Merak edilmesin, Cumhur İttifakı bitmez, AK Parti yolundan dönmez. Herkes hesabını buna göre yapsın…

53
Reklam

Ülkemizin nüfusu 15 milyon olan en kalabalık kentini bundan sonraki beş yıl boyunca kimin yöneteceğine/yönetemeyeceğine Yüksek Seçim Kurulu (YSK) üyeleri karar verecek…

Önemli bir gündem maddemiz bu.

Anamuhalefet partisi CHP’nin lideri Kemal Kılıçdaroğlu katıldığı bir şehit cenazesi töreninde saldırıya uğradı; Kılıçdaroğlu ve heyetinde yer alanlar öldürmeye ve yakmaya azimli bir güruhun elinden canlarını zor kurtardılar…

Bu da bir başka gündem maddemiz.

Türkiye dışarıdan çok yönlü sıkıştırmalara muhatap. İran’dan petrol alınmasına ABD engel getirdi. ABD’nin S-400 füze savunma sistemine de itirazı var. Etrafında meydana gelmekte olan gelişmeler yüzünden kendisini güvende hissetmeyen ülkemiz gözünü başka ittifaklara dikmiş görünüyor.

Eh, bunlar da üzerinde durmayı hak eden başka gündem konularımız.

Durum bu iken, herkesin dikkatinin, iktidar ve yakın zamanda gerçekleşen sistem değişikliği öyle gerektirdiği için de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan üzerinde yoğunlaşması kaçınılmaz.

Önümüzdeki 4,5 yıl boyunca seçim yapılmayacağı için ülke sorunları AK Parti’ye emanet…

Reklam

Merak edilen, AK Parti’nin -hadi daha açık yazayım: Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın- seçim sonrası ortaya çıkan tabloyu nasıl değerlendirip kendisine nasıl bir yol tutturacağı…

YSK’nın İstanbul’la ilgili kararı ne olursa olsun gerçek değişmiyor: AK Parti beş büyük kenti muhalefete kaybetti, daha önce kendi partilileri tarafından yönetilen 10 ilin ve 55 ilçenin belediye başkanlıkları da ittifak ortağı MHP tarafından kazanıldı.

MHP lideri Devlet Bahçeli’nin yaptığı 18.81 hesabı doğruysa, AK Parti’nin 31 Mart 2019 yerel seçiminde aldığı oyun oranı katıldığı ilk seçim olan 3 Kasım 2002 genel seçiminde aldığı oranın da altında.

Cumhur İttifakı bitmez

Bu durum, biraz da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim sonrası değerlendirmelerine cevap teşkil etmek üzere MHP lideri Bahçeli’nin partisi il başkanları önünde yaptığı çıkışlar yüzünden, gözlerin AK Parti’ye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a çevrilmesini getirdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘demiri soğutma’ metaforu ve ‘Türkiye İttifakı’ kavramıyla neyi kast ettiği merak konusu.

Yoksa ‘Türkiye İttifakı’ ile kast edilen ‘Cumhur İttifakı’nın sonuna yaklaşıldığı mı? AK Parti MHP ile yolunu mu ayıracak? ‘Demiri soğutma’ içe ve dışa dönük politikalarda köklü değişikliklere gidileceği anlamına mı geliyor?

Diğer gündem maddeleri bir tarafa, bu iki soru eşliğinde çıkan tartışmalar bir tarafa… Ağırlık taşıyan bu ikinci tartışmalar…

Reklam

Bu arada, eski başbakan Ahmet Davutoğlu’nun halen içinde yer aldığı AK Parti’ye yönelik daha önce hiçbir partiliden işitilmemiş ağırlıkta eleştirilerle kamuoyu karşısına çıkması da gündemi aynı yönde etkiliyor…

Ne olacak şimdi?

Galiba büyük çaplı değişiklik bekleyenler hayal kırıklığına uğrayacaklar; olacağı bu.

MHP liderini hiddetlendirdiği anlaşılan AK Parti ile ittifakın sonuna gelindiği algısı yanlış. Cumhur İttifakı içerisinde yer alan iki parti (AK Parti ile MHP) süreç içerisinde ayrılmaz ikili haline gelmiş durumdalar.

Birbirine bağlı doğmuş, iki insanın tek bedende hayatını yaşamak zorunda kalmaya mahkum olmasını getiren ‘Siyam ikizi’ gibi bu iki partimiz.

Cerrahi müdahale bile, çoğu kez, Siyam ikizlerini birbirinden ayıramıyor. Ayrılmaları için yapılan ameliyatların çoğu başarılı olamıyor.

Devlet Bahçeli’nin endişesi yersiz sizin anlayacağınız.

Sebebi açık: İttifakın bozulması, bir sonraki cumhurbaşkanlığı seçiminde AK Parti’nin zora düşmesi anlamına geliyor çünkü. AK Parti açısından her şeyden daha önemli olan, bir sonraki cumhurbaşkanlığı seçiminde de sandıktan kendi adayının çıkmasıdır.

Öyle görünüyor.

‘Yeni AK Parti’ ve politikaları

Politika değişikliği beklentisi de boşuna. MHP ile ittifak devam ettiği sürece AK Parti’nin bazılarının olabileceği ümidine kapıldığı ‘fabrika ayarlarına dönmesi’ mümkün değil.

Sorunlara bundan böyle bu kabuller üzerinden yaklaşmak şart.

‘Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi’ AK Parti’de köklü değişikliği kalıcı hale getirdi. Artık karşımızda ‘Yeni AK Parti’ var…

‘Yeni AK Parti’ içeride ve dışarıda karşı karşıya kalınan sorunların üstesinden gelebilecek mi? Dış politikada yaşanan darboğazların zaten kırılgan hale gelmiş ekonomiyi daha da zorda bıraktığı bir gerçek; yeni yaptırımlar gelmese bile İran’dan petrol alamamak ekonomimize ek maliyet bindirecek.

Dışişleri bakanı, ABD’nin “Petrolü bundan sonra İran’dan değil Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden alacaksınız” yönlendirmesi yaptığını açıkladı.

Türkiye bu iki ülkeyle dostane ilişkileri geride bırakalı hayli zaman oldu.

İran’a konulan ambargo Rusya’ya da uygulanmak istenirse ne olacak?

Galiba bu yazıyı sonlandırmanın zamanı geldi. Yoksa hiç istemediğim bir şey yapacak ve karanlık bir tablo çizmiş olacağım.

Oysa dün 23 Nisan’dı ve hemen her politik figür ülkemiz için parlak ufuklar çizdi.

Parlak ufuklar bizi bekliyor diyeyim ve yazımı öyle bitireyim.

ΩΩΩΩ

Reklam

53 YORUMLAR

  1. deniz bey ne kasttetti bilmem ama şahane tespitleri olduğu kesin. tribünlere oynamak çok yakışmış yoruma.
    Alkış derdinde olan birinin el atacağı en son konu Gülen Cemaati ve HDP olurdu herhalde.
    diyor yorumcu ya tam tersi.
    mağdurların, cemaat sempatizanlarının, hdp savunanların da uğradığı muhalif çoğunluklu bir site de tam da kimsenin itiraz etmeyeceği şeyleri söylüyor. evet, tribünlere oynuyor, hakkını teslim etmek lazım, tam bir kalem ebesi,
    hdp yi dışlamayalım, seçmenini pkk ya eşitlemeyelim,(elbette) çemaatçileri kucaklayalım(elbette) kardeşiz, elele, aydınlık yarınlar
    herkesi sevelim,
    halklar kardeş olsun
    burada bir alkış lütfen.
    her seçmen masumda akp seçmeni hariç. derdi akp seçmeniyle zaten. bu ülkenin neredeyse yarısıyla. öcalanın kanından mest olanlara diyecek hiç bir şeyi yok, Süleyman soylunun beyanından hesap soruyor. kendisine hiç ilişmemişken hiç konusu açılmamış kimse beyanda bulunmamış olduğu halde isteri krizleriyle elim darbe girişiminde eşini ve evladını kaybetmiş acılı annenin üzerinden siyaset yapmayı biliyor her türlü hamaset elinden geliyor tweetine didem hanım cevap versin diye böğürüyor.
    ciddiye almayınca defalarca sesleniyor.
    cevap beklediği yok, öfke kusacak yer arıyor.
    ona buna adlarıyla seslenerek panik atak nöbetleri eşliğinde, manik depresif ataklar tadında saçma ötesi ilgisiz alakasız konuları döşenip hesap soruyor.
    bu davranışların altında sorunlu bir kişilik yatıyor deyince de sakinleşmek ve sormak aklına geliyor, niye incitmeye gerek duyulmuşmuş.
    hiç, yoldan geçiyordum da.
    sıra nakaratta
    ben kardeşinizim,
    herkesi sevelim,
    halkların kardeşliği,
    çiçekler güzel, böcekler güzel…

    hdp, cemaat derken bir ermenilerin hakkı kalmıştı,
    soykırım demeye dili varmamış oysa evladı ölmüş acılı kadınlar üzerinden rant devşirmeyi bilen biri olarak buna da el atabilirdi. iskipli atıf hocayı da (nur içinde yatsın) başka tribünlere alet ediyor. kuşkusuz bir iki destek mesajı fena olmaz.
    arşivleri isteyenlere açıyorlar, ülkeye girecek yüzü olsaydı belki türkler kimleri nerde nasıl katletti, 15 temmuz da cemaat aslında masumdu konularında araştırma yaparken soykırım olmuştur demek için de arşivlere girebilirdi.
    gönüllüsü gönülsüzü ne kadar sürgünde bilmem,
    siteye ilk yazdığı zamanlarda bazı yorumlarında istanbulda bir yerlerde garsonluk yaptığını, bir göz odada kaldığını bazı yorumlarda okulda hoca olduğunu söylüyordu, hangisi doğru diye sorunca da yine ağzına geleni söylüyordu, şimdi de uzun yıllardır sürgündeyim, ülkeye giremiyorum diyor. sistem de eziyet edecek bunları buluyor, neden acaba???

    neyse şimdi sıra yine nakarata geldi
    herkesi sevelim,
    halkların kardeşliği,
    çiçekler güzel, böcekler güzel…

    • Hanımefendinin yazısı hafif mayhoş orman meyvecikleri ve böğürtlen tadında; öyle ki en güzelleri en dikenli kısımlarda asılı duran bu yaban meyvelerinin tadına bakan, suyundan içen kesinlikle bağımlısı olur. O kadar sivri ve keskin dikenlerine rağmen böylesine güçlü bir aromaya sahip olan ifadelerinize doymak imkansız. Yuvasına yaklaşan bir yılanı uzaklaştırabilmek için çığlıklar koparan bülbülün sesini ne güzel de şakıyor diye hayranlıkla dinleyen bencil bir şair gibi okuyorum belki yorumunuzu ama durum bu..:)

  2. Dün, girdiğim yorumlardan birinin altına, “Tribünlere oynamışsın yine.” diye yazmıştı yorumlara göz gezdirdiğini bildiğim bir F. Koru okuru. Geleneksel olarak, her biri 3 ya da 4 kısa cümleceği geçmeyen kısa ‘yorumlar’ yazıyor bu okur. Yani, düşüncelerini paylaşıp yorumda bulunmak için burada olduğunu düşünmek zor biraz. Şu bildiğimiz, “Beğendim”, “Beğenmedim” butonları gibi kullanıyor o birkaç cümlelik metin parçasını. Dolayısıyla, onun “Tribünlere oynamışsın yine” ifadesini, “Yine beğenmedim” olarak okumak gerekir.

    “Bu adam işi gücü bırakıp her gün burada ve üstelik uzun mu uzun yazılarla yorumda bulunuyorsa, ya nefsine düşkün, çok bildiğini düşünen kibirili bir adamdır; ya da, yalnızlık başına vurmuştur, dikkat çekmeye, buraya gelip söylediklerinin övgü ya da destek ifadleriyle karşılanmasına ihtiyacı vardır” türünden bir akıl yürütmeye sahip olduğunu düşünüyorum bu arkadaşın. “Tribünlere oynamışsın yine.” dediğine bakılırsa, ikincisine daha yakın.

    Kendisine özgü bir mantığı var, ve ben mantığını anlamakta zorlanıyorum. Alkış derdinde olan birinin el atacağı en son konu Gülen Cemaati ve HDP olurdu herhalde. Bu iki konu başlığında paylaştığım -bence standarda ve ezberlere hayli aykırı- düşüncelerim nasıl “tribünlere oynamak” oluyor, pek anlamış değilim.

    Bu arkadaşı, varsayımının yanlış olduğuna ikna etmek çabasına girecek değilim. Bir nedenle şu veya bu sıklıkta karşılaştığım insanların bana ilişkin kanaatlerine bile pek aldırmayıp düşündüğü gibi konuşan, inandığı gibi davranıp yaşayan bir insanım. Hayatımda hiç göz teması bile kurmadığım, gelecekte hiç görüp konuşmayacağım bir insanın bana yönelik olumsuz kanaatini önemseyip bunun değiştirmeye çalışmak. . . Pek yapmak isteyebileceğim bir şey değil bu.

    “Bunu Ermenileri savunmaya yönelik şeyler yazmaya kışkırtalım, gözden düşsün burada” hesabıyla hareket edenler oldu. Hesaplarını boşa çıkarmayacağım. Yani, o ‘kapana’ kendi ayaklarımla gönüllü olarak gireceğim (herhalde yukarıda sözünü ettiğim okur “Tribünlere oynamışsın yine.” tepkisi vermeyecektir bu kez.)

    Bildiğim kadarıyla tarihlerinde bir Süper Lig şampiyonluğu olmayan Bucaspor taratarlarının tribünlerde takımlarını desteklerken giriştikleri “En büyük Buca, başka büyük yok!” tezaruhatı benim açımdan ne kadar akla yakın veya inandırıcı ise, her Türk’ün asker doğduğu, Türkler’in damarlarında dolaşan kanın asil olduğu, Müslümanların akıl ve vicdanla hareket eden topluluklar olduğu türünden ifadeler o kadar akla yakın veya inandırıcı.

    Böyle şeylere inananbilmeniz için, devlet eğitimi başta gelmek üzere, küçük yaşlardan itibaren muazzam ve aralıksız devam eden bir duygusal istismara maruz kalmanız gerekir. Yani, insan ve hayat üzerine düşünmeyi, tarih üzerine okumayı, mantığı falan bir kenara atıp duygu dünyasını her şeyin başına geçirip onunla yetinmelisiniz o tür iddialara inanabilmek için. Bir de, gündelik hayatta yaşananlara gözünüzü kapamanız, gördüklerinizi görmemiş saymanız gerekiyor.

    Birer Türk, birer Müslüman olarak birbirimize hak gördüğümüz şiddetin çetelesini tutmak, üstesinden zor gelinir bir iş. “Bana yol vermedi!”, (toplu asker uğurlama töreninde) “Bizim istediğimiz şarkıyı çaldırmadılar!”, “Ha bre Facebook’da olmasından kıl kaptım” gibi akla ziyan mazeretlere kadar indirdik birbirimize olan şiddet ve tahamülsüzlük gerekçelerimizi. Taraftar gurupları, takımlarının dış saha maçlarına alınmıyorlar yine şiddet patlak verir korkusuyla. Demirel’in sağ kolu, eski Dışişleri Bakanı İ. Sabri Çağalayangil yazmıştı anılarında yıllar sonra. “Tunçeli” askeri harekatında Dersim halkından söz ederken “Mağaralarda fareler gibi zehirledik” demişti. Çorum, Maraş, Sivas katliamları elbette derin devletin tezgahlarıydı ve dindarların ‘şeriat tehlikesi’ oluşturduğuna halkı ikna etme operasyonlarıydı. Ama, şu da bir gerçek: İnsanlar öldü, boğazlandı, çoluk çocuk katledildi. Bunları yapanlar Merihliler değildi. 15 Temmuz akşamı Boğaz Köprüsü üzerinde ne olduğu konusunda hiçbir fikri olmayan talihsiz erleri ellerindeki sopalarla dövüp bedenlerini lime lime eden güruhun elinde Yunan bayrağı yoktu. El kadar bebeleriyle Nehir Merici sularına gömülen anneden söz ettiğimde memnuniyetini en sefil laflarla dile getiren, koca Saadet Partisi camiasına olan öfkesini, bizlerden “milletin kanını sülük gibi emen” lafıyla söz edip, “Beter olsunlar inşallah! Ağaçköküne bile muhtaç kalırsınız işşşallaah…!” beddularıyla dillendiren ruh hastasının Bey olduğu, taraftarlığına teşekkürler edilip “gönlü güzel” kategorisine yükseltildiği bu yorum sayfaları bile gören gözlere yetiyor fazlasıyla.

    Her ulus, her topluluk, duyguları istismar edildip tuzağa düşürüldüğünde zıvanadan çıkar, utanç verici kitle eylemlerine kalkışır. Ne Ermeni, ne Bulgar, ne Türk, ne Kürt, ne de İsveçli ya da Japonyalı azadedir bu geçekten.

    Tarihini hiç bilmeyenler, aklını tamamen duygunun egemenliğine teslim etmiş olanlar, “Nereden çıkarıyorsun bunları? Ermeni dölü müsün?” diye sorarlar. Bu kadar ileri gitmenin ‘makulü aşmak’ anlamına geleceğini bilen diğerleri, ne şiş yansın ne kebap misali, bir AMA ile başlarlar yeni cümleye, o yeni cümlenin sonu gelmez, bıktırasıya Ermeni çetelerinin mezalimini anlatırlar sayfalar dolusu.

    Soykırım mıdır değil midir? Büyük felaket midir, yoksa “gayr-ı insani sonuçlar doğurmuş olan bir hadise” midir? Bunu, ölüler ve ölümler üzerinde tepnip bundan rant devşirmek isteyenler söylesin. Bunu yapanların devletin tepesinde mi, ortasında mı olduğu, ya da bir HDP milletvekili mi yoksa bir öğretmen ya da marangoz mu olduğu beni ilgilendirmiyor.

    Utanmamız gereken şeyler oldu. Kuşkusu olanlar, tarih okusunlar, onu da yapamıyorlarsa, vicdanlı bir şairimiz olan Mehmet Akif’in o utanç verici kıyımın baş sorumlusu olan devletin en tepesindeki üç İttihat-Terakki paşasından nasıl söz ettiğine baksınlar.

    İskilipli Atıf Hoca’ya ne yapıldığını tarih kitaplarından silebilirsiniz. Ama, insanlar birbirlerine sokulup alçak sesle fısıldaşarak kendi tarih anlatılarını yaratırlar. Ve, gün gelir, onyıllar sonra, o fısıltılarla üretilmiş tarih, yüzbinlerce insanı oluk oluk sinema salonlarına akıtır. İnsanlar, salonun karanlığında, İskilipli Atıf Hocası için sessiz sessiz ağlaşıp gözyaşı dökerler oturduğu koltuğunda.

    Ben ona buna değil, Anadolu topraklarının yüzlerce köşesinde fısıltılarıyla kendi tarihlerini yazan temiz yürekli Müslüman dedelere ve ninelere inanırım.

    Gözyaşını esirgemeyin aramızdan çekip alınmış masum insanlarımızdan.
    Korkmayın, bir şey kaybetmezsiniz. . .

  3. Barika i Hakikat müsademe i efkardan doğar Fikirlerin tartışılmasından Hakikat güneşi doğar. Bu site ve yazılanlar yorumlar bir kısım sefih ruhları rahatsız edebilir lakin ülkenin geleceği ve gündemi buradan şekillenecek tir dünyada geçer akçe Demokratik ortam hürriyet hak hukuk ve adalet insan hakları fikir hürriyeti en önemli normlar olarak yerini koruyor her ne kadar bir kısım kem talihler set celsede

  4. Güçlü olmanın hiç bir zaman zararı yoktur, hele hele adaleti elden bırakmamışsanız. Adalet yoksa istediğiniz kadar biz güçlüyüz, biz büyüküz deyip kendi kendinize gelin-güvey olmağa çalışın. Lafta kaldığı için bunu takan olmaz, kimse tanımaz, size muhafetten de vazgeçmez. Bugün ABD güçlüdür, ancak adil değildir. Adil olmadığı gibi müslümanlara karşı önyargılıdır ve bölücüdür ve bu tamamen İsrail’in konforlu bir geleceği içindir. Bilimsel-teknolojik ve haliyle ekonomik üstünlükte oldukları için Judeo-Christian ittifakı adına müslümanları kaynakları nedeniyle etkile, böl-yönet, buna direnenleri de köşeye sıkıştır, baskı altında tut. Olan bu.

    Görsel de ilginç! Aynaya bakan aklını kullanan bir güç. Kendini aynada böyle görüyor ancak aklının bütününü kullanmıyor. Kendinden güçsüz olan başkalarını kendine bağımlı kılan ve belki de buna ortak akıl denebilen ancak gücü kendinde tuttuğu için bu akıl üst-akıl olarak tanımlanabilir. Dominant veya emperyalist bir güç. Buna muhtaç, bağımlı kişi bu üst-aklın peşine takılıp yükselme gösteriyor. Ancak, kuşku ve güvensizlik te var. Kendini bundan kurtarmak istiyor. Ancak bunun bir intihar olabileceği bir durumla da karşı karşıya.

    Bu görsel, kadın erkek ilişkilerini ve bu ilişkilerdeki eşitsizliğini sembolize edebilir. Kullan kullanabildiğin kadar. Aldırma isterse de intihar etsin. Ancak, emperyalist devletlerin bizim gibi diğer ufaklarla olan ilişkisini de sembolize edebilir. Bu aslında başka durumlarda kullanılanlar için de geçerlidir. Örneğin, Pensilvanya tepe grubu. Kullanayım derken kullanıldı. İntihar eden oldu. İntihardan beter durumlarla da karşı karşıya olanlar oldu. Hey gidi Dünya! Güçlü olmanın hiç bir zaman zararı yoktur. Ancak biz ne yeterince güçlüyüz ne de adaletimiz güçlü…. Çaresizlik içersinde zamandan vakit kazanmağa çalışıyoruz….. En iyisi Türkiye iffifakı; Bütünü eşit ağırlıkta paylaşmasını bilmek.

    • kadın-erkek, rahman-rahim, mantık-duygu, pozitif-negatif.
      insan olmak bütünlük taşımayı gerektiriyor gibi.
      her erkekte dişilik, her kadında erillik vardır, bunlar bir cinsiyet olmaktan çok yaratıcı prensiptir. huzuru yakalamak kişinin içindeki kadın ve erkeğin anlaşmasına bağlıdır, uyum içinde olurlarsa kişi huzurlu olur, kavga ederlerse çatışma doğar.
      görseli bende beğendim.
      konu ile alakası yokta
      muhittin şekür un su üzerine yazı yazmak adlı kitabını okumanı öneriyorum,
      bazı yönlerden okuması zor bir kitap
      ama
      beğenebilirsin.

      • “Muhittin Şekür”, not ettim! Su üzerine yazı yazmak! Başlık mantıksız geldi… Ancak suyu önce dondurursan olabilir! Umarım kalın bir kitap değildir. Mantıksız olup duygusallığa kaçan kitapları okurken çoğukez rehavet çöker; tamam anlaşıldı derim, bir süre sonra bırakırım. Rehavet çökmeden biterebilirsem ne âlâ!

        Evet;
        Erilliği olan kadınlar vardır elbette,
        Nenem öyleydi, hep anarım rahmetle…
        Dişiliğe yakışır bir zerafeti,
        Ama yerindeydi dirayeti, hatta heybeti!
        Hamarat mı hamarat; tam Osmanlı kadın!
        Beş çocuğun hakkından gelmiş,
        Yetmemiş, dedemi çekip çevirmiş,
        Ve hatta adam etmiş…
        Nerde o kadınlar, nerde o kadınlar!…
        Eski topraktı onlar, eski toprak!
        …..

        • tamam anlaşıldı, okursun, beğenmezsen başka kitap tavsiye etmem.
          Allah ninene rahmet eylesin,
          ne eski kadınlar kaldı,
          ne eski adamlar.

          • Hop dedik, kötümser olmayalım!
            Hep öyle derdi benim dayım…
            Olsa da yarımdan yarım,
            En azından ben varım!
            Neneciğimin torunu!
            Genler bende geleceğin yarını….
            Hık demiş burnundan düşmüş
            Çoğu merak edip üşüşmüş
            Kimmiş ki o, neymiş maksat?
            Bir örnek! eşref-i mahlukat!
            Ha ben var ya, yakın arkadaşı,
            Onun bir yoldaşı, ve akıldaşı,…
            …..

  5. Yazı normal tespitler içeren bir yazı gibi görünse de bence YÜKSEK ORANDA İRONİ barındırmaktadır.

    “…Önümüzdeki 4,5 yıl boyunca seçim yapılmayacağı için ülke sorunları AK Parti’ye emanet…” Bu cümleyi ne kadar çok kullanan var. Seçimin olup olup olmayacağını BAHÇELİ belirler onun da ne zaman belirleyeceğini kendisi dahi bilecek durumda değil. Ben çok sürmeyeceğini ve 2021 yazında seçim olacağını tahmin ediyorum.

  6. Ülkücü. MHP’li, Bahçeli takipçisi. Samimi, hakiki, kurnazlıktan uzak, hamasete kapalı.

    Konuşulur onunla, tartışılır, yarenlik edilir, üstelik saatlerce, doyasıya -zamanın nasıl geçtiğinin farkına varılmadan. Bir beş dakika da, “Yok, vallahi olmaz! Ödettirmem!” tartışmasına gider çay paralarını ödeyip vedalaşma zamanı geldiğinde.

    Eller sıkıca sıkılır helalleşircesine -o da yetmez, kucaklaşılır. . .

    https://www.youtube.com/watch?v=RygP2ImC1eo

  7. bu arada sözü çok geçtiği için Süleyman soylunun sözleri beni mest etti mi açıklık getireyim.
    etmedi.
    CHP il başkanlarını bundan böyle şehit cenazelerinde protokole kabul edilmemesini doğru bulmam,
    ölmüş kişinin cesedine leş denmesine razı değilim.
    yaşayan hiç kimseye namaz kılınmaz lakin ölüye kılınır, bu Yüce Allahın insanlara büyük bir rahmetidir, bu nükteyi bilen biri olarak
    bir terör örgütü üyesinin kanlı eylem ve desteğini her türlü çirkin sıfatla nitelenebilir bulurken cesedini ben kendi adıma çirkin bir sıfatla anmam.
    devletin çocuklarımıza ve gençlerimize sahip çıkması gerektiğinin de altını çizeyim, ne yazık ki pek çoğu aileleri tarafından gönüllü ya da gönülsüz verilmiş, evlerinin önünden kaçırılmış, beyni yıkanmış, tercih şansı olmamış nice evlatlarımız yitti gitti…

  8. bir yorumcu başka bir yorumcuya zem etmek maksatlı şöyle bir yorum yazıyor;
    “Başka bir şey söyleyeyim: Valilere müsteşarımız üzerinden böyle bir talimat gönderdim. ‘CHP il başkanlarını bundan böyle şehit cenazelerinde protokole kabul etmeyin’ dedim. Onların gideceği bir adres var. O adresi de onlara göstereceğiz. Onların gideceği adres şurasıdır: PKK terör örgütü mensuplarının cenazeleri var, biz onları çok kısıtlı kaldırttırıyoruz, o leşleri. Onlara bir kişilik kontenjan orada ayırttıracağız. Sandıkta beraberlerse cenazede de beraber olacaklar.”
    İçişleri Bakanı S. Soylu
    Bu adamın konuşmalarıyla mest olanlar sağduyu timsali, saray danışmanı adayı, seçkin münevver, birlik ve beraberlik duygularının sözcüsü.

    yorumcunun içişleri bakanının konuşmasından mest olup olmadığını onaylayıp onaylamadığını bilmiyor ama önemli de değil zaten değil mi?
    amacı başka.
    aynı yorumcu çiçek böcek sevgi kardeşlik lakırdılarından sonra da şöyle diyor
    Ve Kürtler bu ülkenin kurucu unsurlarıdır.( eyvallah, öyledir.) Hepimiz gibi doğru bildikleri yolda örgütlenme hakkına, dil ve kültürlerini geliştirme hakkına, dilediği kişi ya da lidere sempati duyma sahiptir (eyvallah, öyledir) -Öcalan dahil.
    öyle diyor.
    ben itiraz etmiyorum.

    Öcalan dahil,
    Süleyman soylu dahil mi…( o değil gibi)
    Süleyman soylunun söyledikleriyle mest olanlara diş biliyor çünkü
    öcalanın yaptıklarıyla mest olanlara da diş biliyor mu???
    ben zandan yola çıkmam, kimseye fikrimi yapıştırmam,
    bırakalım kendi yanıtlasın.
    benim tavsiyem
    ikisine de bilenmesin,
    kimseye diş bilemesin.
    bıraksın herkes istediğine mest olsun…
    herkes bir renk bir gülüş olsun,
    çiçek böcek, dallarda kuşlar, havada bulut falan olsun
    değil mi ama???
    kırlarda kuzular denizde yelkenliler uzatacaktım
    haddimi bileyim,
    kalemebeliği kısmını işin ustasına bırakayım…
    hasta siempre dinlerken uzun uzun yazsın…

    hamasetten laf açılmışken,
    devletler gizliden açıktan resmi kanallardan gayri resmi kanallardan istihbarat örgütleri ya da tekil sahıslar hatta diğer devletler üzerinden herkesle, terör örgütleri de dahil olmak konuşur, tartışır, pazarlık yapar, masaya otururlar.bu türk devleti içinde tüm dünya devletleri için de geçerlidir. devlet devlettir, terör örgütü terör örgütüdür…bu görüşmeler ne birinin değerini azaltır ne diğerinin değerini yükseltir sadece gereklidir çünkü örgütlerin arkalarında zaten resmi devletler vardır. terör örgütüyle görüşmek zaten arkasındaki devlet-lerle görüşmenin bir biçimidir…

    • Düşmanınla masaya otursun ama desteklemezsin
      Düşmanı destekleyenle düşmanla masaya oturan aynı kefeye koymak at izini it izine karıştırma oyunudur
      Lızan da Yunan la masaya oturanla Yunan ı destekleyen bir midir

  9. Fehmi Bey :
    ” Birbirine bağlı doğmuş, iki insanın tek bedende hayatını yaşamak zorunda kalmaya mahkum olmasını getiren ‘Siyam ikizi’ gibi bu iki partimiz.” demiş…
    Ben de aksini iddia ediyorum:
    ” Simbiyotik ilişki, diğer adıyla tamamlayıcı ilişki biyolojide birbirine muhtaç yaşama zorunluluğu, psikolojide ise birbirine ters tutum ve davranışlarla birbirini tamamlayan anlamına gelmekte.”

    • Sosyalbilimlerde biz buna dayanışma/solidarite diyoruz sayın bayındırlık bakanım; iyisi mi kabak çekirdeği çitlemeye devam edin siz:)

  10. İktidarı elinde bulunduran Erdoğan’a sosyal medyada hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklanan onlarca insan var. Ama, ülkenin ana muhalefet partisi liderine linç girişiminde bulunmak suç teşkil etmiyor. Eşantiyondan, çevrenizde elinizi öpen insanlarla kameralara poz veriyorsunuz, gazetelerin birinci sayfalarında resimleriniz çıkıyor.

    Adalet?

    Bağımsız yargı?

    Toplumsal barış?

    Milli birlik?

  11. T.C. Dışişleri Bakanlığı ile, iktidarın resmi kamusal söyleminde kendisinden “PKK’nın bir kolu” olarak söz ettiği Suriye’deki YPG arasındaki doğrudan görüşmelerle ilgili haberi paylaşmak istiyorum. amacım, bu görüşmeleri kınamak değil. Görüşmelerin yanlış olduğunu değil, tam tersini düşünüyorum. Amacım, biricik işlevi ve misyonu halkın üzerine hamaset kusmal olan yandaş medyanın karartması altındaki biglilerin yokluğunda, siyaseti ve siyasetin manipülasyonlarını izlemenin mümkün olmadığı gerçeğine işaret etmek:

    CHP Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ahmet Ünal Çeviköz, ABD Savunma Bakan Yardımcısı Charles Summers’ın, ağırlığını YPG’nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile Türkiye arasında görüşmelerin devam ettiği şeklindeki açıklaması Meclis gündemine taşındı. Dışişleri Bakanı M. Çavuşoğlu’na verilen soru önergesinde şu sorular soruluyor:

    ABD Savunma Bakan Yardımcısı Charles Summers, Pentagon’daki 18 Nisan 2019 tarihli basın toplantısında, “Suriye’nin kuzeyinde Türkiye kontrolünde bir güvenli bölge kurulacak mı?” sorularına, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile Türkiye arasında birçok meşru konuda doğrudan görüşmelerin devam ettiğini söyleyerek yanıt vermiş ve “müttefikimiz Türkler ve ortağımız SDG arasında süren görüşmelerle alakalı yorum yapamam.” demiştir. AKP hükümetinin, Suriye’deki gelişmeler konusunda iç kamuoyunda takındığı tutumla çelişen bu ifadelerin açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Bu konuyla ilgili olarak;

    1. ABD Savunma Bakan Yardımcısı Charles Summers’ın, Türkiye ile SDG arasında görüşmeler yapıldığını açıklaması size danışılarak mı yapılmıştır?

    2. SDG ile Türkiye arasında doğrudan görüşmeler hangi tarihte başlamıştır? Günümüze kadar toplam kaç görüşme yapılmıştır?

    3. SDG ile üzerinde görüşülen konular hangileridir?

    4. Görüşmelerin detaylarını Türkiye kamuoyu ile ne zaman paylaşacaksınız? Görüşmeleri kamuoyundan bugüne kadar gizleme gerekçeleriniz nelerdir?

    5. Suriye’deki durum hakkında SDG dışında başka hangi gruplarla görüşüyorsunuz?

  12. T.C! Emir erler tarafindan bir canavar serbest birakılıp….
    kahramanlar gibi elleri öpülerek DÜNYAYA teşhir etmeleri… tamda Ermeni soy kirim ve Kiliselerde yüzlerce mahsun insanlarin katilleri ile ilgili söylemleri doğrulamiş gibi olmuyormu? Bal gibide oluyor…

    Bunların dertleri Türkiyeyi ve Türkleri Dünyadan soyutlayip kabile devleti kursunlarki Sijofreniler isdedklerini kendilerine köle yapip isdemediklerini öldurerek saltanatlarini sürdürsünler.
    Yalniz! Bu hastalık öğle bir hastalik ki öldürtmeyi en sevdiklerinden başlatir, ve en sonunda kendi hayatina son verir.

    Şu an itifak gibi bir dertleri yok onlarin dertleri milleti sokağa döküp ortaliği kan gölune çevirsinlerki amaçlarına ulaşsınlar.
    Savıcının tutuksuz yargilanmasi talebinin komikliğine bakın SAĞLIK SORUNLARI!
    Eyyyy hapishanelerde yuzlerce kanse,şeker ve bir çok kıronk hastalari neden serbest birakmiyorsunuz?
    Bende neyi soruyorum…
    Sanki ceza uygulamasi suçsuzlar için olduğunu bilmez gibi.

  13. R.T.Erdoğanın şahsında T.C. sıkıştırılıyor. Sebebler arasında;
    – sınıfın yaramaz çocuğu olma çabaları ve sömürülen BM üyelerine ve Dünya Ülkelerine güneşin
    aydınlığın kısmen de olsaı göstermesi,
    – Rusya ile yakın işbirliği ve S-400 ve nüklüer santral çalışmaları, (Menderesi hatırladım) ; (Sözde
    özgürlükçü ABD ve AB bizi bize bırakmak istemiyor, müstemleke gözünde görmek istiyor),
    – İran’ın yanında durması, işbirlikçi BAE, Suud (i prens) ve Mısır gibi Batı’ya tam uşaklık yapmaması,
    (Bu durumda Katar ve Kuveyt ile yürütülen stratejik ortaklığın önemi daha açığa çıkıyor).
    – İsraile ara sıra laf (!) etmesi
    – Cumhuriyeti KURANLARA Teklif edildiği üzere, İSLAMA ve Ülkelerine yüz çevirmemesi…
    Dahili yönden de,
    – Halkı geçim derdine itmeleri, tarım yönünden, lüx uçuklara turizm adına ucuza satılan akaryakıtın
    çiftçilerden ve tarım taşımacılarından esirgenerek, fakirin ve tarımın mazot – BÜYÜK AVM:lerin
    vaktinde piyasadan devşirdiği – soğan ve patates, bakliyat, pirinç ve tekstil fiatlarının başını alıp,
    gitmesi,
    – sağ ve müslüman seçmenin aile, zina, namus, ahlak yönünden sukut-u hayale uğraması
    sayılabilir. Ermeni ve FETO’nun gayretlerini de ihmal etmemek gerekir.
    Hasan Günay’ın, Karagülle Hocamızın tesbit ve tahlillerine katılmamak da mümkün değil.

    Şurası da bir gerçek ki, liderliğe oynıyan bir takıma herkes tekme atmak istediği gibi, bunu
    beceremezse, yolundan alıkoyup, istikamet değiştirrmıye çalışılacaktır.
    Ak Partiye ve Tayyip ve RTE’a yapılmak istenen de budur. Aslında, Ataların sözünü de yabana
    atmamak gerekir: ” Isıracak mahluk, dişini göstermemeli, köprüyü geçmiye çalışmalı”. KAHİR çoğunluğu
    gücendirmeyip, BÜNYEYİ SAĞLAM tutmak da gerekir(di).

    Ömür boyu Allah için çalıştım, zannederek boşa kürek çekmemek, gaflete gelip, nefse ve CİA’ya hizmet etmemiye azami çaba göstermek, murakabe altında olduğumuzu unutmamak icap ediyor. Yiğit bin yaşar, fırsat bir düşer, demişler.

    Yerinde bir tabir : Halkta fazla bir karşılığı ve ağırlığı olmıyan kişilerin kuracağı bir Parti Millet İttifakına belki az da olsa ümit verebilir, fakat, bölünmeleri artırır, yeni bir iyi parti doğurur, neye anahtar olur, bilinmez..
    Bu işi, olsa olsa, gene de RTE çözer. Bunun için Birlik Vakfı’nın ve evvelki Meclis Başkanının
    kapısını çalmalı, kadim dostlarını, bu hususta ikna ve ikaz etmeli. Batılı yönetimler Menderes, Demirel, Özal gibi liderlere en fazla 3 dönem mehil vermişti. RTE ise, dördüncü döneme ayakbastı. Batılılarda tahammül kaldı mı dersiniz ?
    ABD ambargosu karşısında, ÇİN’in, Hindistan’ın izlenmesi ve tutumu, önemini artırıyor,
    Beka … falan, tamam da. Bahçelinin derdi, 2002 de ortaklarından ayrılınca düştüğü çukura tekrar düşme endişesi mi taşıyor, yoksa hesabı mı yapıyor ? Millet canının derdine düşmüş, gözünü açabiliyor mu ?
    Kahir çoğunluğu elinde ttutan Halkın TEVECCÜHÜ kazanıldıkça parlak ufuklur niye uzak olsun ki.

  14. Bu yorum sayfalarında yeni değilim. Bir yıla yakın zamandır, kimi okunmaya değer, kimi -benim için de- okunmaya değmez düzinlerce yorum metnim var. Zihnim açık, çizgim de açık. Sol-demokrat bir Fehmi Koru okuruyum. Ve, bugün mükemmel bir çıkışla, 1. Meclis’i referans alarak içeriği doldurulmuş sağduyuya dayanan gerçek bir ittifak çağrısında bulunan Sayın T. Karamollaoğlu’nun lideri olduğu Saadet Partisi’nin seçmeni ve kamusal alandaki savunucusuyum.

    Vatanseverlik ve düşüncelerini ülkede ve ülke dışında yaşayan vatandaşlarıyla paylaşma hakkı hiç kimsenin, hiçbir siyasal partinin ya da siyasal partiler ittifakının tekelinde değil. Kendi kanaatlerimi oluştururken, Türkiye’deki konjonktürel siyasal iktidarların telkinlerine bakmıyorum. O iktidarların kontrol ettikleri medya, yargı vb. Devlet kurumlarının önüme “hakikat” olarak koyduklarını kuşkuyla karşılmak, hayli uzun bir zamandır, düşünce sistematiğimin ayrılmaz bir parçası. Böyle olduğu için, 55 yılı bulan yaşantımın bir bölümü cezaevlerinde, bir bölümü mahkemelerde, 19 yılı zorunlu sürgünde, son iki yılı da gönüllü sürgünde geçti -adalet diyerek iktidara gelen, sonraları adaleti ayaklar altına alanlar utansın. Güç ve gücün tehditi karşısında susup sinmeyi onursuzluk ve insanın kendi kendisini değersizleştirmesi olarak görüyorum. Bu yaştan sonra bu görüşümü ve ona uygun düşen tutumumu değiştirecek değilim.
    15 Temmuz’dan bugüne kadar geçen zaman içinde yapılmış olanların Türkiye’yi böldüğünü, siyasal düşüncelerimizden bağımsız olarak, hepimize kaybettirdiğini düşünüyorum. 15 Temmuz üzerindeki sis perdesi dağıtılmadan, Türkiye’nin ekonomik, siyasal, entelektüel, ahlaki açıdan yeniden ayağa kalkabileceğine inanmıyorum.

    Gülen Cemaati, bu toplumun kendi içinden çıktı, bu topraklara ait. Kendilerinin “Hizmet Hareketi” ismini tercih ettikleri bu yapıya gönül vermiş insanlarla söyleşmemek için, onlarla dostluklar kurup memleket üzerine birlikte düşünüp tartışmamak için, elimde hiçbir haklı, mantıksal, meşru ve ahlaki neden yok. Hepimize adeta birer ‘vebalı’ gibi gösterilmek istenen bu insanlarımızın hakkına ve hukukuna sahip çıkmak, benim hem insanlık görevim, hem de hayatını kendi kendisiyle barışık, öz saygısını yitirmemiş bir insan olarak sürdürebilmemin önkoşulu.

    Darbede Gülen Cemaati’nin rolü nedir? Cemaat’in zaafları ve günahları var mıdır? Cemaat’in tepesi bizim sırrına eremeyeceğimiz türden istihbarat operasyonlarıyla oyuna getirilmiş midir? Bunları bu sayfalarda tartışacak değilim -ama, gün gelecek, tartışılacak bunlar.

    Yaşantımın Tayland evresi son buluyor. Mayıs başından itibaren, yeni yaşam koşullarımı yoluna koyduktan sonra, Hollanda ve Avrupa’da, zihinimi kurcalıyan soruların peşinden gitmeyi sürdüreceğim. Sayın Koru’nun günlük yazı konuları fırsat (ve mazaret) sundukça, düşüncelerimi yazacağım. Ama, şunu en başından beri biliyorum: Gülen Cemaati üyeleri ve sempatizanları, bir askeri kalkışmayı destekleyecek insanlar değiller.

    Gülen Cemaati ile gönül bağını sürdüren arkadaşlarıma tek ama ısrarlı bir önerim olabilir: Hızla, mümkün olan en yüksek hızla, şeffaflaşın. Ve, olabildiğince, devlet kurumlarında örgütlü bir yapı olmaktan uzak durun. Azımsanamayacak sayıda eğitimli, ufku açık, becerikli, sağduyulu insanınız var. Onlar bizim insanlarımız da. Bu insanlarınız hareketinizle gönül bağlarını sürdürürlerken (ki tartışlması bile önerilemez bir haktır bu sizler için), devlet kurumlarındaki görevlerini yerine getirirken bir birey olarak düşünsünler kendilerini. Bu arkadaşlara bir önerim de, her ne olursa olsun, umutsuzluğa kapılmamaları olur. Pek çoğunuzun eleştirel aklı öne çıkaracağını, yaşananlardan dersler çıkaracağını, Cemaat’inizi süratle şeffaflaştıracağınızı düşünmek ve ummak istiyorum.

    Kürt sorunu çözülmemiştir. Ve Kürtler bu ülkenin kurucu unsurlarıdır. Hepimiz gibi doğru bildikleri yolda örgütlenme hakkına, dil ve kültürlerini geliştirme hakkına, dilediği kişi ya da lidere sempati duyma sahiptir -Öcalan dahil. Onların hak ve hukukuna sahip çıkmak, aklı ve kalbi hamasetle ve ilkel bir kavimcilikle körelmemiş, kendisini kibirden uzak tutmuş her birimizin hem insani görevidir, hem de vatandaşlık görevidir.

    Bir AK Parti’linin, HANGİ GEREKÇE İLE OLURSA OLSUN, gidip oyunu ampule basması ne kadar meşru ise, bir Kürdün gidip oyunu HDP’nin çınarına basması da o kadar meşrudur. HDP seçmenleri arasında, HDP yönetici ve sözcüleri arasında PKK’ya sıcak bakan, partiyi ona parallel bir yapı kılma arzusunda olanlar var mıdır? Elbette vardır: onbinlerce, muhtemelen yüzbinlerce! Tıpkı, bu ülkenin başına büyük belalar açmış olan Kemalizm dolayısıyla ve tutkusuyla gidip oyunu her defasında CHP’nin altı okuna basanlar gibi.

    Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar uzanan karmaşık, üstesinden gelinmesi güç toplumsal siyasal meselelerimizin üzerinden HDP gibi partileri gayrı meşru ilan ederek gelemezsiniz. Oturup Kemalistimize Kemalizmin neden çıkar yol olmadığını anlatacağız. Oturup HDP’ye PKK sempatisi dolayısıyla oy veren kardeşimizle PKK’nın kuruluşunu, süreç içinde neler yaptığını, nasıl derin devletin hizmetkarı olduğunu, nasıl Kürtleri ahlaksızca kulladığını anlatacağız: Bıkmadan, usanmadan.

    Bunları sadece ben söylemiyorum: Kuruluşundan bu yana, “Aha vallahi bitirdik bunları!” diyen, Kürtlerin partilerine kilit vuran kaç hükümet devrildi, tarih oldu, PKK varığını sürürmeye devam ediyor. Bugün HDP’yi gayrı meşru gibi göstermek isteyenler, bunu ilk deneyenlerin kendileri olmadığını bilsinler.

    Sağduyulu Cemaat sempatizanlarının arkadaşıyım. Tıpkı, metrodan, sinema salonlarından, fabirkalardan, büyük büyük şirketlerin CEO’larının yaşadığı lüks rezidanlardan, eli ayağı düzgün üniversitelerden uzak, yaşadığı şehrin tozlu cadde sokaklarında gündelik yaşam süren, her nasılsa her seferinde iktidarların başarısızlıklarının şamar oğlanı olup çıkarılan HDP’li Kürt kardeşlerimin arkadaşı olduğum gibi.

    Aslında özür borcu olduğumuz insanların üzerinde tepiniyor, bir eli yağda, bir eli balda olan siyasetçi takımı ile Kandil dağlarında bey paşa gibi yaşayan ahlaksız bunakların talihsiz kaybedenleri oluyoruz.

    • Ne Gülen Cemaatinin tabanıyla ne işinde gücünde olan Kürt kardeşlerle sorunu olan yoktur. Tribünlere oynamışsın yine.
      Ver coşkuyu.
      Alan bulunur.

      • Deniz bey, ortalama bir gazete okurunun kendini aydın zannetmesi arızası maalesef bizde yaygındır:) O yüzden mario gibi bir de üstüne ş.mardin filan okumuşsa var ya, kimse tutamaz artık onu..! Didem hanımın alttaki yorumuna da bi ilave yapayım: “asil azmaz bal kokmaz/kokarsa çökelek kokar/onun da aslı ayrandır! Eşeğin işi eşekliktir/bin kere övsen de/at gibi olamaz! Aslı bozuk olan/istese de asil gibi olamaz!” selam ve sevgilerimle

    • Bernar Bey tebrik ve teşekkür ederim. Bu yazınız da on numara olmuş. Gerek cemaatle, gerekse HDP ile olan kısımları da dahil, bu yorumuzdaki her bir cümleye katılıyorum. Bu yorumunuza ‘Ver coşkuyu” diyerek bir nevi yorumunuzun değerini düşüren bir diğer yorumcunun da yeterince empati yapmadığını düşünüyorum.
      Yeri gelmişken bir cümle de ülkemizdeki sorunların ana nedenine ilişkin görüşümü de ekleyeyim:
      Kanaatimce ekonomi dahil tüm sorunlarımızın özünü, adaleti şirazesinden çıkarmamız yatıyor. Adaletin olmadığı yerde her şey, bütün kurumlar hatta insanlar bile çürüyor.
      Çevremden de örneklerini gördüğüm, belki binlerce insan, bir suç teşkil etmeyen gerekçelerle yıllardır cezaevlerinde. Gerekçeleri okusanız inanın kahkahalarla gülersiniz.
      Sayın Erdoğan’ın yerinde olsam, yeni kurulması planlanan Parti’nin kurulmasını engellemek isteseydim, ilk adım olarak buradan, özellikle de 15 Temmuz darbe girişiminden sonra, hiç alakasız biçimde kamudan ihraç olan, sonrasında beraat aldığı halde, göreve iadesini nazlanarak değil, hızla sağlayarak başlardım.
      Bu adım, toplumsal barış adına belki de çok önemli bir adım olur, böylelikle de yeni bir partinin kurulmasının gerekliliğini ortadan kaldırabilirdim.
      Ama sayın Erdoğan’ın bu süreci okuma yeteneğinin, dahası sıkıştırıldığı çemberi kırıp çıkabilme gücünün artık kalmadığı kanaatine de sahibim.

      Bu satırların yazarı olarak, kendimi muhafazakar demokrat olarak tanımlıyorum. Ama muhtemelen Almanya gibi bir ülkede yaşasaydim, orada da Sosyal Demokrat Parti’ye oy verirdim.

      Bunları kuruluşundan itibaren 2011 seçimleri dahil Akparti’ye oy vermiş, ama partideki dokrat çizgiden sapmayı gördükten sonra hiç vermemiş 24 yıllık akademik, en az 40 yıldır da siyaseti yakından takip eden birisi olarak yazıyorum. Partinin geldiği duruma da üzülüyorum.

      Son bir not daha: Tayyip Erdoğan, F. Gülen de dahil insanların tanrılaştırılmasına da karşıyım. Akparti giderse halimiz niye olur yok oluruz, biteriz gibi yaklaşımlar, Cenabı Hakkı tanımaktır, O’na güvenmemektir ve kanaatimce şirktir. Cenabı Hak birini alır bir diğerini gönderir.

      Seçmen olarak bana düşen, doğru işler yaptığını (doğru işlerden kastım dinimin temel öğretilerine uyan) düşündüğüm partiye destek olmaktır, değilse değiştirmektir.

      Bu vesileyle, sayın Koru başta olmak üzere, tüm yorumculara da sundukları değerli fikri katkıları nedeniyle teşekkür ediyorum.

      • Bu umut verici sözleriniz ve düşünceleriniz için ben de size bütün içtenliğimle teşekkür ediyorum. Hangi kültürel, düşünsel, siyasi gelenek aidiyeti ya da yakınlığı içinde olursak olalım, hiçbirimiz benim ZİHNİYET SORUNU terimini en yakın terim saydığım zaaflardan azade değiliz. Zihniyet, belki de üzerine onyılları inşa ettiğimiz bir inanışlar ve önkabuller silsilesi, çok zor değişen bir toplumsal ve bireysel deneyim. Bunu ben kendi yaşantımdan biliyorum (siyasal alanda 30’larıma kadar yapmış olduğum şeylerden önemlice bir kısmı bende hala öylesine derin bir mahcubiyet kaynağı ki, hatırlamak bile huzursuz kılıyor beni).

        Yorumlarımıza gelen olumlu ya da olumsuz tepkiler, ülkemizin, insanlarımızın, hepimizin küçük bir fotoğrafı gibi. Düşüncelerinin militanı olan, coşkusal bir tarafım var onyıllardır. Kısmen köreldi, ama yok olmuş değil. Bunun mutlaka ve bütünüyle yanlış olduğunu, tamamen yok olması gerektiğini düşünmüyorum doğrusu. Hayatın her deneyim alanı tutkuyla yaşanmalı, buna çok inanıyorum.

        Küfür ve aşağılamaya varmadığı sürece, yorumlarıma gelen alaycı, fikir içermeyip sadece coşkusal iddiaların üstünkörü sıralanmasından ibaret tepkilere kapılıp kendi alaycı dilimle karşılık yazdığım metinlerim de var. Bunların bizler arasında kalıcı bir yabancılaşma yaratacağına inanmıyorum. Benim muhalif coşkusallığım ne kadar hakiki ise, iktidar ittifakı taraftarı olan bir okurun siyasal coşkusallığı da o kadar hakiki. Bir başka siyasal atmosferde, pek çoğumuz gülümseyip kucaklaşacak insanlarız -en nihayet Doğu’nun kültürel-duygusal ikliminin ürünleriyiz, ve iyi ki de öyleyiz. Kurnazlık, hepimiz için bir olanak olan bu ortamı bile bile istimar ise kabul edilir değil. Tümden yoksamanın, ya da had bildirmenin doğru tavır olduğu kanısındayım -ideal olan ve şimdilerde yapmaya çalıştığım bunlardan birincisi.

        “Erdoğan iyi çevresi kötü” ya da “Erdoğan gidilen yolun yol olmadığını görse. . .” yaklaşımlarından -buradaki bir yorumcu arkadaşımızın da yerinde müdahalesi ile- tamamen uzağım artık. Ne yapıyorda, bilerek ve öyle karar verdiği için yapıyor.

        A. Davutoğlu’nun bir seçenek olarak ortaya çıkmasından memnunum, ama bu kuracağı söylenen partinin seçmeni olmamı sağlayacak bir menuniyet düzeyi değil. Saadet karşılaştırılamayacak kadar tutarlı ve inandırıcı bu açıdan. Sayın A. Gül’ün de destek verdiği ve bundan çok daha kalabalık ve kapsayıcı bir başka girişim olacağı konuşuluyor. Merakla onu bekliyorum. “Keşke bütünleşme halihazırda kurumsal yapısını inşa etmiş Saadet’te olsa. . .” diye güçlü bir dileğim de var.

        Yani, sayın meslektaşım, Erdoğan ve bu AK Parti artık gitmesi geeken, ülkeye ve ülke insanlarına zarar veren bir parti. Cezaevlerindeki onbinlerce insanın, düzinelerce gazeteci ve yazarın, siyasal tutuklunun sorumluluğunu taşıyoruz. Gözümüzü lider olduğu söylenen bir insana dikip onun olması gerektiği gibi davranmasını bekleyerek zaman tüketme lüksümüz yok.

        “Siyaset merakı” diye düşünüyor insanlar bu yorumları, gazete köşelerinde okura ulaşmaya çalışan gerçekyazarları. Hayır! siyaset değil yaptığımız şey. İnanların hayatlarına ve kendi hayatımıza sahip çıkma çabası.

        Kardeşce selam ve saygılar size.

      • Akademik çalışmalardan arta kalan zamanlarınızı; milletimizin demokratik tercihlerinin tanrıtanımazlık ve şirk koşmakla eşdeğer oduğunu kanıtlamakla geçiriyorsunuz galiba? Tabii insanın gönlü neler istemiyor ama rabbimiz başkomutanımızı başımızdan eksik etmesin; devlete millete zeval vermesin yine de! Ayrıca tanrılaştırılmasın demekte biraz gecikmiş de olsanız artık ‘kainat imamı’ statüsüyle yetinmek zorundasınız kanımca:) açıkçası birini alınca diğer bir kainat imamının gönderileceği garantisini size kim veriyor ki? Kadrolu mu olsun, yurtdışı görevi de uyar mı? Efendim..!”

        • Sayın H. Gayret Bey,
          “Akparti giderse halimiz nice olur? Yok oluruz, biteriz gibi yaklaşımlar, Cenabı Hakkı tanımamaktır, O’na güvenmemektir ve kanaatimce şirktir. Cenabı Hak birini alır, bir diğerini gönderir” cümleme taktığınızı görüyorum.
          Kendi dini okumalarım ışığında bu cümleyi kuruyorum ve arkasındayım cümlemin. AK Parti’nin de referans aldığı İslam Dininin, insanlara, hatta neredeyse her şeye böyle yaklaştığını düşünüyorum.
          Dinde, güneşin doğması anında, tam tepedeyken ve batarken namaz kılmak mekruh olduğu gibi, herhangi bir insan/ hayvan resmine veya ateşe karşı da namaz kılmak mekruhtur/ kötü görülmüştür. Sebebi de şu: Bütün bu durumlar, İslam öncesi durumları (puta/ ateşe/ güneşe tapma) akla getirebilir ve insanların İslam öncesi dönemlere dönüşüne neden olabilir.
          Bütün bu ince ayrıntılara haiz bir dinin, lidere (parti /cemaat/ Atatürk/ Lenin/ F. Gülen fark etmez), nerdeyse tapınmayı andıran davranışlar içerisine girmesini hoş görebilir mi? Bu duruma cemaatlere mensup insanlar da dahil, herkes kendi penceresinden bakmalı ve kanaatimce liderine bakış açısını bu bağlamda kontrol etmelidir.
          Bütün bunlar için çözümler üreten dinimiz, insanlara/ liderlere yaklaşımda da çözüm üretmiştir. İslam tarihinde, kılıcının üzerinde doğrularak, Hz. Ömer’e hesap soran sahabe örneğine lütfen, bir Akparti sempatizanı/ militanı olarak  iyi bakınız, üzerinde düşününüz.
          Yeri gelmişken, gerek iktidarın ve gerekse muhalefetin, davranışlarına ve değerlendirmelerine de bu bağlamda baktığımı ifade edeyim.
          Misal, sn. Erdoğan veya bazı iktidar partisi mensupları, “ACIRSANIZ ACINACAK HALE DÜŞERSİNİZ” ifadesini kullanmaktadır. Neredeyse atasözü haline geldi bu cümle. Ama bu cümlenin -bana göre- doğrusunu ve olması gerekeni de buraya kaydetmeden geçemeyeceğim:
          MEN LA YERHAM, LA YÜRHAM (ACIMAZSANIZ, ACINACAK HALE DÜŞERSİNİZ; MERHAMET ETMEZSENİZ, MERHAMET EDİLMEZSİNİZ) Hz. Muhammet (SAV).
          Not: Derseniz ki, Türkiye Cumhuriyeti/ Hükümeti, İslam Dininin öğretileri üzerine hüküm inşa etmez. Bu durumda da kuşkusuz tartışma uzar.
          Ama gerekli görürsem ve buyurduğunuz  gibi, akademik çalışmalarımdan da vakit bulabilirsem tabii.
          Allah’a emanet olunuz.

          • “…Gerekçeleri okusanız inanın kahkahalarla gülersiniz….” kim hangi gerekçeyle hapiste olursa olsun bu kahkalarla gülünecek bir durum değildir! Tabii böyle bir zihniyetteki kişinin gelecekteki merhametinden de ne beklenebilir ki..? Adaletmiş, neuzübillah..!

  15. cumhur ittifakı biter mi?
    ittifakı bir araya getiren özel, genel, bildiğimiz, bilmediğimiz sebepler var, bu sebep sonuç ilişkisini anlarsak bitip bitmeyeceği konusundaki tahminlerimize yardımcı olur diye düşünüyorum. bu nedenle benim kanaatimde korunun kanaatine yakın. lakin bizim gibi ülkelerde gün ola harman ola. günler hatta saatler içinde insanlar değişiyor, olaylar değişiyor.

    pkk ile olan organik, inorganik, tarihsel, kültürel, muhabbet bağlarını inkar etmeyen pkk nın siyasi kanadı hdp bugün grup toplantılarında 1915 olaylarına ilişkin bir açıklama yaptı. şöyle başlıyor;

    “24 Nisan 1915’de başlayan, planlı bir etnik kimlik ve inanç soykırımı olan Büyük Felaket’in (Metz Yeğern) üzerinden 104 yıl geçti. İki yüzden fazla Ermeni aydının evlerinden alınarak ölüme yollanması ile başlayan süreç, yüz binlerce Ermeni’nin sürgünü ve pek çoğunun sistemli olarak katledilmesiyle devam etti.

    bu yüzbinler 5 milyona kadar dayanmıştı…
    meraklısı o dönemi Ermenilerin nasıl kandırıldığını, çeteleştirildiğini, buna karşı alınan önlemleri araştırsın, kuşkusuz büyük acılar yaşanmıştır lakin 1915 olaylarında bir soykırım olmadığı ve belge bılunmadığı tarihçiler tarafından defalarca açıklandı.
    1915 olayları için meşru müdafaa hakkımız olan tehcir kararından söz edilebilir ancak.
    1 Mart 1920 tarihinde Milletler Cemiyeti Genel Sekreteri Sir Eric Drummond “Türkiye’deki azınlıklar baskıya uğramış ve başıboş çeteler tarafından katliamlar işlenmiştir. Ancak bunlar merkezi hükümetin kontrolü dışında cereyan etmiştir.” demiştir.
    1948 cenevre sözleşmesi soykırım için örneğin Holocaust ve Nurnberg’de olduğu gibi “yetkili bir mahkemenin”, “adil ve hukuka uygun” bir yargılama sonunda vereceği kararın, ayrıca “bir yok etme niyetinin” var olması gerektiğini ifade etmektedir.
    1915 olaylarında “soykırım” ile ilgili bir mahkeme kararı ve imha niyeti söz konusu değildir.
    pek çok ülkenin meclislerinde görüşülmesi ve kabullenilmesi bazı diasporaların ve şer odaklarının etkisiyle türklere bu soykırımı kabul ettirmek amaçlıdır. sonrasını kim tartışmak ister.
    hdp türkiye partisi değil mi, derdi ne???

    öncelikle hepimiz kendimizce uygun, haklı gördüğümüz bir açıdan demokrasinin bize verdiği hakla siyasi kimlik ve partilere oyumuzu vererek oy hakkımızı kullanıyoruz bu meyanda tüm partilerin seçmeni elbette masumdur, haklıdır, ve özgürdür, hepsinin başımızın üzerinde yeri vardır.

    lakin akp seçmeninin karşısına geçip sustunuz pustunuz diyenlerin iş hdp seçmenine gelince işi şefkate dökmesine kardeşlik arkadaşlık şarkıları söylemesine cidden şaşırıyorum 40 yıldır bunca gencimize nasıl kıydınız, bebeklere, çocuklara, kadınlara nasıl acımadınız, evlerine giderken bombalanan insanlara hiç mi kahrolmadınız 1915 soykırımdır diyenlere sesinizi çıkarmayacak mısınız diye neden sormadığını neden sustunuz pustunuz demediğini merak ediyorum…

    sorulmalı mı???
    hayır elbette.
    tabii ki hayır…
    zaten kimsenin derdi hesap sormak değil,
    benim ki hiç değil…

    • bugün türklere olan ilgisi ve desteğiyle!!!! bilinen abd başkanı 1915 olaylarını ””’büyük felaket””’ olarak tanımladı.
      bugün meclisimizdeki mümtaz partimiz hdp 1915 olaylarını ””’etnik kimlik ve inanç soykırımı””’ olarak tanımladı…
      arasındaki farkı bilenler bilmeyenlere anlatsın.

  16. – Dün bir haber gördüm. bir gazetecinin sorusu üzerine erdoğan, birileri istedi diye kabinede revizyon yapılamayacağını açıkladı. Acaba kabinede değişiklik isteyen kim? “kabinede değişiklik olacak mı?” diye soran gazeteciyi çok merak ettim. Acaba aklına böyle bir soru nerden geldi?
    – Dünkü erdoğanın açıklaması, bana, futbol klüplerimizin “teknik direktörümüze güveniyoruz. teknik direktörümüzün arkasındayız” açıklamalarını getirdi. herkes bilir ki, bu açıklamadan kısa süre sonra teknik direktör gönderilir.
    – “birileri istedi diye kabinede revizyon olmaz” açıklamasından sonra kabineden kimin gönderileceğini merak etmeye başladım doğal olarak. Acaba kabinedeki teknik direktör kim?
    – çubuktaki takımın sevk ve idaresinde sorumluluğu olanların teknik direktör olma ihtimali epey mantıklı. yani olağan şüpheliler: süleyman soylu ile hulusi akar. bunlardan öncelikle olanın süleyman soylu olduğunu düşünüyorum.
    – Erdoğan, kabine revizyonunda bu ikisini birden görevden almaya cesaret eder mi, yoksa önce birisini mi almayı tercih eder ya da bu ikisine şu aşamada dokunamayıp, önce, kabine revizyonunun normal olduğu fikrini oluşturmak için başkalarını değiştirip, bu fikir normalleştikten sonra mı soylu ve akar değişikliklerini planlar bilemiyorum. Ancak kabinede kesinlikle değişiklik olacağını tahmin ediyorum.
    – Bu ikiliden, öncelikle hulusi akardan, sonra da soyludan bahsetmek istiyorum.
    – Herkes, ordu dendiğinde, asker dendiğinde, ilk önce, silah kullanma becerisi olması gerektiğini düşünür. Oysa bu pek doğru değildir. orduda silah kullanmayı bilmeyen insanlar da olur ki, özellikle bizim ülkemizde, askerliğini sakıncalı piyade olarak yaptığı için eline silah verilmeyen epey kişi olmuştur.
    – Yani bir ordu mensubunun silah kullanmayı bilmeyebileceğini kabul ederim. Fakat bir ordu mensubunun olmazsa olmaz 3 tane yetisinden herhangi birisinin eksik olmasını kabul edemem. bunlardan bir tanesi eksik olursa o kişi, ordu mensubu olamaz.
    norveç, isveç gibi ülkeler bambaşka bir ordu konsepti geliştirdilerse bilememem ama bu 3 temel yeti, bütün dünya ordularında geçerli olan temel yetilerdir:
    – 1- Selam vermek
    – 2- Uygun adım yürümek. yani cem karacanın deyimi ile “rap rap”
    – Askere giden herkes bilir ki, ilk iki yeti için özel eğitim verilir ve daha asker eline silah almadan, selam vermeyi ve rap rap, uygun adım yürümeyi öğrenir.
    – 3- söylediğinin açık ve net olması, anlaşılır olması. Bu o kadar önemlidir ki… mesela;düşmanın geçeceği köprünün havaya uçurulması için verilen emir, dost birliklerin kullanacağı köprünün uçurulması olarak anlaşılırsa, o ordu o savaşı kaybeder. Bunun için de emir tekrarı yöntemi bile geliştirilmiştir. Ast, üst tarafından verilen emri tekrar eder. böylece emrin hatalı anlaşılması önlenmiş olur. yani, aslında askerliğin en önemli yetisi, söylenilenin net olması, anlaşılır olmasıdır.
    – Durum buyken, hulusi akarın çubuktaki konuşmasının ne anlama geldiği, hulusi akarın ne dediği hala anlaşılamadı. hem de genelkurmay başkanlığı yapmış bir kişi iken. hulusi akarın silah kullanmayı bilmediği söylense bu kadar şaşırmazdım doğrusu.
    – Sayın akar için, yanlış hatırlamıyorsam ahmet nesin ergenekoncu demişti de, bana pek mantıklı gelmemişti. “Bir ergenekoncuyu sayın erdoğan niçin savunma bakanı yapsın ki” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Benim 2 ihtimali düşünmememin en büyük suçlusu sayın korudur. Hulusi akarın sayın koru, abdullah gül ve şükrü karatepe ile arkadaş olmaları nedeniyle, “hulusi akarın mhp ile pazarlık sonucu milli savunma bakanı yapılmış olma ihtimali” ile “hulusi akarın, milli savunma bakanı yapılmayıp aslında ordudan uzaklaştırılmış olma ihtimali” ni atlamamın nedeni bu arkadaşlıklardır.
    – Süleyman soyluya gelecek olursak. soylunun söylemlerinin ve uygulamalarının mhp lideri bahçelinin hayalinin bile ötesinde olduğu herkesin malumu. yani soylunun mhp ile yakınlığı (en azından uygulama ve düşüncede) inkar edilemez düzeyde ama soylunun mhp ile ilişkisinin bundan öte olduğunu düşündüren başka olaylar da mevcut.
    – Mesela sayın soylu, erdoğanın damadı berat albayraka omuz atacak kadar özgüvenli. Sırf savunma bakanı olmasının bu özgüveni veremeyeceği açık. öyleyse, bu özgüveni veren 2 ihtimal ortaya çıkıyor. bir güç odağı ile ilişkisi ve sayın erdoğanın zımni onayı. belki de her ikisi de… Yani soylu, erdoğanın, en azından kendisini görevden almayacağını düşünmüş olmalı.
    – mhp ile bilek güreşinde bu iki ismin kabine revizyonunda olağan şüpheli olmasının, kendimce nedenleri bunlar. yani bu 2 isim mhpye yakın isimler ve erdoğan, mhpnin hamlelerine karşı hamle düşünecektir ki, ben daha önceki yazımda, mhp ile bilek güreşini ilk olarak akpnin başlattığını ve ne yapması gerektiği üzerinde daha önceden düşünmüş olma ihtimali olduğunu da yazmıştım.

  17. bu günkü yazı güzel, yorumlar ondan daha iç açıcı. tespitler mükemmel. yorumculardan hükümet kurulsa tüm sorunlar 3 ayda çözülür. akrebin çevresine sarılan ateş çemberini yırtacağını tahmin ediyorum. da: dünyada özellikle bölgemizde olanlar bizi kendi halimize bırakacakmı pek emin değilim. adam bir hareket sinyali veriyor, ittifaklar la ülkeyi daha gizel günlere götüreceğim diyor. aynı gün birinci dünya savaşını başlatan olaylar gibi birsürü saçmalıklar oluyor. adam TC kimliği taşıyan herkesi başka inançtan yada etnisiteden ne olursa olsun koruması sadece idare etmesi gerektiği ni unutmuş neredesse kendi insanını katledecek. bunları görünce yöneticilerimizin tüm kamu binalarında (bahçesi dahil) ve umuma açık yerlerde sigarayı tamamen yaskalaması karşılığında ömür boyu yöneticilik yapmasını isteyecek hale geldim. bu psikozu değiştirmeye talip alternatif siyeset-parti de göremiyorum. niyetleri sadece rantın başına geçmek. ülkede beka sorununun daniskası var. sadece olayın ciddiyetini en tepedeki bir kişi anlıyor. koca dünyada neler oluyor yandaş medyamız sayesinde biz bir türlü henüz anlayamadık. adam kumşumuzdan petrol almızı engellemiş, boruları kapatacak belkide. biz düşmüşüz şu kenti ben yöneteyim derdine (oradada soğan 8 tl).

  18. Karamsar olmamaya çalışsam da bu ülkede bunu başarmak oldukça meşakkatli.Dün bir öğrencinin Alman vatandaşı olma hayalini dinleyince vah dedim halimize.Zehir gibi çocukları tutamıyoruz ülkemizde .Mezunlar yönünü yurt dışına çevirdi deniyordu şimdi liseye kadar düştük.Mustafa Akyol bir tweet atmış İstanbul seçimleri iptal olacak diyor,içerden sağlam kaynakları varmış.İddiadır, lakin gerçekleşirse bu ülke bunu nasıl kaldırır diye düşünüyor insan.Renkli memleketiz vesselam,çok renkli.Çok sesli ve tahammüllü olmayı da becerebilirsek amiyane tabirle on numara olacak.

    • “…Zehir gibi çocukları tutamıyoruz ülkemizde ….” sayın hattat sizin gibi, çocuklarımızın etrafa zehir saçtığını düşünmüyorum ama 200ü aşkın kırmızı pasaportlu nato generalimiz hala brüksel ve almanyada firari durumda, buna dersiniz? Üstelik avrupalı muadillerine göre türkiyede on katı fazla maaş alıyorlardı ve prestij sahibiydiler ama niyeyse elkapısında mülteci olmayı tercih ettiler, neden acaba? Tiyatro mu? Pöhhh…

  19. Evvvvvvvvvt yeni bir parti kurulacak halkta hiç karşılığı olmayan kişilerle vitrin belli Ak Partide yeniden görev alamayan alması da artık mümkün olmayan zavatlarca amma bu partinin gayesi %51 alayımda hükümet olayım bu aziz millete hizmet edeyim.mi?..Hayır Fetönün Parallel Örğütü ile MHP nin başına M.Akşener i getiremeyince kurdurdukları İP ve bölüçü hdp in desteği sayesinde Ak Parti ve MHP nin oluşturduğu Cumhur ittifakından kopardıkları oylar sayesinde yerelde çok ciddi belediye başkanlıkları kazandılar(şaibeli de olsa) Şimdide;Önümüzdeki seçimsiz 4-4,5 yıllık süreç de Mevcut Hükümetin başarı sağlamasını enğellemek adına A.Davutoğlu nun başında olduğu bir parti kurularak (Büyük Anadolu Partisi)Ak Partiden %1-2 oy alarak kirtik %2-2,5 luk oyu da kaparak bu ülkeni 2023 Vizyonunu görmesine engel olacaklarını sanıyorlar.yanılıyorlar çünkü bu aziz milletin ferasetini hesap edemiyorlar.Bu hareket ABD ve AB gi üyesi Ülkeeler ve özellikle İngiltere ve Almanya ca ve Fransa ca desteklenecektir.onlarda2023 de bu Ülke insanının Önünün açılacağını bazı devlerin cüce bazı cücelerinde dev olduğu ortaya çıkacaktır.F.KORU bu hareketi destekler mi ??.kendi adıma evet diyorum.vesselam

    • Sayın Hurşit GÜNDOĞAN,

      Milletin en büyük derdi, “GEÇİM DERDİ”.

      Karnı aç olanın ne işi var Reis’le, Kılaçdaroğlu’yla, Davutoğlu’yla veya Gül’le.

      Reis, şu kötü giden ekonomiye bir çözüm bulsun. Sonra 20 yıl daha iktidarı devam etsin. 50 diyeceğim ama 65+50=115, epey bir abartı olur. Gerçi Reis ona da bir çözüm bulabilir.

      Memurun zaten sırtı pek. Zengin desen o da işini bilir. Mutlaka bir yol bulur.

      Ama işten çıkma korkusu yaşayan işçi, kepenk kapatmak üzere olan esnaf, vaktiyle benzinden çok ucuzken şimdi benzini yetişen ve 6.5 TL olan mazot alma derdindeki çiftçi vs.

      Uzar da uzar.

      Bu arada aklıma eski ekonomiden sorumlu Bakan Sayın Mehmet Şimşek geldi yine. Ak Parti öncesi benzin 1 TL iken Ak Parti geldikten bir müddet sonra benzin 4 TL olmuştu. O da sorulduğunda “Tamam benzin 4 TL oldu ama biz benzinin litresinden alınan %70’lik vergiyi %67’ye düşürdük” gibi açıklama yapardı. Ben gülme krizi geçirirdim.

      “Vatan Millet Sakarya” yani “Beka” edebiyatı ancak “TOK” olunca iyi geliyor.

      Reis bir şeyler düşünüyordur mutlaka ekonomi için. Hoş damat da sanki beceriksiz çıktı gibi.

      Semt pazarında kadın çamaşırı satan pazarcı bağırıyordu: “Gel abla gel! Acıma elin adamına!” diye.

  20. Allah’tan başka melce yoktur
    Elin atına binen tez iner. AK Parti önce kendi atını dağıttı. Önce Akevler’den ve Milli Görüş’ten devşirdiği atını devre dışı bıraktı. Sonra da kendisine en olmaz saldırıda bulunan Hareket Partisi’nin atına bindi. Şimdi bindiği atı zapt edemiyor. Normal.
    Davudoğlu, bizim Milli Görüş ve Adil Düzen hareketlerinde yoktu. AK Parti’de bir bürokrat olarak ortaya çıktı. AK Parti’nin dış siyaseti Davutoğlu’na dayanıyordu. Şimdi o da devre dışı. Davutoğlu ilim adamıdır. Söylenenleri anlayacak seviyededir. Ne var ki Davudoğlu Akevler ile ilgilenmiyor. Akevler’in yarım asırlık müktesebatından yararlanıyor.
    Yeni partiye şiddetle ihtiyaç vardır. Bunu Davudoğlu kurabilir. Ne vat ki bir bürokrat ve ilim adamı olduğu için siyaseti bilmiyor. Ona tavsiyelerim var.
    1) Bugünkü şartlarda Erdoğan’dan başka sivil birinin cumhurbaşkanlığı yapması mümkün görünmüyor. Erdoğan, Davudoğlu’na karşı olsa da Davudoğlu, Erdoğan’ın yanında yer almalıdır.
    2) Davudoğlu herkesle istişare etmelidir. Başta Akevler ile istişare etmelidir. Partisinin programını öyle hazırlamalı, ondan sonra da partisinin programına kim katılırsa katıldığı konularda onunla olmalıdır.
    3) Mevcut düzende iktidar olmayı düşülmemeli. Kendi hazırladığı programa göre düzeni değiştirecek faaliyette bulunmalıdır. Yeni anayasa kabul edilirse o zaman yönetimde yer almalıdır.
    4) Yeni anayasa önce hazırlanmalı. Bu ancak Akevler ile hazırlanabilir. Sonra halka anlatılmalı. Semt kooperatifleri uygulamaları ile halk yeni anayasa için eğitilmeli. O zamana kadar, AK Parti’nin siyasetini desteklemelidir.
    Uzun açıklamalar doğru ama iki temel hata vardır. Biri AK Parti içinde bunun çözüleceğini sanması. Cam bardak kırılmıştır. Artık yapıştırılamaz. Yeni bardak yapmak gerek. İkincisi ise AK Parti’deki yanlışlar dile getirilmeli, çözümler dile getirilmelidir. “Şunlar şöyle yapılmalı.” denmelidir. Ne yapılmalı değil, nasıl yapılmalı o anlatılmalı. Erbakan’ın başarısı buradan geliyor.
    Teşhisle işe başladı. Karşı çıktım. Hatta davet ettiği halde katılmadım. Tedaviyi birlikte hazırladık. Biz tedavi için adım atan herkesle çalışmaya hazırız. Çalışan kazanır. Terk eden hüsrana uğrar.

    • Hocam, Saygıyla…
      Her meseleye siz ve RNE ”Ak Evler” tezinizle katılıyor ve bundan başka da çıkış yolu yoktur iddianızı yineliyorsunuz.
      ”Ak Evler” kuramcıları ve sahipleri, bunu uygulama için neden hep başka birilerini bekliyor..neden hep teklif modundasınız? Tezinizi, kuramcılarınız ve sahiplenenler, neden siyasi mecraya kendiniz taşımıyorsunuz?
      Merakımı mazur görünüz.

      • Muhterem Hasan Güney Kardeş;
        Muhterem Erbakan Hocamız ile “ADİL DÜZEN VE ADİL EKONOMİK DÜZEN” olarak siyasi mecraya taşıdık…
        Erbakan Hocamızın ifadesiyle; 54. Hükümet döneminde “ADİL DÜZEN’İN KOKUSU” MESABESİNDE UYGULAMALAR YAPILDI…
        Evet…
        “ADİL DÜZEN” VE “ADİL EKONOMİK DÜZEN”den başka çıkış yolu ya da çare ve çözüm yoktur…
        SONUÇ olarak ya mevcut partiler “ADİL DÜZEN”i benimser ya da vakti gelince ADİL DÜZEN PARTİSİ kurulur…
        Süleyman Karagülle Hocamız 91 yaşında, bu yaşta elbette sadece “teklif” modunda olacak…
        İnşallah merakınızı giderebildik.
        Selam dua hürmet ve muhabbetlerimizle…

      • Hasan bey; kısmetse benim bugün akevler hakem heyetinde davam var; sayın yazarı da hakem olmaya davet ettim; isterseniz siz de duruşmayı takip edebilirsiniz; bakın bakalım kuramcılar işi nasıl pratiğe döküyormuş…

      • SÜLEYMAN KARAGÜLLE HOCANIN BU DEDİKLERİ ÇOK İYİ ANLAŞILMALI VE GEREĞİ YAPILMALI: “Ne yapılmalı değil, nasıl yapılmalı o anlatılmalı. Erbakan’ın başarısı buradan geliyor. / Teşhisle işe başladı. Karşı çıktım. Hatta davet ettiği halde katılmadım. Tedaviyi birlikte hazırladık. Biz tedavi için adım atan herkesle çalışmaya hazırız. Çalışan kazanır. Terk eden hüsrana uğrar.”
        Evet…
        NE YAPILMALI DEĞİL…
        NASIL YAPILMALI…
        O ANLATILMALI…
        NOKTA!

  21. Ülkemizde; eğitimde, adalette, ekonomide, dış politikada reformlar yapabilecek makyavalist olmayan insanların idaresine şiddetle ihtiyaç var.

  22. Başkanlık sisteminin ilk provası olan belediye seçimleri de gösterdi ki yüzde 30 yüzde 40 la alınan yerlerin artık hayal olduğu… yüzde 50 artı 1 oy yetiyor… peki çoğu büyükşehiri kaybeden akpartiye yaradı mı…hayır… birleşemez yakınlaşamaz denilen partiler yakınlaştı mı…evet…yüzde 1 lik bir parti daha da önem kazandımı… evet…Başkanlık sistemi sizce muhalefete mi yaradı iktidara mı….Değiştirilemez bi sistem değil pekala değiştirilebilir…4,5 yıllık icraattlara bakılır olmadı eskiye dönülür veya daha uygun bir model getirilebilir mi… evet…Bence muhalefet partileri memnun…Türkiye kabuk değiştiriyor…olması gereken bu… bu saatten sonra başkanlık sistemi değişirse en çok chp karşı çıkarmı… bence evet… Peki fehmi beyin koyduğu kendice doğru teşhisler Akparti veya Erdoğanı çok mu düşündüğünden mi…yoksa yeni oluşum için organ nakli yapma isteği mi ağır basıyor….HUZUR hastanesinde birileri günlerdir bekliyor…ama acele etmesi lazım gibi duruyor Karar cılar Kararlı davranıp harekete geçti….Allah şifa versin…

  23. ?MHP lideri Devlet Bahçeli’nin yaptığı 18.81 hesabı doğruysa, AK Parti’nin 31 Mart 2019 yerel seçiminde aldığı oyun oranı katıldığı ilk seçim olan 3 Kasım 2002 genel seçiminde aldığı oranın da altında.❓
    Nasıl anlayamadım, biraz İP ucu verebilir seniz memnun olurum.
    ?Birbirine bağlı doğmuş, iki insanın tek bedende hayatını yaşamak zorunda kalmaya mahkum olmasını getiren ‘Siyam ikizi’ gibi bu iki partimiz.❓
    Aynı durum ameriConi-fg-millet ittifakı için de geçerli değil mi❗
    ?Politika değişikliği beklentisi de boşuna. MHP ile ittifak devam ettiği sürece AK Parti’nin bazılarının olabileceği ümidine kapıldığı ‘fabrika ayarlarına dönmesi’ mümkün değil.❓
    CHP cumhuriyet kuruluşu’nun, F_G_K 2001 parti kuruluş(fabrika) kuruluş ayarlarına dönülsün istiyor❗
    Neden siz kendi ayarlarınızı sorgulamuyor sunuz❗
    Ayrıca tarafınıza göre bu kadar ayar bozukluğu neden yıpratamıyor AK Parti ve liderini, rakipleri topyekün gelin deyince bir araya gelince ancak kazanabiliyor. ❗
    Her olanda vardır bir hayr, kim bilir belki 2023 sonrasının yeni lideri doğum sancılarıdır. ❗

  24. Yeni parti kurulması ile ilgili çalışmalar hakkında, sabahın erken saatlerinde, sohbet ettiğim maliye bölümü mezunu iş arayan genç; ”yeni parti kurulduğunda ve iktidar olduğunda ne olacak ki?..sistem aynı şekliyle işleyecek, kapitalist sisteme devam edilecek ve üreten değil borç ile ekonomisini yürüten bir ülke olmaktan başka bir şey olmayacağız ki?” dedi.

    Aklıma şu sıralar sürekli Erdoğan güzellemeleri yapan Perinçek’in ”üretim devrimi gerçekleştireceğiz…” söylemi geldi. Konuyla alakası ne denecek olursa, bugünkü yazısında ”Yeni AK Parti” nitelemesiyle Koru’yu adres göstereceğim.

    Bu ilk ve yeni bir terim olmakla beraber, yine ilk olarak Koru tarafından dillendirilmiş oluyor. Sanırım yanılmıyorumdur.

    Yani uzunca zaman ”AK Parti, Erdoğan dönüştü, değişti, başka bir kimliğe büründü” türü nitelemeler yapıla geliyordu ama ilk kez ”Yeni AK Parti” nitelemesi, biraz da tescil edilircesine Koru tarafından yapılmış oldu.

    Peki bundan ne anlamalıyız; Koru’nun yüklediği anlam dışında kim, bu nitelemeyi nasıl yorumluyordur?

    Kendi adıma; hayatımızın uzunca bir dönemine tekabül eden AK Parti (17 yıl) iktidarı yıllarının acemilik ve çıraklık dönemini kendilerine veririm ama ustalık ve devam eden dönemi ise ”ulusalcıların” kuşatması altında AK Partinin ”Yeni AK Parti” olarak iktidarını onlarla paylaştığını söyleyebilirim. Buna mecbur kaldılar, bırakıldılar!

    Resmi olarak Bahçeli, gayri resmi olarak da Perinçek ve ulusalcı klik, maalesef Erdoğan iktidarını paylaşıyor ve onu yönetiyor, yönlendiriyorlar. Erdoğan’ı onlara mecbur kılan nedir; bir çok şey sayılabilir.

    Asıl soru; ‘Erdoğan’ın, AK Partinin kurucu kadrosunu ve birçok elit partiliyi tasfiye etmesini gerektirecek ve şun an iktidarını paylaşanların elinde olan ve her ”çıkışına” onlar tarafından takoz olarak karşısına sürülen ”koz” (günahı) nedir?

    En son Erdoğan’ın ”kızgın demiri soğutma zamanıdır..” ve ”Türkiye ittifakı” söylemlerine sert tepki veren Bahçeli ve akabinde şehit merasiminde yaşanan Kılıçtaroğlu hadisesi çok manidar değil midir?

    Erdoğan’ın ”Türkiye ittifakı” söylemi CHP ve dolayısıyla Kılıçtaroğlu’nu işaret ediyordu. Kılıçtaroğlu’nun son dönem tavırları da muhafazakar-sağ cenaha sempatik geliyordu ve bu çalışmanın semeresi Ekrem İmamoğlu’nun şahsında gerçekleşmiş oldu.

    ”Türkiye ittifakı” söylemini, Erdoğan’ın sıkışmış olduğu yerden, kendi siyasi ikbali açısından gözükse de; aslında Türkiye’nin, Ergenokon ve ulusalcı klik eliyle götürülmek istendiği yerden çekilip alınması adına, atılan ‘imdat çığlığıdır” gibi okuyorum ben.

    S 400 ve en son İran petrolü muaifiyetimizin kaldırılmasıyla yükselen ABD tepkisi, Türkiye’yi Batı bloku içerisinde tutma gayretleridir. Tabi ki babasının hayrına değil, çıkarları için…
    Türkiye’yi Batı blokundan koparıp Rusya ve Çin’in başını çektiği Shangay blokuna dahil etmeye çalışan içimizdeki ‘klik’in de; bunu Türkiye’nin çıkarına yapıyordur zehabına kapılmamamız gerekir.

    Türkiyeyi sıkışmış olduğu yerden, ülkemizin bekasını ve hayati çıkarlarını korumak adına MİLLİ TÜRKİYE iTTİFAKI çıkarabilir. Bütün dış güçlerin maşası konumundaki klikleri dışında tutarak, bütün renklerinin birleştiği bağımsız ve onurlu bir duruş ortaya koyacak ve bütün siyasi partilerin üzerinde uzlaştığı ve katıldığı bir ”Milli Türkiye İttifakı”…

    Çünkü çok sıkış(tırıl)mış bir vaziyetteyiz..

    • Sn. Hasan Günay bey, Milli Türkiye İttihat veya İtttifakı taban evet demeden olmuyor, yani Cumhur(Halk-Millet) ortak düşmanlarımıza yada huzurumuzu bozdurmak isteyenlere karşı ŞUURLANDIRILMALIDIR. Yoksa içeriden güçsüz bırakıp, dışarıdan çökme ortamı onların HEDEFLERİ_DİR.

    • Kusurusuz bir çözümleme olmuş, Hasan Bey. Hem değerlendirmelerinize, hem de yazınızın son paragrafında dile getirdiğiniz önerinize tereddütsüz katılıyorum.

      Sizin yazdıklarınızdan bağımsız olarak, yani tümüyle KİŞİSEL OLARAK, dile getirdiğiniz “Milli Türkiye İttifakı”nın, yalınzca siyasal partilerin bir araya gelip işbirliği yapmasından ibaret kalmamasını diliyorum.

      O ittifakn, “hak, hukuk, adalet” şiarına uygun gerçek anayasal değişimler içermesini, KHK’larla mağduriyet yaşatılmış bütün insanların bu mağduriyetlerinin hemen ve ertelenmeden giderilmesini diliyorum.

      Darbeye katılmış ve buna bilerek destek vermiş olanlar dışında, tüm Cemaat üye ve sempatizanlarının derhal cezaevlerinden tahliye edilmesini, siyasal düşünceleri nedeniyle hapishanelere tıkılmış tüm gazeteci ve yazarların özgürlüklerine kavuşmalarını diliyorum.

      15 Temmuz’un üzerindeki sır perdesinin kaldırılmasını, bununla ilgili tüm yargılamaların, bağımsızlığına ve tarafsızlığına tüm toplumun inandığı mahkemelerde yeniden görülmesi gerektiğine inanıyorum.

      Tüm HDP seçmenlerini PKK ile eşitleyen, bu şekilde PKK’nın Kürtler üzerinde kurmuş olduğu vesayeti bilerek, göz göre göre güçlendiren, adeta HDP seçmenlerine “PKK dışında gidecek kapınız yok” mesajı veren, hepimize kaybettirip o sözünü ettğiniz “Ergenokoncu ve ulusalcı klik”lere kazandıran, baştan aşağı ‘gayrı-milli’ olan siyaset dilinin hemen terk edilmesini, S. Demirtaş ve HDP milletvekillerinin salıverilmesini, seçmenlerin özgür iradeleriyle ve BİR KEZ DAHA belediyelerine layık gördükleri HDP’li belediye başkanlarının rahat bırakılmasını diliyorum.

      Bu dileklerimin, beni “ipi Pensilvanya ya da Kandil’de olan bir piyon’ yaptığı iddiası inandırıcılığını koruduğu sürece, insanlarımız o muazzam propaganda aygıtının etkisinde kaldığı sürece, ne ülkemiz insanlarına, ne bana huzur ve özgürlük var.

      Baylock vb. ‘deliller'(!) gibi gerekçelerle zindanlara tıkılmış Cemaat mensubu insanlar da, terör örgütü PKK’dan uzak, kendi gündelik yaşantısının, aş iş telaşesinin peşinde olan HDP’li Kürt seçmenler de kardeşimdir, kardeşlerimiz olmalıdır.

      Gerçek bir Türkiye İttifakı’nın anlamı budur, bu olmalıdır.

      Adı “Cumhur”dan şimdi de “Millet”e dönüşen bir iktidar, sadece muhalif partilerin yan yana gelerek pazarlıklar sonucu üzerinde uzlaştıkları bakanlarla dikkate değer bir yol kat edemeyiz.

      Hürriyetçi anayasal düzenlemelere, toplumsal uzlaşıyla hep birlikte şekillendireceğimiz adil ve adaletli bir yönetim sistemine, kimselerin paşa gönlüne ve kendi siyasal-ekonomik bekasına uygun olarak diğerlerinin üzerine vatan haini, FETÖcü, PKKcı diye yürüyemediği, gerçek kardeşlik mesajlarının da işitilebildiği, küfür ve lumpenliğin değil düşüncelerin öne çıktığı bir medaya ortamına ihtiyacımız var.

      Uluslararası kapitalist düzende, ne kalıcı dostluklara ya da düşmanlıklara yer var, ne de bloklardan bağımsız bir devlet olmak mümkün. Her ülkenin ekonomik-siyasi gücü oranında güç sahibi olduğu, acımasız bir rekabet arenası. Pazarlık gücünüz ne ise, gücünüz o.

      O arenada söz sahibi olabilmemizin yolu kardeşlikten, gerçek ve yol açıcı bir eğitim sisteminden, akıllıca planlanmış teknolojik üretim ve tarım politikalarından, artık liderlerin değil liyakatli kadroların belirleyici aktörler olabildiği bir siyasal yaşamdan geçiyor.

  25. Bumerang, biliyoruz, kıvrık bir sopa biçiminde olup havada daireyi andıran bir şekil çizdikten sonra atıldığı yere geri dönen bir av aracı.

    Ucube başkanlık sistemi, bir bumerangdı. Bahçeli aldı onu Erdoğan’ın eline tutuşturdu: “Al bunu”dedi Bahçeli, “Hem Osmanlı, hem de Türk büyüğüsün, aha bu davul tokmağı da eline pek yakışır.”

    Henüz daha bir yıl bile geçmedi, o çakma davul tokmağının sonuçlarını görüyoruz:

    Saray’ın gözdelerinden olduğu için yazdıklarını güvenilir bulup söylediklerini ciddiye aldığımız Hürriyet yazarı, ilkin “Erdoğan mutfakta bir Türkiye İttifakı pişiriyor ey millet! Yakında servise çıkacak, Kılıçdaroğlu’nun önüne konacak!” diyor, ardından gelen iki günde bu konuda tıs yok.

    Zaten bu koalisyon, ittifak işlerinde “Bunlar beni her an ketempereye getirip satarlar. . .” tedirginliği adeta fıtratında olan Bahçeli, kuruntu modundan çıkıp kaygı ve telaş moduna giriyor, gelip isim vererek yazarımıza dalmaya yelteniyor -mezara kadar süreceğini söyleyip durduğu ittifakına üç kuruş güveni yok, öyle ki, mütevazi köşesinde oukurlarıyla buluşan yazarımız bile onun öfke nöbetine kapılmasına yetiyor.

    Kulislerde söylenenleri ve iddiaları sayfalarına taşıyan kulis yazarlarına bakarsak, AK Partili milletvekilleri bile, partinin küçülerek yoluna devam edeceği, Özal’ın ANAP’ı gibi dağılacağı türü öngörüler arasında gidip geliyorlar(mış).

    Ahmet Davutoğlu, Erdoğan’ı hedefe yerleştirdiği 13 sayfalık bir manifestoyu ilan edip isyan fişeğini ateşledi -herhalde şimdi oturup Erdoğan’ın kendisini partiden ihrac etmesini bekleyecek tasarlamış olduğu bir sonraki adımı atmak için.

    Uzun lafın kısası, daha Haziran 2018’deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerine üç hafta varken, seçimleri Erdoğan’ın kolayca kazanacağını ama 31 Mart seçimleri sonrası siyaset sahnesinde deprem yaşanacağını söylediğimde (“Asıl ilgiye mazhar olması gereken seçimler bir sonraki seçimler. (. . .) Bence herkes bir sonraki seçimde siyaset arenasında yaşanacak depreme hazırlansın. . .” http://u0i.626.myftpupload.com/ikinci-tur-olur-mu-secimleri-kim-kazanir-iddiaya-girmeyin-derim/ ) beni ciddiye almayanlar, henüz 31 Mart seçimlerine haftalar varken en geç iki yıl içinde gidilecek erken seçimlerde Cumhur İttifakı’nın son bulup Erdoğan’ın iktidardan gideceğini en az üç farklı günde üç farklı yorum metninde yazdığımda bana gülenler bile, şimdi Erdoğan’ın önünde kemiksiz 4,5 yıl olduğuna inanmakta zorlanıyorlar -bakmayın siz bunu itiraf etmek istememelerine.

    Şimdi, soru şu:

    Tamam, Bahçeli Erdoğan’dan daha zeki, daha usta siyasetçi (hadi bir an bunların izledikleri siyaseti kendilerinin düşünüp kendi akıllarıyla şekillendirdiğini varsayalım), peki ama çok mu zeki, ve çok mu usta Bahçeli?

    Daha açık sormuş olayım: Bir yıl kadar önce “Aha bu davul tokmağını al eline” diyerek Erdoğan’ın eline tutuşturmuş olduğu bumerang, ilk hedefini vurduktan sonra yoluna devam edip havada bir tur attıktan sonra gelip Bahçeli’ye de bir “Selam’un aleyküm!” çeker mi?

    Daha dün söylediğimi tekzip etmek durumundayım: O başkanlık sistemi Bahçeli’yi de yiyebilir, var öyle bir olasılık.

    Nasıl?

    Erdoğan’ın seçmenlerinin hatırı sayılır bir bölümünü Bahçeli’ye kaptırdığı doğru. 31 Mart seçimlerinin kazananının MHP olduğu da doğru. Bahçeli’nin -benim kaçınılmaz saydığım- erken seçimlerden oylarını daha da artırarak çıkacağı da doğru. Peki ama bütün bunların kıymet-i harbiyesi var mı gerçekten?

    Düşünün:

    Şu veya bu şekilde erken seçimlere gidildi. Millet İttifakı ile diğer muhalif bileşenlerden Saadet Partisi ile kurulması muhtemel yeni parti tek bir aday üzerinde uzlaştılar (diyelim İmamoğlu). İstanbul, İzmir, Ankara ve daha pek çok büyük şehir belediyelerini elinde tutan Millet İtifakı’nın şimdi de cumhuraşkanlığını eline geçirdiği bir durumda, MHP’nin oyunun yüzde 12 olması ile yüzde 22 veya yüzde 39 olması ararasında pek bir fark olur mu?

    Bakanların dönüp sorularına karşılık bile vermediği, aldıkları aylık maaşların karşılığının ne olduğu meçhul milletvekillerinin toplaştıkları Meclis’in bu sistemde üç kuruşluk değeri kalmadığını hepimiz bilmiyor muyuz?

    Yani: Erdoğan Bahçeli’ye ne kadar bağımlı ise, Bahçeli de Erdoğan’a o kadar mahkum. Öyleyse?

    Bence açık: İkisi birden gidecekler. . .

    • Bir maymun ısırmazsa gitmez, yada Azrail(a.s.) gidin emrini yerine getirmeden gidemezler. Zira her iki ittifak bir güç tarafından kullanılıyor. Bu kullanış siyonizm gücünün aleyhine murad için gerçekleşecek…
      Fazla ümitli olmayınız derim. Cumhur itttifakı #MECELLE hükümlerinde birleşmeye devam edecektir.

    • Bazı durumlarda, o sözünü ettiğiniz %5, en az %46 kadar değerlidir, sayın Ahmet.

      Yüzde 46’dan bir numara çıkmaz bu sistemde. Ama buna “bir yerden alıp”(!) bir de %5 eklersiniz, depremi bir de ondan beter tusunami takip eder.

      Sonra, bir de bakmışız ki, şehre bir film gelmiş, mevsim Akdeniz olmuş, insanlar nihayet gülümseyebilmişler.

      Öyleyse, sözü şair Kemal Burkay’a bırakalım:

      Hadi gülümse bulutlar gitsin,
      İşçiler iyi çalışsın, gülümse,
      Yoksa ben nasıl yenilenirim.
      Belki şehre bir film gelir,
      Bir güzel orman olur yazılarda,
      İklim değişir, Akdeniz olur, gülümse.

  26. Kinaye, sayın Koru’nun yazılarının -neredeyse- ayrılmaz bir parçası. Hicvetmeye ise hayli uzak bir yazar -bana göre elbette. Hicve giriştiği ender zamanlarda, bunu hayli ince, yakalaması güç yollardan yapıyor.

    Bunu bilmesem, yazarımızın, “Yeni bir parti kuracağı söylenen insanlar merak etmesinler. Cumhur İttifakı bitmez, AK Parti yolundan dönmez ve duvara doğru olan yolculuğuna aynı istikrarla devam eder” türünden içinde hicvin de olduğu bir mesaj verdiğini düşünürdüm.

    Elbette ki F. Koru bunu söylemiyor.

    Tek, basit ve anlaşılır bir tespitle yetiniyor, ve o tespit ben dahil -hemen- hepimizin ümit ettiği şeyden ibaret: Cumhur İttifakı bozulmasın, yoluna devam etsin.

    “Durmak olmasın, yola devam edilsin” diyorum kendi adıma.

    Böyle olsun ki, F. Koru’nun yazısının sonundaki parlak ufuklara daha yakınlaşmış olalım.

  27. Sayın Koru korkarım bu seferde yanılacaksınız. yaw ben size daha öncede söyledim gelecek tahmininde bulunmayı bırakın. işinize bakın? Yarın ne olacak bilemeyiz. Bu siteye dadananlar sevinsin diye bu yazıyı yazdığınızı tahmin ediyorum? Ha diğer bir konu, birilerinin sizin üstünüze gelmesini gayrı meşru muhabbetin neticesi … olarak gördüm.

Yoruma kapalı.