Politikacılar ‘yeni partiye ihtiyaç yok’ diyor.. Halk ise, hem Avrupa’da hem de bizde farklı telden çalıyor…

17
Reklam

MHP lideri Devlet Bahçeli‘ye göre ülkemizde 103 parti faaliyette. Eski politikacılardan Cemil Çiçek ise ülkemizdeki parti sayısının 81 olduğunu söylemekte. Acaba bu rakamlardan hangisi doğru?

Bana sorarsanız ülkemizde şu anda kaç parti bulunduğu hiç önemli değil. Meclis’te grup kurma imkanı bulmuş beş parti var; grubu bulunmayanları da hesaba katarsak Meclis’te temsilcisi olan parti sayısı 9. İstanbul’da tekrarlanan belediye başkanlığı seçimine de sadece 12 parti katılıyor.

Hepsi bir yana, bir yıldan biraz fazla süredir uygulaması başlamış olan ‘cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi’ ile birlikte ülke siyasetini belirlemede neredeyse tek güce dönüşen iktidar cephesi (AK Parti ile MHP) bir yana…

İktidar iseniz, beğenmediğiniz seçimi iptal ettirebiliyor, yeniden tekrarlanmasını sağlayabiliyorsunuz. Dahası, iktidar cephesinde yer alınca, “Artık yeni partiye ihtiyaç yok” deme selahiyetini de üstünüze alabiliyorsunuz.

“Ülkemizde kaç parti var?” konusu da zaten bu yüzden tartışma gündemimize girdi.

Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu‘na atandığı için ismi yeniden gündeme gelen eski politikacı “Türkiye’de şu anda tam 81 siyasi parti var. 82’ncisi ne işe yarayacak?” sorusunu gündeme taşırken, MHP lideri de yeni bir parti kuruluşu arayışında olduğu bilinen bir kişi için sarf ettiği “103 tane parti var, ‘104. olayım’ diyorsa yolu açık olsun” görüşünü kamuoyuyla paylaştı.

Onlara bakarsanız, Türkiye’de yeni bir partiye ihtiyaç yok ve bu yolda çalışmalar yürütenler boşa kürek çekmekteler…

Acaba düşünceleri doğru mu?

Reklam

Halk “İhtiyaç var” diyorsa vardır

Kamuoyu araştırma şirketleri seçim öncelerinde daha yoğun anket çalışması yaparlar. Hazır sahaya inmişken, hem kendi meraklarını gidermek, hem de hizmet sundukları müşterilerine vatandaşın nabzını yansıtmak amacıyla deneklere farklı sorular da yöneltirler. O sorulardan birkaçı her seferinde yeni bir siyasi oluşum hakkında ne düşünüldüğünü anlama amaçlı olur.

Gördüğüm araştırmalar çok açık bir biçimde toplumda yeni parti arayışının her zamankinden daha yüksek olduğuna işaret ediyor. Hemen her partinin tabanında bu yönde bir bekleyiş var.

Demek ki, var olan partilerde bulamadıkları bir şeyi 82. veya 104. partiden uman bir kitle bulunuyor.

Benzer bir beklenti ortamı yeni bir milenyuma (2000’li yıllara) doğru yol alındığı günlerde de kendini hissettirmişti. “Kuruldu ve işe yaramadı” diye örnek gösterilen birkaç parti o dönemin eseridir; gerçekten çoğu birer tabela partisi olmaktan ileri gidememişti. Ancak, yine o dönemde kurulan AK Parti girdiği ilk seçimden zaferle çıktığı gibi 17 yıldır da iktidarda.

AK Parti’ye iktidar yolunu ortağı olduğu koalisyon hükümetini erken seçime zorlayarak açan Devlet Bahçeli, o günlerde de, yeni bir partiye ihtiyaç olmadığı görüşünü dile getirmekteydi. Cemil Çiçek ise, en sonunda AK Parti’ye girse de, önce farklı bir parti arayışındaki bir grup içerisinde yer almaktaydı.

Türkiye’nin beklentisini, vatandaşın umudunu fark eden bir kadro, o günlerin ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir programla AK Parti’yi oluşturdu ve ilk seçimde iktidar da yapabildi.

Elbette bugünkü şartlar 2000’li yıllar başındaki şartlardan farklı. Hatta bugünkü AK Parti de o günlere damga vurmuş ve çoğu ilk seçimde baraja takılmış partilere hiç benzemiyor. Yeni bir partiyle ortaya çıkmaya hazırlananlar çok daha zor bir göreve soyunduklarını herhalde hepimizden daha fazla hissediyorlardır.

Reklam

Yeni partilerden çekinilmesi, korkulması, önlerinin kesilmeye çalışılması gerekmiyor; özellikle de onların başarılı olabileceğine inanmayan politikacıların çekinmesi ve korkması için bir sebep göremiyorum.

Partiler farklı fikirler ve programlar etrafında kadroların buluşmasıdır. Zamanı gelmiş bir fikri günümüze taşıyan kadrolara ise her ülkenin her zaman ihtiyacı vardır.

Avrupa arayış içerisinde de Türkiye değil mi?

Şu yakınlarda Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri yapıldı. Bizler kendi gündemimize gereğinden fazla yoğunlaştığımız için sonuçlarını pek tartışamadık; ancak yine de sandıktan geleneksel partilerin geride çıktığını, Avrupa’nın değişik ülkelerinde halkların yeni arayışlar içerisinde olduğunu gördük.

Alternatif sayılabilecek partiler ilgi gördü bu seçimde; bazısının mazisi fazla eski olmayan partiler AP’ye geleneksel partilerden daha fazla milletvekili sokmayı başardı.

Yeni şartlar yeni söylemler ve yeni yüzler arayışını da getirir; nitekim -iyidir kötüdür tartışması bir yana- Avrupa bu gerçeği siyasi hayatta yaşıyor şimdilerde.

Türkiye, bugün, 2000’li yılların ilk başlarından çok daha farklı bir ülke ve içinde yer aldığımız bölge ile dünya da yine o yıllar ile mukayese edilmeyecek özelliklere sahip. Var olan siyaset dili günümüzün özelliklerine uyum sağlamakta zorlanıyor. Yeni bir partiye ihtiyaç olduğunu düşünenler de, mevcut parti sayısının kaç olduğunu fazla kafaya takmaksızın, ilgilerini açık tutuyorlar.

Mevcut siyasi partilerin ve içlerinde yer alan politikacıların, eğer gerçekten ülkeye hizmet için var iseler, aynı görevi daha iyi yapma iddiasıyla ortaya çıkacak olanları engellemek yerine teşvik etmeleri gerekmez mi?

82., 83. veya 104., 105. partiler de çıksın ve herkes boyunun ölçüsünü alsın.

ΩΩΩΩ

[Bu yazının İngilizcesi için link:]

Reklam

17 YORUMLAR

  1. *******
    …..
    Ülkede bugün tam seksen bir parti var!
    Bir rivayete göre bu sayı yüz üç!…
    Derler ki bir fazla olsa neye yarar?
    Beyler “statüko” oldu, anlaması güç!

    AK Parti yoktu on sekiz sene önce!
    Demekki ihtiyaç vardı ki kuruldu…
    Kuruldu da neye yaradı deyince..
    Çok ümitliydik, ancak hepsi kayboldu!

    Demek, ihtiyaç var yeni bir partiye,
    İsraf diz boyu, ekonomi bozuktur!..
    Sormayın bu parti ne işe yarar diye!
    Bozuk çok; bir örneği de hukuktur!…
    …..
    *******

  2. Bir şehrin Valisi, Emniyet Müdürü, Defterdarı ve çeşitli Müdürleri bir süre görev yaptıktan sonra değiştirilir. Bunun nedeni uzun süre o şehirde görev yaparken muhtemel çıkar ilişkilerini önlemek içindir. Bu uygulama T.C. Devleti’nin kuruluş yıllarından gelen güzel bir geleneğidir.

    Aynı şey iktidardaki siyasi partiler için de geçerlidir. Nitekim 17 yıldır seçimleri öyle yada böyle kazanan AKP artık kendi taraftarlarının bile söylediği gibi yozlaşmıştır. Fakat bu yozlaşma kaçınılmazdır zira insanın fıtratında vardır. Gerek Bakanlıklarda gerekse Belediyelerde yolsuzluklar had safhadadır.

    Yakın zamana kadar AKP’yi desteklemiş birçok kişi şu görüşü dile getiriyor. “ Ben de AKP’nin çok yanlış yaptığını ve yapmaya devam ettiklerini düşünüyorum. Ama CHP’ye hizmet etmek? Asla…”

    Anlaşılan o ki bu arkadaşlar A.Gül/A.Babacan Partisi’nin kurulmasını bekliyorlar.

  3. Partiler
    Türkiye en ileri demokratik ülkedir. Tüm barajlara, tüm imkansızlıklara rağmen yüze yakın parti faaliyettedir. Mecliste beş partinin grubu var. Seçimlere %80’nin üzerinde katılım var. Devletçi, milliyetçi, İslamcı ve batıcı partiler varlıklarını yıllardır koruyorlar. Tamamen özel olan, batıya karşı duran Adil Düzen partileri varlıklarını sürdürmektedirler.
    Ana partiler sistemleri olduğu için yaşıyorlar, diğer partiler ise partiden çok bir kulüp olarak yaşamaya devam ediyorlar. Seçimlerde taraf tutarak etkili oluyorlar. Saadet Partisi’nin %1 oyu vardır. Eğer İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığına adaylığını koymasaydı şimdi Binali Yıldırım başkan olmuştu.
    Yeni kulüp partiye ihtiyaç var mıdır? Taraftarı varsa vardır. Önemli değildir, seçimde bir partiye katılır. Adil Düzen Partisi’ne ihtiyaç vardır. Şimdilik buna talip bir parti ortaya çıkmadı. Başkalarının söylediğimi anlama seviyelerini bilemiyorum ama Davudoğlu Adil Düzen’i benimserse, Akevler ile iş birliği yaparsa Milli Görüş partisini kurabilir. Diğer girişimler birer kulüp partisi olmaya mahkumdurlar.

  4. Bugün Ocak medyada Mehmet metinerin yazısı yayınlanmış (kızgın görünmek gibi bir yapaylığı var. Beni çok güldürüyor), acaba diyorum metiner Kürt yurttaşlardan oy alacak bir parti kursa HDP kitlesinden oy devşirebilir mi?

  5. Yalan rüzgarına döndü bu yeni parti olayları…. kuruyorlarsa kursunlar kardeşim kimsenin bir şey dediği yok… kimin istediği de belli… bir an önce kursunlar rahatlasınlar….

  6. Duygusal ve militanca bir yandaşlığa sürüklenerek gerçeklerden kopmamış olan herkes şunu görüyor: Toplumsal hayatın hemen her alanında ülke hiç iyi yönetilmiyor. Sanki bu tek başına muazzam bir sorun değilmiş gibi, bir de buna toplumsal kutuplaşma, derinleşen ahlaki çürüme, gündelik hayatımızın geçtiği cadde ve sokaklarda daha sık rastlanır şiddet alametleri gibi ek sorunlar eklendi son yıllarda. Devlet, sorun çözmek yerine sorun üreten bir dağınıklık içinde. Kimi insanlatımız haklı olarak adalete göndermede bulunarak işaret ediyorlar bu dağınıklığa, kimileri ise artan geçim sıkıntısı ve işsizliğe.

    Durumdan hiç de hoşnut olmayan muhafazakar arkadaşlarımızın dikkate değer bir bölümü, hala, her şeyi kontrol ettiğini düşündükleri Erdoğan’a dikiyorlar gözlerini. Onun -partiyi fabrika ayarlarına döndürerek- yeniden inisiyatif alacağı, ülkeyi giderek kötüleşen bu durumundan çekip çıkaracağı, zindanlara tıktığı insanları serbest bırakacağı, belki de ekonomiyi yeniden toparlayabileceği beklentisinden bir türlü kurtaramıyorlar kendilerini.

    Benzer bir ruh hali, hala bu partiye oy veren seçmenlerde de var. Dar gelirli diyebileceğimiz geniş bir AK Parti seçmen kitlesi de durumdan hoşnut değil. Ama, sıkça “öteki” saydıkları CHP cenahına duydukları derin ve abartılı nefreti mazeret göstererek, bir günden diğerine daha görülür hale gelen yolsuzluk ve ahlaksızlıklara fazlaca aldırmadan, bu partiye destek vermeyi sürdürüyorlar.

    Yalın gerçek şu: Eğer Erdoğan ve partisinin gözlenebilir yegane alternatifi, Erdoğan’ın siyasi ve kültürel kutuplaşma stratejisine sürekli odun taşımış olan CHP olmasaydı, AK Parti çok daha önce yerle yeksan olur, artık sadece bir Reis severler partisi olarak büzülür kalırdı, bir süre sonra da siyaset sahnesinden ayrılmış olurdu. Bugüne kadar iktidarda kalabilmiş, hızla bir anonim şirket muhtevası kazandığı halde bir parti olarak varlığını sürdürebilmiş ise, bunu, çok büyük ölçüde, ayağındaki prangalardan kurtulma becerisini bir türlü gösterememiş olan CHP’ye borçlu.

    Kimse, başta sayın Abdullah Gül gelmek üzere, kendisinden inisiyatif alması beklenen şahsiyetleri “geç kalmış olmakla”, “zamanında güçlü bir itirazda bulunmamış olmakla” vs. ile itham etmesin.

    İki temel nedenle bu günlere kadar o beklenen adım gelmedi o saygınlığı ve güvenilirliği konusunda bir uzlaşmanın gözlendiği çevrelerden:

    (1) Hem devlet olanaklarını alabildiğine istismar ediyor olması, hem de Erdoğan’ın muhafazakarlar arasındaki karizması ve duygusal anlamı nedeniyle, bütün başarısızlıklarına rağmen, AK Parti hala “bizimkilerin partisi” olarak görülüyordu muhafazakar dünyada. ‘FETÖ’, ’15 Temmuz’ derken partinin ve parti liderinin Ergenokoncu-Avrasyacı klikler, iktidardan nemalanan çıkar çevreleri tarafından teslim alınması sürecini göremedi dindar muhafazakarlar -sezdikleri kimi zamanlarda da sezdiklerini kabullenme cesareti gösteremediler.

    (2) Erdoğan’ın giderek otoriterleşen ve kendi ‘mahallesi’nden insanlara da acımasızca yöneltilen güçlü baskı aygıtı, pek çok insanı sindirmeye, suskun ve pasif kalmaya itiyordu. Bizzat devletten gelen böylesi baskı dönemlerinde, bir Donkişot gibi ortaya atılmak hem yersiz hem de nafiledir. İnsanların gidişe dur deme cesareti gösterebilmeleri için, hem açıkça gözlenir, örgütlü bir kitleye yaslanmaları gerekir, hem de asgari demokratik koşulların varlığı gerekir.

    Yeni bir kitle partisi kuracakları söylenen şahsiyetlerin bugüne kadar beklemiş olmaları son derece yerindedir. AK Parti’nin gerçek yüzü ortaya çıktıkça, parti güç yitiriyor, yeni parti beklentisi buna paralel olarak yükzseliyor. Yanısıra, 31 Mart seçimlerinin de bir yan ürünü olarak, şimdi daha çok sayıda insan konuşuyor. Çünkü, toplumda değişen ruh halinin farkında pek çok insan. Ayrıca, itirazların haklılığı da artık pekala görülebilir halde.

    En nihayet, AK Parti ve Erdoğan’ın kendi ipliklerini kendi elleriyle pazara çıkardıkları günleri beklemek kaçınılmazdı. Erken atılmış bir adımı, mutlak kontrol altındaki muazzam propaganda aygıtı sayesinde, “Davaya ihanet”, “Amaç bizi iktidardan etmek” türü bağırtılarla boğmak çok kolay olurdu.

    Bu konjonktürden çıkıyoruz artık. AK Parti’ye verilen destek, geçmişteki nedenlerden ötürü değil. Ne projeleri var bu partinin artık, ne de halkı doğrudan vuran sorunlara karşı söyleyebildiği bir sözü. Salt hamset ve korkutmacayla yol almaya çalışıyor. Bugünkü destek, büyük oranda, umutsuzluğa (çünkü CHP dışında seçenek yok) ve zar zor yaşatılmaya çalışılan, giderek erezyona uğrayan bir inanca dayanıyor.

    Yeni parti adımı, anlamlı ve sonuç alıcı olabilmesi için, ancak böyle bir konjonktürde gelebilirdi.

    Görünen o ki, o adım yakında gelecek.

    AK Parti gidici, bu çok açık. Meydanı tek başına CHP’ye bırakma lüksümüz yok bence bu da yeterince açık.

    Öyleyse olması gereken olmalı, yeni kitle partisi siyaset sahnesine çıkmalı.

    Çıkacak da. . .

    • Sn bernar yorumunuzu büyük kısmına katılıyorum ancak 12 eylul darbesini yapanların savunduğu gibi ortamın oluşmasını mi bekliyor sn gül ve arkadaşları. Bunca sıkıntı varken ağzını açıp tek bir kelime etmeyen haksızlık karşısında susan !! Korkak birinden lider çıkar mı ?meyvenin olgunlaşmasını bekleyip armut pis ağzıma duş edasıyla pusuda bekleyen birinden ne hayır gelir memlekete.
      Bizlere daha cesur ileri de bozulmayacak liderler lazım.

      • Merhaba Ahmet Bey, yorumunuzu elbette saygıyla karşılıyorum. Tepkiniz de anlaşılır bir tepki. Ama, meselenin gerçekten korkak olup olmamakla fazlaca ilgisi olmadığını düşünüyorum ben.

        Türkiye’de siyasetin pek çoğumuzun hiç hoşlanmadığı ama çaresiz kabullenmek zorunda kaldığı bir işleyişi var: Hemen tüm kesimler güçlü bir kimlik duygusunun içinden, hayli duygusal bir yönelimle yöneliyorlar bir siyasal partiye, ve lider hiç olmaması gerektiği kadar kritik bir rol oynuyor kitlelerin desteğini arkasına almakta. Diğer bir deyişle, doğruların yanında tutum almak kendi başına yetmiyor siyasal bir gücü ima edebilmek için.

        AK Parti ve Erdoğan, çok uzun zamandır dindar-muhafazakar kesimlerin değişmeden kalan adresi konumunu elinde tuttu. Bu durum ancak şimdilerde değişme sinyallerini veriyor. İnanmaya çalışın: Türkiye’nin siyaset geleneğinde, AK Parti ve Erdoğan’ın kurduğu tekele karşı, gerçek hayatta karşılığı olan bir direniş sergilenemezdi -alternatif ve gerçekten şansı olan bir siyasal parti anlamında.

        “Ortamın oluşmasını mı bekliyor Sayın Gül ve arkadaşları?” diye soruyorsunuz. Haksız bir soru değil bu. Dahası, sorunuzun karşılığı, “Evet”. Yani, Gül ve arkadaşları uygun koşulların oluşmasını beklemek durumundaydılar.

        Bundan, mutlaka, bu insanların yüreksiz ya da fırsatçı oldukları anlamı çıkmaz, Ahmet Bey. Ülkede siyasetin onyıllardır değişmeden kalan yapılış tarzını dikkate almak, gerçekçi davranmak zorundaydılar.

        Bunun için, bu şahsiyetlerden çok daha fazla, 15 Temmuz ve başkanlık seçimi sonrası dönem başta gelmek üzere, AK Parti’nin çok uzun zamandır kabul edilmez bir savrulma yaşadığını görmemekte ısrar eden muhafazakar yığınlara içerlememiz gerekir. Çok yazık ki, dişe dokunur bir itiraz yükselmedi muhafazakar yığınlardan.

        Tepkiniz, yığınlardan hissedilir bir tepki yükselmiş olsaydı ve sözünü ettiğimiz şahsiyetler buna rağmen sessiz kalmayı, o kitlesel tepkiye öncülük etmeyi reddetmiş olsalardı haklı ve hakkaniyetli bir eleştirel tepki olurdu. Gerçekçi olmak zorundayız: Böyle bir tepki gelmedi yığınlardan. Saadet Partisi bile, bütün o doğru duruşuna, adalet ve ahlaka sahip çıkışına rağmen, bir yankı yaratamadı yığınlarda.

        Ben, bu gerçekleri dikkate almamız gerektiği kanısındayım.

        Kaldı ki, bu açıdan, Abdullah Gül ile Ahmet Davutoğlu farklı yerlerdeler. Takınılmış tutum açısından, bu ikisi aarasında bir karşılaştırma yapılmasını bile A. Gül’e yönelik büyük bir haksızlık sayarım.

        Elinden geleni yaptı A. Gül Bey. Yeri geldiğinde elini taşın altına koymaktan da çekinmedi. Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki tavrı bile tek başına bunun güçlü bir delilidir.

        Abdullah Gül de dahil, hiçbir siyasi figür bir lider olarak bizleri içine gömüldüğümüz bu can yakıcı açmazlardan kurtaramayacak. Liderlerin rolünü çok abartıyoruz. Asıl taşın altına elini koyması gereken bizleriz, tek tek bireyleriz. Müdahil olmalıyız süreçlere örgütlenerek. Sizi kast etmiyorum, ama pek çok muhalif, gelişmelerin izleyicisi olmanın ötesine geçemiyor ve pasif bir bekleyiş içinde görünüyor. Belki bu da kendisinden beklentilerimiz olan insanların bize “geç kalmış” görünmelerinin nedenlerinden birisini oluşturuyor.

        Saygı ve selamlar

        • Son paragrafınıza sonuna kadar katılıyorum .Bizler hep liderleri suçluyoruz oysa hiçbirimiz iğneyi kendimize batırmıyoruz. Hep şikayet hep şikayet oysa hukuk sistemine kızarken idarenin hakimlere emir verdiğini söylerken o hakimlerin meslek onurlarını ve vicdani kanaatlerini kullanmadan emre itaatlerini eleştirmiyoruz. İhale soygunlarına kızarken o soygunları kendimizin yaptığını
          kabullenmiyoruz vs .vs Butun olay toplumda millette tek kurtarıcımız yine kendimiz.
          Saygılarımla

      • Toplum o çıkışa hazır değildi…Olsun yine de çıkışını yapıp hareketi boğulmuş ta olsa duruşunu belli etmiş olurdu diye de düşünebilirsiniz;bu da bir bakış açısı tabii.

        Belki uzun zaman ne olup bittiği idrak edilmemiş te olabilir;zira o idrakin şartları da herkes için henüz oluşmamıştı…

        Hikmet dünyasında yaşıyoruz;belki hepimiz için ‘armut piş ağzıma düş ‘kolaylığında olmaması gerekiyordu herşeyin.Çünkü çoğumuzda idrak zaafiyeti vardı ve idrakimizin keskinleşmesi için Rabbimizin hikmet tezgahından geçmemiz gerekiyorduk topluca;kim bilir…

        Teenni-i hikmet kanununun işleyişini takip etmek korkaklık mıdır;bence değil.Bakın Fehmi beyin bugünkü yazısına yazılarının muhaliflerinden dahi güçlü bir çıkış yok .Artık,zımni bir kabul var gibi.Her şeyin bir zamanı vardır.O zamanı gözetmeyi hemen menfaat saikine bağlamamak gerekir.Hem bazan şartlar da ,musibetler de insanı ,toplumu,lideri eğitir;kendi öğreticiliğiyle yollarını aydınlatır,kanalize eder…

        Tattıysanız bilirsiniz;ham armut ta boğaza öyle düğümlenir ki,nerden yediydim bunu dedirtir.Oysa sabır koruğu helva yaparmış.

  7. Bir partinin toplumda karşılığının olması tamamen onu kuranların toplumda bıraktığı izle alakalı. Ak Parti’nin başarısı Tayyip Erdoğan’ın İstanbul’da bıraktığı iyi izlenimler değil midir? Cem Uzan da parti kurdu bu ülkede, Emine Ülker Tarhan da.Ve daha niceleri…Netice almaları imkansızdı,toplum liderin siyasi öyküsünü,duruşunu belki uğradığı mağduriyetleri önemsiyor.Davutoğlu Suriye konusunda iyi bir sınav vermedi ama bu konuda tek karar mercii olmadığı konusunda şüpheye mahal yoktur herhalde. Başbakanlıktan rızası dışında alınması hala akıllarda yer işgal eder.Seveni çoktur hocanın. Babacan bu konjonktürün en önemli ismi çünkü konumu çok farklı. Onun hakkında şu saate kadar olumsuz bir laf edene şahit olmadım. Erdoğan’ın da bu gerçeği bildiğine herkes hemfikirdir herhalde.Gül’e yapıldığı gibi evinin bahçesine bir vasıta indirilir mi bilmem ancak ille de indirilecek biri varsa bu Babacan olur. Gül destekli bir Babacan ise bu aracılar yine Gül’ü ziyaret eder fakat bu kez Gül geri adım atmayacaktır. Burada mühim olan kimin hangi partiyi kurduğundan ziyade, millete artık bıkkınlık veren olumsuz hallerin bir nihayete erip ermeyeceği meselesidir.Yarışa iyi başlayıp yarışın sonunu bitiremeyen bir atlet hesabı olmamalı vaziyet.Lider vizyon sahibi olabilir; teşkilat vasıfsızsa netice zayıftır. Yardakçılara,menfaat meraklılarına,çakma profillere,kartvizit hastası tiplere,telefonla iş takibi yapan arpalıkçı zihniyetlere asla geçit verilmemelidir.

  8. Günümüzde yeni bir partiye eskisinden çok daha fazla ihtiyaç var.bugün çok daha ağır ekonomik şartlar altında insanlar ve firmalar yaşam mücadelesi veriyor.İnanclı insanlar günümüzde çok daha ağır baskı altındalar geçmişte karşı cenahtan baskı geliyordu bugün ise kendini muhafazakar olarak İslami temsilcisi olarak tanıtan gruptan geliyor baskı bu da insanı çok daha fazla üzüyor. Eskiden halkin elinde tek silah olarak oy kullanım hakkı vardı ve onunla her kesime cezayı kesiyordu O da elinden alındı.
    Eskiden adalet kavramı vardı ve halk mülkün temeli olarak görürdü ancak onu
    da yitirDi. 2000 li yıllarda sn bahçeli iktidarın ipini çekti şu an ipliği AKP nin boğazına geçirmek üzere.
    İktidar bunları görüyor olacak ki eski kurucularına ve Türkiye ittifakına yöneldi. Umarım geç kalmamıştır. Gerçi halen tren kaçmış değil 5 sene önce allah affetsin diyerek tövbe etmeye çalışan iktidar şimdi
    Halkın önüne çıkıp hatalarını samimi bir şekilde itiraf ederse bir kurtuluş ümidi olabilir.

  9. Yeni parti kurulunca ne değişecek ki… Yeni yandaş ihaleler akraba atamaları adam kayırma vesaire vesaire…
    Asıl mühim olan sistemin değişmesi, Kur’an ekseriyeti ile adil bir düzen oluşturmak. Kuran’ı Kerim Ayetleri doğrultusunda bir adalet sistemi gereklidir. Ahmet Davutoglu ve Abdullah Gül ikilinin de Ak partiden öteye bir yol katedeceklerini sanmıyorum.
    Selam ve dua ile…

    • Lutfen Kuran’i bu ise karsitirmayin. (Siz cok istiyorsanız kendi kisisel hayatınızda uygulayabilirsiniz.)
      Dünyada isleri yolunda giden ülkeler sanki bu isi Kurana gore yapıyorlar. Birak Kuranı, kendi dinlerini ve kitaplarını bile sadece kendilerine saklarlar bu toplumlarda. Dinlerini kimsenin gözüne sokmazlar, dünya isleridir insanların gozunun önünde olan – hangi dine, mezhebe mensuptur, hangi kliseye gider bilemezsiniz (en azından islerin yolunda gittiği yerlerde boyledir.) O bakımdan din ne kadar kisisel alana ‘hapsedilirse’ o kadar iyi toplum icin.

  10. YENİ SİYASİ PARTİLERİN KURULMASI YENİ BİR UMUT DEMEKTİR.
    Yeni partilerin tabela partisi olacağını söyleyenleri neden yeni partilerin kurulmadan ve daha ortaya çıkmadan hafakanlar basıyor.
    Herkesi ağzında aynı cevap,bunlar çok bozulmuş ancak başka kim var ki ona oy verelim.
    Toplumu çaresizlik sendromuna sürükleme başarısı.
    Bizden başka eli ayağı düzgün kimse siyaset sahnesine çıkamasın.
    Siyaset sahnesine çıkmaya çalışanları daha bu fikir doğmadan hal(öldürme)peşinde olanlar ve bunu şimdiye kadar başaranlar elimizdekiler bu başka seçeneğiniz yok ne yapalım demek istiyor.
    Tabela partileri; olacaklarına inananlar neden bu kadar korkuyor.
    Neden yeni partiler daha halkın karşısına çıkmadan bir şekilde imha ediliyor.
    Demek ki korku dağları bekliyor.
    Bir parti kongresini engellemek için iktidardan yardım istiyor.
    O da her türlü yardımı ilerde daha fazlasını kotarmak için esirgemiyor.
    Tosya mahkemesi karar veriyor ;bu kurultay yapılamaz.
    Kurultay bir şekilde engellenince yeni bir parti doğmak zorunda kalıyor.
    Kurultayı engelleyenler sonradan bunun karşılığını nasıl aldığını hepimiz biliyoruz zaten.
    Yeni partiler yeni fikirler değil asla.
    Hemen her fikrin en az bir partisi var zaten.
    Önemli olan yeni fikirler değil ,fikirlerin arkasındaki güçlü kişilerdir.
    Hemen herkesi çok güzel fikirleri vardır ancak UYGULAMA nın çok zor ve önemli olduğunu biliyoruz.
    Söylediklerini yapmak isteyecek mi veya yapabilecek mi?
    Yoksa seçilene kadar mi bu sözler.
    Geçmişinde dürüstlük ve başarı hikayesi olanlara, halk ancak inanır.
    Biz söylediğini yapan ve geçmişte yaparak kendini ispatlamış kişilere destek veririz.
    Zannederim en büyük korku böyle kişilerin yeni partiler kurması.
    Geçmişinde başarı hikayesi olanların sahneye çıkması bir şekilde önlenmesi (en azından şimdiye kadar)bundandır.
    Birde bu kişilerin seçildikten sonra güç zehirlenmesine karşı kendilerini koruyabilecekler mi?
    Şimdiye karşı bu zehirden korunmayı başaranlara rastlayamamanın hayal kırıklıklarını hep yaşadık.
    Bundan sonra yaşamak istemiyoruz.
    Küçük makamlar veya imkanların bozmadıklarını yarın daha büyük makam ve imkanların bozmayacağı anlamı çıkarılamaz.
    Yinede eskiler kesin bozulmuş gördüğümüz kadarıyla, belki yeniler o kadar çabuk bozulmaz diye şansımızı denemekten başka şansımız yoktur.
    YENİ OYUN YENİ ŞANS DEMEKTİR.
    YENİ PARTİLER YENİ UMUTLAR DEMEKTİR.

    • Eskiyen partilerdeki atalet,metal yorgunluğu tabiriyle anlatılamayacak boyutlara ulaşmıştır.Metal yorgunluğu olunca dinlenmeye çekilmenin faydalı olduğu yaklaşımı herkesin benimseyip,dile getirdiği bir gerçekliktir.Bu gerçekliğin geçmişte olduğu gibi şimdi de hakkı verilmelidir.Uzun süredir dinlenen,enerji toplayıp kendilerini yenileyenlerin ve onlarla birlikte yeni yüzlerin oluşturacağı oluşum elbette memlekete yeni bir dinamizm ve heyecan getirecektir.İtirazların arkasındaki,yeni oluşumun” Ecük te biz ölek!..” mantığıyla hareket edeceği endişeleri ise yersizdir,gereksizdir;zira aslolan hüsnüzandır.Biraz da ahiret işlerine yönelip,gençlere de yer açmak lazımdır;zira dünya fanidir,ahiret bakidir…

  11. Evet, herkes boyunun ölçüsünü alsın..bunda korkulacak ne var?

    Boy ölçüsünü kim, neden alır; tabi ki yeni bir (takım) elbise diktireceği zaman kişi, terzinin karşısına dikilir, hatta bir esas duruş gösterircesine bir dik duruş..terzi de ölçüyü alır. Terzilik mesleği de eskidi gerçi; hazır giyim revaçta ve ölçüler ataölyelerde onlarca kalıplar üzerinden tanzim ediliyor ama neticede bir boy ölçüsü alınır oluyor.

    Kendisi anlattı: Askeriyede de mesleğini icra eden bizim terzi; bir keresinde, diktireceği elbise için komutanının ölçüsünü (boy ölçüsünü! değil) almak istediğinde ondan ”esas duruş” istemiş istemesine de; komutandan bir de okkalı şamar yemiş ama neticede komutandan bir esas duruş da almış.

    Vereceksin boyunun ölçüsünü kardeşim, eğer şık bir elbiseye talip isen…

    Mevcutlar hep aynı elbiseyle halkın karşısına çıkmayı çok yeğ görüyor. Aynen eski/antika model arabalarla, bir de arabesk müzik eşliğinde başkent turu atıyor olmak gibi…Araba antika olabilir ama eski model, müzik te arabesk..e sen ne kadar taze/yeni olabilirsin ki? Oysa yeni şık elbiseler giymek lazım, gün bayramdır, seyrandır.

    Bahçeli kadar olmasa da AK Parti kadroları da eskidi..Elbiselerini yenilemedikleri gibi İstanbul’da da yeni bir aday ile çıkamadılar halkın karşısına..bu ”eski” takıntısı hiç olmadığı kadar, seçim tarihinde, Türkiye’nin başına olmadık gaileler açmış oldu.

    Eskiye rağbet olsaydı bit pazarına nur yağardı…Yağmadı.

    İmamoğlu yeni gibi gözükse de bu, kuru temizlemeye verilmiş bir elbisenin üzerindeki parıltı ve ütü izinden öte bir anlam ifade etmeyecektir CHP için. Zira CHP, eskininde de eskisidir.

    Ee, bu kadar eski içerisinde bir yeniye ihtiyaç olmaz mı hiç?

    Beklenti var…

    Merkez sağ veya her kesimin üzerinde antak kalacağı bir yeni siyasi oluşum AK Partinin ne kadar eski olduğunu, gömleğinin! lime lime döküldüğünü gün ışığına çıkaracaktır.

    MHP ile CHP’nin de…

Yoruma kapalı.