KİM,ÇÖMLEKLERİ DEVİREN KİM ?
    KARPUZCU KİM ? KARPUZLARI MINCIKLIYAN KİM ?
    ” ÇÖMLEKÇİNİN ÖMRÜ UZUN OLSUN ” DİYENLER KİM ?
    KARPUZCUYU BEKLİYENLER KİM ?

    • Kim ki zamanın sahibini bilmeden ölürse cahiliyet üzerine ölmüştür”
      hikmeti anlamak zordur.
      lakin fark gözetilmelidir, mesela burda.

    • Proaktif olmayıp, herşeyi zamana, kendi haline bırakırsan doğru olmaz. Yaban otları, haşerat ortalığı sarar. İş kontrolden çıkar. Bakarsan bağ, bakmazsan dağ olur. Milli eğitim konusu önemli. Bize en uygun olanı da “Akıl*İman Sentezi”ni esas alan eğitim.

      Burada, Padişah, Çömlekçi ve Karpuzcu birer öğrenci. Musahib bu esas üzerine kısa ama temel bir eğitim sürecinden sonra diğerlerine bir öğretmen/eğitmen olabilir. Padişah figurü kendini fasulye gibi nimetten sayıyor. Otoriter birinin eğitime ihtiyacı varken ülkede önemli bir değişiklik olması oldukça zor görünüyor!

  15. HALK GEÇİM, iktidar SEÇİM derdinde. Fakat, ayakları da hala yere
    basmıyor. AB’nin ve İFFETSİZlerin, Yunan ve Roma ASİLZADELERİNİN EMİR
    ve arzuları istikametinde yürüyor ; MİLLETİNE dönüp baktığı yok. Eğer,
    şu ” AKP’nin rüzgarı ve hızı olan CHP olmasa, aldığı oyun yarısını bile ALAMAZ
    Bir vakitler CHP li seçmen umudumuz Ecevit derdi. Şimdiki hükumetin UMUDU
    ise, HER kanalından KİR akan TV.ler ile onun ikiz kardeşi ayak takımı TURİZMi.

    İç İşleri Bakanı favorilerim arasında idi, hep beyan ettim. Fakat,
    bu haftaki TV. konuşmaları sukut-ü hayale uğrattı, beni : Elinde bu kadar
    belge var, neden Savcıları harekete geçirmiyorsun ? Neden YSK.nu
    bilgilendirip, İKAZ etmedin.
    Güney-Doğuya Kayyımlar eliyle yapılan hizmetleri saymakla
    bitiremiyorlar. Gelip geçen hükumetler Kürtleri ve dertlerini bir türlü
    anlıyamadı. Batının niyeti ise, IRK’ları kışkırtarak 1. Cihan Harbinde
    OSMANLIyı parçalayıp, bitirdi. Devlete İMAN bağı ile bağlı Şehler ve
    ağalar vasıtasıyla Devlete bağlı kalan SAF-KAN Müslüman olan
    Kürtlerin de – İç işleri Bakanı’nın tabiri ile – PKK gibi, La-dini, DİNSİZ –
    Laik Devlet kanalıyla bu İRTİBATLARINI kesince, gene, IRKÇILIK
    palavraları ile Balkan Komitacıları gibi, Devlete düşman kıldılar.
    Kürtlere göre, Cumhuriyetin kuruluşundaki gaye ve vaadlar ile
    sonraki tersine durum kürtleri isyana
    sevk etmiş, Batılılar da bu durumdan kendilerine PKK ve vazife
    çıkarmıştır.
    Mansur Yavaş’da olduğu gibi, ETİK ve Hukuk itibariyle
    etik olmıyan ve durumdan vazife çıkaran Belediye Başkanları
    da var. Hukuk çalıştırılmıyor. SAYIŞTAY’ın – bir zamanlar aslan
    geçinen – üyeleri ise kısa bağlanmış uyuz, sanki.
    Devlet Bahçeli’nin HIRÇIN politikası da Ak Partiye oy
    kaybettireceğe benziyor, pahalıya mal olacak gibi görünüyor.
    O politika ile oy alınsa, MPH, zaten, zaman zaman sendelemezdi.
    Vatandaş bu seçimde GEÇİM ve Dış Politikanın büyük
    baskısı altında kalacaktır. Ancak, bütün bunlara rağmen,
    Cumhur ittifakının kazanmak için İKİ önemli şansı var ;
    – Türk Demokrasisinin talihsizliği, AKP’nin karşısında aciz,
    müzmin ve melun bir CHP’nin mevcut oluşu
    – Seçilecek Belediye Başkanlarının finans, malen ve
    siyaseten iktidara mahkum oluşu.
    Yoksa, Ak Partinin belli bir azınlığa hitap eden çoğu projesinin
    vatandaş indinde bir değeri yoktur, belki de bazıları ters tepmektedir,
    kitleler nezdinde, biline.
    Her şeye rağmen Ak Partinin seçimi alması beklenir

  16. Ak Parti kanadında sahada Erdoğan’dan başka kimse yok. Alttan gelen cevher kişilerde yok. Bir çoğu bürokrasinin eski simaları. Hal böyle olunca tükenmişlik sendromu görüntüsü çiziyor. Keza muhalefet daha kötü lakin, Ak Parti dinamizmi bu değildi, bu olmamalıydı.

  17. “Ekonomi alanında işlerin yolunda gitmediğini ben de görüyorum. Evet, geçim sıkıntısı var, ben de farkındayım. Paniğe, güvensizliğe gerek yok. Sorunu biz çözeceğiz. Bunu muhalif ittifak partilerinin daha da beter hale getireceğini sizler de biliyorsunuz. Kaldı ki, belediyelerde hizmetle AK Parti sayesinde tanıştı halkımız.”

    Şayet Erdoğan halka ve seçmenine bunu söylemiş olsaydı ve kampanyasını bunun üzerine inşa etmiş olsaydı, Cumhur İttifakı’nın yerel seçimlerdeki gerilemesi iki üç puanı geçmez, sadece Ankara kaybedilirdi. Hatta, 5 yılda 7 seçimin halkta uyandırdığı yorgunluk, her seçimde uğradığı yenilgi nedeniyle umutsuzluğuna şimdi Muharrem İnce eliyle aldatılmış olmanın öfkesi de eklenmiş olan CHP seçmeninin siyasete küsmüşlüğü sayesinde, hem oylarını hem Ankara’yı koruma şansı bile olabilrdi. Erdoğan’ın vahim hatası yüzünden, bu olmayacak.

    En olmayacak stratejiyi seçti Erdoğan ve insanların indindeki en değerli algısını yitirdi: samimiyet ve sahicilik. Ekonomideki başarısızlığını yadsıyarak, halkın yoksullaştığı gerçeğini reddederek, sarayda oturup halktan uzaklaştığı söylencesine inandırıcılık kazandı. Kurduğu beka sorunu diliyle, muhalefete yönelik ağır ithamlarıyla, halka, 1 Nisan sabahı ve sonrasında yarınlarına umutla bakabilmesi için elinde bir vaadinin kalmadığını kendi kendisine ilan etmiş oldu. Ankaradaki muhalefetin belediye başkanı adayına (üstelik seçime bir hafta kalmışken) yönelttiği ucuz ve çirkin saldırı, herkese vesayet dönemlerindeki geleneksel ucuz ayak oyunlarını hatırlattı.

    Sandığa götürmede zorlandığı küskün AK Parti seçmenlerini harekete geçirmek umuduyla, HDP’yi şeytanlaştırdı. Üçte biri, geride kalmış seçim dönemlerinin en az birinde AK Parti’ye oy vermiş olan HDP seçmenlerini topyrkün karşısına almış oldu.

    Liderleri nezdinde, CHP’li ve İyi Partili, Saadetli seçmeni aşağıladı. Bundan bir ay bir hafta önce, her 4 CHP seçmeninden biri sandığa gitmeyecekti. Erdoğan, kendi eliyle bu umutsuz ve partisine öfkeli CHP seçmenlerini sandığa götürüyor oluk oluk.

    En baştaki dili ve kampanya stratejsini benimsemedi Erdoğan. Hiç gereği yok iken, seçimi çok önemli ve çok değerli kıldı. Muhalif blok ile partisinin ve adaylarının yarışmasına bile izin vermedi. İstanbul’dan Kastamonu’ya, Mardin’den Aydın’a kadar, tüm muhalif adaylarla Erdoğan arasında geçecek seçim yarışı.

    Erdoğan seçimi kaybetti. Daha beteri, samimiyeti ve sahicilik duygusunu kaybetti. Çünkü, sürekli altını çizdiğim üzere, Erdoğan bir siyaset dehası değil. Kendi yoksul seçmenlerini hiç hesaba katmadı, orta sınıf seçmenlerinin aklıyla dalga geçilmesinden hiç hoşnut olmadığını göremedi, göremiyor. Kulağı çevresindeki beş para etmez stratejistlere, gözleri mitinglerde bir bayrak deryası görünümündeki yüzbinlere takılmış kalmış. Olandan ve olacaklardan tamamen habersiz.

    Ne CHP, ne de İyi Parti, yerel seçimlerde dikkate değer bir oy artışı kaydedecek. Son seçim olan 24 Haizran 2018 seçimlerinden sadece 9 ay sonra, Cumhur İttifakı oyları en az yüzde 5 eriyecek ve azınlık durumuna düşecek. Ankara’yı kaybederken, çekişmeli bir seçim akşamı sonunda, İstanbul ve Bursa’yı zar zor elinde tutmuş olacak. Kürtler, kayyumlardaki belediyelerini geri alacaklar. Bütün bu sıraladıklarım tek tek yaşanacak 1 Nisan gününün ilk saatlerine girilirken.

    Cumhur İtiifakı seçmeninden Millet İttifakı’na oy kaybı yok. Erdoğan’ın halkı kendisine kilitleyip mahkum ettiği kimlik siyaseti, hala çok güçlü ve sonuç alıcı. İttifaklar arası oy geçişkenliği sıfıra yakın.

    Erdoğan’a kaybettiren, sandığa gitmeyecek AK Parti seçmenleri ile kendisini samimi ve sahici bulmayan MHP’li ülkücüler.

    Sıradan bir lider olmasaydı Erdoğan, muhalefetin sefaletini kendisine ölçü alıp böylesi budalaca bir kampanya stratejisi yürütmezdi. Yerel seçimler, kendisiyle yoksullaşan orta sınıf AK Parti seçmenleri ve kent yoksulu AK Parti seçmenleri arasında geçecek. Hala farkına varmış değil.

    Adı sanı kendi seçmeninde bile bilinmez olan İmamoğlu Ekrem Bey’den kendisine dişli bir rakip çıkarmasını bile becerdi Erdoğan.Çünkü, bu işlerden anlamıyor. Tıpkı buradaki AK Parti seçmeni yorumcular gibi.

    Cumhurbaşkanlığı ve Başkanlık Sistemi seçimlerinden üç hafta önce, 3 Haziran 2018 günü, öğlen saat 12:19’da, bu sayfalarda aşağıdakini yazmıştım:

    “Ben, 24 Haziran seçimlerinin sonuçlarının her durumda fazlaca bir önemi olmayacağını düşünüyorum. Asıl ilgiye mazhar olması gereken seçimler bir sonraki seçimler. (. . .) Bence herkes bir sonraki seçimde siyaset arenasında yaşanacak depreme hazırlansın. . .”

    Depremin öncü sarsıntısı bu Pazar gecesi, depremin kendisi en geç 1,5 yıl içinde.

    • Sayın Bernar bey söylediklerinizin hepsine katılıyorum fakat daha öncede iki defe sayın koruyada atfen yazdığım gibi bu ülkede bir cumhurbaşkanı birkaç genel başkanı tehdit ediyorsa bir cumhurbaşkanı belediye başan adaylarını tehdit ediyorsa bir içiişeri bakanı belediye başkan adaylarını tehdit ediyorsa bu ülkede hangi seçimi hangi demokrasiyi konuşabilirizki anlatsanız ne olur ,dinleyen ders çıkaran varmı.Buradan sayın yazarımıza bir defa daha sesleniyorum sayın koru bu kadar önemli bir olayı neden köşenizde yazmadınız ? yazıncaya kadar yorum yazmayacağımı belirtmiştim selamlar.

      • Merhaba Erdem Bey. Düşmüş olduğunuz not için teşekkürler. Sayın Koru’ya fazlaca sitem etmeyin, derim. İzlenimim o ki, benim gibi sayın Koru da seçimin Erdoğan ile AK Parti seçmeni arasında yaşandığını düşünüyor. Erdoğan ile kendi seçmeni arasında bir diyalog var, bu diyaloğa dışarıdan fazlaca söz söylemeye, araya girmeye gerek yok diye düşünüyor belki de. Erdoğan’ın sınadığı alan samimiyet ve sahicilik. AK Parti seçmeni ve MHP’li ülkücüler bu alan üzerinden değer biçecekler Cumhur İttifakı’na. O değerin ne olduğunu görmemize 5 gün kaldı. . .

  18. 1987 genel seçimlerinde Özal
    %36 oy almıştı.Arkasından 1989 yılında yapılan yerel seçimlerin ise oy oranı %21.75’e düşmüştü.

    Sıra meclisin Cumhurbaşkanını seçmesine gelince muhalefet Özal’a karşı, “Senin oyun %21.75,bu oy oranı ile cumhurbaşkanı seçilemezsin,864 rakımlı
    tepeye (Çankaya’ya) çıkamazsın” söylemini tutturmuştu.Özal’ın genel seçimlerde aldığı %36’yı değil,
    yerel seçimlerde aldığı %21.75’i öne sürüyordu herkes.Çünkü işlerine gelen oran buydu.Muhalefet için bunun yerel seçimin sonucu olmasının bir önemi yoktu.

    Şimdi de durum farklı olmayacaktır.Muhalefetin
    tavrı şöyle olacaktır:

    Cumhur İttifakı %50’nin üzerinde oy alırsa bu bir
    yerel seçimdir,asla Cumhurbaşkanı’na güvenoyu
    anlamına gelmez diyecektir
    muhalefet.

    Aksine Cumhur İttifak’ın oyu
    %50’nin altına düşerse Cumhurbaşkanı’nın durumunu
    tartışmaya açacaklardır.

    Dolayısı ile Cumhurbaşkan’ı
    Ankara’nın dışına çıkmasa,
    bu bir yerel seçimdir deyip
    seçimlere hiç asılmasa muhalefet gene aynı tavrı gösterecekti.

    Bu sebeple Fehmi Bey’in teoride doğru görünen konuya ikişkin fikirlerinin pratikte bir karşılığı olmayacaktır.

    Şunu da söyleyebiliriz: Türkiye’deki yerel seçim sonuçları her zaman genel seçim sonucu gibi değerlendirilmiştir.

    • Sn. Kılıçdaroğlu’nu izleme fırsatı yakalayamadın galiba Bekir abi. “Bu bir yerel seçim genel seçim değil ki, cumhur başkanını seçmiyoruz ki, alt tarafı muhtar, belediye meclis üyesi ve b.başkanını seçeceğiniz. Seçimler bizim lehimize sonuçlanırsa neden erken seçim isteyelim ki” dedi. “Genel seçimlerin tarihi belli bu tarihin değişmesini niye isteyelim ki” sözleriyle cumhur ittifakı ‘cephesini’ rahatlatıcı bir dili vardı.
      Bana kalırsa roller değişmiş gibi görünüyor. Bu yaptıklarınız yanlış diyerek gerilimi muhalefetten beklerken aksine gerilimi tırmandıran iktidar cephesi yatıştırmaya çalışan da muhalefet cephesi. Seçmen bu farkı görüyor.
      Seçmenin sn. Cumhur Başkanına, “ne istedin ise verdik artık verecek bir şeyimiz kalmadı. Daha ne istiyorsun ki bu kadar gerilim yapıyorsun” dediğini duyar gibiyim.
      Hatta Murat Yetkin programında ” yeter ya artık yeter Allah aşkına bir rahatla, tamam benim oyum sana, tamam sana oy vereceğim başka ne yapayım” dediğini duydum.

      • Reis bu kadar yükleniyorsa bu sıradan yerel seçime muhtemelen başka hesapları var. Bakalım ne çıkacak? Yakında hep birlikte göreceğiz.

  19. BEKLENMEYENİ BEKLEMEK

    İktidar 17 yıldır ülkeyi yönetiyor ve başındaki Reis neredeyse 50 yıldır siyasetle uğraşıyor. Dolayısı ile siyaset denen oyunda beklemedikleri bir şey olabileceğini zannetmiyorum. Zaten atla deve değil, ya kazanılacak ya kaybedecek. İki durumda göz önüne alınmış, gerekli hazırlık yapılmıştır. Haddi zatında iktidar ve muhalefetin ne bekleyip ne beklemediği de çok önemli değil. Önemli olan halkı ne bekliyor. Seçmen denen yaşlı ve tecrübeli bilge aday denen çığırtkan çocuğun ne dediğine zannedildiği kadar kulak vermez. Hadi abartayım kaale bile almaz. Başta dediğim gibi kendini neyin beklediğini düşünür. Sandığa gittiğinde kararsızlar, şunlar bunlar, kırgınlar, dargınlar kalmaz. BUNLAR ve ONLAR kalır. Seçmen tabi ki bunlara oy verecek onlara niye oy versin ki.

  20. Hakkında kesin bilgim olmayan konularda kesin
    konuşmaktan oldum olası kaçınırım.Bu sebeple dün
    yazdığım yorumda “Bildiğim
    kadarı ile partilerin kısa isimlerinin ne olacağı tüzüklerinde belirtilir” diyerek
    bir ihtiyat payı bırakmıştım.

    Bazı yorumcular da bir bilgiye dayanmaksızın Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kısaltılmış adının AKP olması gerekir şeklinde görüş beyan
    etmişlerdi.

    Bu gün internetten bulduğum
    Ak Parti tüzüğü beni doğruladı.Tüzüğün ilgili
    kısmı şöyle:

    AK PARTİ TÜZÜĞÜ

    “Partinin Adı

    Madde 1 – Bu Tüzük hükümlerine göre kurulmuş olan Partinin adı;ADALET ve KALKINMA PARTİSİ’dir.
    ….

    Partinin Kısaltılmış Adı, Genel Merkezi ve Amblemi

    Madde 3 – Partinin kısaltılmış adı “AK PARTİ” şeklindedir…”

    Fehmi Bey Ak Parti şeklinde yazmakla doğrusunu yapıyor.

    AKP şeklinde yazanlar ise
    ismi Ahmet olan birine, “Kardeşim,senin adın Ahmet olsa da biz sana Mehmet
    diyeceğiz”demiş gibi oluyorlar.

    • Bekir Bey,

      Adalet ve Kalkınma Partisinin yılmaz bir savunucusu olan siz, tüzüğünde kısaltılmış adının “Ak Parti” olduğunu düne kadar bilmiyor idiyken, diğer insanlar nereden bilsinler ki?

      AKP diyenler sevmediği için tahkir niyetiyle de diyebilirler. Başka gerekçelerle de diyebilirler.

      Sayın Bahçeli İYİ Parti için İP diyor.

      Başta Reis ve Sayın Bahçeli olmak üzere Ak Parti ve MHP yöneticileri Millet İttifakına “ZİLLET İTTİFAKI”, “İLLET İTTİFAKI” diyorlar.

      Her iki taraf için de bu uzar gider.

      Hayırlısıyla şu seçim bitse de. Biz de biraz nefes alsak.

      • Yerinde bir yorum.

        “AKP”nin nesi var, bu bir kısaltma. Bu ne bir tahkir ne de bir tahrik. “AK Parti” kısaltma olarak tüzükte geçmesine rağmen, aslında alternatif bir isim. Bunun kısaltması da AKP olmuyor mu? Adalet konusunun ikinci plana itildiği teşhisiyle Parti ismini “Kalkınma ve Adalet Partisi” olarak telaffuz eder ve bunun kısaltılması olarak “KAP” dersen. Ve arkasından, bugünlerin “AK Parti”sini “AK”lıktan çok “KAP”lık tanımlıyor dersen, bu belki siyasi bir tahkire girebilir. Ancak, önemli olan isimlerle uğraşmaktan ziyade Parti ne yapıyor, icraatleri gerçekte ne kadar ülke-yararlı ve ne kadar toplum-yararlı şeklinde sorgulamak ve irdelemektir….

    • Evet Bekir bey, Adalet ve Kalınma Partisinin kısaltılmış şeklinin mantiken ve teknik açıdan AKP olması gerekir. İsim konusunda açıklamanıza cevaben yazdığım yorumdan sonra kendi kendime “Peki Bekir bey bu konuyu bilmediği için emin değil; sen kendin arasana” dedim. Akabinde internete ben de bakmıştım. BADUH bey zahmet edip bakmış Tüzüğün 2019 baskısına bağlantıyı yazmış dün. Benim merağım, parti kurulduğunda ilk tüzük idi (ancak bu bilgi direkt olarak yoktu). İlave anahtar kelimelerle istediğim bilgiye şurada ulaştım: http://www.hurriyet.com.tr/gundem/adalet-ve-kalkinma-partisi-kuruldu-10017 Parti kurulduğundaki ilk tüzükte “AK Parti” ifadesi var. Olmadığını iddia eden yoktu zaten, sadece bir meraktı. Öğrenmiş oldum. Fehmi bey veya kim isterse bunu kullanmağa devam etsin.

      Ancak, “AK Parti” şeklinin bir mantığı varsa, aynı şekilde Ana Vatan Partisi’ne, “ANA Parti” veya “AV Parti” gibi kısaltmalar uygun olur. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin “AK Parti” olarak kısaltılmasının bir mantığı YOK. “AK Parti” bir kısaltma değil kulağa hoş gelen ALTERNATİF bir isimlendirmedir ve bunun da kısaltılmış şekli “AKP”dir. Halk arasındaki kullanım şekliyle nasıl ki diğer partiler için MHP, CHP teknik kısaltmaları yaygın olaraka kullanılıyor, AKP şelkinde kısaltma da geçerlidir. AK’ anlamı itibariyle bu partiye sembolik olarak zaten uymuyor. Kirli işlere bulaşan partizanlar partide cirit atarken ismin “AK”lıkla bir alakası kaldı mı? Eminim kurucuların çoğunun böyle bir niyeti yoktu. Ancak bu parti içten pazarlıklı niyeti bozukların eline kalmış olmalı işler tersine döndü. İsminde “Kalkınma” ve “Adalet” gibi erdemleri içeren bir “Parti” bir süre sonra “KAP” haline geldi. Tüzüğüne baktım. Maşallah, görünüşte herşey var. Etik kurulu bile var ancak, parti icraatlarının “iş ahlakı ve etik olmak”la alakası ne kadar. Etik kurulu üyeleri bunların anlamını gerçekte biliyor mu? Bilse bile parti içindeki etkileri nedir?

  21. Pazar günü ve dünkü konuşmalardan yola çıkarak AKP seçim kaybetmiş gibi görünüyor. Sanki Ankara kaybedilmiş gibi gereğini yapacağız diyorlar. İçişleri bakanı sanki boks ringine inmiş onu bana bırakın diyor. Bence biz seçimleri bırakalım; ringlerde adaylarımızi seçelim daha uygun olur.
    Ben işe baş vururken bile sabıka kaydı istiyorlar. Şimdi adaylar seçim arafesinde terör örgütü ile yaftalaniyor. Halen bu ülkede demokrasi var diye inanan insanlar da varmış!
    Türkiye ekonomik olarak çökmüş cumhurbaşkanı Erdoğan döviz artışını kişilere mal ediyor. Tarım çökmüş cumhurbaşkanı Erdoğan komisyonculari hedef alıyor. 15 senedir iktidarda iken de hal komisyonculari vardı. Ama tarım da vardı.
    Bana göre muhalefet seçimi çoktan kazanmıştır. Keza İstanbul adayı Ekrem İmamoğlu kutlama istemiyorum diyor. Kaybedenler üzülmesin diyor..
    SAYGILAR SEVGİLER

    • İmamoglunun hiç şansı yok. İddaalı konuşuyorsun da Kaybederse ne yapacaksın? İftira atacaksın.

      • Niye iftira atayım ki; eğer Binali kazanırsa demek ki halk bu durumdan memnun derim. Pazarlarda biber 25 TL olmuş mazot benzin 6.50 kuruş olmuş dolar 6 TL olmuş, halk müstahaktır derim….

      • İmamoğlu muhtemelen kaybedecek. Ama en fazla yüzde 3 farkla kaybedecek. Yani, değerli Musab Bey, bundan 1,5 önce CHP seçmenlerinin bile 2/3’ünün ismini ilk kez işittiği Ekrem İmamoğlu, az bir oy farkıyla seçimi kaybedecek. Buna sevinebilecek misiniz?

        Tüm seçimler muhalif adayla Erdoğan arasında. İstanbul’da, eni iyi ihtimalle, İmamoğlu yüzde 48, Erdoğan yüzde 51. “Başardık, mutluyuz!” diyebilecek misiniz?

        Sizler nasıl Fehmi Koru okurlarısınız, anlamakta güçlük çekiyorum. . .

        • Musab, sadece olaya duygusal olarak bakıyor; 1 Nisanda da duygusal bakacağından adım kadar eminim, tek düşüncem musap kardeşimiz sarayda çalışmıyordur; çünkü seçimden sonra saray masrafları baya kısaltılacaktır.
          saygılar

  22. Bu saydıklarınız iktidar ve muhalefet partilerinin gerçeği.

    Peki ya halkın gündemi? Seçmen gerçekte ne bekliyor ne istiyor?

    İki arada bir derede sıkışmış, ne iktidar ne de muhalefet cephesinden medet umuyor artık.

    Neticede bir yerel seçim yapıp kent yönetimini seçecek iken, karşısında dev gibi çözülmesini umduğu ekonomik sorunlar dururken, üstüne, bir beka meselesi üzerinden daha da ayrışan, kutuplaşan bir toplum yapısıyla yüzleşir olduk.

    Bir genel seçim havasına sokulan önümüzdeki yerel seçim iktidar lehine sonuçlansa, 1 Nisan sabahı ekonomik ve sosyal sorunlarımız ile beka sorunumuz hal yoluna girecek diye umuda yolculuğa mı çıkacağız toplum olarak? Veya tam aksi olursa?..

    Hayır. Peki ne muhalefet partileri ve ne de iktidar partileri katmerlenen sorunlarımız için bir çözüm ortaya koyamıyor, üstelik en olmadık (beka, millet, zillet, cumhur gibi) argümanları öne sürerek toplumu atıştırıp dururken, bu böyle devam etmeli mi? Nereye kadar?

    Yerel seçim sonrası içinde bulunduğumuz tablo değişmeyecek ve belki daha da ağırlaşacak!

    İktidarın ayağını denk alacağı, muhalefetin kendine çeki düzen vereceği bir umut taşımıyor bu yerel seçim malesef.

    Toplumun nefes alacağı kanallar açılmalı.

    Buna kim çalışırsa; iktidar, muhalefet veya yeni bir parti, revaçta o olacak.

    İktidar cephesi yanlış kampanya ile kendisini boş yere zora soktu da, muhalefet cephesi de iktidar cephesinin dümenine girip aynı girdaba takılmadı mı Sn.Koru?

    Bir yerel seçim edasıyla kendi başlarına seçime girmiş olsalardı muhalefet partileri, iktidarın elindeki silahını kullanmasını boşa çıkarmış olurlardı değil mi?

    Yok, yok; bizim muhalefet partileri de işlerini bilmiyorlar, beceriksizler; hepsi de iktidar cephesinin değirmenine su taşıyorlar.

    Bunu bilerek mi yapıyorlar, bilmeyerek mi; valla bunu ben de bilemiyorum.

    • Hasan abicim. Bu görüşünüze katılmıyorum. Aksine ben muhalefette bir al-i cenaplik görüyorum fakat suni mi yoksa fıtri mi diye de düşünmeden edemiyorum. Yıldıray Oğur’un dünkü yazısında “….asıl meseleyi anladınız” cumlesi ile ifade ettiğini CHP ile Saadet partisinin anladığı görülüyor iyi parti genel başkanı zaten bakanlık döneminden biliyor. Yani burada ‘asıl meseleyi’ iktidarın kullandiğini muhalefette biliyor.
      Bana göre muhalefetin kusuru bildiği gerçekleri konuşamaması.

  23. AKP kılınç kalkan kuşanmış savaş meydanina inmiş! Fakat…. karşısında kendi kalitesine düşmeyecek kadar kibar memleketi milleti düşünen bir muhalefet olduğu için hava ile kavga etmek zorunda kaliyorlar…
    Aslinda böyle olması bizim için iyi oldu en azindan Insanlarin kalitesini anllamiş olduk.

    2011 de Sürüye iç savaşı başladığinda da ana muhalefet Türkiyenin tutumunun yalniş olduğunu savununcada aynen bu günlerde yaptıkları gibi muhalefete saldırmışlardı.
    Türkiyeyi DÜNYAYA REZIL EDIYORLAR.

    Fehmi bey! Bunların (ihtidarin) bu kadar paniklemelerinin sebebi benim dünkü
    SANSÜRE takılıp yayinlanmayan yorumumdaki konuya benzer olaylar olmasinmı?

    Ahmet Nesin bugün-kü yazısında, 2003 yılinda Firansaya iltica ederken Fıransizlara söylediği iltica sebebini, okuyunca, kendimi çok aptal hissettim…

    • Artık yazılarınız okunuyor Nurdan Hanım. Anlayışınız için çok teşekkürler.

Yoruma kapalı.