Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan acılı Gaziantep’te konuşurken de meydandan “İdam, idam” sesleri yükseldi.
Halka açık her konuşması aynı sloganla kesiliyor Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, o da hep aynı cevabı veriyor: “Bunun kararını verecek olan merci neresidir? TBMM’dir. Çünkü oradakiler sizin vekilleriniz ve yasama organı. Sizin bu talebinizi ben kendilerine ilettim. Bunu müzakere etmeli ve ondan sonra kararı vermeliler. Karar önüme geldiğinde, hep söylüyorum, ben bu kararı onaylarım.”
TBMM şu sırada yaz tatilinde; yasama dönemi başladığında ‘idam cezasını yeniden getirme’ baskısı altına düşeceği kesin.
İdamı darbeciler kullandı, sivil TBMM 4 aşamada kaldırdı
‘Yeniden’, çünkü Türkiye hukuk sistemi ‘idam cezalı’ bir sistemdi ve TBMM bu cezayı dört aşamada kaldırdı.
İlk aşamada (1984’ten itibaren), TBMM, önüne gelen ‘idam’ cezalarını gündemine almayarak fiili olarak kaldırdı. 2001 yılında ‘terör suçları’; 2002’de ise, ‘savaş ve çok yakın savaş tehdidi hallerinde işlenmiş suçlar’ ile sınırlandırdı. Dördüncü aşama 2004’te geldi ve TBMM, Türk Ceza Kanunu içerisinde bulunan bütün ‘ölüm cezası’ maddelerini kaldırdı.
Ne bâdireleri arada atlattığımızı düşünürseniz, ülkemizde 30 küsur yıldır tek bir ‘idam’ uygulanmadığına şaşırabilirsiniz.
En son ‘idam’ hükümlüleri 12 Eylül (1980) askeri darbesi sonrasında infaz edildi. Tam 50 kişi.
Darbeci kadronun lideri, Kenan Evren, “Ne yani, asmayalım da besleyelim mi?” diyor ve yaşı küçük olanları bile, doktor raporuyla “Aslında yaşı daha büyük” hale getirerek idam sehpasına gönderiyordu.
Yine Evren’in deyimiyle, “Biri sağdan ise, diğeri soldan” olmak üzere…
Siyasi hayata geçildiğinde (1983 sonu), TBMM’yi oluşturan her partiden milletvekilleri, askerlerin son üç yıl içerisindeki uygulamalarından da etkilenerek, mahkemelerin verdiği ‘idam’ cezalarını onamadılar…
Cezanın bütünüyle kaldırılmasını ise başka tür bir müdahaleye borçluyuz.
Abdullah Öcalan’ın 1999 yılı şubat ayında Kenya’da yakalanıp ülkemize getirilmesine…
Daha doğrusu, ABD tarafından paketlenip Türkiye’ye teslim edilmesine…

ABD Öcalan için devreye giriyor…
O dönemde başbakan koltuğunda oturan Bülent Ecevit, yıllar sonra (2004’te), “Öcalan’ı bize neden teslim ettiler, anlayamadım” diyecekti.
Bir ara not olarak şunu gireyim: Ecevit’in bu açık itirafına kadar, bırakın “Öcalan’ın bize Amerikalılar belli bir amaçla teslim etti” demeyi, “Bu işin içinde bir iş var” kuşkusunu yansıtmak bile ‘komploculuk’ sayılıyordu. Ben öyle şeyler yazmıştım, ‘komplocu’ olarak üzerime gelmişlerdi.
Gerçeklerin mutlaka ortaya çıkmak gibi bir alışkanlığı vardır.
Hele bir de o gerçeğin bilinmesini taraflar istiyorsa…
Amerikalılar bilinmesini istediler.
Eric Edelman, 1 Mart tezkeresinin (2003) Meclis’te reddedilmesi sonrası, Beyaz Saray tarafından Ankara’ya atanmış büyükelçiydi. Özel biriydi. Özelliği, ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney’in en yakın danışmanı olmasından geliyordu.
Onun Ankara’ya büyükelçi atanmasının Senato tarafından onaylandığı akşamki kutlamaya katılan bir kaynağım, bana, “Sanki bir gizli örgüte katılma töreni gibiydi” gözlemini aktaracaktı.
İlk ziyaretlerini parti liderlerine yaptı Edelman. DYP lideri Mehmet Ağar’ı ziyareti (18 Eylül 2003) sonrası gazetecilere açıklama yaparken şu cümleyi sarf etti: “Bay Öcalan’ın Türkiye’ye verilmesine yol açan operasyonda Türkiye ile işbirliği yaptık.”
Konuyu yakından izleyen Murat Yetkin, önce Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile ardından da Ecevit’le konuşacak ve teslim olayında merkezi rolü ABD’nin oynadığı bilgisini pekiştirecekti.
ABD, bu ‘kıyağı’, devleti yönetenlerden Öcalan’ın idam edilmeyeceği sözünü aldıktan sonra yapmıştı.
İran ve Mısır da devrede…
Devletlerin ihtilâfları aracılarla çözmesi olağanüstü girift bir iştir. Araya birden fazla parmağın girmesini gerektirebilir. Öcalan’ın uzun yıllar yaşadığı Suriye’den çıkartılması, bir süre çeşitli başkentlerde dolaştıktan sonra Yunan istihbaratı tarafından götürüldüğü Kenya’da derdest edilip Ankara’ya getirilmesi de İran ile Mısır’ın Hafız Esad üzerinde baskı uygulamasıyla gerçekleşmiştir.
Teslim eden ABD, ama Öcalan’ı Suriye’den çıkartmada rol oynayan ülkeler İran ve Mısır…
Hafız Esad’a “Artık bu adamı ülkende barındırma, Türkiye’nin dostluğunu kazan” tavsiyesini, Hüsnü Mübarek, Ankara ile Şam arasında mekik diplomasisi uygulayarak iletti; Türkiye “Suriye Öcalan’ı ülkesinden çıkaracak” haberini ise, İran Dışişleri Bakanı Kamal Kharezi’den, onun Ankara ziyareti sırasında, öğrendi.
Öncesinde Kara Kuvvetleri Komutanı Atilla Ateş’in Hatay’da “Suriye’yi yerle bir ederiz” anlamına gelen tehditli hitabı (16 Eylül 1998) ile Cumhurbaşkanı Demirel’in TBMM’nin açılışında (1 Ekim 1998) yaptığı her satırı tehdit kokan konuşma da var.
Aynı günlerde, ABD de, Türkiye’yi yönetenlerle ‘idam’ cezasının kaldırılacağı vaadini kopardığı bir müzakere yürütüyor olmalı.
Sözün kısası şu:
Türkiye zaten uygulamaktan vazgeçtiği idam cezasını, ABD ile yaptığı anlaşma sonucu, Öcalan’ın kendisine teslim edilmesi karşılığında dört aşamada sisteminden bütünüyle kaldırdı.
O anlaşmanın süresi bitti mi artık?
Neyse.
Neden gelemesin, istenirse gelebilir elbette… Ama gelmeli mi?
Vaktiyle kaldırılan ceza yeniden getirilebilir mi?
Elbette getirilebilir. TBMM toplanır, AK Partili ve MHP’li milletvekillerinin kaldıracağı parmaklarla ceza yeniden getirilebilir.
Dahasını da söyleyeyim: Bizim de sistemimize dahil ettiğimiz evrensel hukuka göre ceza yasasında yapılacak ağırlaştırılma yönündeki değişiklikler ‘mâ-kabline şâmil’ olamıyor; yani idam cezası çıksa da daha önce işlenmiş suçlar için uygulanması mümkün değil. Ancak, Batı ile bütün bağları koparmayı göze aldıktan sonra, yani evrensel hukuka kulak asmayarak, geçmişe dönük de uygulamaya gidilebilir.
O zaman asıl soruyu soralım: İdam cezası getirilsin mi?
Meydanlar “İdam, idam” diye coştukça siyasilerimizin etkilendiği belli.
250’ye yakın insanımızın hayatını kaybettiği uğursuz ‘darbe girişimi’ herkesin belleğinde.
Ayrıca, PKK, IŞİD ve bilumum başka terör örgütleri her gün can alıyor.
Yürekler yanıyor, yanan yüreği dindirmenin yolu olarak ‘idam’ cezasını geri getirmeyi görenler olması doğal.
Ancak ‘öldürme’ ile sonuçlanan cezaları pek çok ülke hukuk sisteminden çıkardıysa, bunun geçerli bir sebebi var.
En önemli sebep, yanlış hükümlerle astığınız insanların sonradan ‘suçsuz’ olduklarının öğrenilmesi durumunda, yapılanın ‘telâfisi’nin mümkün olmaması.
Uzun yıllar hapiste yatmış ve sonunda suçsuzluğu ortaya çıkmış insanlar yok mu?
Ergenekon ve Balyoz davalarında verilen ‘ağırlaştırılmış müebbet’ cezası ‘idam’ mukabiliydi; o cezayı almış ve cezaları Yargıtay tarafından onanmış insanlar var aramızda.
‘İdam’ cezası sistemimizden çıkarılmamış olsaydı idam edilecekler…
Ve hiçbiri aramızda olamayacaktı.
Ömrü billâh hapiste kalmak pek çok suçlu için ölümden beterdir.
ΩΩΩΩ