Medyada medeni ölüler ve müstakbel medeni ölüler…

6
Gazeteler...
Reklam

Sabahın erken saatlerinde kalkıp internete yüklenmiş gazetelerin haberlerine göz atıyorum; sonra da –her gün ocakmedya.com sitesine koymak üzere o günün bence önemli yorum katkılarını belirleme görevini üstlendiğim için– yazarların yazılarını tek tek okuyorum.

Yazarlar ne yazdıklarını sonradan unutsalar bile, bu görevim sayesinde ben unutmam.

O sayede geçen gün “Tayyip Erdoğan da olmasa köşeler boş kalacak” tezini işleyen bir yazıya imza atabildim.

Tezim sonradan epey konuşuldu.

Bugün de beni çok şaşırtan medyadaki yeni bir eğilimden söz edeceğim.

Kimi bodozlama yazıyor, kimi kinayeli

Daha önce bu yolu hiç denememiş bazı isimler, ‘dolaylı anlatım’ veya ‘tersten vuruş’ diyebileceğimiz bir yönteme başvurur oldular.

Özellikle de parti, hükümet ve külliye çevrelerinin değer verdiği bilinen gazetelerin yazarları.

Hala doğrudan bodozlama yazanlar da var ama.

Reklam

Bodozlama yazanlar sonunda istedikleri sonucu alıyorlar.

Güçlü çevrelerin beğenisine sahip olan yazarlar şöyle bir yol izliyorlar: İlk olarak bazı isimleri hoş olmayan ifadelerle yazılarına konuk ediyorlar… Öylesine, fazla önem vermezmişcesine… Ardından aynı isimler bir daha bir daha küçümsenen sıfatlar kullanılarak aynı köşelere konuk oluyor… Bazen aynı yerlerden aynı derecede kabul gördüğü bilinen başkalarının da soloyu koroya çevirdiği oluyor…

Kısa süre sonra, bir bakıyorsunuz, hedef seçilen yazar gazetedeki köşesini kaybedivermiş…

TRT’de o uygulama hala devam ediyor mu, bilmiyorum; bir ara Pazar sabahları ‘kovboy filmleri’ yayınlardı TRT…

Kovboylar öldürdükleri kızılderilerinin sayısını tabancalarına çentik atarak tutarlar; kızılderililer ise deri kemerlerini aynı amaçla kullanırlardı.

İstenmeyen yazarları yerlerinden etme konusunda mahir kişinin silahlarında çok sayıda çentik var.

Onlara bir de sıfat taktıkları biliniyor: ‘Medeni ölü’

Medyamız ‘medeni ölüler’ ile dolu

‘Medeni ölü’ olan, gazetesinde köşesini kaybettiği gibi, bir gün öncesine kadar seçici davranmak zorunda kalacak kadar çok davet aldığı televizyon kanallarınca da aforoza uğruyor.

Reklam

‘Aforoz’, biliyorsunuz, orta çağlarda, kilisenin görüşlerini beğenmediği kişileri ‘din-dışı’ ilân etme uygulamasıydı. Aforoz edilen kişi, o çağlarda, içecek su bile bulamaz hale getirilirdi.

Kimisi yakılır veya başka yöntemlerle öldürülürdü.

Bizde şimdilik ‘ölüm’ söz konusu olmuyor; aforoz edilen yaşamaya devam ediyor, ama ‘medeni ölü’ olarak…

Şu günlerde ‘medeni ölüler’ arasına katılmaya namzet bir-iki isim daha var medyamızda; iplerin ne zaman ve nasıl koparılacağını merakla izliyor ve gözlüyorum.

Bodozlama yazanlar, hedef seçtikleri yazarlar hakkında hoş olmayan ifadeler kullanıp onların medya dışına itilmesini sağlayanlar bir-iki kişiden ibaret değil. Sayıları hayli fazla onların.

Onlar birisi hakkında yazınca, gazetelerin sahipleri veya yöneticileri, “Ha, demek ki, bunlar artık istenmiyor” diye düşünüp icabına bakıyorlar.

‘İcap’, yazılarına son vermek, ekranlara davet etmemek şeklinde gerçekleşiyor.

Bazı gazete sahipleri yaptıklarını içlerine sindiremiyor, bu sebeple, “Yazmasın, ama maaşını ödemeye devam edelim” yöntemi uygulatıyor.

Evet, bu durumda olan birkaç yazar biliyorum.

Bu da bir başka yöntem

‘Dolaylı anlatım’ veya ‘tersten vuruş’ yöntemi uygulayanlar hedef seçtikleri kişiye saldırırken, onların sütunlarına yansıtmadıkları görüşleri onlara atfederek bunu yapıyorlar.

Yaranmak istedikleri kişi veya kişilere toz kondurmak zaten kolay değil; hedef seçilen yazarlar da bu yüzden muhalif görüşlerini rahatça ifade edemiyor, çoğu zaman genel eleştirilerle yetinmek zorunda kalıyorlar.

Ancak onları hedef seçenler için bu durum fazla önem taşımıyor; saldırı yazılarında hedefteki yazarların asla kullanmadıkları sert eleştirel ifadelere yer vermekten geri durmuyorlar.

Onların yazar eleştirilerini okuduğunuzda, atfedilen görüşler yüzünden, Türkiye’nin dünyanın en demokratik ülkesi olduğu zehabına kapılmamak elde değil.

Çünkü, sanki hedef seçtikleri kişi onları bu açıklıkta yazmış gibi, hiç işitilmemiş yanlışlıkları ve en ağır hakaretleri birbiri ardına sıralamaktan kaçınmıyorlar.

Yarın, öbür gün, gerekirse, “Bunu ilk ben yazmıştım” diye övünebilirler…

En yukarıda her sabah neredeyse bütün gazeteleri ve köşe yazılarını büyük bir dikkatle gözden geçirip okuduğumu yazmıştım.

Okuduğum yazarların hiç yazmadıkları sertlikte eleştirilerin, onları hedef alan kişilerin yazılarında, onlara atfedilerek yer verildiğini görüyorum.

Görüyor ve şaşırıyorum.

“Acaba bu da onların eleştiri yöntemi mi?” diye düşündüğüm çok oluyor.

Öyle ya; söylenmemiş sözleri, yazılmamış görüşleri sanki söylenmiş veya yazılmış gibi sunmak çok akıllıca bir eleştiri yöntemi değil mi?

Fark etmediğimizi sanmasınlar diye, bu yöntemi izleyenleri yakın takibime almış bulunuyorum.

Takibe aldım diye bir şey olacak değil; sadece henüz kimselerin dillendiremediği yanlışlıkları onlar sayesinde öğreniyorum ya, bu da bana yetiyor.

Sizlere de yazılara bir de bu gözle bakmanızı tavsiye ederim.

ΩΩΩΩ

Reklam

6 YORUMLAR

  1. 100000 çalışanlı bir kurum: Düşünün, Bakanı var, Müsteşarı var, Müdürleri var, Öğretmenleri saymıyorum;
    Ne hikmetse hiç itiraz edilmeyen bir sistem, CUMHURBAŞKANI değişmeli diyor; aynı anda kurum değişmeli diye savunuyor, E be kardeşim yanlıştı madem niye itiraz etmedin, Çocuklarımızı Sizlere emanet etmişiz…!
    vay halimize . Sayın Cumhurbaşkanı dile getirmese beğenmediğiniz yöntemi savunup duracaktınız. iyi ki reis varmış.
    Sayın Şamil Tayyar bir yazısında CHP devletleştiği için kaybediyor AK Parti olarak bizde buna dikkat etmeliyiz demişti. Şamil bey şuan tezinin neresindesin: Sizde mi bu yanlışlığı görmediniz.
    TEOG Sahi bu beğenilmeyen ölçme biçimini kimler savunmuştu. neredesiniz .

  2. Fehmi bey, bir kere benim gözlemlediğim (havuz medyası ) adı üzerinde eleştirel bir yapı üzerine şekillenen değil, düzene koşulsuz biat etmek için oluşturulmuş karşı gelenin medeni ölüler arasına karışma tehdidiyle karşı karşıya geldiği, engellendiği ve ortalıkta görünmeyen hale getirildiği köhne zihniyet ve onların yönetim biçimi .Düello’da Şerifin düşmanını vurmak için çatıya çıkmış yancıları..Bunlardan başka ne beklenir.

  3. Biz millet olarak gazetecisi,politikacısi, sanatcisi ve diğer önemli görevlerde bulunanlar ile birlikte hiç bu kadar “DÜNYADAN” beyhaber, bilgisiz ve cahilleşmemiştik, ayni zamandada dışlanmamıştık.Bunu başaranlara helal olsun 21. Asırda bunu nasıl başardılar.
    Kalemlerini insanlık ve ülkesinin menfatları için kullanan yazarları bilim adamları ve akademisyenlerle birlikte çoğunluğu zindanlarla çürütuyorlar.
    Dişarda kalanlarda ağız açsalar hemen terörist damgası yiyip vatan haini ilan ediliyolar.
    Hergün internete haber okumak için girdiğimde şok edici yazılar ile karşilaşiyorum.
    Bir gazeteci köşesine ABD yargıçlarını ve polislerini Fetocu ilan etmiş.
    Bakan bey Dünya tarihinde görülmemiş olayı soruşturmaya gidiyor ve karakoldakı göz altındaki saldırganla resim çektirmekle kalmayıp birde açiklama yapiyor mahalle halki ile resim çektirdiğini duyuriyor! Sanki oraya “düğüne” gitmiş.
    Sahi biz teknolojiyi cahilleşmek içinmi kullaniyoruz?
    Yoksa sırf hava atmak içinmi?
    Galiba bir çoğumuz aşağidaki fikrada geçen karekte gibiyiz.
    Vatandaşın biri bir akıllı telefon aliyor ve telefonunu arka cebine koyup arkadaşlarına hava atmak için kahveye gidiyor. Sandeliyeye oturur oturmaz arkadan çatırdi sesi geliyor. Vatandaş şoyle diyiyor,”Allahım inşallah belim kırılmıştır”
    Bu bir fıkra, fakat yabana atılmiyacak bir fikra.

  4. …”sadece henüz kimselerin dillendiremediği yanlışlıkları onlar sayesinde öğreniyorum ya, bu da bana yetiyor” deyip..bizlere de, yazılara bir de bu gözle bakmamızı tavsiye ediyorsunuz ya..iyi ediyorsunuz da; ”Öyle ya; söylenmemiş sözleri, yazılmamış görüşleri sanki söylenmiş veya yazılmış gibi sunmak çok akıllıca bir eleştiri yöntemi değil mi?” cümlenizdeki ”eylem” gerçekten akıllıca mı sizce de?..yoksa ”ahlaksızca” mı?

    Bence hem ahlaksızca ve hem de ”adice”..olmamış, yapılmamış olanları yapılmış ve olmuş gibi göstermek hem iftira hem nifak, hem de yalanın ta kendisi değil mi..bunu yapanlarda, o sıfatları üzerlerinde şerefle! taşıyanlar.
    Baksanıza meslekleri icabı en zirve noktalarda bayrak sallıyorlar. Sözlerinin arasında edep, etik ve ahlaki değerler için güzellemeleri de eksik olmaz.

    Aslında bu biraz da neden kaynaklanıyor, biliyor musunuz? Gadre uğrayan yazarların, zamanında bu gibi eylemlere sessiz kalmaları veya belki de bir zamanlar, kıyısından köşesinden aynı fiili başka meslektaşları için gerçekleştirmiş olmalarından..

    Anlamadığım ”icapçı” gazete sahiplerinin davranışları. Neden böyle davrandıkları..”istenmeyen adamları” kapının önüne bırakmaları.
    Yok, yok bunu anlıyorum, anlıyorum da bu konuda bir şey yazmaya gerek duymuyorum.

    Zaten bunu hepimiz de biliyoruz..

  5. Sermaye düzenini kurmuş. Seçim yapar, parası ile istediğini iktidar eder. Bir avuç oy ama yeter. Çünkü ekseriyet sistemi var. Seçtiklerine istediği bürokratları görevlendirmelerini emreder, onlar da yapar. Basını dördüncü kuvvet olarak icat eder, istediği yazarlara bol maaş verir ve yazdırır, istemediklerini de aç bırakır. Basın iftirası ile hem bürokratları hem de siyasileri kontrol eder. Bu da yetmezse, bu sefer silahlı mafyayı devreye koyar silah zoru ile islediğini yaptırır. Bu da mümkün olmazsa savaş çıkarır dünyada on milyonlara varan insanları öldürdüğü ve yeryüzünü harabeye çevirir.
    Bütün bunları 1960’larda görmüş, bununla mücadele edecek Akevler Kooperatifi’ni kurmuştuk. Milli Görüş’le siyasi mücadeleye ve Bediüzzaman ile de iman mücadelesine girişmiştik. Kısa zaman sonra bunları bize karşı destekledi ve dünyanın en güçlü örgütü haline getirdi. Şimdi onları birbirlerine çatıştırıyor ve yok etmeye çalışıyor. Oysa iki taraf da güçleniyor.
    Ağlamak çare değildir. Dergi ve basın kooperatifi önerimizi dinlemeniz gerekir. Yoksa inleyerek ölürsünüz. Siz bilirsiniz.
    Sermaye yenilecek, onun gemisinden atlamayanlar da gark olacaklar. Siz ölü yazar değil kurtulan yazarsınız. Batacak gemiden kurtuldunuz.

Yoruma kapalı.