Kaç cephede birden savaştığımızın farkında mısınız? İçte ve dışta?

30
Reklam

Bir ülke aynı anda kaç cephede birden savaşabilir?

Soru, zihnimde, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın son muhtarlar konuşmasını dinlerken beliriverdi.

Cumhurbaşkanı, bir yandan Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) yardımcı olmak üzere asker gönderilen Suriye’de, Cerablus’tan Rai’ye, oradan Dâbık’a uzanan cephede el-Bab kapısına gelindiğini, IŞİD’in (DAEŞ) bütünüyle tehdit olmaktan çıkarılabilmesi için oradan da Münbiç’e geçilmesi gerektiğini anlattı; bir yandan da PYD ile YPG’nin ‘Afrin kantonu’ olarak ilân ettiği Hatay’ın karşı tarafındaki topraklarda koridor oluşturmasına müsaade edilmeyeceğini söyledi.

Anladığınızı sanıyorum; cephenin biri bu: Suriye Cephesi

Tabii bir de Irak Cephesi var. ABD, Fransa ve yanına aldıkları yerel güçler IŞİD’in elindeki Musul’a doğru ilerliyorlar ve Türkiye orada da etkin olmak niyetinde. Başika’da Türk askerleri ve belli sayıda ağır silâhları var; Bağdat yönetiminin itirazı kalkar kalkmaz yeni askeri unsurlarla takviye edilmek üzere bekliyor…

“Musul’daki, Kerkük’teki kardeşlerimizi yalnız bırakamayız” dedi Cumhurbaşkanı…

Rusya da yakın zamanlara kadar bir başka cepheyi teşkil edecek görünüyordu, yumuşama sağlandığından beri Suriye Cephesi’nde müttefik görüntüsü veriyoruz; ancak orada da Türkiye’yi yanında gördüğü için Halep’e canlar alan saldırılarını her gün biraz daha yoğunlaştırıyor Rusya…

Tevekkeli, aynı konuşmasında, Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Halep’le ilgili itirazlarımız var, bunu da muhataplarımıza söylüyoruz” dedikten sonra ekledi: “Bunu sayın Putin’le de görüştüm.”

Reklam
Ya içerisi… Ya uzaktaki cephe…

İçeride de cepheler var: PKK Cephesi, FETÖ Cephesi gibi…

Dün Diyarbakır’ın eş-belediye başkanlarının gözaltına alınmasıyla, buna bir de HDP Cephesi ekleneceğe benziyor…

Keşke hepsi bu kadar olsa: Adını tam koyamayacağımız bir başka cephe daha var Türkiye’nin önünde: Dün gece, Avrupa Parlamentosu’nun gündeminde ‘Türkiye ve basın özgürlüğü’ konusu vardı sözgelimi…

Bereket ABD başkanlık seçimiyle meşgul, ama orada da düşünce üreten kuruluşlar boş durmuyor, her fırsatta Ankara’yı rahatsız etmenin bir yolunu buluyorlar…

Belki sizler saymışsınızdır, ama doğrusu ben bugün kaç cephede birden savaşıldığını hesapta zorlanıyorum.

“Türkiye’nin kaderi bu” deyip geçilemeyecek bir durum var.

Evet, bir yönüyle de ‘Türkiye’nin kaderi’ bu…

Osmanlı ve o zamanki cepheler

Reklam

Henüz Osmanlı İmparatorluğu adını taşırken ülkemizin içinde yer aldığı son büyük savaş (Birinci Dünya Savaşı) sırasında kaç cephede asker bulundurduğunu biliyor musunuz?

Açın herhangi bir tarih kitabını, ya da ansiklopediyi, bakın.

Yardımcı olmak üzere internet ansiklopedisi Wikipedia’dan aktarıyorum:

İki farklı türe ayrılıyor cepheler:

Önce ‘birinci dereceden cepheler’ geliyor: Kafkasya… Sina Yarımadası ve Filistin… Irak… Hicaz-Yemen… Çanakkale…

Kafkas Cephesi’nde (1914-1918) Rusya’ya, Sina ve Filistin’de (1914-1918) İngiltere’ye, Irak’ta (1914-1918) yine İngiltere’ye, Hicaz-Yemen’de (1914-1918)… Evet yine İngiltere’ye… Çanakkale’de (1915) Avustralya ve Yeni Zelanda destekli İngiltere ile Fransa’ya karşı savaşmış Osmanlı ordusu…

Bir de ‘ikinci dereceden cepheler’ diye anılanlar var:

Rusya ile İngiltere’nin karşı saflarda yer aldığı İran Cephesi (1914-1918)… Sanki hiç başka derdimiz yokmuş gibi, Avusturya-Macaristan’ın safına katılarak Rusya’ya karşı açtığımız Galiçya Cephesi (1916-1917)… Bir de İngiltere, Fransa ve Sırbistan’a karşı Balkan Cephesi (1916-1918)…

Ağlayan biz, gülen onlar...
Ağlayan biz, gülen onlar…

En ilginci bu sonuncusu… Daha birkaç yıl önce (1912) Balkan Savaşı’nda Edirne’ye kadar ilerleyerek iflâhımızı kesmiş olan Bulgaristan’la birlikte sürdürmüştük Balkan Cephesi’ni…

İmparatorluğu kaybettik sonunda…

Kaynak eser çok, okuyana…

Savaşın kaçınılmazlığına inanan, hatta “Dışında kalırsak küçülürüz” görüşüyle “Bizi almak istemiyorlar, ama bir yolunu bulup Almanya ile birlikte savaşmalıyız” tezini savunan üç paşadan biri olan Talat Paşa, her şey olup bittikten sonra kaleme aldığı anılarında…

“Neden böyle oldu?” sorusuna cevap verirken… içerideki kargaşaya değinmişti de 2 gün önce burada kayda geçirmiştim.

Söylenecek daha pek çok şey var…

O dönemin önemli şahsiyetlerinin kaleme aldığı anıları veya dönemi içinden yaşamış tarihçilerin kitaplarını okursanız ‘içeride’ durumun Talat Paşa’nın anlattığından çok daha vahim olduğunu hemen anlarsınız.

Meselâ Cemal Paşa’nın anılarını… Ahmet Reşit Rey’in anılarını… Ahmet İhsan Bey’in anılarını… Dr. Cemil Topuzlu’nun anılarını…

Veya daha kestirmeden gidip, İbnülemin Mahmut Kemal İnal’ın ‘Son Sadrazamlar’ kitabının Sait Halim Paşa ve sonrasındaki devlet yöneticileriyle ilgili fasıllarını okuyabilirsiniz…

Hatta, daha dolaylı bir yoldan gidip Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun ‘Hüküm Gecesi’ romanını okusanız, o bile içerinin ne denli karışık olduğuna dair bir fikir verir.

Ordumuz çok cephede savaşırken, ‘içeride’ de büyük savaşlar veriliyordu.

Büyük devletlerin vârisi ülkeler…

Ne demek istiyorum?

Şunu: Osmanlı’nın vârisi Türkiye Cumhuriyeti gibi kendisi de büyük devletlerin tarihleri, alan bakımından küçülmüş bile olsalar, onlardan büyük davranışlar bekler…

Ancak, aynı zamanda, o tarih, yol gösterme bakımından kendisinden dersler çıkarılmasına da yarar…

Dengeli olmak gerekir.

Çok cephede savaşmamak da…

Sınırlar dışında cepheler açılmış veya açılacaksa, eş-zamanlı olarak içte cepheye meydan verilmemesi, varsa içteki kanamanın âcilen durdurulması şarttır.

Ahmet Reşit Rey, Zahir Güvemli'nin çizgileriyle...
Ahmet Reşit Rey, Zahir Güvemli’nin çizgileriyle…

Türk müziği ve tiyatrosuna ‘modern’ açılımlar getirmiş Cemal Reşit ve Ekrem Reşit beylerin babası Ahmet Reşit Rey, anılarında, kâtibi olarak yanında tam 14 yıl geçirdiği Sultan Abdülhamid’in, 33 yıl sürmüş uzun saltanatı sırasında, fazla bir toprak parçası kaybedilmemesini, ondan sonra gelenlerin ise çok kısa bir zaman diliminde bütün Rumeli’den çekilmek zorunda kalmalarını da irdeler…

“Vehimliydi” der Abdülhamid için, bilgisini yeterli bulmaz… Ama…

Okuyalım:

“Sultan Hamid tahttan indirildiğinde halefine devrettiği imparatorluğun hududu Basra Körfezi’nden Dalmaçya’ya, Yemen sahillerinden Karadeniz’e, Tunus hududundan İran’a, Sudan’dan Tuna Nehri’ne kadar bir büyük kıtayı kapsıyordu. Padişah’ın tahttan indirilmesinden sonra evvelce Berlin Antlaşması’yla Avusturya’nın işgali altına girmiş olan Bosna-Hersek’i Avusturya hükümeti topraklarına kattı. Bulgaristan bağımsızlığını ilân ederek Prens Ferdinand’ın başına krallık tacı koydu. Bu iki olayı, eski idarenin feshi ile Meşrutiyet’in kurulması arasındaki dönemin düşman tarafından istismarı olarak değerlendirmek mümkündür. Ancak ondan sonraki kayıplarımızı o zamanki hükümetlerin birbirini izleyen idaresizliklerinden, cehalet ve gafletlerinden başka sebeplere atfetmek mümkün değildir.”

(İmparatorluğun Son Döneminde Gördüklerim Yaptıklarım, Türkiye İşbankası Yayınları, 2007, s. 39)

Azil sonrası günlerini gazete okumasının bile yasaklandığı bir ortamda Selânik’te geçiren Abdülhamid’in, yanına gelen Damat Şerif ile Arif Hikmet paşalardan Balkan Savaşı çıktığını öğrenince, “Rumlar ile Bulgarların ittifakına nasıl meydan verildi?” diye şaşırdığı da bilinir (s. 45).

Lâfı uzattım galiba, ama zorunluydu.

ΩΩΩΩ

Reklam

30 YORUMLAR

  1. Entelektüel bir uğraş olarak köşe yazarlığı. . . Kimi okurların yorumlarından yola çıkarak, sayın Koru’nun kendisini biricik kılan yazarlığının en özgün yanının fazlaca anlaşılamamış olduğunu düşünüp buna hayıflanmadan yapamadım. Ülkemizde çok da bilgi ve beceri gerektirmeyen köşe yazarlığı, şu ya da bu konuda, “İşte durum -senin de bildiğin gibi- budur, sevgili okur. . .” demeye getirilen bir metnin yazılmasından ibarettir. Türk basını, daha kendi ana dilini hakkını vererek kullanma becerisinden yoksun köşe yazarlarıyla doludur on yıllardır. İster sağ ister soldan geliyor olsunlar, okuru “pasif bir alıcı”, “aydınlatılmaya muhtaç fikirsiz insan” olarak algılamak, bu sıradan köşe yazarlarının ortaklaşa sahip oldukları geleneksel eğilimdir. Koru, çok farkında olarak, açıkça tarafgir anlatılardan, tartışmaya kapalı çıkarsama ya da hükümlerden uzak tutuyor kendisini kaleme aldığı yazılarında. Bunun ne onun net bir fikre sahip olmayışıyla, ne de şu ya da bu otoriteden ürküyor oluşuyla ilintisi var. O’nun yazılarında üzerine en çok titizlendiği ve önemsediği şeylerden biri, okuru “zihinsel katılım”a davet etmek, ona bu düşünsel katılımı gerçekleştirebilmesi için gereksindiği araçları sağlamak. E. Mahçupyan’ın da aralarında olduğu birkaç köşe yazarı bir kenara bırakıldığında, bizde, kendisine köşe yazarı denilen insanların hemen hepsi, gerçekte, okura duygusal olarak arzuladığını, yani duymak istediklerini söyleyen metin üreticileri, bilgi ve çözümleme yeteneği ile öne çıkmayı becerebilmiş köşe yazarları değil. Okurların da hatırı sayılır bir çoğunluğu bilgilenmek ya da kendi kişisel yargılarına varmak için değil, yazarda kendi kanaat ya da hükümlerinin olumlandığını görmek için okuyor köşe yazılarını. Ben kişlisel olarak sayın Koru’nun bu türden bir köşe yazarlığında ve köşe yazısı okuyuculuğunda heyecan verici hiçbir şey bulmadığını düşünüyorum. Asıl olanın belli bir konuya hemen akla gelmeyebilecek farkılı açılardan da bakılabileceğini ima etmek, okuıru yorumda bulunmaya yüreklendirmek olduğunu düşünüyor olmalı. Böyle oluduğu için de, benim gibi soldan gelen okurların da okumdan yapamadığı çok sıradışı bir fikir adamı ve seçkin bir köşe yazarı. Sözcü, Evrensel, Sabah, Birgün gazetelerinin hemen tüm yazarlarını bir araya getirin, dile getirmeye çalıştığım kolaycı metin yazarlığının bunlarda ortak payda olduğunu muhtemelen sezecek, Koru’nun bir entelektüel olarak durduğu yerin başkalığının değerini daha kolay anlayacaksınız. Belki hepimiz farkında değiliz, ama, Koru, hep talep etme (yani okumak istediğini okuma) tembelliğinde ve kolaycılığındaki okurun söz konusu tembelliğini de kırmayı amaçlıyor, bir yazar olarak kendisinin de okurlardan gizliden gizliye bir talebi ya da beklentisi olduğunu ima ediyor. Ben, Koru’nun yazılarına bir de bu gözle yaklaşın derim.

    Bernar

    • Sn. Bernar. Fehmi Koru’yu mükemmel yorumlamışsınız, özellikle ‘zihinsel katılıma davet’ tespiti çok yerinde olmuş. Ben de şunu eklemek isterim, Fehmi Koru gibi bir yazarın ‘işsiz kalması’ ile Türkiye’nin neden iç çatışmalar ile enerjisini tükettiği arasında bire bir ilişki var.

  2. Sayın Koru,Osmanlının son dönemi 1. dünya savaşları ile bugünkü durum bire bir aynı değil.
    İçerideki,pkk_fetö terör örgütleri ile dışarıdaki deaş pyd terör örgütleri abd-ab ekseniyleişbirliği içindedir.
    Üst akıl ve iç diş terör örgütleri senkronize halinde faaliyet göstermektedirler.
    İiçerinin ihmali dışarının elini ,Dışarının ihmali içerinin elini güçlendirir.Bu nedenle topyekün mücadele
    gerekli olup biri diğerine tercih edilmez.
    Ayrıca güçlü devlet vizyonu için başkanlık sistemine geçilmesi üst aklın ve terör örgütlerinin tüm plan ve projelerini akamete uğratacaktır.
    umarım muhalif yorumumu yayınlarsınız.

    • Sayın okuyucu,

      “Umarım yayınlarsınız” demenize gerek yok.. İçinde hakaret veya incitici söz olmayan her yorumu onaylanıyor.

      Saygılarımla.

  3. Vay be! Yazının başlığını okuyunca aklıma Sn.Hüseyin Çelik’in AKP nin ilk yıllarında sık sık CHP ve zihniyetine çatmak için söylediği “bize yıllarca okullarda 3 tarafı denizlerle 4 tarafı düşmanlarla çevrili bir ülke olduğumuz anlatıldı” sözü geldi.
    Sonra da “bakın bizim zamanımızda herkesle dostuz ve dost kalmazk için uğraşıyoruz” demek için söylerdi bu lafı.
    AKP nin nereden nereye geldiğinin bir göstergesidir bu.
    Ben çıraklık dönemini sevmiştim AKP nin.
    Ustalık dönemi tam bir fecaat.
    Giderek eski CHP ye dönüşen bir AKP var ve her tarafımız düşmanlarla dolu maalesef.
    Eh! AKP nin de sonu gelecek elbet.
    Nasıl CHP halksız bir partiye dönüştüyse AKP de adaletsiz bir partiye dönüştü çünkü.
    Adaletsizlik ise düşmanları çoğaltmaktan başka bir işe yaramaz.

  4. Fehmi bey bu yaziniz gercekten cok manidar
    Yine mukemmel bir makale kaleme almissiniz
    Siz bakmayin “HALIC” RUMUZLU arkadasin soylediklerine
    Asagidaki cumlenizi tukiyede sizden baska kimse kullanamazdi.
    Birakin dis basinin turkiye aleyhine yazmasini yada avrupa insan haklarinin basin ozgurlugu suclamalarini asagidaki cumle herseyi acikliyor anlayana
    Yorumculara acik sorumdur bu cumleden. E anladiklarini lutfen bende anlamak istiyorum.
    “””Rusya da yakın zamanlara kadar bir başka cepheyi teşkil edecek görünüyordu, yumuşama sağlandığından beri Suriye Cephesi’nde müttefik görüntüsü veriyoruz; ancak orada da Türkiye’yi yanında gördüğü için Halep’e canlar alan saldırılarını her gün biraz daha yoğunlaştırıyor Rusya…””””

    Huzun verici en akilli olanimizin agzindan cikan bir cumle bu.
    Sanirim emekli geminin yasli kaptani eski arkadasiniz bile kalemimden cikmazdi bu.
    rusyanin yaptiklarindan turkiyeyi suclamak akillica degil.
    Saygilar

    • Hüzün verici olan o cümlenin gerçeği ifade etmesidir. Rusya ile anlaştık ve Halep’i Esad rejimine bıraktık, El Nusra’ya olan desteğimizi de geri çektik. Türk Hükümeti’nden ve Erdoğan’dan Halep hakkında yüksek sesle bir eleştiri duyuyor musunuz ? Şam’da Cuma namazı kılmaktan nereye …
      Not : İktidara karşı eleştiride bulunanların hepsi muhalefet yanlısı değildir. Ben de sadece Türkiye yanlısıyım.

  5. “surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes!
    ey kahbe rüzgâr, artık ne yandan esersen es!..”

    Saygilarimla

  6. Fehmi Bey, arada saka yollu takildiginiz karsi mahalle delikanlisi emekli amiral gemisi kaptani ertugrul ozkok bile bugunku yazisinda korkmadan intihar hadiselerini dile getirdi. Siz ne zaman cesurca bazi seyleri dile getireceksiniz? Bu yazinizda bile bir seyi anlatmak yerine etrafindan dolaniyorsunuz. Medya figuru olarak sorumluluk sahibi oldugunuzu dusunmuyor musunuz?

  7. Osmanlı İmparatorluğu bilim ve teknolojide geri kaldığı için sonunda çökmüştür. Geriye kalan etkenler tali sebeplerdir. Ancak ben yine de şunu anlamakta zorlanıyorum. Osmanlı ve Japonya hemen hemen aynı tarihlerde (1800’lü yılların başları) Batı’nın çok geliştiğini ve kendilerinin geri kaldığını nihayet fark etmişlerdi. Bunun üzerine İngiltere, Fransa ve Almanya’ya yabancı dil bilen aydınlarını gönderip onların nasıl geliştiğini anlamaya çalışmışlardı. Fakat Japonya mühendis aydınlarını gönderirken Osmanlı siyasetçi, edebiyatçı ve sosyal bilimci aydınlarını göndermiştir. Bunun sonucunu günümüzde Japonya ve Türkiye’yi kıyaslayarak görebiliriz. Bu konuya neden girdim …

    Bir uçak pilotu olmak mı daha zordur yoksa uçağı yapmak mı ? Tabi ki bilimsel ve teknolojik işler çok daha zordur ve çok sayıda bilim adamının ortak çabasıyla başarılmaktadır. Ancak pilotlar olmazsa uçaklar da bir işe yaramaz. Yani hayatta her meslekten tecrübeli ve küresel düzeyde bilim insanları ile uygulayıcılar arasında işbirliği olması gerekir. Buna göre devlet politikalarının esasını o toplumun ‘üst aklı’ belirler, seçilmiş becerikli siyasetçiler de uygular. Basit bir havuz problemini çözmekten aciz Enver Paşa ve şürekasının dünya siyasetini çözmeye çalışmasının sonuçlarını çok acı bir şekilde görmedik mi ? Umarım kimseyi kırmadan ne demek istediğimi anlatabilmişimdir.
    Konuyla ilgili olarak günümüzden en iyi örneği aşağıdaki linki tıklayarak görmek mümkündür.

    http://www.anafikir.gen.tr/rand-corporation/

  8. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasından önce hangi cephelerde hangi ülkelerle savaşa girdiğini sıralayıp Türkiye Cumhuriyeti’nin günümüzdeki durumu ile benzerlik kurmuşsunuz ve “aman elimizdekini de kaybetmeyelim” alt metnini işlemişsiniz gibi anladım, yanlış anlamışsam affola.

    Ancak gerek 20. yüzyılın başlarındaki savaşlarda, gerekse bugünkü savaşlarda başka bir ortak nokta daha var. Bizim yüzlerce yıldır iç içe olduğumuz, kültürlerimizin kaynaştığı, dillerimizin ve geleneklerimizin yoğrulduğu orta doğu hakkında İngiltere’nin, ABD’nin, Rusya’nın, Fransa’nın hangi cüretle bizden daha fazla söz hakkı olabilir? Hangi cüretle binlerce kilometre uzaktan gelip bin yıldır burada bulunan bir topluma haddini bildirme hezeyanına kapılabilir?

    Tabii ki siyasi ve askeri gücünden aldığı cüretle. Ancak bu durum İngiltere’yi, ABD’yi, Rusya’yı ve Fransa’yı haklı kılmaz.

    Siyasi ve askeri güç demişken… Bence Osmanlı’nın dağılmasında rol oynayan en büyük etken güçsüzlüğüdür. Ancak burada güçsüzlükten kastım dışarıya verdiği izlenim değil, içeriye verdiği izlenimdir. Eğer Osmanlı İmparatorluğu içeriye karşı yeteri kadar güçlü gözükseydi şu an sınırlarımızın dışında kalan, o zamanki Osmanlı topraklarında yaşayan milletler binlerce kilometre uzaktan gelen ve farklı dine mensup insanlara sırtlarını dayayıp bize ihanet edeceklerine, yüzlerce yıldır altında yaşadığı Osmanlı sancağına sarılıp itilaf devletlerine “hadi oradan” diyeceklerdi. 18. yüzyılda ortaya çıkan, 19. yüzyılda da iyice yaygınlaşan ve kitleleri arkasında sürükleyen “milliyetçilik” akımının farkına Osmanlı İmparatorluğu çok geç varmış. “Osmanlı milliyetçiliği” kavramı zamanında oturtulsaydı belki de şu an dünya ve özellikle Avrupa siyasi konjonktürü çok daha farklı olacaktı.

    Türkiye için durum farklı mı?

    AKP, kapatma davasından bu yana milliyetçi ve bazen neredeyse Kemalist denebilecek söylemler edindi. Bunun sonucunda daha geniş kapsamlı kitleleri arkasında sürükleyebildi. Ancak bu durum halk içinde savaş çığırtkanlığına ve uluslararası düzeyde haddinden fazla bir özgüven illüzyonuna sebep oldu. Umarım yöneticilerimiz, kendi yarattıkları bu illüzyona kapılmak yerine pragmatik olarak meyvelerini toplamakla meşgul olup yeri geldiğinde geri adım atabilirler. Rusya’dan özür dilenmesi, İsrail’le anlaşmaya varılması bu konuda ufak da olsa benim için bir umut oldu. Ben hala yöneticilerimizin ağızlarından çıkanlarla akıllarından geçenler arasında realist farklar kaldığına inanıyorum. Yani takınılan saldırgan tavırla yürütülen politika bir değil bence.

    Ayrıca Suriye’de de Irak’ta da adı geçen ülkeler arasında en çok söz hakkına Türkiye sahiptir. Misak-ı Milli veya Osmanlı mirasından dolayı değil, komşu olduğumuz için. Yıllardır Suriye’ye sınır olan şehirlerimize onlarca roket ve havan mermisi düştü. Şu an Türkiye’nin sınır ötesi müdahalesine avazı çıktığı kadar karşı çıkan ülkeler o zaman neredeydi? Türkiye müdahale etmekte geç bile kaldı. Geç kalmasının sancılarını şu an çekiyoruz ancak masa başı diplomasisi ile çözülemeyecek sorunlar olduğunu sanmıyorum.

    İç cephelerimize gelirsek, HDP ve PKK cephelerini artık maalesef ayrı cepheler olarak göremiyorum. Özellikle HDP belediyelerine ait araçların yüzlerce masum insanın öldüğü terör olaylarında kullanılmasından sonra. Kürt örgütlerin hak talepleri olabilir, ancak seçilen yöntem yanlış. Tamam, PKK’nın ve diğer örgütlerin ortaya çıkmasına temel oluşturacak çok sayıda olumsuz olay oldu cumhuriyet kurulduğundan beri. Ama artık günümüz siyasi ortamı o zamanki gibi değil. Bence HDP, onları meclise sokan “seni başkan yaptırmayacağız” tavrındansa daha ılımlı bir tavırla meclise girip başkanlık sürecinde AKP ile birlikte çalışmalıydı. AKP’nin her dediğine evet demeliydiler demiyorum tabii ki. Ancak AKP-MHP koalisyonuyla ortaya çıkacak bir başkanlık modelindense AKP-HDP ortaklığıyla oluşacak bir başkanlık modelini şahsen tercih ederdim. Farklı görüşe sahip olan tarafların aynı masada oturup sakin ve mantıklı bir şekilde fikir teatisinde bulunamadığı bir ülkede sanırım biraz hayalci bir yaklaşım bu…

    PKK silah bırakıp sivil siyasetin önünü açmadığı için ve HDP de onlara diş gösteremediği için aynı cephede buluşmak zorunda kaldılar. PKK’nın silah bırakmaması, üstelik terörün durağanlaştığı dönemde alttan alta silahlı bir döneme hazırlık yapması da Türkiye Cumhuriyeti devletini kaçınılmaz olarak bu cephenin karşısında bulunmaya itti. Kimse bugünkü PKK-HDP cephesinde Türkiye’yi suçlu gösteremez bence.

    FETÖ cephesi ise daha da içler acısı. Hükumete muhalif olabilirsin, ancak muhalefetini bel altı bir yöntem olan kaset siyasetiyle yapıp bu da yetmeyince yüzlerce insanın öldüğü kanlı bir darbeye kalkışırsan bedelini ağır ödersin. FETÖ sinsice planlar içinde bulunup başka partileri maşa olarak kullanacağına kendi siyasi partisini kurup meydanlara çıksaydı o zaman kimsenin bir itirazı olamazdı. Bunu yapmadı; milyonlarca insanı kandırmayı, kanmayacak kadar zeki olanlarla ise kirli ortaklıklar kurup tüm ülkeyi olumsuz yönde etkileyecek eylemlere imza attı. Böyle bir örgütün (eskiden cemaat deniyordu) yok edilmesi kaçınılamaz.

    Fazla uzattım, farkındayım. Toparlamak gerekirse; bence Türkiye, şu an içinde bulunduğu hiçbir cephede savaşı kendi çağırmadı. Hepsinde haklı sebepleri var. Süreci gerçekçi yürütüp mantıklı amaçlar doğrultusunda hareket ederse hepsinden galip ayrılması çok zor değil.

    • s.a tugrul bey cemmatin parti kurup meydanları inerek hereket etmesinin ülkeye daha hayırlı olacaken yapılmadıgı görüşünüze aynen katılıyorum .
      hdp yada pkk ile ilgili görüşünüze kismen katılıyorum itirazım hdpli belediyelerin araçları ile bomba taşıdıgı mayın döşedigi konusunada olacak benim servetim yok evde para gibi ziynet eşyamda yok ama benim için degerli olan normal hayatıma yetecek eşyalarım var oldugu halde evimin kapısı çelik kapı ve mutlaka bir kilidini kapatırımö yatarken ise 3 kilidin hepsini kitlerim yani elimdeki imkanlarım bu ve imkanım dahilinde güvenlik tedbirimi almış olurum . devlet dedigimiz oluşumumuzun içinde belediye harici onlarca kuruluşumuz var ve belediye bu kuruluşlardan sadece biri dir ve vatan dedigimiz ortak kutsalımıza ihanet etmek isteyen kurum yöneticileri çıkabilir çıkmıştır farklı şekillerdede çıkmaya devam edecektir sorun belediye kurumundaki başkan ve yöneticilerin ihanetti degil devlet dedigimiz olşumun içerisindeki diger kurumlarımızın da oturup hiç bir şey yapmamalarıdır bölgede asker hadi fetö cü idi poliste fetö yada başka hainlik düşünen oluşumlar vardı peki bölgede yaşayan bölgeyi çok iyi bilen ak parti yöneticisi gibi stk yöneticileri ne yapıyordu ben burada zincirleme bir umarsızlık görüyorum kimse kusura bakmasın

      • Aleykümselam Mustafa Bey, uzun yorumumu okuyup cevap verdiğiniz için çok teşekkür ederim.

        Dediğiniz kontrol mekanizmaları durumun farkındaydı bence, çünkü güneydoğuda hareketlenme olduğuna, PKK’nın hazırlık yaptığına dair açıklamalar geliyordu çeşitli kaynaklardan. Muhtemelen harekete geçmek için seçimler beklendi. 7 Haziran ve 1 Kasım’da HDP’nin seçim stratejisi de süreç boyunca değişkenlik gösterdi. Kartlar dağıtıldıktan sonra yani özellike 1 Kasım’dan sonra zaten devlet de çok farklı bir tavır takındı.

  9. 15 temmuz darbe girişimi gerçekten başarısızmı oldu ?
    15 temmuzdan önce suriye ye askerimizin girmesini isteyen ülkeler oldugunu biliyoruz ancak büyük bir sabır örnegi gösteren yöneticilerimiz muhalefetin tepki göstermesine aldırmadan yurt dışındaki tek topragımız olan süleyman şah türbesini bile sınırımızın 100 metre yakınına getirerek suriye deki savaştan uzak kaldı .
    türkiye cumhuriyeti vatandaşı olarak sormayı kendime hak gördügüm konu ise 32 yıldan beri nice ocagımıza ateşler düşüren terör örgünün ana karargahı kandil iken ve pyd nin ana gövdesi pkk iken neden pkk yı kendi karargahı olarak gördüğü yerde bitirmiyoruzda üst akılın girmemizi istedigi suriyeye girmek için can atar hale geldik bizim öncelligimiz pkk dan daeş e nasıl döndü. sorosun türkiyenin en büyük ihraç malı askeridir dediginide hepimiz biliyoruz bir oyuna geliyoruz ama nasıl ?

  10. Osmanlı İmparatorluğu döneminde cepheler nizamı alem için açılır, sefere çıkılır, zaferler kazanılırdı. Osmanlı Padişahları Şeyhül İslam ve Divanı Harpte yaptıkları istişarelerde kılı kırk yararcasına enine boyuna inceler. Kararlarını Allah Rızası ve Payi Tahtın selameti için verirlerdi. Osmanlı ahalisi yek vücut hedefine yürürdü. Asker Muzaffer Millet Gazanfer olurdu.
    Günümüzde içerimizdeki birlik ve beraberlik ruhu zedelenmiş, Türk Ordusu darmadağın edilmiş, Kamu Yönetimi ehil ellerden tasfiye edilmiş, alınan ve uygulanan kararlar içeride ve dışarıda sorgulanır hale gelmiş, hukuk normları rafa kaldırılmış, cephelerde devlet ve millet menfaati var mı yok mu? sorgulamaya cesaret eden itiraz eden yok. Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete!!! Allah Devletimizin ve Milletimizin Yar ve Yardımcısı olsun.

  11. Sayın Koru,

    Sizin şu yazınızı yazmaktan kolay bir şey yok.
    Burada söylediklerinizi herkes söyleyebilir.
    Ama bu söylenenler,terör örgütlerinin burnumuzun dibinde,Irak’ta,Suriye’de örgütlenip,palazlanıp,sınırlarımızdan iki de
    birde sızıp bize zarar vermesini önlemiyor.
    Söylenenler laf olarak kalıyor.

    Öte yandan Pkk’nın,Işid’in,Pyg’nin Irak’taki,
    Suriye’deki melanetlerine mani olmak,onları
    orada çökertmek Türkiye’nin iç güvenlik
    sorunu haline gelmiştir.Eş zamanlı olarak
    içerideki uzantılarının haddini bildirmek de
    dışarıdaki mücadelemizi kolaylaştıracaktır.
    Birini bitireyim de ötekinin icabına sonra
    bakarız mantığı burada geçerli değil.

    Siz şunu demek istiyorsunuz herhalde:
    Geçmişte çok cephede savaştık ve kaybettik.Bugün böyle yapmayalım,tarihten
    ders çıkaralım.Fransızlar,İngilizler,Ruslar…
    öte yanımızda cirit atsınlar,oraları talan etsinler,istedikleri gibi bölüp paylaşsınlar,
    PKK’ya,Işid’e devletçikler kurdursunlar…
    Bütün bunlar bizi ilgilendirmez,biz olanı biteni
    seyredelim yeter.

    Eğer böyle demek istemediyseniz önerinizi
    daha açık bir şekilde ortaya koyunuz.
    Yapılanı eleştirmek kolay,önemli olan
    ne yapılması gerektiğini de söyleyebilmektir.

    • s.a bekir bey santraç ögrenmek isteyipte ögrenme fırsatı bulamadıgım içimdeki bir sancıdır hayatın her aşamasında planlar yaparız ve devlet denen kurum bu planları en ince ayrıntısına kadar yapmak zorundadır .
      suriye ve ırak isimli komşularımızı evet bahsedigin gibi fransa ingiltere rusya ve abd gibi ülkeler şekilendirecek bundan daha dogal hiç bir şey göremiyorum ben dedigimde size garip gelecek ama hayatın gerçegi bu bir yerde okumuştum hayat bir av sahnesidir din gözüyle bakarsan ya şeytana av olursun yada imani manada uyanık olup şeytana yenilmez imanını korursun kazım karabekir şeyh said isyanı başladıgın da yetkili bürokratlara kürt masası na kim bakıyor dediginde yetkililerimiz kürt masası kurulmadıgını belirtiklerini biz anılarından okuduk oysa abd gibi ülkeler yıllarca çeşitli kurumları ile bu bölgede her türlü yapılanmasını yaptı örnek 1. körfez savaşından sonra bölgeden seçtigi 10 000 kişi yi abd ye götürdü egitti ve getirdi bunu dönemin gazetelerinde ben çocukken okudugumu çok iyi hatırlıyorum .size ülkemizin saldım çayıra mevlam gayıra zihniyeti ile yönetidigine bir örnek vereyim ülkemizde benimde kabul ettigim bir gerekçe ile sigaraya zam yapıldı hemde fahiş bir zam neydi devletimizin gerekçesi akciger kanserine sebeb olan en büyük etken sigaradır ve sigaradan kaynaklı bu hastalıgın tedavisi çok para harcandıgı gibi bir çok insanımızıda kaybettigimiz di
      şahsınız nerede oturur bilmem ama istanbulda bu zamlardan önce tek tük şahit oldugum kaçak sigara her yerde satılmaya başlandı bakkalarda metro ve otobüs duraklarında pazarlarda bu sigaradan vergi alamıyoruz ve insanımız gene hastalanıyor ve mafya yada terör örgütleri hemde hiç ama hiç azımsanmayacak bir servet kazanıyor kazandıgı bu setrvetlede bize vuruş hızını artırıyor.
      şimdi devlet santranç gibi görürsek bu aldıgı dogru olan kararda hangi yanlış hamleyi yaptı ki hem vergisini hemde insanını kaybettibu en basit örnekti kaç tane düşünce kuruluşumuz var bölgede yeteri kadar milli çıkarlarımız için çalışan işadamı gazeteci egitimci kısacası bölge ile aramızda gönül köprümüzü inşa edecek köprü ayaklarını güçlendirecek yan etkenlerde abd fransa ingiltere gibi ülkelerden daha mı güçlüyüz sizce

      • Biz Kürt meselesini hatta PKK’yı bilimsel olarak çalışanları uzun zaman hapse attık, asla konunun bilim olarak ele alınmasına (devlet kurumları içinde bile) müsade etmedik. 2002-2012 arasında birçok konu azıcık irdelenmeye başlandı ama henüz bilimsel araştırmalar emekleme düzeyindeydi. Son 3-4 yılda eski alışkanlıklarımıza döndük, bilim yerine övgüye sarıldık. Şu anda Türkiye’nin bir tane Kürdoloji uzmanı yok, dünyada en iyi Kürdolog bir Hollandalı. Biz uluslararası ilişkiler ve güvenlik uzmanlarını hapse attık (örnek Sedat Laçiner).
        Ülkeleri büyüten ölçüler hep aynıdır: Geniş kabul (çok kültürlülüğe, farklı görüşlere, eleştirilere vs. açık olma), adalet, hesap verebilme, özgürlük gibi temel değerler. Bunlarda nerede olduğumuzu izaha gerek var mı? Musul ve Halep nutukları karın doyurmuyor ama içerde halkı mutlu ediyor. Zaten amaç da budur, yoksa Türkiye’nin oralarda hakikaten etkin olacağını iddia etmek çocukca görünüyor.

    • Fehmi Koru Hükümet’e şurada cepheyi kapat şurada yeni cephe aç falan diye mi yazmalı ? İçerde ve dışarıda çok cephede savaşmanın sakıncalarını tarihsel örnekler ile anlatmanın nesi yanlış ? Şahsen PKK ve uzantıları ile içeride ve dışarıda her türlü mücadelenin verilmesinden yanayım. Ancak yönetimin söylemlerinde bundan çok daha fazlası var ve içeride ikiye bölünmüş ve askeri gücü de sınırlı olan ülkemiz için bunlar hayati riskler oluşturuyor.

      • Türkiye,son zamanlarda,bizi yok farz edemezsiniz
        diyor.Başkaları tarafından da Türkiye’nin atacağı adımlar hesaba katılıyor.Türkiye hesap dışı tutulan bir ülke olmaktan çıktı.Bu kötü bir şey mi?Yoksa bunu bize yakıştıramıyor musunuz?

        Aynı şekilde terör örgütlerinin üzerine de çok kararlı bir şekilde gidiliyor.Dışarıdan gelen tehditleri kaynağında bertaraf etmenin yolları aranıyor.

        Dışarıya karşı,Türkiye’nin kararlılığını ifade eden bir söylemin ne zararı var?

        • Yoksa bunu bize yakıştıramıyor musunuz … sorunuzdaki ‘biz’ kim ? Eğer Türkiye ise Türke Türklük progandası yapmasın, ayıp oluyor derim. Yok eğer ‘biz’ ile Ak Parti = Erdoğan’ı kast ediyorsanız, yapılan dış politikayı ‘yakıştırırım’.

  12. Balkan ve 1. Dünya Savaşlarını kaybetmemizde etkili olan bir diğer hususta İttihatçIarın çıkardığı ve tecrübeli kadroların tasfiye edildiği “Tenkisat Kanunu” dur. Fehmi Beyden bu konuda da bir yazı bekliyorum. Çünkü en az çok cephede savaşmak zorunda kalınması kadar önemli olduğunu düşünüyorum.

  13. Laf uzamamış aksine yazı bitince üzüldüm heyhat önceden yazdığınız rahmetli İbnülemin Mahmud Kemal’in sözü aklıma geldi “Devlet ve milletin uğrayacağı çeşitli zararları düşünerek derya-yı eleme daldık” ve bu büyük devletin büyük gaileleri olur kabilinden 7 düvele nizam veren halimizi Cervantes’in meşhur sanal kahramanı yeldeğirmenleri fatihi Don Kişot’a benzettim.

  14. Yazınız için teşekkür ederim abi. Birşey sorcam lozan antlaşmasında eğer ırak ve suriye bölünürse musul u ve suriyeden toprak alma durumu var mı? Yasal olarak.
    Not: Yorum yapanlara kısa da olsa cevap verme durumun olabilir mi?

    • Sayın Emre Bey,

      Fehmi Koru tüm yorumları okuyor, ama zaman zaman cevap yazıyor. Genelde bire bir mesajlaşmayı ben yapıyorum. Fehmi Koru gelecek yazıların içinde sorulara cevap veriyor.

      Saygılarımla.

    • Emre Bey, en evvela şunu söylemek gerek; Musul meselesi Lozan da çözülmedi. 926 Ankara Anlaşması ile çözüldü. Ve anlaşma maddeleri arasında dediğiniz türden bir madde yok.

  15. Merhaba Fehmi Bey,

    İsmim Ali. 32 yaşındayım. Endüstri Mühendisliği mezunuyum ve Pazar Araştırma Uzmanı olarak çalışıyorum. Köşe yazılarını okuyup güne öyle başlamayı seviyorum ve siz de takip ettiğim yazarlardan birisiniz.

    Öncelikle kendi kişisel web sitenizde yazmanızı destekliyor ve benzer şekilde çeşitli sebeplerden dolayı gazetelerde yazamayan diğer değerli ve tecrübeli yazarlarımızın da aynı şekilde ilerlemelerinin gerektiğini düşünüyorum.

    Yazılarınızı mümkün olduğunca takip etmeye çalışıyorum. Konuları ele alış şekliniz gerçekten hoşuma gidiyor. Yalnız genel olarak bir eleştiride bulunmak istiyorum. Yazılarınız biraz yuvarlak kalıyor bence. Seçtiğiniz konu ile ilgili gerek yorum yaparken gerek olumlu veya olumsuz eleştiri yaparken net ifadeler kullanmaktan kaçınıyorsunuz. Mevcut siyasi durumun etkisinden de kaynaklanıyor olabilir bu durum ama en sonunda yazınızı okuyan birisinin aklında vermek istediğiniz fikir “-mi acaba” sorusu ile net olmayan bir şekilde beliriyor. Bence biraz daha belirgin ifadeler kullanarak yazılarınızı desteklemeniz gerektiğini düşünüyorum.

    Bir de web sitenizi ileride bir online gazeteye çevirme düşünceniz var mı? Varsa genç yazarlara da fırsat vermeyi düşünür müsünüz?

    İyi çalışmalar,
    Ali

    • Sayın Ali Bey,

      Online gazetemiz yayın hayatına hemen hemen hazır durumda. Yakında duyuracağız ve genç yazarlara fırsat vermeyi düşünüyoruz. Nasıl bir yöntem ile sağlanacak bu, üzerine düşünmemiz lazım, ama irtibatı kesmeyelim. info@fehmikoru.com‘a bir mail atabilir misiniz?

      Saygılarımla.

  16. http://www.yenisafak.com/yazarlar/kemalozturk/cephe-gerisinde-neler-oluyor-2033758

    YAZIDAN BİR BÖLÜM ŞÖYLE:
    ADINI DOĞRU KOYALIM, SAVAŞTAYIZ
    Savaştayız. İşin adını doğru koymak lazım. Hem de fiili olarak savaştayız. Suriye’de, Irak’ta en ön cephede savaşıyor güvenlik kuvvetlerimiz. İçeride de savaştayız. Hakkari’nin, Tuceli’nin, Lice’nin, Van’ın kırsalında elde silah cephede savaşıyoruz. Şakası yok, uçaklar, helikopterler, toplar, füzeler tabur tabur askerler… ciddi bir savaşın içindeyiz.
    Başka türlü savaş nasıl oluyor ki?

Yoruma kapalı.