‘’İslam, İslam’’ deniyor, ama İslam hiç gündemde değil… Kısa bir değini…

27
Reklam

Korktuğum galiba başımıza geliyor: Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ‘kadın hakları’ konusunu vurgulamak amacıyla ‘İslam’ın güncellenmesi’ deyimini de kullanarak yaptığı konuşma ile sözlerinin ‘İslamda reform’ niyetiyle yorumlanmasına ertesi gün ‘‘Haddimize değil’’ çıkışıyla tepki vermesi önemli bir tartışma gündemine yol açabilir umudu giderek kayboluyor.

Tamamen bilimsel açıdan değerlendirildiğinde pek çok bakımdan olumlu kalıcı etkileri olabilecek bir tartışma fırsatını kaçırıyoruz.

Nereden bu sonuca vardığımı iki gündür medyamızda dillendirilen görüşlere bakarak anlamışsınızdır.

Siyaset bu defa da bilimin önüne geçti.

Kalemi eline alan, kendisine mikrofon uzatılan hemen herkes konuya ‘siyasi’ açıdan haklı çıkmak veya karşı tarafı haksız çıkarmak amacıyla yaklaşıyor.

Ve tabii yazık oluyor.

Türkiye’de azınlıklar bile İslam çevresinin insanı

Türkiye’de yaşayan insanların pek azı İslam çevresinin dışında görülebilir. Dini farklı olan ‘azınlık mensubu’ Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları bile, hiç değilse ‘kültür’ olarak, İslam çevresi içerisinde kabul edilebilir.

Ancak neredeyse hiç kimse İslam ile ilgili meseleleri dert edinmiyor. Kendilerini ‘dindar’ olarak tanımlayanlar aileden öğrendikleri ve etraftan duyduklarını ‘din’ olarak belliyor; din konusunda ‘kayıtsız’ bilinenler ise ‘din’ olarak yalnızca ne kadar olumsuz görüş varsa onları doğru kabul ediyorlar.

Reklam

Son 16 yıl içerisinde eğitim alanında gerçekleştirilen dini konulardaki yoğun müfredata rağmen bu gerçek değişmiş değil.

Halkının yüzde 99’u müslüman bir ‘İslam ülkesi’ olarak bilinen Türkiye’de İslam bir gündem maddesi olamıyor. Hemen hiçbir konuyu İslami boyutuyla ele alıp değerlendirmiyoruz.

En çok kullandıkları sözcük ‘İslam’ olan politikacılarımız bile aldıkları kararları her türlü mihenge vuruyor da, onları inançları ile tarttıklarının ipuçlarını uygulamalarından almamız mümkün olmuyor.

İnsafsız mı geldi, gelmesin.

Sadece siyasileri hedefe koymanın da bir alemi yok. Toplumda hangi kesime elimizi uzatsak hepsinin durumu diğerlerinden fazla farklı değil. Aydınlarımız ve bilimadamlarımız da öyle. Konuları doğru dürüst bir İslami tartışmanın parçasına dönüştürenimiz yok.

Lafı fazla uzatmayacağım, üzerinde düşünmeniz için sadece şunu hatırlatayım: Son iki yıldır ülkemizi ilgilendiren pek çok gelişme birbiri ardına yaşanıyor; toplumu ve tek tek bireylerin hayatlarını derinden etkileyen olaylara İslami açıdan yaklaşıldığıyla ilgili herhangi bir değerlendirme okuduğunuzu hatırlıyor musunuz?

Ben hatırlamıyorum da.

Varsa yoksa asansörde halvet türü konular gündemde.

Reklam

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başlattığı tartışma onun ertesi günü yaptığı tamamlayıcı açıklama ile kapanmamalı.
ΩΩΩΩ

Reklam

27 YORUMLAR

  1. İslam İslam dedikleri
    Son baskılı ilahi DiN
    Mensupları bugün geri!
    Peki ama, acep niçin ?…

    Herkes birbirini suçlar
    “Geri kaldık yahu” diye
    DiN’i tartışmaya açar
    şeytan dürter her saniye

    İslam İslam dedikleri
    Son baskılı semavi DiN
    Meminleri bugün geri!
    Çalışmadıkları için !…

    Peki ama, iş var mı ki?
    Kul hakkı çok, iş istiyen
    Siyasiler açgöz tilki
    Kul hakkını bile yiyen

    Kendi partizanları var
    Akraba-ı tahlukatı
    Listelerde öne çıkar
    Önemli mi liyakatı?

    Vaadleri pek bolcadır
    Ekonomist, hepsi süper!
    Usturuplu, çoktur dırdır
    Mikrafonu hele bir ver…

    Bilim teknoloji desen
    Ağızlarda hep o sakız
    Batıdan bu rüzgar! esen,
    Kendimizi kaptırmayız….
    ********

  2. Birileri kendi çıkarlarına alet ettikleri Dini değil de gerçek dinin ehliyetlileri tarafından kamuoyunu aydınlatacağından korktukları için hemen kulvar değiştırdıler.
    İslam da õğle kalkıp başka inançlardan olan vatandaşlarına ( bilmem ne dölü,bilmem ne tohumu) diyerek aşağılanmasına fetva verecek şarlatanları susturacak olanları Furkan Vakfı Başkanı gibi içeri tıkıp vakfı tarumar edip susturdukları insanların yanı sıra onların susturamayacaları Ocak Medya yazarlarından Sinan Eskicioğlu gibi Kur’anı Kerim’i tefsiri ile açıklayacak kadar bilgili ve cesur yazarların varlığından dolayı konuyu kapattılar.Dini kullanarak sıfırdan başlayıp milyarder olanalrın yanısıra devletin en yüksek makamlarına erişenlerın gerçek yüzleri ortaya çıkmasını önlediklerini zannediyorlar.
    Sahi Dinde Irkçılık var mı? Bozkurt işareti gibi.
    Sayın yazarımızdan bu yazıya benzer bir yazıda İslamdaki “Aile” yaşam tarzı hakkında tartışmaya acacak bir yazı yazmasını kendisinden istirham etsek yazar mı? Bu konuda İnşAllah bizleri kırmaz.

  3. HAK ve BATIL
    Kuran’da Fatiha bir özettir, fihristtir. Büyük Kuran Bakara ile başlar ve “Bu kitap muttakilere hidayettir.” der. Sonra muttakileri ikiye ayırır. Akıl yoluyla hidayeti arayanlar, bir de ilahi kitaplarda hidayeti arayanlar. Akıl yolu ile hidayeti arayanları nakil yoluyla kitabı arayanlardan önce zikrediyor.
    Nakil yolu da ikidir. Peygamberlere dayanan hidayetler. İlahi kitaplar onları destekler, diğerleri ise kitaplara dayanarak hidayet arayanlardır. Bunlar Kuran ehlidir. Kuran ehli de ikiye ayrılır. Kuranı anlamada masum kabul ettikleri peygamberin soyundan gelenlerin yorumlarını esas alırlar. Büyük mümin alimlerin ittifakını kati yorum kabul edenlerdir. Yani yaşayan müçtehitler ittifak etmişlerse o çağın müminleri artık onu değiştirmezler. Müçtehitler de artık muhalefet edemezler.
    Burada yine icma ehlinin kabul ettiği hususlar vardır. Sahabelerin Kuran’ın manası üzerinde fiili veya kavli icmaları kesindir. Onu inkar eden Kuran’ı inkar etmiş olur. Onun dışında sükutu icmalarla, Kuran’a dayanmayan icmalar ve ondan sonra gelen tebei tebanın icmaları da bizim için vucubi gereken hükümleri içerir ancak ona muhalefet Kuran’a muhalefet değildir. Ya nasihate veya zamana özel olduğuna yorumlanır.
    Ondan sonra gelen üçüncü neslin icmaları cevazı değildir. Biz onunla amel edebiliriz. Amel etmemiz gerekmez. Kendi içtihadımızla da amel edebiliriz. Biz buna ilaveten dört dönemi de usulde delil kabul ediyoruz. Dördüncü asrın usul ile icmaları bizce bugünkü icma gibidir.
    Ondan sonra gelen icmalar bize delil olamaz. Çağımızın icması delil oluyor. Sünni usulcülerin ittifak ettiği hususlardır. Bizim burada güncellememiz gerekenler vardır. Onları değiştirmiyoruz onları geliştiriyoruz.
    a) İlk dört asrın icmaları birinci Kuran uygarlığının icmalarıdır. Kıyamete kadar tüm insanlığı ilzam eder. Bir şart vardır. Her bin yılın başındaki alimlerin o icmalar üzerinde icma etmeleri gerekir. Birinin “burada icma var” demesi yeterli değildir.
    b) Bin yılda bir başlayan yeni uygarlık böylece sıfırdan başlayacaktır. Bu icmaların ömrü bin yıldır. Ondan sonra yeniden icmalara başlayacaklardır. Bizim icmalarımız onların icmalarını bağlamaz. O halde üçüncü bin yılın başında olduğumuza göre içtihatlara başlayacağız, bu içtihatlara dayalı icmalar ile uygarlığımız oluşacaktır. Bize göre icmalar asrın icmaları değil bin yıllın icmalarıdır.
    c) Biz artık tarihi mezheplerin bugün devamını kabul etmiyoruz. Onların icmalarına uyacağız ama içtihatları bizi bağlamaz. Biz Kuran’a ve onların icmalarına dayanarak yeni mezhepler geliştireceğiz. Akevler bunu yapmaktadır. Kuran, icma, Sünnet ve temsil.
    d) Biz ictihattan sonra ocak, bucak, il, ülke ve insanlık icmalarını delil olarak kabul ediyoruz. Bunların alimleri icma etti mi orada geçerli hale gelir. Oradakiler ona uymak zorundadırlar. İl dağılıncaya kadar ilin kavli icmaları ancak kavli icmalarla değişir.
    Biz Erbakan’la bunun üzerinde yarım asır çalıştık. Adil Düzen bunun aslıdır. Erdoğan içtihatları değiştirmek değil de geliştirmek istiyorsa Erbakan’ın yaptığını yapmak zorundadır. İlme teslim olmalıdır. O ilim de istenmeyen bir şey ama yalnız Akevler’de vardır.

  4. “Şu anda yapılması gereken ve yapılan toplumu ortak müştereklerde birleştirecek vasatı oluşturmak. Örneğin Türklük ve müslümanlık gibi konularda asgari müştereklerde birleştirebilmek.”

    (1) Toplum ortak müştereklerde birleştirilmez, Sayın Güven, toplum ortak müştereklerde BİRLEŞİR. Bir toplumun ortak müştereklerde birleşmesi toplumsal, kültürel, sosyolojik bir süreçtir, öyle sizin veya şu ya da bu siyasal iktidarın kararıyla tepeden biçimlendirilemez. Sizin bu ilkel yaklaşımınız tarihsel olarak yaşanmış ve bugün de yaşanmakta olan tüm faşist (Hitler Almanyası, Musolini İtalyası, Franko İspanyası, Salazar Portekizi), tüm otoriter (Çin, Eski Sovyetler Birliği, günümüz Kübası ve Kuzey Koresi, vb.) rejimlerin en temel özelliğidir.
    (2) Size ya da siyasal iktidara bu coğrafyada yaşayan milyonlarca insanın asgari müştereklerini “Türklük ve müslümanlık” olarak belirleme hakkını ne veriyor? Bu ne kibir, bu ne şımarıklık! Nüfüsun çoğunluğunun ortak müşteriğini alıp toplumun bütününe dayatamazsınız. Öneğin Almanya, “Toplumumuzun ortak müştereği Almanlık ve Hristiyanlıktır” dese ve Almanya coğrafyasında sayısı 4 milyona ulaşan Türkleri ve diğer etnik-dinsel kökenden gelen azınlıkları dışarıda bıraksa, ne düşünür ne hisseder, ne söylersiniz? Hiçbir toplumun asgari müştereki dinsel ya da etnik bir kimlik olamaz. Hukuk devleti, adalet, fırsat eşitliği, özgürlük, evrensel ahlak gibi değerlerdir ortak müşterek. Bilgisiz, dar görüşlü insanlar yüzünden bir adım öne geçemiyoruz onyıllardır. Kemalistler Diyanet İşleri Başkanlığı diye bir kurum oluşturup devlet dinini sivil topluma dayatıyor, “şeriat gelir” korkusuna yaslanarak sivil toplumun başörtüsünü, tekkelerini, cemaatlerini yasak ve tehlikeli ilan ediyor. Sonra bir siyasal iktidar geliyor, kendi bildiğince “asgari müşterek” belirleyip dayatıyor. Dininize ve Peygamber Muhammed’e ilşkin cehaletiniz çok açık: Allah’ın son kitabında, Allah, “Dilleriniz ve renkleriniz ayetimdir” der, siz gelmiş Müslümanlık adına bize Türklük ve Müslümanlığı dayatıyorsunuz. Muhammed, Medine’de, 18’i Yahudi kabilesi olmak üzere tüm Medine kabilelerini bir araya getirerek tarihin ilk anayasasını yapmıştır (Medine Sözleşmesi). Peygamber’in yazdığı bu sözleşmede ne İslam sözü geçer, ne Muhammed kendi liderliğini peygamberlik olarak tanımlar. Biraz akıl, biraz sağduyu, biraz vicdan, biraz adelet duygusu lutfen. . .

    • Necip Güven Bey fikrini açıklamıştır.. onu bundan dolayı ”şımarıklık” ile nitelemeniz hiç de şık olmamıştır. FK’nın asgari müştereklerinde BİRLEŞTİĞİMİZ için yorumculardan herhangi birine yakışıksız nitelemelerde bulunmak hepimizi de üzer. FK’nın on binlere hitap eden sitesinde en az bir o kadarının da yorumları okuduğunu bilerek okurunda canını sıkmamak gerek. saygıyla.

    • Aslında yorumunuzun tümüne yakınına aynen katıldığımı baştan belirtmeliydim, lakin diğer bir yorumcuya olan ”şımarıklık” ve dininde ”cahil” yaftalamanız daha ön aldı. Düşüncelerimizi diğerimizin sınırlarına saygı içerisinde ifade etmek en iyi olanı..değilse nasıl tartışacağız. Acizane…

      • Eleştiriniz yerinde, okuduğumda rahatsız oldum. N. Güven adlı okurun yorumlarına itiraz ederken kullanmış olduğum o iki ifade gereksiz ve yaralayıcı, kabul ediyor, özür diliyorum.

    • İşte İslam ve Müslümanlık deyince tüyleri diken diken olan Fetullacı Terör Örgütü artıklarından ve İslam ve Türkiye düşmanlığında ittifak ETTİRİLMİŞ kardeş zihniyetlerden biri…

      Bir yorumcunun şahsi yorumunu devletin çalışmasıymış gibi gösterecek kadar haince …

      Fehmi Koru’nun blogu burası….

    • Yorumunuza katılmıyorum, cilalı laflar var,ama içerik boş, kaynağının ne olduğu belirsiz “Hukuk devleti, adalet, fırsat eşitliği, özgürlük, evrensel ahlak gibi değerlerdir ortak müşterek.” gibi önermeler.
      evrensel ahlak mı? kriterleri nedir bu evrensel ahlakın.

      • Sözünü ettiğiniz ve “cilalı ama içi boş” diyerek küçümsediğiniz ve bana “kaynağını” sorduğunuz değerlerin kaynağı, KALP ve AKIL’dır esas olarak, sevgili yorumcu A. Belli ki, zihniniz, hep birilerinin “AHA İŞTE SENİN DEĞERLERİN BUNLAR!” demesine pek bir alış(tırıl)mış! “Bu değerlerin kaynağı illa da din olmalı!” diyorsan da sorun yok: Al eline kutsal kitapları, bak peygamberlerin NASIL yaşadığına ve NE YAPTIKLARINA, kendi aklını ve kalbini kullanarak. “Çalmayacaksın!” der kutsal kitaplar, “Öldürmeyeceksin!” diye buyurur Allah (“Bir insanı öldürmek tüm insanlığı öldürmek gibidir” diye ekler; “Kul hakkı yemeyeceksin!” der kutsal kitaplar, yalan söylemeyi ve iftira atmayı en büyük günahlar arasında sayar; “ADALET” sözcücüğü, Kuran’da en sık zikredilen sözcüklerden biridir. Mütevazi ve gösterişsiz bir yaşam sürmeyi öğütler Kitap, bunun ne olduğunu anlamakta zorlandığında, gidip Muhammed’in nasıl yaşadığına bakıp öğrenebilirsin. Anlatabildim mi?

          • AKIL ve KALP (yani vicdan ve iyilik duygusu), zaten doğası gereği evrenseldir, belli bir coğrafyaya, belli bir inanç ya da kavime özgü değildir. Yalan söylemek yada hırsızlık, örneğin, ya da canlılara açı çektirmek (işkence dediğimiz şey), ya da, belli bir ırkın bir diğerinden aşağı olduğu, dolayısıyla üstün olduğu varsayılan ırktan daha aşağı haklara sahip olduğu yönündeki ilkel, ırkçı bakış. Bütün bunlar, İYİLİK ve KÖTÜLÜK çerçevesinde, birer ahlaki tutum ve zihin meselesidir ve ahlak alanına girer. Savaş ve şiddet de böyledir. AKLINI ve VİCADNINI kullanan, İYİ’yi kaygı edinip ona sahip çıkan insanların dinsel, ırksal, siyasal kimliği olmaz. Müslüman olmak, bir insanı kaçınılmaz ve zorunlu olarak iyi ve ahlaklı kılmaz. Aynı şey, bir solcu ya da tanrıtanımaz için de söylenebilir, söylenmelidir. Youtube’a giriniz, İsrail devletinin yıkılmasını isteyen, Amerika’daki İsrail konsolosluğu önünde İsrail bayrakları yakıp siyonizmi protesto eden geleneksel-ortodoks Yahudileri izleyin. İşgal altındaki Filistin topraklarında yeni yerleşim alanları açmak için Filistinlilerin evlerini yıkan İsrail buldozerinin önüne çıkan, bütün uyarılara aldırmayarak protestosunu sürdüren ve buldozerin paletleri altında bedeni paraçalanarak 23 yaşındaki genç kız, “Zulüm bizdense ben bizden değilim” diyen Rachel Corrie, Müslüman değildi, ama Amerika’dan işgal altındaki Filistin topraklarına giden ve Filistinlilerle dayanışan bir Amerikalı idi. İsrail’in Filistin topraklarındaki işgalini protesto amacıyla düzenlenen “Filistin’e hoşgeldin” kampanyasına o İsrailli subayın elindeki M-16 tüfeğiyle yüzüne darbe indirdiği aktivist, Danimarkalı bir gençti. Amerika’da Siyahların eşitlik ve özgürlük mücadelesine destek veren, onun Vietnam’da giriştiği katliama karşı çıkan onbinlerce beyaz vardı, ünlü İngiliz müzik gurubu Beatles’ın solisti John Lenon, bu yüzden ABD’ye girişi yasaklanmış bir insandı, ve ırkçı bir beyaz Amerikalı’nın silahından çıkan kurşunlarla yaşamını yitirdi. Bu ve benzeri sayısız çoklukta örnek verilebilir İYİ’nin yanında olmanın (yani Ahlak’ın) ülkeleri, sınırları, dinleri, ırkları aşan bir evrensellik taşıdığına işaret eden. Zulmetmek kötüdür. İnsanları inançları, ırkları, düşünceleri, dilleri yüzünden aşağılamak, baskı altında tutmak kötüdür. Kedilere köpeklere, Yaradan’ın yarattığı doğaya zarar verip canlılara eziyet etmek kötüdür. “Başörtüsü şeriatçılık simgesidir” gerekçesiyle gencecik insanları okuma hakkından, kamu kurulularında çalışma hakkından yoksun bırakmak zulümdür, kötülüktür. Darbeci ve kötücül subayların oyununa getirilerek olan bitenden hiçbir haberi olmadan Boğaziçi Köprüsü’ne getirilmiş sıradan erleri linç etmek, onların bedenlerini parçalamak ve köprüden aşağı atmak zulümdür. Erdemli, bilge bir İslamcı yazar ve kanaat önderi olan Ali Bulaç’ı o yaşında ve bunca zamandır hapishedede tutmak zulümdür. . . Zulme, haksızlığa, adaletsizliğe, savaşlara karşı çıkmak, şu ya du bu dine, şu ya da bu kavime, şu ya da bu ideolojiye sahip olma meselesi değil, bir AKIL ve KALP (vicdan ve ahlak) meselesidir ve doğası gereği evrenseldir, tüm insanlığı kuşatır. . .

          • Şöyle olacak; egitimle; yani hem DiN’i ve hem de eşyanın tabiatına dair egitimle, yani matematik, fizik, kimya, sosyoloji, muhendislik türü bilgilerle ilgili egitimle. Birinci konu, yani DiN konusu ikincisi kadar önemli. İnsanın kalbini sağlama alır ve galiştirir. İkinci konu insanın beynini geliştirir. Bu iki konuyu ezbere değil de layıkıya yaparsan evrensel insan olursun “a” benim düşüncesi kıt (izahat isteyen) kardeşim! Birinci ve ikinci konunun layıkıyla yapılması da evrensel ahlakın oluşmasına yardımcı olur. Ezbere olan din egitimi hem inanan, hem de sırası geldiğinde de rüşvetini alan veya zina gibi gayr-i meşru işlere sapan, nefsine tapan insan oluşturur. Anlaşıldı mı “a” benim sorgulayan kardeşim!

          • Sn. Ber. Kut ile benzer bir itiraz ve kanaate sahip olsak ta esasa dayalı önemli farklılıklar var…

            “AKIL ve KALP (yani vicdan ve iyilik duygusu), zaten doğası gereği evrenseldir”

            Yanlış ve eksik! bakalım başka ne dedi

            “İYİ’yi kaygı edinip ona sahip çıkan insanların dinsel, ırksal, siyasal kimliği olmaz”

            Bunlar da yetmez! O’Nun üzerinden yedi!
            Örnekler dallar ve yapraklar, hani ya gövde?
            Anlatalım o zaman, yanlışlar bence neydi;……

            Meseleye daha geniş ve evrensel olarak bakacak olursak, yanlış ve falsolu olan “zaten doğası gereği” ifadesi. İnsanın yapısı ve ozelliklerini teşkil eden konularda “doğası gereği” demenin bir ucu çaresizlikten kestirip atmağa uzanır, bir diğer ucu da “eşya yani madde doğası gereği yoktan var olmuştur” ifadesine uzanır. AKIL Allah’ın verdiği bir nimettir, Kuran’da “aklı kullanmak”tan, faydalı işler yapmaktan çok bahsedilir, insanlar düşünceli, aklî davranışlara davet edilir. VİCDAN türevlendirilmiş izan, iman, gözlem ve aklın kaçınılmaz bir sonucudur. İnsanlık için önemli bir mihenk taşıdır. Maalesef bu da çogu zaman yeterli olmaz (işte Doğu Ghouta, işte Şrebernitze- Srebrenica), ayrı mesele. Vicdanı olan mümin toplumda vicdansız bir hal görünce kalbi CIZ eder, ve bu acının Allah’a kadar giden bir derinliği vardır. Çünkü o mümin kötülükler karşısında Allah (rızası) için tiksinir/buğzeder ve güzellikler/iyilikler karşısında da Allah (rızası) için sever/sevinir, şükredeceği bir Allahı vardır. Nimetler içinde olup da şürkedeceği bir şeyi olmamak ne kötü bir haldir… Ahmet Şık “ateistim, ama zülmedenler için bir cehennem olmasına duacıyım” gibi ilginç bir laf etmiş-çelişki! Cehennem zaten var, kimsenin isteyip istememesinden bağımsız olarak var. Sadece sabret denebilecek bir durum…..

            “İYİ’yi kaygı edinip ona sahip çıkan insanların dinsel, ırksal, siyasal kimliği olmaz”.

            Olmaz olur mu? Tabiki İYİLİK kimsenin tekelinde değildir. Ancak, “olmaz” deyip, din meselesini de işin içine katıp kestirip atarsak bu bir bakıma yeni bir din ortaya atmaga eşdeğer bir kaygı oluşturur, yani bunun tanrısı “evrensellik tanrısı” mı oluyor? (bir çeşit tanrılaştırma yani). Sezar’ın hakkını Sezara, Allahın hakkı mezara mı, yani? DiN’in esası olarak, ezanların her gün “Allah’tan başka tanrı yoktur” daveti/uyarısı n’olucak? Ezan alalade bir gürültüye indirgenmiş bir hal mi, yoksa bir dakika durum düşünmeyi ve kalben tasdik etmeği gerektiren bir hal mi? DiN’imiz herşeyi kuşatan bir DiN sonuç olarak…. Allah’tır DiN sahibi olan, Allah’tır evreni yaratan, O’nun düzenidir herşeyi kuşatan, başka biri yok! Yani; Allah’ın hakkı Allah’a, bilmem anlatabildim mi?

            Benimki DiN’e dayalı bir yorum
            Konu geniş burada kesiyorum……
            *****

          • “AKIL ve KALP (yani vicdan ve iyilik duygusu), zaten doğası gereği evrenseldir”
            vicdansızlık ve kötülük AKIL ve Kalp ürünü değil midir? Sadece iyilik ve ahlaklı olmayı mı ister bu kalp.
            bu kalp ve aklı ahlaklı nasıl yaparız?Doğası gereği kendiliğinden ahlaklı mı olur?
            H.T. beni aydınlattığın için teşekkür ederim

          • Bütün semavi dinlerin kökü İslam’dır,insan denen eşrefi mahlukun nasıl üstün olacağını Allah peygamberleri vasıtasıyla öğretmiştir.Kuranı Kerim bir kavme veya coğrafyaya inmemiştir, insanlara hitap edilmektedir, bu hitaba kayıtsız kalan insanlar,aslında olmaması gereken kötü müslümanları öne sürerek İslamı lekeleyemezler,peygamber efendimiz iyi ahlakı tamamlamak için gönderilmiş son peygamberdir.

        • ber-kut.yorumlarınız etkileyici,gerçekten ortak paydanın ne olması gerektiğini açıklayıcı.
          bir de herkes neden gerçek isimlerini kullanıp samimi görüşlerini paylaşma olgunluğunu gösteremiyor merak ediyorum.sizin bir fikriniz var mı?…konu dışı gibi gözükse de bu yorumların etkisini artıran temel ve kapsayıcı bir konu bu.

          • Sosyal medyada köşeyazıları veya haberler altına yorum giren İnternet kullanıcılarının hatırı sayılır bir çoğunluğunun gerçek ismini kullanmadığının ben de farkındayım, Mustafa Bey. İşaret ettiğiniz üzere, ben de bu gurup içindeyim. Anlayabildiğim kadarıya, söz konusu insanların bir bölümü, yorumlarında risk almadan küfredebilmek, hakaret ve aşağılama içeren ifadeler kullanabilmek için bunu yapıyorlar. Burada ahlaki bir sorun olduğu kuşkusuz.

            Beni böyle davranmaya iten tek neden, tedirginlik, hoşa gitmez yorumlar yüzünden başa bela alma kaygısından kaynaklanan bir tedirginlik. Bunu abartıyor görünmek de istemiyorum ama. Gerçek ismim Bernar Kutluğ.

          • Konu dışı gözukse de Mustafa bey, isimler mi yorumların etkisini arttıracak, ve goruslerdeki samimiyeti? Fikri ileri suren kisinin ismi/simgesi ornegin Ber. Kut olsa n’olur veya farkli birsey olsa n’olur? Yorumlarda küfür veya ahlak zafiyeti varsa editore takılır, bu seviye-kalite kontrol için zaten şart. Burada tartışılan ve merak konusu olan fikirlerdir, bence. Isim takıntısı olgunluk işareti mi, acaba?

            Ortak paydanın ne olması gerektiği konusuna yeterince girildi. Paydalar çok, neyin neyi kusattıgı meselesi uzunca bir konu denildi. İsteyen istediği paydayı tercih eder, anlayabildiği kadar….

      • Öncelikle not edeyim ki yanlış anlasilmasin: Yukarda bir yerde

        ”Bunlar da yetmez! O’Nun üzerinden yedi!”

        demekle O’nun adina konusuyorum anlaşılmasin. Şimdi farkedince rahatsız olduğum için yazma gereği duydum. Haşa böyle ciddi bir hatadan, yani Allah adına konuşmaktan Allah herkesi (ve bu arada beni de) korusun. O satırdan kasıt Allah’in varlığını hesaba katarak aklen bir sonuc çıkarirsak 10 uzerinden bence 7 demek. Bu da demektir ki Sn. Ber. Kut’un dediklerinin çogunla hemfikirim. Verdigi örnekler ilginç. Rachel Corrie’ gibi birini Allah cennetlerinden biriyli şereflendirir inşAllah. Sabaha kadar izledim ancak görmedim. Köprüden atılanlar olmuşsa (ki olmuş olabilir) bu, o gece kurşun yiyenleri, tank altına alınanlari görenlerin korkudan galeyana gelmişliğinin eseri olmalı. Allah bir daha göstermesin!

  5. Allah ile aldatmanın zirve yaptığı bir dönemde ahlak sadece başörtüsüne indirgenmişken gerçek İslamı kimler tartışacak. TV lerdeki tartışma programlarına çıkarılanların kalitesi herşeyi ortaya koymuyor mu?
    RTE gibi başat bir aktörün bulunduğu bir ülkede hangi konuda sağlıklı bir tartışma yapılabilir ki?
    Gerçek bilim insanları köşelerine çekilmiş ağzını açmaya çekinir olmuş, meydan dalkavuklara ve şarlatanlara kalmışken sağlıklı bir tartışma ortamı var denebilir mi?

  6. Türkiye’de Allah cehennemde bile affetme yetkisini kullanabilir diyen Eşari’nin ve itikadının bilinmemesi çok ilginç. Devletin Maturidi’yi öne çıkarması ve sahiplenmesi başka islami görüşlerin bilinmesine engel teşkil etmektedir.

  7. İslamı tartışmak ve konulara İslami açıdan bakmak elbette bu hükümet dahil ülke vatandaşların çoğunluğunun arzu ettiği bir durum. Ama arzu etmekle bunu yapabilecek ortamı oluşturup gerçekleştirmek ayrı bir mevzu. Hükümet 16 yıllık olabilir ama son 5-6 senedir muktedir. Şu anda yapılması gereken ve yapılan toplumu ortak müştereklerde birleştirecek vasatı oluşturmak. Örneğin Türklük ve müslümanlık gibi konularda asgari müştereklerde birleştirebilmek. Bunu yapmadan konulara İslam açısından bakmayı konuşmak tartışmak ülkede kamplaşmayı bölünmeyi artırıyor. Çünkü bu ve benzeri konularda insanımızın kafasına büyük önyargılar ve korkular yerleştirilmiş vaziyette. Öncelikle bu korku ve önyargılar yıkılacak, daha sonra belli ortak temeller üzerinde birlik sağlanıp ilerleme sağlanacak. Kim ne tezvirat yaparsa yapsın bu yolda ilerlemeye devam ediyoruz. Eski kutuplaşma günlerine dönme umutları da bitsin artık bazı çevrelerde.

  8. Cumhurbaşkanının başlattığı tartışma siyaseten yapılmıştır kadınlar günü dolayısıyla..siyasetende kapanmıştır.
    Ve İslam’ın siyaset haricinde konu edildiğini, üzerine bangır bangır bağırılmadığı başka bir gündemle karşılaştığımızı kim söyleyebilir ki…Bir de medya da alay konusu edilmekten veya kendi ideolojisine payanda edilmekten başka.

    İslam’ı biz ülkemizde kimlerin sesinden-dilinden tartışacağız?

    Resmi ideolojinin resmi kurumu Diyanetten mi -ki, ona biçilen sorumluluğun dışına çıkamaz ve son zamanlardaki tutumu da zaten siyasallaşmıştır-

    Cemaat lider ve şeyhlerinden mi..üniversitelerin akademik kadrolarından mı,

    sanatçılardan mı,

    yazar çizerlerden mi?

    Bunların ilmi manada İslami bir tartışmayı bu zamana kadar yapamadıklarını neye yormalı?

    Herkesin, her kesimin kendine göre bir din anlayışını dayatmalarından olsa gerek..bir de devletin buna sınır koymasından…

    Şimdi siyaset kurumunun da yaptığı da bu zaten.

    Nitekim bu yeni “sınır çizgisini” ilk gün söylediğinin aksine ikinci gün, söylediğinin inkarı sadedinde kendileri çizmiş oldular.

    Ülkemizde ve diğer Müslüman ülkelerde İslam’ı tartışmaya açmak korkutucu sonuçlar doğurabilir.

Yoruma kapalı.