Medya, basın, gazeteler, TV’ler.. Bizde, başka ülkelerde.. Bugün medya düzeni üstüne düşündüm…

54
Reklam

Son bir-iki gündür Yüksek Seçim Kurulu vesilesiyle hukukçular için yaptığım gibi, her meslek erbabına günü geldiğinde sorumluluklarını hatırlatıyorum da, kendimizi, yazar-çizer-gazeteci takımını ihmal ettiğim sanılmasın.

En büyük sorumluluk aslında kalem erbabında.

Geçmişten günümüze nice yazarlar değişik konularda yazılarıyla toplumun karşısına çıktı, çıkıyor. Kimimiz havadan sudan söz etsek bile her yazıda okuyanın zihninde iyi-kötü bir tortu bırakıyoruz. Geçmişte, okurlar almak ihtiyacı duyduğu gazete ile yazar tercihinde de bulunmuş oluyordu; bugün pek çok insan yazılara internet üzerinden ulaştığı için kimi okuyacağı konusunda herkes çok daha özgür…

Gazetelerde yazarken “Ben de sizin gibi görüşlerimi toplumla paylaşmak istiyorum, bu imkanı nasıl elde ederim?” diye başvuranlar olduğunda ne yapacağımı şaşırırdım. Yeni bir ismin devreye girmesinin ne kadar zor olduğunu bildiğim için… Son yıllarda benzer başvurulara gönül rahatlığı ile, “Görüşlerinize yakın bulduğunuz bir internet sitesini hedef seçin, yazdıklarınızdan örnekler gönderin, size de imkan sağlayan mutlaka çıkacaktır” diyebiliyorum.

Bu yolla kazanılan çok sayıda yeni imza var.

Yeni imza var, ancak onlar bizler kadar şanslı değiller…

Okurluktan yazarlığa geçme aşamasında önümde özenebileceğim isimler vardı. Bazısı her yönüyle örnek alınabilecek olanlar yanında, fikirlerine büyük çapta katılmasam bile yazarlık onuruna sahip olduğunu bildiğim isimleri de göz ucuyla izlerdim. Fikirleri ve yazarlık onuru konusunda örnek teşkil edemeyecek olanlardan üslup sahiplerini bile okumaya çalışırdım.

Günümüzün yazar heveslilerinin bizim neslimiz kadar şanslı olmadığını düşünmem her üç yönden de örnek alınabilecek pek az yazar bulunduğu gerçeğidir.

Reklam

Herkes kendisini biliyor, ben de zaten elinde her kalem tutanı, köşe sahibi olanı aynı durumda görmüyorum.

Gazeteler var, bir de ‘pembe gazete’…

‘Pembe gazete’ deyimini işitmiş miydiniz?

ABD’nin en zengini sayılan petrol kralı John Rockefeller‘in (1839-1937), ileri yaşlarında, gazetelerde çıkan haberler ve yazılardan rahatsızlık duyduğunu gören yakınları, çareyi, yalnızca onun hoşuna gidecek haberler ile seveceği yazılardan oluşan kişiye özel -ama kendisinin öyle olduğunu bilmediği- bir gazete hazırlamakta bulmuşlardı.

Her sabah Rockefeller‘in önüne gerçekmiş gibi o sahte gazete gidiyordu.

İşte o gazeteden beri sahibine özel türüne mesleğimizin, ‘pembe gazetecilik’ deniliyor.

Donald Trump‘ın da öyle bir gazeteye ihtiyacı olduğu açık; fakat sabah gözünü açar açmaz New York Times‘a, Washington Post‘a baktığı, ardından bir dizi Twitter mesajıyla okuduklarına gösterdiği tepkilerden belli ABD başkanının…

Yapılacak fazla bir şey yok onun için…

Reklam

Dün bir yazıda karşıma çıktı, mizah için de yazılmış olabilir: Trump‘ın Beyaz Saray’daki oval masalı çalışma odasında üç adet televizyon cihazı yan yana duruyormuş ve her üçünde de Fox-Tv açık oluyormuş…

Fox-TV ABD’de Trump‘ın hoşuna gidecek türden yayınlar yapıyor, ekranına ABD başkanını rahatsız edecek konuk da çıkarmıyor.

Gazeteler? İşte onlar için bir çare ABD’de henüz bulunamadı. Trump sanırım kendisini rahatsız eden gazetelere bir ‘iyilik’ yapabilmek için iki yıl sonra yapılacak seçim sonrasını bekliyor. Yeniden kazanacak olursa NYT ve WP için birer iyilik düşüneceğine eminim.

Siyasiler basından hiç hoşlanmıyorlar. Gazetecilerin de siyasilerden fazla hoşlanmadıklarını biliyorum. [Siyasete atılma cesareti gösteren ve böylece kendilerini eleştiriye açan kişilere hep saygı duymuşumdur, yazarlık hayatım boyunca kendimi yakın hissettiğim, dostluk kurduğum pek çok siyasi olmuştur; bu sebeple kendimi bir istisna olarak görürüm.]

Karşılıklı olumsuz duygular ortamı da etkiliyor doğal olarak.

Zaferlerde iyi de ya yenilgiye yol açıyorsa…

Ancak çarenin hoşlanılacak bir medya yapısı olmadığını da bilirim. Siyasilerin hoşuna gidecek haberler ve yazılarla çıkan gazeteler ile yalnızca tek tarafın görüşlerini ekranlarına yansıtan televizyon kanalları siyasilere en olmayacak zamanda hayal kırıklıkları yaşatır çünkü.

Onlar sayesinde zaferden zafere koşacaklarını düşünen siyasiler, onlar yüzünden yenilgiler de yaşabilir…

Haberleri ve yorumlarıyla kendilerini yenilgiye hazırlamadıkları için yaşanır hayal kırıklıkları…

Tek taraflı propagandaların etkisi bir yere kadardır.

Siyasilerin görüşlerini kısa süre içerisinde değiştirebildikleri, dün ‘ak’ dediklerine bugün ‘kara’ diyebildikleri bilinen ve kabul edilen bir durum; “Dün dündür, bugün de bugün” hesabı… Ancak, düne kadar aleyhte yazılarla okur, sert eleştirilerle izleyici karşısına çıkan fikir sahiplerinin birdenbire farklı telden çalmaya başlamaları toplum açısından siyasiler kadar kabul edilebilir bir durum değildir.

Yalnızca kendilerini zora düşürmez böyleleri, hoşuna gitsin diye büründükleri bu yeni biçim yüzünden siyasileri de zora düşürürler…

Rockefeller için hayatının son demlerinde çıkartılan ‘kişiye özel gazete’ onun birkaç gün, hafta veya ay sinirlerinin yatışmasını sağlamıştır muhakkak; ancak her gün her gün pembe gazeteler-ekranlar çekilmez.

Çekilir sananlar bir gün gelir yanıldıklarını anlarlar.

ΩΩΩΩ

Reklam

54 YORUMLAR

  1. Konu ile belki de dolaylı olarak ilgisi olan bir olayı çok kısaca anlatmak istiyorum :Willy Brandt Almanyada Sosyal Demokratların en saygın başkanıydı.Başbakan iken özel sekreterinin adı bir casusluk olayına karışır ,konunun kendisiyle en ufak bir bağlantısı olmamasına rağmen bunu gurur meselesi yapar ve başbakanlıktan istifa eder !

  2. günümüzün en önemli meselelerinden bir tanesi de; “ne olacak bu fenerin hali?”
    – Ali koç, “yeni bir vizyon” dedi. dedikodu ile kulüp yönetmeye çıktı.
    – “kulüp ekonomik durumu kötü yönetiliyor” dedi, yardım toplamaya çıktı.
    – “futbol takımı başarılı olmadıktan sonra diğer branşlardaki başarı çok önemli değil” dedi. futbol takımı, geçen seneden daha iyi kadro ile küme düşmemeye çalışıyor.
    – “keyif veren bir fenerbahçe” dedi. takımın maç sonuçlarını bile takip etmez oldum.
    – “hücum futbolu” diye ersun yanalı getirdi. son durumu, ersun yanaldan keramet bekleyen fener seyircisi açıklasın.
    – sonuç olarak, görüntü ile gerçeğin ne kadar farklı olabileceğinin dersini verdiği için ali koç ve ali koç yönetimindeki fenerbahçeye teşekkür ederim.

  3. H Gayret merhaba! Dün sizden başkasi bende dahil yeni hava alani için hayirli olsun yazmadı.
    Onun için sitem etmekte “Haklisin”
    Birde! Şu habere sizin görüşünüz ile yoruma yaparmisin.
    Yalniz haber bana ait değil interneten kopi.
    “Yeni havalimanının tek açık mekanı Bilal’in çıktı
    İstanbul Havalimanı’nın açık durumunda tek yer olan Akıncı isimli restoran fahiş fiyatlarla satışlarına başladı. Dün gerçekleştirilen taşınma işlemi ile birlikte tam kapasiteli uçuşlarına başlayan havalimanında plastik bardaktaki tek porsiyon yemek ve içecek 100 TL’ye satılıyor. Bu durumu sosyal medya hesabında paylaşan bir müşteri fişini de yayınladı.

    Diğer yandan havalimanın tek açık restoranın iki ortağı olduğu belirtiliyor. Bunlardan biri Ali Bahadır Yeşil diğeri ise Mustafa Esenkal. Bu iki isim aynı zamanda AKP’li Cumhurbaşkanı Bilal
    Erdoğan’ın ortağı olduğu Doruk Izgara’nın da ortakları.
    27 Ağustos 2009 yılında kurulan Doruk Izgara Gıda Ticaret Limited Şirketi Ticaret Sicil Gazetesi’nde 2 Eylül 2009’da yayınlandı. Buna göre şirketin ortakları Necmeddin Bilal Erdoğan, Mustafa Esenkal ve Ali Bahadır Yeşil. Şirketin ilk 10 yıl için müdürlüklerine Bilal Erdoğan dışındaki iki ortak daha atanmıştı.

    O zaman şirketin kuruluşunda sermayesi 300 bin TL olarak belirlendi. Bunun 120 bini Bilal Erdoğan, 120 bini Mustafa Esenkal ve 60 bini Ali Bahadır Yeşil’e ait olarak gösterildi.

    Bir porsiyon 100 TL, fişini paylaştı

    Sosyal medyada yapılan paylaşımlarda bu iki ismin aynı zamanda Bilal Erdoğan’ın ortağı olduğu Doruk Izgara’nın ortakları olduğu belirtildi.”
    Hoşca kalin

  4. ŞU AN TÜRKIYEDE ERDOĞANA MUALIF OLANLARAIN BEBEKLERINE KARŞI SOY KIRIM UYGULANIYOR.
    Bu soy kırımına karşı hiç kimsenin gıki çıkmazken, Türkiyeyi 5 yıldir AKP başkani seçimlerle meşgul eden gazeteciside, yazaride AKP VE LIDERINI düşunmekten başka bir şey “ya bilmiyorlar yada korkudan yazamiyorlar.”

    Millette zaten seçimlerele uyutuluyor….
    Bunu firsata çeviren
    karinlari ve gözleri bir türlu doymak bilmeyen siyasetçiler Türkiyeyi kalkindirmak için değil ceplerini doldurmak için resmen çıldirmişlar.
    Tamam her şeyi yapın, yazin, yalniz bunlara “DINI” alet etmeyın!
    Baş örtülü bacıları ne olduku birden bire teröristlerin prooagandasini yapar oldu?
    Kendileri Terorist ve darbeci dedikleri ile birlikte kuçak kurcağa’lar, akrabalarinide her köşeye yerleştirmekte bir mahsur görmüyorlar, onlara biat etmiyenleri hic utanmadan ve sıkılmadan terörist ilan ediyorlar.
    Bunlarin derdi MILLETI SOKAKLARA DÖKÜP TÜRKIYEYI BIRAZ DAHA SOYMAK.
    ALLAHTAN KORKMAZ KULDAN UTANMAZLAR
    Bu bebeğin suçu ne olduğunu bize değil Adaletin gerçek sahibine anlata bileceklermi?

    “Tedavi için dışarıda olması gereken Avşin bebeğe mahkemeden ret!”

    Annesiyle birlikte Mardin E Tipi Kapalı Cezaevinde tutulan ve hemanjiom hastalığı bulunan 16 aylık Avşin bebeğin yüzündeki lekeler gittikçe yayılıyor. Avşin bebeğin babası Mehmet Emin Usanmaz, çocuğunun sağlığı için cezanın ertelenmesini istedi.

    Emir erleri “HAKIMLERDEN RET.”

    Melekleri bile teröristlikten hapislere tikanlar 24 saat durmadan ALLAH deseler ne olur?
    SADECE! Şehlerinin emrinden çıkmayan Islamin (İ) sini bilmeyen Cahillerin oyunu alir ve ZÜLÜMLERINE devam ederler
    Zaten onlara lazim olanda oy ve milleti bolmek… maksatlaride bu.
    Kac kanser hastasini iftira ile zindanlarda öldürdüler?
    Biriside bunlarin sayılarını yazsin.

    • Nurdan abla soykırım demişken; ermeni kardeşlerimiz bile cihan harbinde sürgün edilirken yavrularını türk komşularına emanet edip gitmişlerdi suriye çöllerine..! Nasıl bir gözü dönmüşlükse artık bahsettiğiniz haşhaşiler üç günlük sabileri şişme botlara doldurup meriçin sularında boğmuşlardı, sümüklü psikopatlarına mürit olarak sunabilmek için:( karnı çocuklu masumları; sivil, polis demeyip 250 vatan evladını f16larla bombalayarak şehit eden, binlercesini öldüremeyip yaralayan, sakat bırakan fetöcü zombileri grandtuvalet giydirip mahkeme salonlarında yargılıyoruz, mapusdamlarında balkaymakla besliyoruz..! Fetöcü evlendirme kataloglarından peydahlanan haramzadelerin genotip haritaları devletimiz tarafından tespit edilerek kayıt altına alınmalıdır! En azından belki küçük yaştakiler topluma kazandırılabilir..! Tevekkeli atalarımız boşuna dememiş: eşşeğimin alnı sakar; kendi adını başkasına takar..:)

      • H Gayret! Günaha giriyorsun.bu hanim HDP de gorevli ve Huda Kaya gibi kapali genc bir hanim.
        Huda Kaya ne kadar teröristse buda o kadar terörist.
        Birde Adil Öksüzü’ün AKP den yeni belediye baskani secilen kuzeni içn bir yorum yaparsan iyi olur.
        Zaten ben AKP lilerin sadace Allah bir dediğine inaniyorum başka hic bir laflarina inanmiyorum.
        Çünkü cok iftiracilar.
        Hoşca kalin
        Not:15 Temmuz li AKP şehit eşi ve Annesi hanim gecenlerde kime demişti.
        250 şehidi kaca sattiniz diye?

  5. köşe yazısını okudum yıllardan beri çozülemiyen sorun dünyada ve türkiye de medya ve siyaset hangisi hangisinin kontrolünde olduğu çözülemiyen sorun . benim şu cahiliğimle ilkokul mezunu olduğum için fazla okuyup yazmaya vaktim olmuyor . Bildiğim yakın tarihte ğördügüm kadarıyla kıvıran gazeteci yargıç siyasetçi gördüm .1994 yılında seçim sonrası çöplükte oy arıyan gazeteciler ğördüm 28 şubattın post modern darbesinin generallerini alkışlıyan gazeteciler yargıçlar gördüm. Daha sonraları parti kapatma iddanemesi hazırlıyan savcıları yücelten kahraman yapan gazeteciler gördüm .şu benim bildiğim sure içerisinde çok savrulanlar gördüm . dün vardı savrulanlar. bu günde var .Gördüğüm kadarıyla birazcık düzelme var ama daha gidilecek çok yol var. dünyada gerçek adalet sağlandımı acaba hiç ? Yinede buna da şükür diyorum.

  6. Pembe Yalan
    İslamiyet’te yalan söylemek büyük kötülüklerden sayılmıştır. Yanlış olabilir ama yalan bir mümine yakışmayan bir şeydir. Ağızdan duyduğum bir rivayet vardır. Peygamber’e sormuşlar “Ne günah işlemeyelim?” diye. O da “Yalan söylemeyin, yeter.” demiş.
    Bununla beraber fıkıhçılar bazı yazılanları meşru saymışlardır.
    Babamdan bir kıssa anlatayım: Bir kızım vardı. 5-6 yaşlarında, verem olmuştu. Ölmesi kesin gibiydi. Kendisine “Yalan söyleme kızım, sen şimdi sevdiklerine gidiyorsun. Burada bir kardeşin var, orada büyüklerin var, daha sonra biz de geleceğiz, sen erken gidiyorsun.” diye teselli etmeye çalıştım. Baktım gözlerinden yaş geldi.
    İşte yalanlardan biri burada söylenir, hastaya “sen öleceksin” değil “kurtulacaksın” dersin. Yalanlardan ikincisi ise barıştırarak, istediğin kişilere hep iyi sözler söylersin. Araya yalan da katabilirsin. Üçüncü yalan ise işlediğin günah çevre tarafından duyulmuyorsa söylemeyeceksin. Böylece kötü örnek olmazsın. Tarikatçılar bir işte yalan da olsa kerametle uydurup anlatmasını meşru sayarlar. İşte bu yalanlar pembe yalandır.
    Rockefeller’e pembe gazete çıkarılmış demek Rockefeller Ailesi fatura edilen zenginlerden demek. Biz onlarla uğraşırken asıl fail arkada cinlerden yani görünmeyenlerden. Pembe gazeteler olduğu gibi kara gazeteler de vardır. Pembe gazete teselli verir. Kara gazete de fitne çıkarır. Pembe yalan kara yalan. Dünyadaki basın-yayın, kara veya pembe yalanlardan ibarettir. Yalan olmayan medyaya insanlık hasrettir.

    • Saygıdeğer hocam; maşallah meseleyi ne güzel özetlemişsiniz: “Tarikatçılar bir işte yalan da olsa kerametle uydurup anlatmasını meşru sayarlar. İşte bu yalanlar pembe yalandır.” verdiğiniz diğer bir bilgi de gayet yerinde olmuş: “…hastaya “sen öleceksin” değil “kurtulacaksın” dersin.” anlayana tabii… İnşallah 100.yaş gününüzde bi kart atcam size:)

    • “Tarikatçılar bir işte yalan da olsa kerametle uydurup anlatmasını meşru sayarlar.İşte bu yalanlar pembe yalandır” ifadeniz (şâyet yanlış anlamadı isem);pembe yalan denilerek ,sanki : ‘söylenebilir,mahzuru yoktur anlamına geliyor.’ Yapmayın Süleyman Bey !

      • Sayin B Bayindir! Siz Hocayi yalniş anlamişsınız!
        İsterseniz! Önce Fehmi beyin yazısını biŕ kez daha okuyun, Karagülle hoca yazarin yazısına yorum yapmiş ve yorumunda, yalanın pembesini ne anlama geldiğinide ayrintili olarak gayet güzel
        açıklamiş.

        Bir örnek: Son zamanlardakı Cennet anahtarları dağitanlar gibi aldatmacalara pembe yalan dendiğini anlatiyor.
        Aslainda Hocanın yorumu gayet açik ve net.

  7. Dün bir gazete bayi’ine uğradım aklımda Türkiye’nin yüz akı millet vekillerinden biri olan sayın Ömer Faruk Gergerlioglu’nun TBMM de yaptığı basın toplantısı haberini aradım. gazetelerin birinci sayfalarına tek tek baktım, hiç birinde haberi göremedim, gazete alamadan döndüm, son iki senedir ilk defa gazete almaya niyetlenmiştim oysa. Sayın Ömer Faruk Gergerlioglu’nun anlattıkları kan donduran hadiselerin oldukça hafifletilmiş anlatımı olmasına rağmen haber değeri taşımıyor medyada.
    Kendisi de sesini tweter’ dan duyurmaya çalışıyor.

    • Baran arkadaş, adıgeçen mebusun soyadını hatalı yazmışsınız; geçen günlerde nurdan abla paylaşmıştı burda: “gergedanoğlu” diye yazarsanız gazete haberlerine rahatça ulaşabilirsiniz..! twitrdaki gergedan görsellerinden sözetmiyorum tabii..:)

  8. *******
    Hafiften ıslık çalıyorken sanki sesiyle,
    Rüzgar ormana nufuz etmiş nem ve sisiyle..

    Ferahlığa götürür derler tebdili mekan,
    Başka bir yerde kendini bulabilir insan!..
    …..
    Yıldıysan karşına çıkarılan her duvardan,
    Arkanı dönecek, gideceksin bu diyardan..

    Meçhule akan ıssızlıkta, ve tek başına,
    Bilemeden ne duvarlar çıkacak karşına…

    Belki o düşlediğin o tozpembe umutlar,
    Belki de fırtına, ve yine kara bulutlar….

    “Gitme, ne olur gitme” diyemem sana koçum,
    Alacağını aldın, sana yok hiç bir borcum….
    ……
    *******

    • Şair nereye böyle, daha karpuz kesecektik..:) şaka biyana nerdeyse şiire benzer karalamaların gün geçtikçe daha bir gürbüzleşip serpiliyor sanki..? Nihayet düzyazıdaki gelişimin şiire de yansıması kaçınılmazdı zaten… Şımarmak yok ama; şairin de dediği gibi “bize ancak oğulları asılmış bir kadının memeleri itimat telkin eder”

    • Üstad şiirinizin ilk beş beyitinin etkili bir anlatımı var,beğendim.Yalnız ilk beyitteki ıslık çalan ses,rüzgarın sisi tasvirleri beni zorladı;(belki de benim kusurumdur,hani iddialı değilim).Son beyitin anlatımı ise öncekilerin içli hüznüne uymamış,şiirin akışını bozmuş gibi;yani finalde bir sıkıntı var gibi.saygılar

      • Molla kasım hiçbir işi tam bitiremez ki; anca sağa sola çamur atmayı bilir o…

        • Burada çamur marka bir yorumcu varsa, o ben değilim sensin. Sn Karagülle’nin anlattığı yalan(cı) çeşitlerinden hangisine girdiğini bir düşün ve hakkımdaki yalanlarından vazgeç! AKP keyfine uygun şeyler mi yazacaktık, hatalarını göstermeyecek miydik, yani….

      • Üstad, acele karalamalar ancak o kadar olabiliyor. Biraz antreman oluyor yani….

        Tepelerden ormanın içine usulca dalan rüzgar bazen hafiften ıslık çalar, yapraklarını dökmüş ince dalların arasından süzülürken. Ve ormanı daha önce kaplamış nemli ve sisli havayla kucaklaşır… Benzer şeyler gördüğümden pek zorlanmadım. Ancak, daha uygunca ve incelikle anlatılabilirdi, tabi. Noktalı kısımlarda işin başkaca detayları da ele alınıyordu.. Ancak yetsin dedim bastım düğmeye, son iki satırı son anda ilave ederek. Biraz da gırgır olsun “goç”um dedim kendi kendime!

  9. seçimden çok kısa bir süre önce hayli yakın hayli genç bir tanıdığımızın akciğer kanseri olduğunu öğrendik, seçimden hemen sonra da yaşadığı şehire acısını ve şaşkınlığını paylaşmaya gittik. acısını diyorum çünkü insanın ölümle yüzleşmesi oldukça acı bir olay, şaşkınlığını diyorum çünkü ölümle yüzleşmek daha çok yaşlılık zamanlarımızda başımıza geleceğine inandığımız bir olay.
    şimdi sağlığına keşke daha dikkat etseydi muhasebesi yapıyor.
    bazı şeylerin kıymeti kaybedince bilinir lakin bu dahi bir kazanımdır.

    seçimden bu yana haber görecek, gelişmeleri takip edecek halimiz olmadı. yorum köşemizde de hayli heyecanlı ve tartışmalı geçtiğini tahmin ederim. dediğim gibi acımızdan gelişmeleri takip edemedim ama bana kalırsa yüksek seçim kurumu ne derse desin İstanbul seçiminin kazananı imamoğludur. ankaranın kazananı da mansur yavaştır. bunun dışında hile hurda ne varsa seçim sonucunu etkileyecek ölçüde değildir. bunu chp sonuçlara itiraz ettiği, seçimde hile var hurda var, oylarımızı çalıyorlar dedikleri zamanda böyledir diye yazdım, şimdi de böyledir. sandığa saygı duyacağız bunun dışında kimsenin bir beklentisi olmamalıdır. herkesin doğrularını tasdik edeceğiz, yanlışlarını eleştireceğiz.
    dışarı da pembe gazetelerin olmasının hiç bir sakıncası yoktur, insanın zihninde pembe gazete olmasın. bir hayal aleminde yaşamasın, sadece hayat var sanmasın, sadece görmek istediğini görmesin, gerçeklerden, hakikatten uzaklaşmasın değil mi?

    • Zor ve üzücü bir deneyim hem yakınınız hem sizin için. Dilerim yaşadığı talihsizliğin üstesinden gelir kısa zamanda.

    • Hiçbir şeyi yoktu, dün ya!…
      Acısıyla, tatlısıyla….
      İşte hayat, işte dünya!
      Geçer gider anısıyla..

      İNSAN eşyanın tabiatına uygun MADDED ve bilimin belkide hiçbir zaman keşfedemeyeceği RUHUYLA MANEN bir BÜTÜN. Maddi hasarları ortadan kaldıracak kadar güçlü maneviyat. Kalp ve beyin arasında sanki mekik dokuyan ruhun dua ile hareketlenir ancak. Beyni engaje edecek olan ruh. Hasarı tamir konusuna engaje olabilir beyin, hemen hemen her şeyin. Ruh ve beyin vucudda kumandayı ele alırsa,.. gerisi teferruat. Varsa bile herhangi bir vukuat. Demek ki neymiş, DUA? Allah’ın ile samimi bir diyalog. Gerisi tefferruat; iradeyle yüksek moral ve dua! Selam didem hanım. Yakınınıza geçmiş olsun!

    • Didem Hanım yakınını za Allahtan acil şifalar diliyor, yorumunuz için sizi tebrik ediyorum ?

      • Didem hanım selam, hoşgeldiniz, özledik sizi… Allah herkese sağlıklı uzun ömürler versin: birkaç gün önce bir resim sergisinin açılışına katıldım; italyan şehirlerinden ve akdeniz sahillerinden esinlenilmiş oldukça geniş bir yağlıboya resimler koleksiyonuydu… Ressam hanım açılıştan sonra yaptığı kısa konuşmasında iki elini de bastonunun sapı üstüne koymuş vaziyette ayakta duruyordu. Maşallah kendisi yaşına göre gayet iyi durumdaydı; kendisi 1926 doğumlu. (Karagülle hocanın kulakları çınlasın, nice yıllara diyoruz kendisine..:) yaşlılıkta da ölümün akla gelmemesi güzel bişeydir(bence) ama şairin de dediği gibi: “ne ölümden korkmak ayıp ne de düşünmek ölümü…” sağlıcakla..!

    • Ebedi hayat yolunun gerçekleri, hakikati arayanların ışığı oluyor.”Lezzetleri acılaştıran ölümü çok zikrediniz.”Yakınınızın hastalık musibeti inşaallah ebedi hayatının kurtulmasına vesile olur.

    • gerçekten çok değerli olan mesaj ve temennileriniz için çok teşekkür ederim.

  10. Rockefeller için bir tane pembe gazete çıkarılmış çok mu?
    Bizde onlarca pembe gazete ve pembe tv var.
    Her gün yıkama yağlama yalama okşama şirin görünme ile meşguller.
    Habercilik mi? O da neymiş?

  11. Bana göre üç tür eleştirmen,
    üç tür medya mensubu var:

    1.Birincisi yanlışları söyler,
    muhatabını yanlıştan döndürmeye çalışır,biliyorsa
    doğrusunu da söyler. Siyasetçiler için,yöneticiler için bu tür eleştiriden faydalı bir şey yoktur,ilaç gibidir.Ben
    Tayyip Erdoğan’ın bu tür
    eleştirileri dinlemekten imtina etmediğini,bilakis faydalandığını düşünüyorum.
    Günlük olarak takip ettiğim
    Star ve Yenişafak’ta sanılanın
    aksine bu tür eleştiriler sık sık çıkıyor.

    2.Siyaseten karşı oldukları
    kişinin hatasını,yanlışını sevenler,bir hata yapsa da üzerine bir çullansak diye ellerini oğuşturanlar.Bunlar muhataplarının hizmetlerininden,iyi işlerinden hiç hazzetmezler.Çünkü vuracak yer bulmakta zorlanırlar bu takdirde.Bu tipler kendileriyle bile barışık değildirler.Böylelerinden kendilerine,tuttukları partiye ve memlekete bir hayır gelmez.Muhalefet cenahında
    bu tiplerden mebzul miktarda
    var.

    3.Üçüncü grupta Fehmi Koru’nun bahsettiği tipler
    gelir.Bunlar doğruya doğru
    dedikleri gibi,yanlışa da doğru
    derler.Bunların tuttukları kişiye
    faydası olmadığı gibi zararları
    dokunur.Bu tipleri okumadığım için sayıları hakkında bir fikrim yok.Ancak
    ikinci grupta tarif ettiğim tipler,iktidara geldikleri takdirde 5 dakkada üçüncü
    gruptaki tiplere dönüşürler.

    • – Kim?
      – Muhsin Çelebi.
      Sadrazam bu adamı tanımıyordu. Sordu:
      – Burada mı oturuyor?
      – Evet.
      – Ne iş yapıyor?
      – Biraz zengindir. Vaktini okumakla geçirir. Tanımazsınız efendim. Hiç büyüklerle ahbaplık etmez. Büyük mevkiler istemez.
      – Niye?
      – Bilmem ama, belki “düşüşü var” diye.
      – Tuhaf…
      – Ama çok yüreklidir. Doğrudan ayrılmaz. Ölümden çekinmez. Birçok kez savaşmıştır. Yüzünde kılıç yaraları vardır.
      – Bize elçi olmaz mı?
      – Bilmem.
      – Bir kere kendisini görsek…
      – Bilmem, çağırınca ayağınıza gelir mi?
      – Nasıl gelmez?
      – Gelmez işte… Dünyaya minneti yoktur. Şahla dilenci, gözünde birdir.
      – Devletini sevmez mi?
      – Sever sanırım.
      – O halde biz de kendimiz için değil, devletine hizmet için çağırırız.
      – Deneyiniz efendim….
      Sadrazam, o akşam kâhyasını Muhsin Çelebinin Üsküdar’daki evine gönderdi. Devlet, ulus hakkında bir iş için kendisiyle konuşacağını, yarın mutlaka gelmesi gerektiğini yazmıştı.

      Muhsin Çelebinin geldiğini bildirdiler.
      – Getirin buraya…. dedi.
      İki dakika geçmeden odanın sedef kakmalı, ceviz kapısından palabıyıklı, iri, levent, şen bir adam girdi.

      Muhsin Çelebi çok doğal bir sesle sordu:
      – Beni istemişsiniz, ne söyleyeceksiniz efendim?
      – Şey…
      – Buyurunuz efendim.
      – Buyur oğlum, şöyle otur da…
      Muhsin çelebi, çekinmeden, sıkılmadan, ezilip büzülmeden çok rahat bir hareketle kendine gösterilen şilteye oturdu.
      …….
      Muhsin Çelebi her türlü aşağılanmayı sindirerek yüksek mevki tepelerine iki büklüm tırmanan maskara, tutkulu insanlardan, kendine saygı duymayan kölelerden, güçsüzler gibi yerlerde sürünen pis kölelerden tiksinirdi. Hatta bunları görmemek için insanlardan kaçar olmuştu. Yalnız savaş zamanları Guraba Bölüklerine kumandanlık için ortaya çıkardı. Huzurda serbest, içinden geldiği gibi oturuşu sadrazamı çok şaşırttı. Ama kızdırmadı:
      – Tebriz’e bir elçi göndermek istiyoruz. Tarafımızdan sen gider misin oğlum?
      – Ben mi?
      – Evet
      – Ne ilgisi var?
      – Aradığımız gibi bir adam bulamıyoruz da…
      – Ben şimdiye kadar devlet memurluğuna girmedim.
      – Niçin girmedin?
      Muhsin Çelebi biraz durdu. Yutkundu, Gülümsedi.
      – Çünkü ben boyun eğmem, el etek öpmem, dedi. Oysa zamanın devletlileri mevkilerine hep boyun eğip, el etek, hatta ayak öpüp, bin türlü yaltaklanmayla, ikiyüzlülükle, dalkavuklukla çıktıklarından, çevrelerine hep bu aşağılayıcı geçmişlerin çirkin hareketlerini tekrarlayanları toplarlar. Gözdeleri, nedimeleri, korudukları, hep alçak ikiyüzlüler, ahlâksız dalkavuklar, namussuz maskaralardır. Yiğit, doğru, kendisine saygılı, özgür vicdanının sesine kulak veren bir adam gördüler mi, hemen kin bağlarlar, yıkmaya çalışırlar. Gedik Ahmet Paşa niçin hançerlendi, Paşam?
      Sadrazam yavaşça dişlerini sıktı. Gözlerini süzdü. Tuttuğu kâğıdı buruşturdu.
      …..
      Yine Muhsin Çelebi’ye baktı. Ortasında geniş bir kılıç yarasının izi parlayan yüksek alnı… al yanakları… yeni tıraşlı beyaz, kalın boynu… biraz büyücek, eğri burnu… ince sarığı… tıpkı Şehname sayfalarında görülen eski kahramanların resimlerine benziyordu. Evet, bu alnında yarası görülen kılıcın yere düşüremediği canlı bir kahramandı.
      …..
      İnsaflı sadrazam, vicdanının ruhunda yankılanan sesini, gururunun karanlığıyla boğmadı. “Tam bizim aradığımız adam işte…” dedi. Bu kadar korkusuz bir adam, devletine, ulusuna yapılacak hakareti de çekemez, ölümden korkarak, göreceği hakaretlere eyvallah diyemezdi. Kavuğu hafifçe salladı:
      – Seni Tebriz’e elçi göndereceğiz.
      Muhsin Çelebi sordu:
      – Katınızda bu kadar nişancılar, kâtipler, hocalar var. Niçin onlardan birini seçmiyorsunuz?
      – Sen Şah İsmail denen kötü ruhlu adamın kim olduğunu biliyor musun?
      – Biliyorum.
      – Devletini seviyor musun?
      – Seviyorum.
      Yüce sadrazam doğruldu. Arkasına dayandı:
      – Pekala öyleyse… dedi, bu kötü ruhlu adam “elçiye zeval yok” kuralını kabul etmez. Bizimle boy ölçüşme davasındadır. Er meydanında bize yapamadıklarını, bizim göndereceğimiz elçiye yapmak ister. Ola ki işkenceyle idam eder. Çünkü Tanrı’dan korkusu yoktur. Oysa elçimize yapılacak hakaret devletimize demektir. Bize öyle bir adam gerekli ki, hakaret görünce başından korkmasın… Bu hakareti aynen o kötü ruhlu adama iade etsin… Devletini seversen, sen bu fedakârlığı kabul edeceksin!
      Muhsin Çelebi hiç düşünmedi:
      – Ettim efendim, ama bir koşulum var… dedi.
      – Ne gibi.
      – Madem ki bu bir fedakârlıktır, ücretle olmaz. Karşılıksız olur. Devlete karşı ücretle yapılacak bir fedakârlık, ne olursa olsun, gerçekte kişisel bir kazançtan başka bir şey değildir. Ben maaş, makam, ücret filan istemem… Karşılık beklemeden bu hizmeti görürüm. Koşulum budur!
      – Ama oğlum, bu nasıl olur? Onun elçisi çok ağır giyinmişti. Atları, hizmetkârları kusursuzdu. Bizim elçimizin atları, hizmetkârları, giysileri daha gösterişli, daha ağır olmalı… Bunlar için mutlaka hazineden sana birkaç bin altın vereceğiz. .
      Muhsin Çelebi döndü. Önüne baktı. Sonra başını kaldırdı:
      – Hayır, dedi, hazineden bir pul almam. Gerekli göz alıcı muhteşem takımlı atları, süslü hizmetkârları ben kendi paramla düzeceğim. Hatta…
      Sadrazam gözlerini açtı.
      – … Hatta sırtıma Şah İsmail’in ömründe görmediği ağır bir şey giyeceğim.
      – Ne giyeceksin?
      – Sırmakeş Toroğlu’ndaki, kumaşı Hint’ten, harcı Venedik’ten gelme, “Pembe İncili Kaftan”ı alacağım.
      – Ne… O kadar parayı nereden bulacaksın, oğlum?
      Sadrazamın şaşmaya hakkı vardı. Bir ay önce tamamlanan, üzeri ender bulunur pembe incelerle işlemeli bu kaftanın ününü İstanbul’da duymayan yoktu. Vezirler, elçiler, padişaha armağan etmek için Toroğlu’na başvurdukça, o fiyatını artırıyordu. Muhsin Çelebi bu ünlü kaftanı nasıl alacağını anlattı:
      – Çiftliğimle mandıramı ve evimi rehine vereceğim. Tüccarlardan on bin altın borç toplayacağım, iki bin altını atlarla hizmetkârlara harcayacağım. Geriye kalan sekiz bin altınla da bu kaftanı alacağım.
      Sadrazam bu davranışı uygun bulmadı:
      – Geldikten sonra bu kaftan senin işine yaramaz. Yalnız bir gösteriş aracıdır. Mallarını elinden çıkaracaksın. Yoksul düşeceksin.
      – Hayır, sekiz bin altına alacağım kaftanı altı ay sonra Toroğlu benden yedi bin altına geri alır. Yedi bin altınla ben çiftliğimi rehinden kurtarırım. Geri kalan borçlarımı ödeyemezsem, varsın babamın yadigâr bıraktığı mandıram devlete feda olsun… Devletten hep alınmaz ya… Biraz da verilir!
      Muhsin Çelebi’yle konuştukça sadrazamın şaşkınlığı artıyordu. Yüreği rahatladı. İşte küstah, türedi bir hükümdara haddini bildirmek için gönderilecek uygun bir adam bulunmuştu. Gülüyor, ağır ağır kavuğunu sallıyordu. Divanın nazik, korkak, hesapçı çelebileri canlarıyla mallarını çok severlerdi. Bunlardan biri elçi gönderilse, devletinin onurundan çok alacağı bağışı düşünerek, kendisine yapılan her hakareti kabul edecekti. Sadrazam, Muhsin Çelebi’yi yemeğe alıkoymak istedi. Başaramadı, giderek onu ta sofaya kadar uğurladı.
      … Altı ay içinde Muhsin Çelebi büyük çiftliğini, mandırasını, evini, dükkânlarını, bahçesini, bostanını rehine koydu. Tüccarlardan para topladı. Atlarını düzdü. Bunların hepsi gerçekten eşi görülmedik derecede göz alıcıydı. Dönüşte yedi bin altına iade etmek koşuluyla Toroğlu’ndan ünlü Pembe İncili Kaftanı da aldı. Genç karısıyla iki küçük çocuğunu akrabasından birinin evine bıraktı. Altı aylık nafakalarını ellerine verdi. Sonra padişahın mektubunu koynuna koyarak yola düzüldü.
      ………

      ********
      PEMBE DENİNCE AKLIMA ÖMER SEYFETTİN’İN ‘PEMBE İNCİLİ KAFTAN’ HİKÂYESİ GELDİ.ALINTI YAPTIĞIM KISMI EPEY UZUN OLDU.SİTE-SÜTUN SAHİBİ FEHMİ BEY’DEN VE MÜDAVİMLERDEN ÖZÜR DİLERİM.
      SÖYLENMİYENLERİ-SÖYLENEMİYENLERİ, O DEVRİN MUHSİN ÇELEBİ’Sİ VAKTİ ZAMANINDA SÖYLEMİŞ…
      HAYALLERİ ÇALANLAR,İNKİSÂR-I HAYALE UĞRATANLAR; HAYALPERESTLİKTEN KURTULMAMIZ İÇİN ÇOK ACI, VE TELÂFİSİ (EN AZ ..) BİR NESLE MÂLOLACAK BİR SERENCÂMA DÜŞÜRDÜLER..
      LÂFIN TAMAMINI SÖYLEMİYELİM AMA HİKÂYENİN TAMAMINI MENBAINDAN OKUYALIM DERİM…

      • Ömer Seyfettin’in Pembe İncili Kaftan isimli hikayesini okuyalı yıllar oldu.Unutmuş da değiliz.
        Bu günün Muhsin Çelebi’leri “Dünya beşten
        büyüktür”diyenlerdir.

        “Güneydeki sevilen ülkenin
        otoritesine saygılı olun” diyen ve hala onun peşinden gidenler değildir.

        • Bekir bey, ağzınıza sağlık, pek güzel özetlemişsiniz! Elemanlar 40 yıldır ördükleri ihanet hırkası başlarına geçirilince şimdi de bizim pembe incili kaftana mı göz dikmişler? En son yavuzun türbesindeki kaftanını araklayıp amerikalardan hilafet kisvesiyle dönecek oluyordu sümüklü psikopat..! Buyursunlar, dünyanın en büyük havaalanı da hizmete girdi zaten:)

        • Bekir abi! Türkiye’de 2000 civarında köşe yazarı yazılariyla bizi dünyadan haberdar ediyorlarmış ama sen star ve yeni Şafak gazetelerinin dışına çıkma! mazallah gözün açılır uykularin kaçar sonra!

          • Baran kardeş!

            Aynı zamanda sıkı bir Karar okuruyum.Biliyorsun Karar muhalif.Burada Fehmi Koru’yu da okuyorum bildiğin gibi.Kitaplarla da aram iyidir.Biraz da Twittera bakıyorum. Yetmez mi?Herhalde dünyaya sırf gazete okumak için gelmedik.

        • *****
          Bir de, bir Çanakkale Kahramanını işaret edeyim.Parmağıma değil, işaret ettiğim vak’adaki haysiyetli kahramanın başımıza kakmadan,ama döneminin hayat sürenlerinin tamamını okka altına atan hâlini, sessiz sedâsız ve yoksul bir şekilde ‘Sahib-i aslî’ye teslimiyetine dikkat çekiyorum:

          ” KENDİSİNE YILLAR SONRA BAĞLANAN CÜZ’İ MAAŞI ALMAYAN,HAYATINI ORMANDAN TOPLADIĞI ODUNLARI SATARAK SÜRDÜREN,HAYSİYETİNDEN TÂVİZ VERMEDEN,KAHRAMANLIĞINI DÜNYALIĞA TAHVİL ETMEDEN,SESSİZ-SEDÂSIZ VE YOKSUL BİR ŞEKİLDE, 50 YAŞINDA VEREM HASTASI OLARAK VEFAT EDEN SEYYİD ONBAŞI “

          • Milletin bozkurtu halisdemir de seyit onbaşı gibi 12den vurmadı mı mankurtu..?

          • Ayran içiyorum,çay içiyorum.

            Sizin gibi haşhaştan imal edilen müskiratla aram iyi değil Gurbet.

      • Ben yontma taş devri ilkelliğinden geliyorum. Dua edin bende ilerliyeyim inşaallah.

  12. Bir insanın ,herhangi bir alanda,bulunduğu konuma geliş şekli, sonraki hayatının gidiş şekli açısından çok önemli .Kısa hayatımızda bunun birçok örneğine şahit oluruz.Kişi bulunduğu yere alın teri , göz nuru , çaba,çalışması ile hakederek gelmişse yapacağı işlerde buna göre şekillenir Yok Torpil,yalan,kayırma, eş ,dost ,akraba,kul hakkı yenerek gelinmişse hayatın gidişatı buna göre şekilleniyor.Bunun örneklerini Basın-Yayın alanındada görüyoruz ,bazı gazeteciler , köşe yazarları ne kadar cilalanırsa cilalansın gürültü patırtıyla köşelerini dolduramıyorlar, Bazı yazarlarda var köşe yazmasada, uzak durmaya çalışsalarda onların köşelerindeki boşluk dolmuyor , eksiklikleri hep hissediliyor .Kuruntularını fikir zannedip ,saçmaladıkça saçmalayanların ,yazdıklarını okuyunca ; Mesleğinin ahlakına ve Fikri takip kabiliyetine sahip olanların değerini daha çok anlıyoruz, Allah sayılarını artırsın..

  13. A HABER de tam böyle bir kanal.Bizim sarayda da o mutlaka sürekli açıktır.Ama en önce reisi satacak olan gemiyi terk edecek olanlar da bu gibiler.Hele geminin su aldığını bir görmesinler.Sağduyulu ve akl-ı selim eleştirileri güç zehirlenmesindeki iktidar ne zaman görür ve yağcı yalaka takımı trolleri ayıklarsa o zaman eriyiş durur .Yoksa inişe geçilmiş durumdadır.

  14. BAŞKENT VE SİYASET-WASHİNGTON’UN İÇİNDEN
    Mehmet Tekelioğlu
    Zaman zaman okuduğumuz bir yazı veya kitap için, “hay Allah, ben bunu niye vaktinde görmemişim” diyerek hayıflandığımız olur. Bugünlerde önümde öyle bir yazı var. Amerika’daki bir yakınım haberdar etti beni bu yazıdan.
    Yazı, Amerika başkenti Washington’un, politikacılara ve yönetimde çalışanlara nasıl kimliklerini kaybettirdiğine dair tespitlerle dolu… Başlığı şöyle: “Ülkedeki en büyük komplo: Başkent”. Buradaki başkentin Washington olduğunu söyleyelim de yanlış anlamak için dört dönen arkadaşları günaha sokmayalım. Bir “Türkçe Amerika gazetesi” olan Amerika Bülteni’nde çıkan bu yazının sahibi Cemal Tunçdemir. Onun T24 internet haber sitesinde çıkan son yazısından da sizi haberdar edeyim. Yazı “Kitaplarda okuduklarımızı unutuyorsak hâlâ neden okumalıyız?” adını taşıyor. Ben de okuduklarımı unutmaktan şikâyetçiydim. Bu yazı beni rahatlattı, okuyun, siz de rahatlarsınız…
    …….
    …….
    Cumhuriyetçi Partili Oklahoma Senatörü Tom Coburn’dan aktardıkları da önemli yazarımızın:
    Uyuşturucu bağımlılarını tedavi eden bir doktor olarak Coburn, insanlardaki, güce temayülü, morfin bağımlılığına benzetiyor: ‘Tıpkı morfin gibi iktidar da onu elde edenlerin hissiyatını kör eder ve muhakemelerini zayıflatır. Bu da politikacıların hem karakterlerinin hem de demokrasimizi yıkıma uğratan kararlarının ana sebebidir.’
    Tevazu sahibi olmak olgun insanların işidir. İşin tuhafı da kimse tevazuu başkasına bırakmaz. Tevazudan bahsederken bile benlik duygusunun baskın olduğu nice vaka biliriz. Üstelik bu “ben” genişledikçe genişler ve bazen ‘biz’ halini alır. Artık önemli meseleler ben ile değil biz ile yankı bulur. Amerika’da da varmış böyle haller:
    Başkent bir yönüyle bir ‘benkent’tir. Zira hastalıklı başkent kültüründe her şey ‘ben’ üzerine kuruludur. Herkes, her durumda sadece kişisel olarak ne kazanacağının, ne kaybedeceğinin hesabını yapar. Senatör Lieberman’ın danışmanı Marshall Wittman, ‘başkentte kendi adınızdan daha tatlı bir sözcük yok’ diye anlatıyor bu mayhoşluğu… Gazetelerde adını okumak, televizyonlarda duymak müthiş bir keyif verir sahibine./…/ Bunun dolaylı sonucu olarak başkent kültüründe, ‘vefa’ diye bir şey yoktur.
    Cemal Bey bir de kimlik hırsızı sendromundan söz ediyor. Biliyorum, çok uzun oldu ama sonuna geldik. Şöyle:

    This Town* yazarı, psikolojide ‘kimlik hırsızı sendromu (impostor syndrome) denen hastalığın, başkentin herkese bulaşan psikolojik nezlesi gibi olduğunu belirtir. Yani, gerçekte kim olduğunun veya çapının büyüklüğünün ifşa olacağı korkusu. Çünkü başkentte ehliyetli ve hakkıyla bir yere gelen insan çok azdır. Herkes bu psikolojik gerilimi yaşar. Sahtekârlığının, yetersizliklerinin, eksiklerinin ifşa edileceği korkusu bünyelerinden hiç eksik olmaz. Kimse kimseye gerçekte güvenmez./…/ Başkent insanını, alkışlanmak kadar motive eden ikinci şey unvanlarıdır. Başkent insanının adı değil statüsü olur. Televizyonlara çok çıktıklarından dolayı herkesin tanıdığı kişiler bile kendini tanıtırken, ‘profesör doktor’, ‘daire başkanı’, ‘idare amiri’, ‘grup başkanvekili’, ‘başkan yardımcısı’ vs gibi unvanlarla tanıtır. En gayr-ı resmi konuşmalarda bile ‘bakanım’lar, ‘vekilim’ler, ‘müdürüm’ler, ‘paşam’lar ve daha nice unvanlı hitaplar havada uçuşur. Başkent insanı, unvanı anılmadığında kendisini çıplak hisseder.
    Size yazının tamamını okumanızı öneriyorum.
    Bir merakımı da fısıldayayım size: Cemal Tunçdemir, Washington’u bildiği kadar Ankara’yı da biliyor mu yoksa ?
    15 Şubat 2019
    http://www.ocakmedya.com/ocak_yazar/2019/02/15/baskent-ve-siyaset-%CB%97-washingtonun-icinden/

    *( “New York Times gazetesinin pazar dergisinin Washington DC temsilcisi Mark Leibovich, 2013 yılında yayınladığı, ‘This Town- Bu Şehir’ )
    ******************

    ehmet Tekelioğlu

    • Çok teşekkürler B.bayındır.
      Roma hukukundan gelen bir hukuk kavramı vardır.
      HİÇ KİMSE SAHİP OLDUĞUNDAN FAZLASINI VEREMEZ;diye.
      Evet bunun gibi ;HİÇBİR TOPLUM HAK ETMEDİĞİNDEN FAZLASINI ALAMAZ.
      Halk su gibidir.
      SUYUN BİLEŞENLERİ VE ORGANİK YAPISI NASILSA İÇİNDE YETİŞECEK MAHLUKATIN KARAKTERİ DE ONA UYGUN OLMAK ZORUNDADIR.
      Su ne kadar temizse içindekiler de o kadar güzel ve temiz canlılar olur.
      Su ne kadar kirli ise içinde yaşayabilen canlılar ya kötü ,faydasız yada zararlı canlılar olur.
      SUYUN KİMYASI DEĞİŞMEDEN İÇİNDE HAYAT BULANLARIN KİMYASI DEĞİŞMEYECEKTİR.
      Temiz canlılar kirli suda yaşayamaz.
      Kirli suda yaşayabilenlerin nasıl özelliklere sahip olduğunu herkes bilir.
      ÖNCE SUYU TEMİZ TUTMAK VEYA TEMİZLEMEK LAZIM.

      • Sn. Avam, su demişken; yakında iski chp nin eline geçince temiz su, pis su neymiş anlarsın..:) roma hukukuymuş; yolda görsen tanır mısın acaba..?

  15. Tarih tekerrür den ibarettir deniyor .Mehmet Akif merhum “Hiç ders alınsaydı eder miydi tekerrür “demiştir.1994 yılında Refah partisine karşı ne yapıldıysa öğünün mağdurları ,bugün aynısını kendileri mağrur olarak karşı tarafa aynısını yapıyorlar.Karsi tarafın bir başarı kutlamasına bile izin vermiyorlar.Ben buna “DEVLET RUHU “diyiyorum.Artik nasıl anlarsaniz.

  16. Biz hep Akp’nin yanlışlarını anlatıyoruz.Bence CHP ne söylüyor,ona bakmak gerekiyor,kazanmalarının sebebi budur.Kemal bey seçim gecesi Zaferiniz! Söylemine itiraz ederek, “hayır bu başarı, zafer düşmana karşı kazanılır” diyerek cevap vermiştir.Ekrem İmamoğlu ise,Cumhurbaşkanına Çamlıca camisinde “Biz nasıl olurda onun(Ekrem İMAMOGLU) emrinde çalışacağız demesine , EKREM
    B eyin “Bana değil İstanbul halkına çalişacak” bu minval üzeri sözleri,fıstık satan okul çağındaki Cebraile “OKul nasıl gidiyor “sorusuna çocuğun utangaç cevabı üzerine “Sen niye utanıyorsun utanmasi gereken bizleriz” demesi kalplere giden yolu yakalamış olduklarının göstergesi

    • Gelenek ile kültürün adım adım CHP’yi demokratikleştirdiği bir sürecin yaşandığını düşünüyorum. Seküler yaşam tarzı kutsaması, dindarlığın gündelik yaşamdaki görünürlüğüne duyulan şımarıkça allerji, tedrici olarak törpüleniyor CHP’de.

      Başörtülü hanımlara rozet takmak, Sayın Bekaroğlu’nu partiye davet edip ona yönetim kademesinde yer vermek gibi yüzeysel, dolayısıyla -haklı olarak- inandırıcı bulunmayan adımların ötesine geçiliyor yavaş yavaş. Bunda, geleneksel CHP zihniyetinin çığırtkan temsilcilerinden biri olan M. İnce’nin uğradığı hezimetle İamamoğlu performansının karşılaştırılmasının da rolü var bence. Bu açıdan bakıldığında, Kılıçdaroğlu hiç de kolay olmayan bir süreci iyi yönetir görünüyor.

      Dindar muhafazakar yığınların AK Parti eliyle siyasetin merkezine taşınması, tarihsel bir gelişmeydi. CHP, seçim kazanmadan iktidar olma konforunu yitirmiş oldu. Ardı ardına yaşanan seçim yenilgileri sonrası umutsuzlukla siyasete küskünlük arasında gidip gelen CHP seçmeni, onyıllardır ilk defa gülümseyebildi. İsmi aday olarak ilan edildiğinde parti içinde ve kimi seçmenlerde homurtularla karşılanan İmamoğlu’nu bağırına basacak görünüyor.

      Bolu’da seçim kazanan CHP’li aday, görev teslim töreninde vazifesine Kuran’ı öperek başladı -yaygara kopmadı.

      Kılıçdaroğlu ve eikibi doğru yolda ilerliyor; enerjisini gelenekle kavga etmek için tüketen CHP,doğru olanı yaptığında bunun bir karşılığı olduğunu yeni yeni görmeye başlıyor.

      Haydi hayırlısı diyelim, sürecin devamını dileyelim.

      • Bernar bey tesbitleriniz ćok doğru ben bir kaç örnek daha vermek istiyorum.Kılıçtaroğlunun başörtüsü zulmü varken yök e söylediği söleride hatırlarsak üniversitenin önünü açın isteyen istediği gibi kıyafetiyke okuyabilmeli demişti,Ben kılıçtaroğlunun halkın taleplerini anlayıp ona göre chp yi dizayn ettiğini ve doğru şeyler yapt8ğını düşünüyorum.Sevgilerimle

        • Erdem bey! Kılıçdaroğlu hakkindaki görüşlerinize katiliyorum, ve çok önemli olan bir konuyada ben dokunmak istiyorum.
          Kılıçdaroğlu, ihtidarin oyununa gelmeyerek milleti ıç savaştan kurtardı.
          Peki oyuna nasil gelmedi?
          Onu anlatmaya gerek yok herkes farkinda, fakat Erdoğan! milleti sokağa dökmek için hakaret iftira ve bunlara benzer oyunlar esliginde çok gayret gösterdi bir türlü muafak olamadi halen dahada devam ediyor.

          • Sayın Kılıçtaroğlunun seçimlerde vurguladığı Hak Hukuk Adalet talebini kimleri rahatsız ediyor diye Ak partili arkadaşlar ellerini kafalarına koyup biraz düşünsünler derim anlayan anladı bence….

  17. Rockfellere özel gazeteye pempe gazete deniyorsa bugünkülere pespembe demek lazımdır.pespembe gazeteleri yayına hazırlayanların suratlarıda kıpkırmızıdır.
    O kıpkırmızılık bir utanç damgası olarak gelecek nesillere aktarılacak.

  18. Yılmaz ozdil hariç bütün yazarlar baskı altında olduğunu düşünüyorum. Yılmaz Ozdil de Cumhur başkanı eleştirirken bazen eleştiri dozunu aştığı için sevmiyorum. Zaman iktidarı ben de eleştiriyorum ama dozu kacirmiyorum. Tv ve gazetelere gelince takip etmiyorum. Çünkü hepsi birer emir kulu olmaktan öteye gidemiyorlar. Herhalde ya Silivri ya da işsizlikten korktukları için öyle yazıp ciziyorlar.
    SAYGILAR SEVGİLER

    • özgürlük, cesaret ister sayın karaca! yazarlar öncelikle kendilerini baskı altına alıyorlar.
      – Yıllar önce, tutsakların ürettiklerinin sergilendiği bir sergiyi gezmiştim. büyük sabır isteyen biryığın elişi vardı. Bir tanesindeki yazı aklımda kaldı: “Önemli olan kafayın içinin özgür olmasıdır” yazıyordu.
      – islamcı yazarlara bakıyorum da, (sayın koru da dahil), “akp fabrika ayarlarına dönmeli”den daha fazla bir eleştiriden imtina ediyorlar. fabrika ayarı mı kalmış. yanlışları bir türlü, direk olarak eleştiremiyorlar. Doğal olarak troller de, “dudağını büzüşünden ömer diyeceği belli” ya da “sizin gizli gündeminiz hükümeti devirmek” vb. laflar ediyorlar.
      – Yani aslında, bunlara bu şımarıklığı, bu hukuksuzluğu, bu ahlaksızlığı biz, korkularımızla, tavırlarımızla hediye ediyoruz. Bunları biz adaletten ayırıyoruz.

      • yılmaz özdil ile ilgili olarak ise…: yılmaz özdilin yazılarını ben de okuyorum. hiç de aşırı birşey bulmadım. olabilir, siz farklı değerlendirebilirsiniz. Ancak şurasını unutmayın! fehmi bey dahil pek çok kişi, yılmaz özdil gibi bedel ödemeyi göre alan yazarlar sayesinde “akp fabrika ayarlarına dönmeli” diyebiliyorlar. Yılmaz özdil gibileri de olmasa, fehmi bey bu kadar eleştiriyi de yapamaz. o nedenle, bedel ödemeyi göze alan insanların değerini bilmek lazım.

Yoruma kapalı.