Olaylar ve senaryolar… Kişiler ve ajanlar…

9
Madanoğlu Cumntası yargılanıyor... 1971.
Reklam

Süleyman Özışık, internethaber.com sitesinde çıkan ve dün çok okunan yazısında “Bunu hisseden sadece ben miyim?” diye sorduğu ve ‘kendisine gelen bilgilere dayanarak’ kaleme aldığını özellikle belirttiği bir senaryoyu yazdı.

“Bir ben miyim?” diye sorduğu senaryo şu: FETÖ’nün hava kuvvetleri imamı olduğu sonradan öğrenilen Adil Öksüz adlı kişinin, önüne çıkarıldığı mahkeme tarafından serbest bırakıldığı zaman ile, Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar’ın rehin tutulduğu yerden kurtulması hemen hemen aynı dakikalara denk düşüyor… İkisi de ‘Akıncılar’ adını taşıyan üste idiler…

Özışık, bunun bir ‘takas işlemi’ olduğunu düşünüyor. “Biz sizin adamınızı, siz de bizim adamımızı serbest bırakın” tarzında bir takas…

Senaryosu doğru mudur bilemem, ama bir şeyden haberdarım: Yalnız değil Süleyman Özışık; o senaryoyu dillendiren başkaları da var.

Konuya dikkatini çeken kaynak başkalarıyla da konuşmuş olmalı ki, uğradığım her mekânda, kulak hizamda konuşuldu aynı senaryo…

Tıpkı daha farklı tuhaflıklara dikkat çeken başka senaryoların da konuşulduğu gibi…

O gece hakkında bilmediklerimiz bildiklerimizden fazla

Ülkemiz insanının zihni bazılarının ‘komplocu’ sıfatı takmaya bayıldığı bu türden senaryolara pek açıktır.

Bilgi kanallarının tıkalı olduğu, fısıltı gazetesi tirajının basın-yayın organlarının toplam tirajını zorladığı ortamlarda, senaryolar ortalığı sarar. İnsanlar zihinlerinde tartıp bir yere koyamadıkları bilgileri, altalta üstüste yerleştirip yekûn alamadıkları hesapları senaryolara çevirirler.

Reklam

15 Temmuz gecesinde yaşananlar sonrasında ben birkaç kez bu tehlikeye dikkat çektiğimi hatırlıyorum: O gece vuku bulduğu söylenen, gözaltında alınan ifadelerden dışarıya yansıyan, kaynaklara yakınlıkları sebebiyle bilebilecek durumda kalemlerin köşelerine taşıdıkları bilgiler arasında göze batar tarzda çelişkiler var.

Düşünün, hâlâ Org. Akın Öztürk’ün ‘darbeci’ mi, yoksa ‘kahraman’ mı olduğunu tam bilmiyoruz.

Evet, adam tutuklu ve içeride, ancak askerlerin yaptığı resmi açıklamadaki, “Akın Öztürk’ü darbecilerle konuşup ikna etmesi için biz Akıncılar üssüne gönderdik” anlamına gelen cümleler Genelkurmay Başkanlığı sitesinde hâlâ duruyor.

Böyle bir ortam elbette senaryo yazmaya açıktır.

Her gece televizyon ekranlarında görmeye alıştığımız ‘itirafçılar’ ile Ergenekon ve Balyoz davalarında yargılanıp mahkûm edildikten sonra hava değişince beraat eden askeri kişilerin anlattıkları da kafaları karıştıran bir başka unsur.

Onların anlatımları ve tahlilleri arasında da çelişkiler var. Hangisine inanacağımızı bilemediğimiz, kim doğru söylüyor, kim uyduruyor ayıramadığımız pek anlatıya muhatabız.

Mahir Kaynak anlatmıştı…

Gelin de rahmetli Mahir Kaynak’ı hatırlamayın.

Mahir Bey, 1971 askeri darbesi sonrasında siyasi tarihimize ‘Madanoğlu Davası’ olarak geçen yargılama sırasında davanın diğer sanıkları arasında yer almaktadır.

Reklam

Cunta kurup orduyu isyana teşvik ve askeri darbeyle rejimi değiştirmeye teşebbüs suçuyla yargılanmaktadırlar.

İçerisinde dönemin öndegelen pek çok entelektüelinin de bulunduğu bir cunta gerçekten vardır. Cuntanın başı da 27 Mayıs (1960) darbesine katılmışlardan Korg. Cemal Madanoğlu’dur.

O günleri cuntaya yakın bir yerden izleyen Hasan Cemal ‘Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım’ kitabında gelişmeleri ‘içeriden bir tanık’ olarak anlatmıştır.

‘Madanoğlu cuntası’ haftanın belli günlerinde toplanıp ülke sorunları üzerinde konuşur, darbe sonrası kurulacak yeni rejimin esaslarını tespite çalışır. Madanoğlu’nun en güvendiği kişi, sağkolu, Marksizmi diğerlerinden daha iyi bilen İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyesi bir gençtir: Mahir Kaynak

“Aramızda MİT ajanı var, konuşmaları teybe kaydediyor” ihbarı geldiğinde, Madanoğlu, “Mahir herkesin üzerini sen ara” der ve üzerinde teyp bulunan tek kişi, Mahir Kaynak, o sayede kurtarır.

İhbara konu ‘MİT ajanı’ odur çünkü.

Yargılama sırasında, MİT, daha önce ve sonra hiç yapmadığı bir şeyi yapar: Mahir Kaynak’ın ‘ajan’ olduğunu açıklar…

Cunta üyeleri şaşkına dönerler. İlk tepkileri inanmamak olur. MİT’in aralarına fesat sokmak için böyle bir açıklama yaptığını düşünürler.

Mahir Bey, o dönemi anlatırken, hayatının akışını temelden değiştiren deşifreyle MİT’in sadece kendisini zora sokmakla kalmamış, ülke siyasetini de derinden etkilemiş olduğunu belirtir.

Afişe edilmemiş olsa, hapse düşecek, ama hapisten çıktıktan sonra da görevini sürdürebilecektir.

“O açıklama yapılmamış ve deşifre edilmemiş olsaydım, belki de bugün Türk solunun lideri bendim” sonucunu defalarca paylaştı sonradan Mahir Kaynak

Başka kimler ve kimler gizlendi acaba…

Hep şunu düşünmüşümdür: “Ne hikmetse yapmaması gerekeni Mahir Kaynak için yapmış olan istihbarat örgütü, acaba sağda-solda daha kimler ‘ajanı’ olduğu halde sessiz kalmayı tercih etmiştir?”

İstihbarat örgütlerinin bir görevi ülkede faaliyet gösteren her örgütü ‘içeriden’ tanımaya çalışmaktır. Bunu sağlamanın yöntemi de, ‘örgütler’ içerisine eleman yerleştirmektir.

Kuşkunuz olmasın, sizin farklı kimliklerle tanıdığınız kişiler arasında yolu istihbarat örgüt/leri ile kesişmiş veya doğrudan ‘ajan’ sıfatını taşımayı hak edenler vardır.

Örgüt üyesidirler, eyvallah, ama hangi örgütün üyeliği ağır basmaktadır?

IRA’da Donaldson öyleydi

Yerli örneğim yok, ama geçmişte okurlarımla birkaç kez paylaştığım, İngiltere’nin başını 35 yıl boyunca ağrıtmış IRA terör örgütünün ve siyasi uzantısı Sinn Fein’in en önemli liderlerinden biri, Denis Donaldson, aslında İngiliz istihbarat örgütünün ajanıydı.

IRA'dan hapse düşenler: Soldan sağa Tomboy Loudon, Gerard Rooney, Denis Donaldson ve Bobby Sands
IRA’dan hapse düşenler: Soldan sağa Tomboy Loudon, Gerard Rooney, ‘ajan’ Denis Donaldson ve açlık grevinde ölecek Bobby Sands.

İngiliz devletine karşı 1981 yılında cezaevinde yatarken düzenlediği açlık grevi sırasında hayatını kaybeden IRA militanı Boby Sands’ın hemen bütün fotoğraflarında yanı başında görünen kişidir Donaldson

O kadar yani.

‘Ajan’ olduğu ortaya çıktığında, Aralık 2005, ‘terör örgütü adına eylem’ yapmakla suçlandığı bir davada yargılanıyordu. Damadıyla birlikte. Ağır cezalara çarptırılmaları beklenirken, mahkeme, birdenbire sanıklara karşı açılmış kamu davasını düşürüverdi.

Denis Donaldson’un ‘köstebek’ olduğu da o sayede ortaya çıktı.

‘Ajan’ olduğu öğrenilince kaçıp saklandı, ama mukadder âkıbetten kurtulamadı Denis Donaldson. Deşifre olmasından sadece 4 ay sonra, saklandığı köy evinde, IRA tarafından infaz edildi.

Ülkemizde ise, Mahir Kaynak deşifre olunca öldürülmedi; ama vaktiyle kafasına ve bilgisine hayranlık duyan insanlar tarafından dışlanarak başka tür bir infaza tâbi tutuldu o da…

Bütün bunları Süleyman Özışık’ın “Benden başka kimse farkında değil mi?” sorusunu yönelttiği yazısı üzerine paylaşıyorum.

Demem şu ki…

Senaryoların hangisinin gerçek hangisinin yanlış olduğu kolay ortaya çıkmaz…

Tıpkı kuşkulandığımız bazılarının gerçek kimliklerini belki de hiç öğrenemeyeceğimiz, tahminle yetinmemiz gerekebileceği gibi.

Raconu böyle bu tür işlerin, sevgili Süleyman Özışık

ΩΩΩΩ

Reklam

9 YORUMLAR

  1. sn. FK peki bu “naylon darbe”(!) planlaması mit, emniyet, tsk, abd, cia, üst akıl tarafından gerçekleştirildi. Öyle ise
    1- Tiyatro o kadar alana fiili olarak neden yayıldı, neden o kadar figüran ellerinde silah, uçak, tank, bomba ile rol aldı. Bu rol alanlar nasıl sonucunu bilerek bu durumu kabul etti.
    2- Ağustos 2016 YAŞ ve diğer savcılık hazırlıkları ile TSK’dan atılacak olanlar neden işin içerisine bilerek girdi.
    3- Bu kadar kan neden akıtıldı.
    4- Ergenekon ve balyoz olaylarında olduğu gibi senaryo ve bazı belge ile silahların saklanan yerlerden çıkarılarak aynı metod ile TSK’dan atılmalar yapılamaz mı? idi.
    5- Darbe öncesi yazılan bazı makaleler, sohbet konuşmaları (özellikle 19.03.2016 sıfır sorun ve beddua haki elbiseli), gazete tv reklamları, Prof. Osman ÖZSOY’un 15 Haziran 2016 programı, matador ile boğa mücadelesinin darbe öncesi gösterilmesi ardından 2. dünya savaşı tank ve silahlı mücadele görüntüleri, cemal uşşak beyin hastalığı ve vatana döndürülmeyiş duygusal görüntülerinin medyada gündeme gelmesi.
    6- En az 10 ayrı iddianame savcılar tarafından hazırlanıyor, eğer bunu beklemeden hazırlık yapmak istiyorsanız, her konu başlığı senaryosını ayrı ayrı ele alarak bunun fetö nün dışında olduğunu ANALİZ ediniz…

  2. Süleyman Özışık’in yazısı tamamen yalan bir kronoloji üzerine kurulu. Dikkatli bakarsanız görürsünüz. Hulusi Akar’in serbest kalmasını 16 temmuz 07:00 sularında, Adil Öksüz’ün serbest kalmasını de aynı gün 11:00 suları olarak belirtiyor. Halbuki adil öksüz 16 temmuz günü sabah saatlerinde yakalanıp, 20 saate yakın gözaltı ifade savcılık ve mahkeme sürecinin ardından serbest kalıyor. Basına yansıyan 21 dk lık kısım sadece adliyede geçirdiği süre. ve serbest kalması da aynı gün değil 3 gün sonra basına yansıyor.

    a. öksüz serbest kaldıktan sonra ortaya çıkıyor kim olduğu ve 19 temmuzda aynı gun hem yakalandığı hem serbest kaldığı basına yansıyor ama o sirada coktan A. Öksüz zaten ortalarda yok. Sabiha Gökçen de goruntulenmesi de yine 17 temmuz sabahı.

    Sizin gibi usta bir gazetecinin daha kaliteli referansları olmasi lazim. Üniversite hayatmdan bu yana takip ediyorum yazılarınızı. Zaman kavramına özellikle çok dikkat ettiğinizi biliyorum. Buradaki hatayı da düzeltmenizi bekliyorum.

  3. Zamanlama açısından bir yanlış var. Hulusi Akar 16 temmuz sabah saatlerinde, Adil Öksüz 17 temmuz sabah saatlerinde serbest. Takas olsaydı aynı anda serbest kalmaları gerekirdi.
    A.öksüz Adalet,kolluk ve istihbarat birimleri arasındaki kopukluk ve ihmal sebebiyle serbest kalmıştır. Savcı ve hakim önüne kolluktan, anılan hakkında fetö bağlantısına ilişkin en ufak bilginin getirilememis olması da ayrı bi muamma. 100 bin kişiyi listelemis devlet aklı, adil öksüz ile ilgili istihbarat kayıtlarına da önemli bilgiler yazmıştır diye umuyorum.

  4. Yazınızda Gn.Kur.Bşk. sitesine verdiğiniz link çalışmıyor. Bahse konu açıklama kaldırılmış olabilir mi?

  5. Pek çoğumuzun farkında olduğu ve tanınmış isimlerden İlker Başbuğ’un da paylaştığı görüş şudur : 15 Temmuz darbesi, baştan başarısız olacak şekilde planlanmış. Bu anormal durum, vatanım ve milletim adına derin endişe duymama neden oluyor. Burnuma kötü kokular geliyor, amaç kimin iktidarda olduğu değil de Türkiye’yi fena halde zayıflatmak sanki.

    Bunu başaran küresel üst akıl neye güveniyor ? Türk Milleti’nin siyasi iktidar mücadelesi yaparken, akla ve bilgiye dayalı bir devlet politikası etrafında uzlaşmak yerine, siyasi hasımlarını tepelemeyi istediğini çok iyi biliyor. Ben derim ki, böylesi davranan her kimler ise hepsine lanet olsun. Eskiden bu vesayet zihniyetinin sadece laik ve Kemalist kesimlerde olduğu sanılırdı. Şimdi gördük ki dinci (anti-laik) muhafazakarlar da aynıymış.

    Vesayetçi olmayan akılcı, bilgili ve dürüst yeni siyasi kadrolara acilen ihtiyaç var. Yoksa bu gidiş kötü. Kazandım sananlar dahil hepimiz kaybedeceğiz.

    • Kanlı darbe kalkışmasının neden, niçin olageldiği, asli faillerinin tamamı birbuçuk ay sonra da bilinmiyorsa, o toplumun kamu vicdanı ve hukuk düzeni feçlidir. Halk zombi ve mankurt olma yolunda sona yaklaşmıştır. Toplumun bir ferdi olarak ar ediyorum.

  6. Fehmi bey,meslek ünvanı olarak değilse de dışa vuran düşünce ve kararlarıyle “diplomat”tır.Deyim yerindeyse (hoş görüsüne sığınarak yazıyorum)”ne kızı verir,ne de dünürü küstürür.” Kabus yoğun muammalı 15 Temmuz kırılma gecesi konusunda,eminim ki,sayın Koru,soru işareti çengeliyle beyinlere takılan bilinmezliklerle ilgili en az on-onbeş soru sorabilir.Millet kaderinde kilometre taşı olan darbe teşebbüsünün hükmü bu haliyle tarihe bırakılamaz.Toplum hayatında son derece radikal ve belirleyici olan kalkışma sonrasının perde arkasını olabildiğince öğrenmek hakkımızdır.Oldu-bittiye getirilircesine kelime oyunlarıyle yapılan kamuflajlar,”alemi kör-herkesi aptal”yerine koymak değil midir?Nasılsın demokratik hukuk düzeninindeki “açık rejim”?!..

  7. Fehmi Bey,
    Yazdiginiz cinsten köstebenlik isi Almanya’da epeydir gündemin konusu. Alman istihbaratinin, neonazi partisinin (NPD) icine yerlestirdigi köstebekler ortaya döküldügü icin mahkeme “acik ve yogun tehlike” tesbiti yapilamayacagini söyleyip, partiyi yasaklamadi.
    Benzer bir durum halen görülmekte olan, uzun süre “döner cinayetleri” seklinde dile dolanmis NSU davasinda da sözkonusu. Yargilamanin sarpa sarmasinin önemli bir sebebide burada yatiyor olmali. Arka planda, köstebeklerin ortaya cikmamasi ve istihbaratin ele verilmemesi icin yogun caba sarfediliyor olmali.
    Almanya’dan selamlar
    Tugrul Akbaba

Yoruma kapalı.