Siyaset dışı bir yazı bu; ama konu ettiklerim de konunun kendisi de yabancınız değil…

50
Reklam

Daha önce de itiraf ettiğime göre yeniden tekrarlamamda herhangi bir mahzur yok: Televizyonda haberleri ve tartışma programlarını izlemiyorum; kendilerinden ‘trol’ diye söz edilen meslek erbabının sosyal medya kullanımlarından da gözlerimi ve kulaklarımı uzak tutuyorum.

Kaybım olmuyor mu? Hiç kuşkusuz. Ancak bu sayede zihin sağlığımı koruyabildiğimi düşünüyorum.

Haber ve tartışmalara ilgisiz kalmam, trollerin attığı mesajları önemsememem onların işlevini anlamama engel değil ama. Her konuşan ve sabahtan akşama birilerine hakaretler yağdıran mesajlarla kamuoyu karşısına çıkan, ülkemizde siyasetin gidişini etkileme çabalarının ayrılmaz birer parçası.

Artık onların yaptıkları da bir ‘meslek’

Hiç çekinmeden kartvizit bastırıp isimlerinin yanına ilk ilgi alanlarının bu olduğunu açıkça belirtebilir, yalnızca kendilerini bu özellikleriyle bilen yakın çevreleri ile yaptıklarını ödüllendirenler dışındaki daha geniş bir kitlenin karşısına da yeni meslekleriyle çıkabilirler.

Üstlendikleri mesleğin, ilgilenenler tarafından iyi bilinen bir çalışma esası var: “Bir şey ne kadar çok tekrarlanırsa, ilk elde işittiklerine inanmayanlar bile, bir süre sonra söylenenleri benimseyeceklerdir.”

Söylenenler yanlış veya yalan olsa bile…

Konu ‘milli’ bir konu

Reklam

Bizde adının önünde ‘milli’ sıfatı da bulunan eğitim sistemi zaten tekrara dayalı. İlkokuldan başlayıp yüksek okuldan mezun olana kadar her sınıfta almaya mecbur olduğumuz ders bile vardır bizim; her sınıfta aynı konular benzer cümlelerle tekrarlanarak belli kalıpların zihinlerimizde silinmez izler bırakması beklenir.

Öyle de olur.

Felsefe, sosyoloji gibi bilimsel alanlara ters bakılır, aykırı düşünceler hayatın her basamağında tepki çeker. Sürü psikolojisi içerisine hapsedilmiş insanlar olarak yetiştiriliriz.

Ülkemizin benimsediği ve herkesi de benimsemeye zorladığı ‘iyi insan, iyi vatandaş’ tanımı, ‘gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım’ özdeyişinde karşılık bulmuştur.

[Bu yazının en altında bir şiir bulacaksınız. Osmanlı’nın yıkılışı öncesinden başlayarak siyaseti derinden etkilemiş birinin şiiridir bu. Ziya Gökalp’in. Okumadan geçmemenizi tavsiye ederim.]

Yazılı kurallar (anayasa, yasalar, yönetmelikler, teamüller) vardır ve hep olacaktır, ancak onlar emir ve talimatlarla değiştirilebilir şeyler muamelesi görür.

Okuyup da ne olacak

Bir üniversitemizin birkaç ay önce sonuçlandırdığı araştırmaya göre, 2018 yılı boyunca tek bir kitap bile okumamış olduğunu itiraf edenlerin oranı yüzde 60.9; ankete katılan her bin kişiden 609’u “Hiç kitap okumam” diye övünmüş…

Reklam

Şaşırdık mı? Elbette hayır. Anket sorusuna yıl -hatta ömür- boyu kitaba elini hiç sürmediği halde “Okudum” cevabı verenlerin de az olmadığına eminim.

Televizyonda dizi izlemeyi kitap okumanın yerine koymuş durumdayız. Artık siyasi mesajlar da, siyasi hayattan birilerinin çıkışlarına cevaplar da TV dizilerinde artistler tarafından temsil edilen ‘kahramanlar’ aracılığıyla verilir oldu.

En güzeli de şu: Tarihi diziler eliyle tarihimiz yeniden -tabii devre göre elden geçirilerek- yazılıyor.

Dizi senaristleri de ihmal edilmemesi gereken bir meslek erbabı.

Kesinlikle kimseyi küçümsemek diye bir niyetim yok. Tersine, bu tür uğraşlara kendilerini verenleri bayağı bir kıskançlıkla izlediğimi de belirtmek isterim.

İyi ki, ‘dava’ diye bir sözcük var, o sayede yapılanlara büyük -hatta kutsalık ifade eden- bir anlam da yüklenebiliyor.

Televizyon haberlerini ve tartışma programlarını izlemesem, trollere gözlerimi ve kulaklarımı tıkasam bile, onlarla aynı frekanstan yayın yapan gazetelerde köşeleri tutan yazarlardan bazılarının yazdıklarını kaçırmamaya dikkat ediyorum.

Adıyla sanıyla yazanlar ile ‘trol’ anonimliğinin arkasına sığınarak kinle ve nefretle biledikleri kılıçlarını ileri-geri sallayanlar arasında herhalde doz farkı vardır. Yazılanlara bakarak, ötekilerin cüretlerinin nerelere kadar uzanabileceğinin hesabını zihnimde yapabiliyorum.

İnsan bu meçhul

Bizim neslimizin yetişme döneminde elden düşmeyen bir kitap vardı: Alexis Carrell’in ‘İnsan Bu Meçhul’ adlı kitabı. Carrell’in ne yazdığını 50 yıl aradan sonra unuttum doğal olarak, ancak yine de kitap şu sıralarda sıklıkla aklıma geliyor.

İnsanları doğruluk ve dürüstlükten ayrılmamaya, başkalarına zarar verici uygulamalardan uzak durmaya, hakları gasp etmemeye, adaletsizlik yapmamaya zorlayan çeşitli değerler vardır. Ya inançları onları böyle davranmaya sevk eder ya da kurallara uyma zorunluluğuyla böyle davranır insanlar…

Tersine davrananlara ise olumlu gözle bakılmaz, onları yasalar mahkum etmese, vicdanları rahatsız eder.

İkisinin sustuğu noktada da, içinde yaşadıkları ülkenin başına dertler gelir, sorunlarla baş edilmez olur.

Ben de neler yazıyorum. En iyisi burada durmak ve sizleri şiirle baş başa bırakmak:

Ziya Gökalp’in ‘Vazife’ şiiri:

O gönlüme arştan inen bir sestir
Milletimin vicdanına makestir
Ben askerim, o üstümde kumandan
Baş eğerim her emrine sormadan.
Gözlerimi kaparım
Vazifemi yaparım.

Hikmetini sormam, ince elemem 
Âmirimdir, ona karşı gelemem 
Haklılığına eylemişim kanaat 
Benden ona kayıtsız şartsız itâat 
Gözlerimi kaparım 
Vazifemi yaparım.

Benim hakkım, menfaatim, arzum yok
Vazifem var, başka şeye lüzum yok
Aklım gönlüm, düşünmezler duyarlar
Ondan gelen emirlere uyarlar
Gözlerimi kaparım
Vazifemi yaparım.

Var demezdim bu dünyanın ötesi
Gelmeseydi vazifenin gür sesi
Bu ses mutlak maveradan geliyor
Hak nerdeyse, tâ oradan geliyor
Gözlerimi kaparım
Vazifemi yaparım.

ΩΩΩΩ

Reklam

50 YORUMLAR

  1. Oy devşirme algoritması ve ‘trol’lerin bundaki etkisi

    Neka hakaret oka gerginlik
    Neka gerginlik oka ötekileştirme
    Neka ötekileştirme oka kamplaşma
    Neka kamplaşma oka hakaret

    Başa dönen bu algoritmanın sonucunda hangi kampta daha çok seçmen birikir ?
    Cevap : Kemik seçmen sayısında her iki kampta da kayda değer bir değişiklik olmaz. Kararsız seçmenler ise karşılıklı hakaret ortamında, büyük ölçüde, daha önce oy verdiği kampta kalmaya karar verir. (Amaçlanan konsolidasyon oluşur)

    Türkiye seçmen profilinin ortalama olarak %70’i muhafazakar, %30’u laik seçmenden oluşur. Buna göre laik seçmenler muhafazakar seçmenlere hakaret ettiği sürece seçim kazanamazlar. (Ekrem İmamoğlu’nun başarısının nedeni bu hatayı yapmamasıdır). Laik seçmenler siz siz olun terbiyeli yorumlar yapın, bırakın amatör veya maaşlı trolleri hakaret etsin, siz onlara ya cevap vermeyin yada ayıplayın.

    Yakın geçmişte okullara Osmanlıca dersi koyalım dediler, zokayı yuttunuz. Sosyal medyada Osmanlı düşmanlığı ile başlayıp İslam düşmanlığına uzanan neler yazıldı. Bunları yazanların bir kısmı da kendi trolleriydi. Bir süre sonra çıkıp “biz bazı kişiler Osmanlıca öğrensin de eski arşivleri günümüze kazandıralım demiştik, neler söylediler” dediler. (Siyaset ince iştir)

    Tek adam AKP’sinin Muhammedi ahlaktan uzaklaşalı çok oldu. Hala nasıl seçim kazanıyor diye hayret ediyorsunuz ! Sebebi sizsiniz, hala anlamadınız mı ? Size özellikle hakaret ediliyor ki şeytana uyup aynı şekilde cevap verin. Siz ahlakınızı bozmayın ve bunu göstermelik değil samimi olarak yapın (Ekrem İmamoğlu gibi), sonucun değişeceğini göreceksiniz.

    • Dile getirdikleriniz başından sonuna doğru. Söylediklerinizi doğrulayan en yakınlardaki deneyim, cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında, CHP kampının kampanya stratejisi ile, türünün en kısa zamanda ortadan kaybolmasını dilediğim Muharrem İnce’nin sergilediği, neresinden baksanız elinizde kalan, inandırıcılık yoksunu tavır ve söylemleriydi.

      Yüzünde sadece kendisini ve mustafa kemalin askerlerini memnun (ve tatmin) eden alaycı bir sırıtış, “Söyle Erdoğan. . .” ile başlayan ergen babalanmaların hemen sonrasında, bozuk plak gibi yinelenen “Herkesin cumhurbaşkanı olacağım!”iddiası arasındaki tutarsızlık, elbette ki Erdoğan’ın hanesine yazacaktı.

      CHP ve laikler, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarındaki ve partilerinin Tek Parti rejiminde yaptıkları zulümlerin halkın kolektif hafızasında yer etmişliğinden çok daha fazla, BUGÜN ve ŞİMDİ’deki hal, tavır, zihniyet ve yanlışları yüzünden kaybediyorlar. Resmi bir eğitim almışlık bağlamındaki okumuşluğun zorunlu ve kaçınılmaz olarak kendilerini ‘pek okumamışlar’dan daha zeki ve akıllı kıldığına hiç duraksamadan inanan bu insanlar, onyıllardır kör parmağım gözüne denecek kadar aleni olan bu gerçeği görebilme becersinden bile yoksunlar.

      CHP ve laikler, zihniyet ve duygu dünyaları Müjdat Gezen, Uğur Dündar, Muharrem İnce, Halk TV çamuruna saplanıp kaldığı sürece, belki İmamoğlu ve Yavaş sayesinde bu iki önemli kentin belediye başkanlıklarını alabilecekler, ama iktidar olmaları gerçekten çok zor.

      Henüz yaşadığı kentin bir camisinden içeri adım atmışlığı yokken, düş ve arzu ufku diğer bazıları gibi Paris’e gidip Eyfel Kulesi’ni arkaya alıp selfi çektirmekle sınırlı laiklerimiz, Batı’nın deruni olan hemen her şeyini yitirmiş olduğunu göremiyor. Bizimki gibi ülkelerle karşılaştırılamayacak kadar iyi yaşam standartlarının tam ortasında insanların renksiz ve boğucu bir hayata yazgılı kılındığını, o insanların ikna edici bir anlam için elindeki paraları elden çıkarmaya pek gönüllü olduğu bilmiyor (o ‘anlam’, New York ya da Berlin’in en işlek caddelerinden biri üzerindeki bir tapınakta boy gösteren Nike spor ayakkabılı kurnaz ve zeki bir ‘Budist guru’ dan da gelebilir pekala!) Sahip olduğu zenginliğine rağmen 15 yıl kadar sonra İngiliz devleti bütçesinin tatminsizlik ve duygusal açlığın kışkırttığı depresyon hastalığı ile baş etmeye yetmeyeceği bilgisinden de habersiz. Ve, hala, gelenekle savaşmanın siyaset olduğunu düşünüyor. Dinsellik başta gelmek üzere, geleneğin her imasının tepesine binmeye kalkıştığında, laik kurucu babasının hedef gösterdiği ‘çağdaş uygarlığa’ yaklaştığını, ‘ilerici’leştiğini sanıyor. Kamboçya’daki Budist tapınağı ile hiç bir sorunu yok. Oradaki turuncu örtüye sarınmış Budist rahipleri hemen sevmeye, onlarla resim çektirmeye, daha tatil yolculuğuna çıkmadan hazır. Kendisinde olmayan iç huzurun, ‘anlam’ın sahibi o turuncu örtüye sarınmış Budist rahipler. Budist çetelerin o turuncu örtülü huzur abidesi rahiplerin liderliğinde Müslüman azınlıkların evlerini basıp yüzlerce insanı kılıçtan geçirdiklerine zor ikna edersiniz bizim laiklerimizin önemlice bir kısmını.

      Kılıçdaroğlu’na şehit cenazesinde reva görülenler, utanç verici ve ürkütücüydü. Bu doğru. Bunun kadar doğru olan, CHP’lierin pekçoğunun iki yüzlülüğü: Barış süreci sırasında biri bakan olan 3 AK Parti ileri geleni de tartaklanmış, hakarete uğramış, apar topar cenaze töreni alanından uzaklaştırılmıştı güvenlikçilerin korumasında. Barış süreci döneminde, şehit cenazelerini ahlaksızca kullandı CHP lideri ve kurmayları. Ne T24 sitesinde, ne de Cumhuriyet’te, buna işaret eden tek bir aklı selim yazar çıkmadı Kılıçdaroğlu’na linç girişiminden sonraki günlerde. Yani, “Dün dündür, bugün bugündür”cülükte Erdoğan’ın çok gerisnde değil CHP’lier.

      “Gel bakalım Muharrem!” diyerek M. İnce’yi cumhurbaşkanı adayı göstermek, Kılıçdaroğlu ve ekibinin fikri miydi, bilinmez. O kararın ne denli yerinde olduğu şimdilerde daha iyi görülüyor. M. İnce bozgunu olmasaydı, Müjdat Gezen, Y. Özdil, Uğur Dündar, Levent Kırca isimlerinde temsiliyetini bulan şebeklik o bozgun eliyle geri itilmiş olmasaydı, laik seçmeni E. İmamoğlu’na ikna etmek hiç kolay olmazdı.

      CHP iyi yolda, bu beni sevindiriyor. Ama, geri kalmışlığımızda doğrudan ve hayli sorumluluğu olan zihniyetin aşılmakta olduğunu söylemek için zaman henüz çok erken.

      Erdoğan’ın devlet partisinin iktidardan düşmesini çok istiyorum. Başta Gülen Cemaati’ne gönül vermiş insanlar gelmek üzere, onbinlerce insanın hayatının tarumar edilmesine, CHP dönemleriyle karşılaştırıldığında bile daha ürkütücü gelen bir adaletsizliğe, hukuksuzluğa göz yumdu Erdoğan. Devleti çürüttü, halkı yoksullaştırdı, partisinin içini boşaltıp AK Parti’den kendisi için çalışan bir devlet partisi peydahladı.

      Ama, ne CHP İmamoğlu, ne de İmamoğlu CHP.

      CHP’nin İmamoğlu olması için, dindar muhafazakarların öncülüğünde bir kitle partisine ihtiyacımız var. CHP’yi İmamoğlulaştıracak olan da böyle bir parti.

      Şimdilik, o parti yok ortada.

      Öyleyse, aklın, adalet duygusu ve vicdanın sesi, zefercilerin değil sefercilerin partisini işaret ediyor. . .

  2. Değişik bir dönemden geçiyoruz öyle hemen alışmak kolay değil bizim gibi yaşı kemale erenler için. Hızlı yaşıyoruz hayatı hem de her geçen gün biraz daha hız katmak istiyoruz hayatımıza. Azıcık durağanlığa tahammülüz yok. Bu hengame içinde çok şeyi de ıskalıyoruz. Değerleri bile değerler eğitimi adıyla çocuklarımıza verebileceğimizi düşünüyoruz. Gençlerden yana eskiden biraz olsun ümidim vardı o da zaman içinde gitgide azaldı. Hazırcılığa alıştırılmış, tembel ve bir o kadar da bencil bir gençlik ürettik. Şimdi adına trol dediğimiz faydasız yığınlar işte bu hengame arasında palazlanıverdi. Dünyada örnekleri çokmuş ne gam! Gücün ve şöhretin şaşaalı dünyasında adeta sarhoşlar gibi dört dönüvermek tatlı geliyor bünyelere. Nefsin galeyana geldiği bu sapkın ortamda daha nelerle karşılaşırız bilemem onları Ramazan da dizginleyemiyor ama daha da zor günlerin emareleri her yanda mevcut. Gafletin her türlüsünü yaşadığımız bir asırda kendini kurtarabilenlerden olmayı arzu ederim.

    • Sayın hattat sadece kendini düşünmek veya kurtarmaya çalışmak pek sağlıklı bi durum sayılmaz. Beğenemediğiniz o değerler eğitimi dersine sizin de ihtiyacınız var sanki? O “ürettik” dediğiniz gençlikten ise hiçbir “yığın” oluşmaz; anca baba parasıyla özel üniversitelerde demlenirler:)

  3. Ekranların değişmez yüzlerinden olup paraları hamuduyla yutan pop-ilahiyatçı Nihat Hatipoğlu, Sultanahmet Meydanı’nda yaptığı, televizyondan canlı yayınlanan iftar programında, 13 yaşındaki Ermeni çocuk Arhur Y.’nin din değiştirmesini sağlıyor. Artur, Hatipoğlu’nun yardım ve yönlendirmesiyle, canlı yayında Kelime-i Şehadet getirip müslüman oluyor.

    Hem Ermeni milletvekili Garo Paylan ile, hem de bir Ermeni gazetesi ile görüşen anne Alina Y. ‘nin konuyla ilgili sözlerine kulak verelim:

    “Artur 13 yaşında, saf bir çocuktur. Suriyeli arkadaşı “gel beraber canlı yayında konuşalım sonra bize hediyeler verirler, onlarla da oturup yemek yeriz” demiş, çocuğum da saf saf onunla gitti. Çocuktur o, yanlış yaptı. O Müslüman olmadı, sünnet olmadı.”

    Çocuk istismarı yapan Hatipoğlu ve program hakkında RTÜK’e ve savcılığa suç duyurusunda bulunulacak.

    Ahlaksızlığın paraya tahvil edildiği rezilliklerden biri daha. Ve elbette ki havuz medyası işin gerçek yüzünü anlatmayacak. Tıpkı, geçen hafta beyzbol sopalarıyla dövüp hastahanelik edilen Yeniçağ Gazetesi yazarı Yavuz Selim Demirağ’a yapılan saldırının soruşturulması önergesinin bugün AK Parti ve MHP oyları ile reddedilmiş olması gibi. . .

    Aynı Ramazan günlerinde bir ilahiyatçının sevenleriyle yaklaşık on yıldır bir gelenek haline getirdikleri Yeryüzü Sofraları etrafında iftar açmalarına izin verilmiyor, ilahiyatçı yazar Eliaçık ve sevenlerinden bir kaç kişi ekip otosuna tıkılarak Vatan Caddesi’ndeki emniyete götürülüyor, saatlerde polis otosunda bekletiliyor salıverilmeden önce, pop-ilahiyatçı olanın rezilliği TV ekranlarında müslümanlık olarak pazarlanıyor. . .

    • 13 yaşında Ermeni bir çocuğa kelime-i şahadet getirtmeyi TV’de canlı yayınlamak tam bir maskaralık. O zaman şöyle bir talebimiz olacak. Bakara-makara diyen ve bir de Hz.Muhammed kibirlenmişti fakat biz öyle yapmayacağız diyen iki eski bakanı da TV’de canlı yayında tövbe istiğfar ederken yayınlasınlar.

      • Ermeni, yahudi kardeşlerimize sövmeye gelince ama herkes birden koroya dönüşüveriyor burda. A.serdarın püsküllü nefret söylemine bi allahın kulu çıkıp da “çüş!” diyemiyor. Her çocuk zaten islam fıtratıyla doğmamış mıdır; ne olmuş yani…

  4. Deniz EGEMEN rumuzuyla yazan ve bugün yine kendince bana ‘çakan’ kişi ahlaksız bir trol mü, yoksa ülke meselelerine kafa yoran, böyle olduğu için Fehmi Koru’nun sitesine ve bu yorum sayfalarına erişim sağlayan bir okur mu?

    Aşağıda, Deniz Egemen 23 Mart ile 24 Nisan tarihleri arasındaki en sonuncu 6 mesajını İSTİSNASIZ bir araya getirdim. Yine bu yorum sayfalarında muhalif kimliği ile bilnen bir yorumcu dışında, bütün mesajları -bugün daha önce işaret ettiğim gibi- benimle ilgili, ve bütün mesajları kısacık, tek bir paragraftan ibaret.

    Bir izlenim edinilebilr bu kişinin ne tür bir motivasyonla bu yorum sayfalarında boy gösterdiği.

    Buyurun Deniz Egemen bey, aşağıda ‘yorumlarınızı’ hatırlamanıza yardımcı oluyorum:

    Deniz EGEMEN 3 Mart 2019 at 13:23
    Adalet, vicdan, özgür ve bağımsız yargı, toplumsal barış gibi değerlere sahip çıkarım dersiniz, çıkarsınız ama kendi güdük bakış açınızdan. Herkesin yaptığı gibi, yaptığı kadar. Masum dedikleriniz cemaatin türlü alçak işine bulaşmamış sempatizanlar mı? Susanlar, göz yumanlar, maddi destek verenler, zafer için dua edenler yapılan herşeyin farkında olupta seyredenler masum ise, adalet anlayışınız vicdanınız kimseden iyi değil demektir. Kendinizi aldatıyorsunuz sadece.

    Deniz EGEMEN 13 Mart 2019 at 15:42
    Siz de o kötü, bu yanlış dışında bir şeyler söyleyin madem. Her yorumunuz da aynı cümleler var. Diyecek yeni bir şeyiniz yok mu?

    Deniz EGEMEN 18 Nisan 2019 at 00:42
    Nurdan Hanım değil mi H. Gayret Bey’in yorumlarını keyifle okuduğunu söyleyen? Siz kime trol diyorsunuz O kimi kastediyor acaba? Bence aynı kişiler değil.

    Deniz EGEMEN 23 Nisan 2019 at 21:36
    Bernar Bey’in yorumlarına nûr yağıyor bugün, tesadüf. Yasakçı zihniyetlerde kendisini beğenir olmuş. İki çift laf eder artık. Ya da beni beğendi diye ses çıkarmaz. Standartlarından taviz verir mi göreceğiz. Eli ermişken sorularımı da görmezden gelmez, ilgiyle döner tahmin ederim.

    Deniz EGEMEN 24 Nisan 2019 at 17:53
    Ne Gülen Cemaatinin tabanıyla ne işinde gücünde olan Kürt kardeşlerle sorunu olan yoktur. Tribünlere oynamışsın yine.
    Ver coşkuyu.
    Alan bulunur.

    • Bernar Bey’in herkesin yorumlarına yaptığı onlarca yorumun yanında oldukça nazik ve masum durmuyorlar mı? Rahatsız olduğum pek çok yoruma yapılmış başka yorumlarım da var. Bir vaktiniz olduğunda bir zahmet ilgili yorumla beraber diğer yorumlarımı da alıntılasanız. Yorumlardaki ortak nokta belki trol olup olmadığıma daha rahat ışık tutar.
      Gerçi Bernar Beyin diliyle de konuşacak olursak
      Alaycılıksa alaycılık, saygısızlık ve aşağılama ise, kendime ait bir dille, saygısızlık ve aşağılama kime istersem ona çatlarım istediğiniz gibi suçlamak ta serbestsiniz benim de had bildirmekte serbest olduğum gibi.
      ?
      Bu beni trol yapar mı?
      Yapsın efendim, bırakın yapsın. ?

  5. Trol ne demektir ?

    Trol, İskandinavya folklorunda genellikle dev ya da cüce olarak resmedilen, mağaralarda yaşayan efsanevî, çirkin bir yaratıktır. Modern çocuk hikâyelerinde genellikle köprülerin altında bekleyen, yolcuları çeşitli işlerle oyalayan veya haraç kesen karakterler olarak resmedilir.

    İnternet trollüğü ise şöyle tarif ediliyor : Trol, İnternet’te/sosyal medya’da münakaşa başlatmak veya gerçekleri sulandırmak için tohum ekmeye çalışan kişi.
    İnternet/sosyal medya’da ‘trol’ sorunu tüm dünyada var. Fehmi Koru’nun yazısı bu sorunun Türkiye’ye ait olan ve siyasetle ilgili tarafında. Bu sorunla ilgili olarak akla ve vicdana uygun bir değerlendirme sonucunda şunu görüyorum.
    i) AKP’yi savunan veya karşısında olan amatör troller var. Bunların kendilerini ifade ediş şekillerinde akılcılık ve ahlaki zafiyetler görülüyor, hatta bazen iş çığırından çıkıyor. Fakat yine de bunlar düşük kaliteli de olsa bir samimiyet içeriyor.
    ii) AKP=Erdoğan’ın savunucuları troller arasında profesyonel olanlar var ve bunların sayısı binlerle ifade ediliyor. Maaşları da devletten (belediyelerden) ödeniyor. İşte esas sorun bu ! Bu AKePe var ya bu AKePe …

  6. Değerli Nurdan Abla

    Haksızlığa tahammülsüz ruhunuzun samimi karşı çıkışlarının tezahürü olan yazılarınızdan istifade ettiğimi ve sizi samimi duruşunuz sebebiyle takdir ettiğimi öncelikle belirtmek isterim.Ayrıca iyiniyetinizden zerrece kuşku duymadığımı da özel olarak vurgulamak isterim.

    Ancak size bir noktada bir eleştiri getirmekten de kendimi geri tutamıyorum.Umarım yazacaklarımı bir kardeşinizin samimi değerlendirmeleri olarak karşılar ve beni yanlış anlamazsınız.

    Daha önce de benzer nitelikte yazılarınızı okuduğumu hatırlıyorum.Örnek olarak geçenlerde de bir yabancı topluluğuna etkili bir hitapta bulunduğunuzu ve son olarak “Japonlar yapar,Türkler konuşur”cümlesiyle sözünüzü bağladığınızda insanların çok etkilendiğini yazmıştınız.Bugün de sizi tanıyan yabancıların “Sen hiç Türklere benzemiyorsun “dediklerini yazdığınızı görünce “acaba çevresindeki yabancıların Türkler hakkındaki bu yargıya varmalarının sebebi Nurdan Abla’nın Türkler hakkındaki olumsuz genellemelerinin etkisinden kaynaklı olabilir mi?”diye düşünmekten kendimi alamadım.Samimiyetime inanın Nurdan abla,şu yaşadığımız dönemin tekmesini yemiş bir kardeşiniz olarak, yabancıların hakkımızdaki olumsuz yargıları kanıma dokunuyor ve fevkalade rahatsızlık yaşıyorum.

    Elbette ki toplum olarak tarihi ölçekte sıkıntılı bir süreçten geçiyoruz.İstisnasız bütün toplum olarak büyük bir musibet imtihanından geçmekteyiz.Şu zamanın dünyasında bizim yaşadığımız şu musibetin benzerini yaşayan dünyada başka bir millet te yoktur.Çoğunluğu Batı’da olan değişik ecnebi milletler kendi tarihi istihalelerini yaşamışlar ve oturttukları kurallarıyla dünyevi sükuna ermiş gibi görünüyorlar.Fakat kedinin gerçek karakteri fareyi gördüğünde ortaya çıkar.

    1908- 1918 arasında dedelerimizin yaklaşık 1 milyonunu bu medeniyet karşısında yitirdiğimizi hatırlatmak isterim.Şimdinin en ileri toplumlarından Almanya’daki Nazilerin uygulamalarını ve onlara kendi toplumlarının itaatlerini unutmayalım. İngilizlerin,Fransızların işçi sömürülerini,sömürgecilik uygulamalarını unutmayalım.Amerikanın kızılderililere,siyahlara yönelik vb.uygulamalarını unutmayalım.Bunları söylerken “şu millet üstündür,şu millet geridir,zorba karakterlidir”demek istediğim anlaşılmasın.Esasen,İnsanın olduğu her yerde insanın fıtratındaki eğitimden geçmemiş özelliklerden kaynaklı,her toplumda benzer problemlerin zuhur edebileceğini söylemek istiyorum.

    Bizim toplumumuzun ekstra sıkıntısı Osmanlı’nın son dönemlerinden bu tarafa dış ve bir şekilde dış etkilerin tesirinde kalmış içerdeki idareci hakim zihniyetin şekillendirdiği (Fehmi bey ‘in yazdığı Ziya Gökalp şiirinde net bir şekilde kendini gösteren)eğitim uygulamaları doğrultusunda yetişen nesillerin bulunmasıdır.Bu zoraki baskı da insanımıza doğal bir hak payı çıkartıyor.O halde bu payı da gözetmek durumundayız.Yani bu problem genetik etkilerden kaynaklı ve sadece bize mahsus değil.”Bizim millet ıslah olmaz “falan deniyor ya;bence burada bize düşen,bu söylemden uzak durmak ve böyle bir kadersizliğe maruz kalmış millet fertlerini hepten haksız bulmayıp,yanlışlarını farketmelerini sağlamak olmalı.

    Bir de,biz inançlı insanlar dahi ,kainatı yaratıp,her bir yaratığını ayrı mühürlerle damgalayan,her bireye farklı özellikler verip,rızıklarını yaratıp karşılayan,güneşi yeryüzünün ihtiyacı için döndürüp,yağmurları yağdıran,kainatta muhteşem bir nizamı döndüren Yaratıcımızın insan topluluklarına müdahalesinin de bulunduğunu gaflet eseri unutuyoruz.Oysa sürekli bu müdahalelerin etkisi altındayız.Yukarıda bütün toplum olarak tarihi bir musibetle imtihan oluyoruz demiştim.”Musibet ekseriyetin hatasından zuhur eder.Musibet cinayetin neticesi,mükafatın mukaddimesidir.” denilmiş.Görmeliyiz ki;Musibetler aslında bir toplum okuludur;toplumun kendi hataları dolayısıyla İlahi dersten geçirilip eğitilmesini sağlar;yani musibetler (yaratıklarını eğiten,yetiştiren,terbiye eden anlamındaki)Rabb’in esaslı bir eğitim metodudur.

    Anlaşıldığı üzere “sosyal çalkalanma “zamanları da Cenab-ı Hakkın Rab (terbiye edicilik,yetiştiricilik)sıfatının tezahürlerindendir.Her memleketin zor zamanlarında
    -örneğin;Sefiller romanında anlatılan Vaterloo savaşını dışardan gözetleyip,savaş bitince ölülerin üst başındakileri yağmalayan insanlar gibi-farklı insan modelleri ortaya çıkar,dezenformasyonlarla toplum kanalize edilme metodları uygulanır,imtihan içinde herkes kendi imtihanını yaşar,süreç içinde,kazanan olur,kaybeden olur,kaybettikten sonra kazanan olur,kazandıktan sonra kaybeden olur…Yani sözün özü,böylesi zamanlar bireylerin,grupların,toplumların imtihan içinde imtihanlarla adeta cebri eğitimden geçtikleri,toplumdaki sosyal ihmallerden kaynaklı toplum arızalarının,yine toplum fertlerinin bireysel ihmallerinden kaynaklanan eksiklerinin tamamlanarak bütünde istikamete sevkedildikleri,kanalize edildikleri toplu bir eğitim süreci görünümündedir.”Allah,musibetiyle eğitmesin”deriz ya,istemeyiz ama gelince de mahiyetini görmemiz gerekir.

    Biliyoruz ki hatalar,yanlışlar biz fanilere mahsustur.Böylesi süreçlerde nasıl davranmamız gerektiğini ise Allahın seçkin kulları Peygamberlerden öğreniyoruz.Bir örnek;Allahın Peygamber’i Hz.Yakup’un eğitiminden geçen,Onun neslinden gelen çocukları,tutup kardeşleri Yusuf’u ortadan kaldırmak istemişlerdi.Ama O,insanüstü birçok musibete katlanmış ,güçlü zamanında ;”(Rabbim),ŞEYTAN BENİMLE KARDEŞLERİMİN ARASINI BOZDUKTAN sonra SİZİ çölden getirip bana KAVUŞTURMAKLA da beni İHSANINA mazhar etti”(Yusuf Suresi 100)diyerek kardeşlerini suçlamamıştır.Ve o kardeşlerden Allah ,uzun bir dönem insanlar arasında önder yaptığı topluluklar ,Onların içinden de Peygamberler çıkarmıştır.

    Bunları niye yazdım;Türk toplumunun da çok uzak olmayan bir zamanda tüm bu yaşadıklarından kendine düşen dersi çıkartarak istikametini bulacağı ve dünyanın yaşayacağı huzura gerçek etkisini vereceğine inandığım için…

    Netice olarak;Hatalar,yanlışlar sadece bize mahsus değildir,şartları oluşunca her toplulukta olabilecek insan tabiatından kaynaklı şeylerdir.O halde muhasebemizi yapalım,gördüğümüz yanlışları düzeltmeye çalışalım,ama kendimizi kötülemeyelim,derim.Umarım yanlış anlaşılmamışımdır.

    Selam ve saygılarımı sunarım.

    • Yanlış anlama ve çıkarsamalara yer bırakmayacak kadar yerinde ve net ifadeleriyle, yapıcı hatırlatma ve mesajlarıyla zengin bir yorum metni olmuş zihinsel emeğinizin karşılığı.

    • Uğur Bey! Önce 68 yaşinda Türk bir “bayan”olduğumun altini çizerek söze baslamak istiyorum.

      Benin için özel olarak yazdiğiniz bu yazi için tesekür ederim, gayet anlaşılir ve acik bizm ve diğer milletlerlin tarihi ve kültüre geçmişiniden örneklerlede yazinin tuz, ve biberini tamamlamiş…. elinize saglik….”FAKAT” bu yazıyi yazarken dahi hakli olarak bizim IMPARATORLUĞUMUZ’un adaletini överken diğer devletlerin adaletsizliklerinide eleştirimişsiniz…Işte tam burada (bana göre) kendi kendinizle çelisiyorsunuz.
      1-Osmanlı neden yikildi?
      2-o zamanki Katil bati! şimdi neden mazlumlarin siğinak limani oldu?
      Bu sorularin cevabini size birakıp benım hatta çocuklariminda hem Muslumanlar hemde Türkler konusunda yabancilarda
      sık sık duyduğumuz “Siz hic diğer Müslumanlara veya Türklere benzemiyorsunuz”
      Sorularina bir iki örnek vererek yazimi tamamliyayim.
      Gecen günkü yazim “Multicultur” ceşitli külturlerden oluşan bir kuruluş.
      O toplantinin konusu herkesin kendi külturunu tanitmini yaptiği bir toplanti idi.
      Ben orada Türkiyeyi öğle bir anlattimki tipki sizn bu yaziniz gibi “Türkiyenin bugünkü durumu hariçh” herkes adate büyülendi, Japon hanim aynen benim gibi konuşurken tarihlerindeki başari ve başarisizliklarini annatarak bugünku Japonya ile bitirdi.
      İşte bana orada o mühdeşem Milletn torunlarinin şimdiki sefilliğinin nedenini sordular… bende onlaradan ülkemizin rezilliğini saklamak için Japon bayanin konuşrken zorlanmasi na atifta bulunarak “TURK” kurnazlığimla konuyu degiştirdim.
      Türklere benzemem konusuna gelince.
      Lafi uzatmadan en iyi bildigimiz Almnlardan örnek versem herhalde daha iyi anlaşilir fazla degil sadece 2 örnek: 2010 da Türkiyeden dönerken yanimda oturan genç bir Alman bayanla Munih den New Yorka kadar sohbet etmiştik, o yolcukukta daha ücak havlanmadan, o bayan bana birazda şasirmiş bir ses tonu ile siz ingilizceyi nerde ögrendiniz, Turkiyedemi? Bende Kanadada öğrendiğimi soyleyince saşirdi ve “siz hic Turklere benzemiyorsunuz, 30/ 40 sene Almanyada yasiyorlar bir kelime Almanca bilmiyirlar.” diye hayiflanmişti.Yolculugumuz süresince bir dakika dahi uyumadik hep sohbet ettik.
      Inerkende ” sayenizde Turklere karşi ön yargili olduğumu öğrendiğimden dolayi size tesekur ederim” dedi.diğer bir Alman hanmda benim sipor kulubunden Arkadaşim oda beni tandiktan snra ayni lafi söyledi.
      Aslinda bu tip soruların sorulmasi her ne kadar beni rahatsiz etsede mennun oluyorum,
      . Çünkü onlarin ön yargili olduklarini kibar bir dille kendilerine kabul ettiriyorum.

      Bir örnekde Benim Büyük oğlmdan vereyim.Kendisi burada Federal Hukümetde mufetiş olarak çalisiyor onun müdürü Rahip ve oğlum ile bazen dini konularda sohbet ediyormuş bir gün oğluma ” neden siz Müslümanlar bizim cehenneme gideceğimizi söyliyorsunuz?”
      Diye sorunca! Oğlumda ona “Kimin Cennete kimin Cehenneme gideceğini bende dahil “Allahtan”başka kimse bilmez,”demiş.
      O Rahip Kilisede cemaatina oğlumla neler konuştuklarini hep anlatiyormuş ve Müslümanları yakindan tanimalari için cemaatini tesvik ediyormuş.
      Uğur bey! size hak veriyorum, fakat, kendimizi övmek yerine eleştirisek bizim icin daha faydali olcagina eminim.
      Esas Türkiyeyi dişarda rezil etmek için yillarca batililara şikayet edenler şu an sülalece devletin en tepelerinde milletin vergileri ile saltanatlarini sürdürüyorlar.
      Kavakci Ailesi gibilerden bahs ediyorum.
      2000 li yillarda tvlerde bacak bacağin ustune atarak Turkiyeyi yerden yere vuranlar ve iki yüzlü yoneticilerde yabancilara görde bize görede Türküler….
      Işte bana ve çocuklarıma bu tip Türklere benzemediğimize dair sorular yöneltiiyorlar.

      Not: Bir arkadaş şehir yönetimide bir yere aday olmuş
      Müslümanlardan oy almasina yardimci olmasi için benim kendisi ile resim çektirmemi istedi bende islamda caiz olmadiğindan dolayi kabul edemiyeceğimi söyleyince, oda sen hic diger Muslümanlara benzemiyorsun diyelide daha iki gun oldu.
      Bilmem anlata bildimi.
      Saglikli ve mutlu kalin.

      • Şu nota aciklik getirmeyi atlamişim.

        (Uğur Bey! Önce 68 yaşinda Türk bir “bayan”olduğumun altini çizerek söze baslamak istiyorum.)

        Benim Allahin yardimi ile buralardaki başarima hem bizim Türkler hemde diğer Müslüman milletlerin olumlu tepkileri ve güvenleride (haşa şeytan işi olan gurur bende bulunmaz) bayaği fazla,
        Bizim zenginler başlari ağirsa tedavi için buralara gelirler. Ben buradan Türkiyeye acik kalp ameliyati olacak hastalari göndertiriyorum.

        Babasi fabrikatör olan Denizlili bir gençe 2002 yazinda ABD den Kanadaya 3 aylik sitaj için gelmisti.
        Ben orda ev falan bulmasina yardimci olmstum. O genç bana “Nur teyze benim annem Denizlide çarşıya yalniz gidemiyor, sen Kanadaya tek başina nasil gele bildin? Sorusunu sorunca memleketm Analarinin hallerine çok üzülmustüm. Halende öğle.

        Ugur bey! 3 senedir Bu sitede birak 68 yaşinda normalda kaç tane bayan yazi yaziyor?
        Işte Yabancilarin bu tip sorular sormalarinin sebebi bu.
        Benim cenemin biraz laf yapmasindan dolayi. Mâlum baş örtüsü ünü formasininda etkisi az değil.
        Bence Tarihe geri gitmek dense onu birakip geleceğe baksak bizim için daha hayirli olur.

      • Sadece ufak bir düzeltme yapmak isterim:ben Osmanlı’nın adaletini ve başka devletlerin adaletsizliğini anlatmamıştım.Size karşı yanlış bir ifade kullandıysam özür diler,saygılarımı sunarım.

        • Uğur bey! Sizin yazinizda özür diliyecek sebep yok bilakis çok memnun oldum olumlu ve güzel bir yazı.
          Evet Osmanliyi övmiyorsunuz fakat 1908 1918 arasindaki ve sonrasindaki olaylarin 600 yillık Adaletle ayakta kalmiş bir devletin torunlarinin ne hale düştüğümüzu anlata bilmek için o soruları sormuştum.
          Burada sabah olduğu için sizi yalniş anmlamaktan ziyade kendimi yalniş anlatmişim.esas siz kusura bakmayin.

          • Yani ortada bi anlaşmazlık ya da anlama sorunu var mı yok mu ben de tam bişey anlamdım ki yardımcı olayım desem; neyse…

  7. Gazete okumam, televizyon seyretmem, iki yazarı takip ederim. Bir de çok önemli haberleri arkadaşlarımdan alırım. Diziler, spor haberleri beni hiç ilgilendirmez. Benim tarihi gelişme varsayımlarım var. Olayları onlarla takip ederim.
    Bir kitap okursam onun kritiğini yaparım. Paragraf paragraf cevaplandırırım. Rus uçağı düştüğü zaman “Moskova’nın ve Ankara’nın haberi yoktur.” demiştim. Sonrasında “Türkiye’nin Rusya’dan özür dilemesi lazım.” dedim. Aylar sonra dediğim oldu. “15 Temmuz’u ne Sermaye ne de CIA yaptı. Fatura onlara kesildi.” dedim. Bugün bu ayan beyandır ama Dolar aşkına hala göz göre göre aynı hata sürdürülüyor.
    “Yalancının mumu yatsıya kadar sürermiş” derler. İnsanlığın en büyük hastalığı yalancı basın ve yayındır. Halkımız artık benim gibi yapıyor.
    Yeğenim Nurettin Sarı AK Parti’ye karşıdır. İmamoğlu’na daha mazbata verilmemişti, “İstanbul’da seçimi yenileyecekler.” dedi. Artık sıradan insanlar bile ne dolaplar döndüğünü bilmektedirler. Yanıldıkları husus bunu AK Parti’nin yaptığını sanmalarıdır. Bunları hep Dolar yapıyor ama mumu sönmek üzeredir. Basın da özgürlüğüne kavuşacak.

  8. Yazarımızın kitaptan çıkarttığı ders gibi kişileri kötülüklerden alıkoyan ya kanunlar,yada vicdanları yani imanıdır inancıdır bu ikiside yoksa toplumda ülke yönetilemez olur diyor,o kadar güzel özetlemişki ondan Allah razı olsun peki ülkemizin içinde bulunduğu şu durumda kanunsuzlukların olduğu insanları darp edenlerin ceza almadığı elleri öpüldüğü daha dün gazeteciyi öldüresiye dövüp arka kapıdan çıkanların olduğu insanların kutsal sayılan iradelerinin kapalı kapılar arkasında çalındığı iftira atmanın serbest nerdeyse kadın öldürmenin serbest olduğu daha burada yazabileceğim çok örnekler olduğu halde yazmaktanbhaya ettiğim tecavüz olayları gibi suçlardan insanların ceza almadığı toplumumuzu bu suçlardan kanunlar caydırmıyor.Anladım kanunlarımız yetersiz,tamamda vicdanımız inancımız neden bizleri vazgeçirmiyor.Yazarımızın dediği gibi burada eğitim sistemimizi gözden geçirip daha ilk adım ev içi eğitimden sonra ana sınıfından itibaren bireylere nasıll iyi ahlaklı dürüst vatanımıza milletimize faydalı bir birey olabiliriz dersleri ana sınıfından itibaren verilmelidir aksi taktirde ülkenin içinde bulunduğu durum yazarımızın son satırlarında belirttiği gibi sorunların çözülemediği bir Kaos ortamına dönüşür,dönüşüüyorda zaten !
    Nusret beyin dediği gibi Allah şu fakire hesabını veremeyeceği ameller işletmesin inşallah.Amin…

  9. Yaşantımın 9 yılı aşkın bir bölümünü, geçimimi bir devlet üniversitesi ile yabancı dil merkezlerinde ders vererek geçirdiğim Meksika’da tükettim. Eski eşim, son bir kaç yıldır bir Avrupa üniversitesinde uluslararası güvenlik ve Latin Amerika ülkeleri üzerine dersler veren genç bir akademisyen.

    Ayrılığımızı takip eden yıllarda yakın arkadaşlığımızı derinleştirerek sürdürdük. Birbirinden uzak ülkelerde yaşıyor da olsak, kimi akademik meselelerde yardımlaştık, üçü Türkiye olmak üzere, fırsat buldukça bir araya geldik kısa sürelerde farklı coğrafyalarda. Türkiye topraklarına ilk ayak basışı, benim vesile olmamla gerçekleşti.

    Evli olduğumuz dönemde, en hararetli akademik tartışma konularımız arasındaydı Erdoğan liderliğineki AK Parti. Ben hayli uzun zamana yayılmış sosyalist bir arka plandan gelip nihai olarak teknesini sosyal anarşizm limanına doğru sürüp orada demirlemiş bir insandım; o ise, yeni kuşaklarda hayli yaygın görülen, tanımlanıp kategorize edilmesi pek kolay olmayan, gelenek-dışı bir sosyalist.

    Tanışıklığımız öncesinde sınırlı bilgilere sahip olarak, ama daha çok yurt dışında yaygın olarak paylaşılan önkabuller aracılığıyla zihninde yaratmış olduğu Erdoğan imgesi dolayısıyla, din ve dindarlıktan çok uzak bir hayat süren, radikal solculuğun güçlü işaretlerini veren benim sıkı Erdoğan ve AK Parti taraftarlığım, Türkiye merkezli bütün konuşma ve tartışmalarımıza rağmen, onun zihnini çok karıştırır görünen bir muamma, “Bernar’ın tuhaflıklarından biri daha” olmanın ötesine geçemezdi. Azalarak ve seyrekleşrek dört yıla yakın sürdü o bizi pek bir yere vardırmayan Erdoğan tartışma ve muhabbetleri.

    Sonraları, İstanbul Atatürk Limanı’na indi günün birinde. Ülkeye ayak attığı o günün ertesi sabahı Balat ve Fatih sokaklarındaydık saatler boyu geç öğle sonrası saatlerine kadar. Çarşaflı dindarlarımıza da rastladı sokaklarda, Fatih İtfaiyesi otobüs durağında kümelenmiş, otobüs beklerken bazılarının sigara içip söyleştiği başörtülü gençlere de rast geldik. O ilk günün öğle sonrasında misafir olduğumuz, Fatih’in Akdeniz Caddesi üzerindeki dindar aktivistlere ait bir kültür merkezinden çıktığımızda saat, amiyane tabirle, gecenin körüydü.

    Kültür merkezinin mütevazi kitaplığında kendisinin de çok yakından tanıdığı Chomsky’nin, Nietzsche’nin, Orhan Pamuk’un kitaplarına rast gelmesiyle yaşadığı şaşkınlık, oradaki arkadaşlarla yaşayacağımız uzun sohbetler öncesi, sadece “mütevazi bir başlangıç” idi. Gece, artık memnuniyet duyarak itiraf ettiği mutlu bir şaşkınlıkla nihayet buldu onun için. Sonraki günler, Gülenci dostlarım Ekrem, Erdoğancı Cavit, “Eylemlerine katılmam, ben teorik İŞİD’ciyim”ci Malatyalı Asil Musa, eski MAZLUM-DER’den Ahmet Amca misafirimiz oldu, evde birlikte soframızı paylaştık, saatlerce söyleştik.

    İzmir’de geçen günlerimiz oldu. Benim aklımda kalanlar arasında baş yeri tutan, Alsancak iskelesinden vapurla geçtiğimiz Karşıyaka’da ancak 40-50 dakika sürebilen kısa turumuz oldu. Karşıyaka vapur iskelesinin karşısına düşen, kalpaklı-kalpaksız M. Kemal ve Türk bayraklarının sıra sıra dizili olup neredeyse gökyüzünün görünmez olduğu o ana caddedeki kalabalık ile Fatih, Balat, Dolapdere’nin yoksul mahalleleri arasında hemen hiç ilinti yoktu. Önlerindeki kutuya bırakılan madeni paraların ancak Gurup Yorum’dan ezgiler ve İzmir Marşı çalarlarsa mümkün olacağını çoktan öğrenmiş görünen Suriyeli küçük çocuk ve yanında ablası gibi görünen akordiyon çalan diğeri, belki de o vıcık-vıcık dünya ile tezatlık içinde kalan yegane görüntü olarak zihnime yerleşti.

    Eski eşimin de vakit geçirmek istemediği o cadde sokaklardan, hiçbir kültürel renk taşımayan kaldırım üstü cafe’lerden çıkıp sahildeki banklara ilişerek bekledik bizi o (bize bile hayli yabancı) dünyadan alıp götürecek vapuru beklerken.

    Türkiye’nin AK Partisi ve Türkiye’nin Erdoğan’ına ilişkin olarak Meksika’da iken oradan buradan edinilmiş bilgi kırıntıları ve söylenceler vasıtasıyla edinilmiş izlenimi bir şey, ülkenin şehirlerinde akıp giden hayata ve o hayatın insanlarına doğrudan tanık olmak başka bir şeydi eski eşim için. Hayli yıla yayılan bütün o Türkiye ve Erdoğan merkezli muhabbet ve tartışmalar, Türkiye’de geçen üç beş günde sanki değersizleşivermişti birden.

    Eski eşim bir Erdoğan sempatizanı olup çıkmadı elbette. Biidiğim, şimdi yaşamını sürdüğü o Avrupa şehrinde çevresinde dindar bir kaç sıkı Türk arkadaşı olduğu. Eğer Türkiye’nin de söyleşi konularına dahil olduğu sohbetlere girişiyorsa kendi akademik çevresinden insanlarla, sanırım daha önceki yıllarla karşılaştırıldığından daha hakkaniyetli, daha hakikate yakın fikir ve gözlemler paylaşıyordur.

    Türkiye’nin önümüzdeki onyıllarda yazgısını değiştirecek olan şey, kültürel (ve dolayısıyla zihinsel-siyasal) mahallelerin insanlarının içinde kalamaya teşvik edilip kışkırtıldıkları o sınırlayıcı duvarların yıkılması olacak.

    Hem seküler mahallede, hem dindar-muhafazakar mahallede, değişmeden kalma, ‘öteki’ne ilişkin duygu ve deneyimden uzak önkabullere yaslanan yargılarda ısrar ve tutuculuk, AK Parti’nin ilk dönemlerinde yaşadığımız o kısa dönemden sonra, yine çok yaygınlaştı ve derinleşerek devam ediyor. İktidar liderinin ve onun tepe tepe kullandığı trolleşmiş yazar-çizer takımı ile onların muadili olan Sözcü gibi gazetelerde kümelenmiş amigoların dili gelmek üzere, tüm mahalleler neredeyse hep birikte ve topyekün trolleşmeye kışkırtılıyorlar.

    Benim gibi neredeyse militanlığa varan bir AK Parti ve Erdoğan yandaşı insandan, bu parti ve liderinin mümkün olan en kısa sürede iktidardan uzaklaştırılmasını ister ve bunun için çabalar bir insan çıkarmayı da başardı Erdoğan -ülkenin iyiliğini, kendisinin ve çevresindeki bir avuç insanın bekasına kurban ederek.

    Genç bir çocuğum olsaydı, ve çocuğum ülke meselelerine de kafa yoran bir genç olsaydı, onunla iki yakın arkadaş gibi İstanbul kazan biz kepçe olup mahalle mahalle dolaşalım şehirde, şehir insanlarıyla birlikte yarenlik edip, Gülenci Ekrem’lerimizle, Erdoğancı Cavit’lerimizle, “Eylemlerine katılmam, ben teorik İŞİD’ciyim”ci Malatyalı Asil Musa’larımızla, eski MAZLUM-DER’den Ahmet Amca’larımızla muhabbet edelim isterdim. Onu, “Bak böyle solcular da soluk alıp veriyor bu ülkede, aklının bir köşesinde bu da bulunsun. . .” dermişcesine, Gürbüz Özaltınlı, Alper Görmüş, Etyen Mahçupyan gibi aydınlarla tanıştırmak isterdim.

    Muhalifler, hayli uzun zamandır merkezi, örgütlü, sistematik bir planın parçası olarak hemen her yerde boy gösteren iktidar klavyeşörü trollerden yakınmakta yerden göğe haklılar. Ama, eğer hakkaniyeli insanlar olacak isek, sosyal medyada şu ya da bu videonun, şu ya da bu metnin altına yazılmış ‘muhalif’ klavyelerden çıkma aşağılık ve utanç verici dilin, beyinsizliğin ve fikirsizliğin sefaleti sabuklamaların da bizleri karamsarlığa sürüklemesi gereken temel meselelerimizden biri olduğunu söylemek durumundayız.

    Hep birlikte trolleşme hastalığımızı devam ettirip kendi çocuklarımıza bölünmüş ve düşmanlaşmış bir ülke bırakmaya vicdanımız ve aklımız rıza göstermeyecek ise, mahallelerimizin duvarlarını kendi iyiliğimiz için de yıkıp gerçek TANIŞIKLIKLARA olanak tanımalı,yüreğimizi MERHABA’lara açmalıyız.

    Yoksa işimiz giderek daha da zorlaşacak.

    • Neredeyse herkese laf yetiştirmeye çalışıyorsunuz, çoğunluk sen anlat ben de haddini bildireyim derdindesiniz sonra akademisyen ve genç vurgulu eski karınızla hikayelerin ardından yürek açmaktan bahsediyorsunuz.
      Fazla baydığınızı düşünmüyor musunuz Bernar Bey? Önce biraz saygılı olmak gerekmez mi?

      • Hakkınızda hiçbir şey blmiyorum, Deniz Bey. Arada bi,r her biri tek bir paragrafı geçmeyen metinlerinizi görüyoruz burada -ve bunların hemen hepsi, bu sonuncusu gibi, benim metinlerimin altına girilmiş negatif ifadeler.

        Hakkınızda çok şey biliyor olsaydım bile, bir metninizin altına size ilişkin içinde fikir olmayan, salt izlenimden ibaret ifadeler kullanmazdım metinleriniz üzerine yorum yapma gereği duymuş olsaydım.

        Sizin için, “Bak oturmuş eski eşinin genç bir akademisyen olduğunu yazıyor herkese laf yetiştiren saygısız adam”ım ben, bir diğeri için “Saadet Partisi’nin iflah olmaz mücahidi”, bir diğeri için “ölü sevici” ve “mösyö”, bir diğeri için “kurmaz FETÖcü” vb.

        Hiçbir zaman bir iyilik perisi, “Herhes herkesi sevsin, birbirine saygı duysun”cu biri olmadım hayatımda ve burdaki yorum sayfalarında. Alaycılıksa alaycılık, saygısızlık ve aşağılama ise, kendime ait bir dille, saygısızlık ve aşağılama.

        Siz TEKİL bir insansınız yorum sayfalarında.

        Sizi bayıyor olabilirim. Ama, salt sizi bayıyor olduğum için yorum sayfaları okurları ve yorumcuları kitlesi için bayıcı bir insan olduğumu düşünüp bunu sorgulamaya girişmemi gerektirecek bir durum yok ortada.

        Herkes gibi, istediğim gibi yazarım. Kimi okunmaya değer bulur, kimi kendince bana çakmak için metin tarar, kimi eşitlikçi ve saygının korunduğu bir düzlemden hemfikir olmadığı söyler ve kendi alaternatif görüşleriyle itiraz eder söylediklerime vb.

        Ne ülkede ne de bu yorum sayfalarında, KİMSE ÇOĞUNLUĞU TEMSİL ETMİYOR. Ben Bernar’ım, siz Deniz EGEMEN’siniz.

        Adınız Deniz Egemen. Hiç kimseyi, sadece kendinizi temsil ediyorsunuz burada. Yorum okurlarını ya da onlar arasında bir kümeyi değil.

        Herhalde, kendi yazdığım metinlerin ne olup olmadığına tekil bir insandan ibaret Deniz Egemen’in gözüyle bakmamı beklemiyorsunuzdur benden -yoksa bekliyor musunuz?

        • Siyasi görüşlerin yer aldığı bir yerde kendimden, anılarımdan, ne bilirim ne okurumdan bahsetmediğim için beni tanımıyor olabilirsiniz. Yorumcu olmadığım için esas alacak bir şey bulmakta zorluk çekebilirsiniz. Siz de dahil ama pek çok yorumcuya hepsi olmasa da negatif diyelim az kelimelerle çok şey anlatılabilir düşüncesiyle bir kaç satır yorum yazarken zorluk çıkarıyor olabilir TEKİLliğim kusura bakmayın.
          Buradaki her yorumcunun bir kaç beğeneni bir o kadar beğenmeyeni vardır siz de onlardan birisiniz.
          Hiçbir zaman bir iyilik perisi, “Herhes herkesi sevsin, birbirine saygı duysun”cu biri olmadım hayatımda ve burdaki yorum sayfalarında. Alaycılıksa alaycılık, saygısızlık ve aşağılama ise, kendime ait bir dille, saygısızlık ve aşağılama diyor iseniz istediğimi yazar had bildirmek için sıra bekler istediğime sataşır istediğime sırnaşırım diyene yürekleri merhabalara açalım demek iki numara büyük geliyor diyorum. Herkese açacak yüreğin yoksa dostluk dilini kullanmıyorsan ne pazarlıyorsun diye soruyorum. Yüreklerimizi açalım diyeceğine aç o zaman görelim diye öneriyorum. Sadece kendimi temsil ederek tabii. Kendi metinlerinize bir başkasının gözünden bakmak herkesin harcı değildir bunu beklemek haksızlık olur dolayısıyla beklemiyorum.

          • Sanırım lise sondaydım, İzmir Bornova’da, mahallenin gediklisi olduğumuz kahvehanesinde, benden iki yaş büyük ağabeyimin yakın dostlarından biriyle iddialı bir tavla kapışmasında yan gelmiş, ısrarla yeni bir oyun daha talep ediyordum.

            Oyunu izleyen ve bana takılıp gıcık etmeyi pek seven ağabeyim, “Ben kardeşimi ezdirmem!” diye koluma girdi, iliştiğim tabureden sürüklermiş gibi davranıp o anın tadını çıkardı.

            Bence menejerlerinden birisi koluna girsin, seni buradan alıp bir başka departmana koysun Deniz Egemen ; )

            Sana bu sayfalarda söyleyeceğim son sözler bunlar olur.

          • Bernarcım istersen gel biz senle bi dolaşalım; denize aldırma o kadar:) kendisi iyidir hoştur da eli biraz ağırcadır; açık verirsen o da kendini kaybedebilir yani…

          • “Ben kankamı ezdirmem!” diyorsun yani : )

            Bana uyar: Kap bastonunu ve kabak çekirdeklerini, seninle şöyle bir turlayıp gelelim o zaman 😉

    • Sevgili Bernar,

      Sizin Erdoğan sempatizanlığınız ile ilgili aynı gel-gitleri yaşayan o kadar çok insan tanıyorum ki! Bu yüzden hiç garipsemedim. Yalnız değilsiniz.
      Ben henüz o noktaya gelmedim. Ya da geldiğim noktanın adını koymadım, bunu yapınca kanıksarım diye korkuyorum, o yüzden hep bir eskiye dönüş umudu besliyorum.

      İç politika, ekonomi, eğitim, sağlık… bunların hepsi maalesef yerlerde sürünüyor.
      Elde kalan bana göre dış politika. Ben Erdoğan’ın bize ayar vermeye çalışanlara karşı dik duruşunu, kendini dünyanın jandarması zanneden haydutlara “höt” diyişini, dünyanın beşten büyük olduğunu söyleyen tek lider oluşunu, Maduro’ya “yanındayız” demesini, … seviyorum, beğeniyorum, destekliyorum.

      • Böyle dostça ve samimi bir saygıyla yazdığınız bu mesajınız için bütün kalbimle size teşekkür ediyorum, Bahadır Bey. Siz, eleştirel bir bakışı da yanınıza aldıktan sonra, nihai olarak Erdoğan’a destek vermeye devam etmenin daha uygun ve doğru olacağı sonucuna ulaşmışsınız. Samimi bir saygıyla kaşılıyor içten selamlarımı iletiyorum size.

      • Erdoğan’ın iç politikada yaptığı hatalar, doğru sandığı yanlışlar nedeniyledir. Bu yaştan sonra tartışmasız doğruları (paradigmaları) değişmeyeceğine göre eskiye dönüş umudunuz hayalcilik olur. Eski güzel günlerde bugün AKP’de olmayan birçok değerli siyasetçi vardı … (Ben 2009’da yerel yönetimlerde, 2011’de genelde AKP’ye verdiğim desteği kesmiştim)

        Dış politikaya gelince … Erdoğan’ın ‘dik duruşu’ tamamen iç politikaya yönelik olup oy devşirme amaçlıdır. Zira dış politikada yalnızca çıkar ilişkileri geçerlidir ve sonucu birçok şey etkilese de esasında ‘güç’ belirler.
        İsrail ile (Mavi Marmara olayı için) onların istediği şekilde anlaşma yapıldı. Mısır’da desteklediği Mursi şimdi hapiste. Pek değerli dostu Ömer El-Beşir devrildi, evinden birkaç çuval yerel ve yabancı para çıktı. AKP kongresine davet ettiği Mesut Barzani siyaseti bıraktı (bıraktırıldı) … Türkiye mevcut bilim-teknolojik gücü, ekonomisi ve eğitim sistemiyle petrol/gaz yatağı Ortadoğu’da bölgesel güç olamaz, bu hayalciliktir. Yapılması gereken, olayların gelişiminde Türkiye’nin menfaatlerini azami ölçüde korumak olmalıydı.

  10. Fake news! (sahte/yalan haberler) ile bilgilendirme. Monkey see monkey do…!

    Son zamanlarda yasaklanma yolunda ciddi adımlar atılsa da, Batı dünyasında yalan haber/magazin vs hep vardı. Ancak, epey bir zamandır siyasi/ideolojik bir araç gibi kullanıldığı biliniyor. Muhtemelen endüstri haline getirildi. Bizde yok değildi. Siyasi çekişme aracı olarak iyice moda oldu. Son zamanlarda paniğe kapılma noktasına gelen AKP taraftarlarınca etkin bir araç olarak kullanılmağa çalışılıyor. İçinde bulunduğumuz bu dönemdeki siyasi taraftarlığın futbol taraftalığının fanatikliğinden bir farkı kalmadı. Holigonlar iş başında! Çok kutuplu/çok renkli halden tepeden inme ikna gücüyle çokçası tek kutuplu/tek renkli-renksiz hale sevkedilmekle okunurluluğunu büyük ölçüde kaybeden medyanın merdiven altı kolları “yalan haber” üretimine kaymış durumda.

    Ancak, bu işin tarihine bakılırsa, izleri AKP iktidarı işbaşına geldiğinde onu kötülemek,ve hatta bir kaşık suda boğmak için CHP-marka kemalist takımının başvurduğu taktikler de gözden kaçmamalı. Yani, bugünlerde şikayet edilenler aslında biraz da “kendim ettim kendim buldum” şeklinde yansımalar olarak yorumlanmalı. İngilizce’ye Batı Afrika kültüründen geçmiş bir ifade var: “Mankey see, Monkey do”(Maymun gördüğünü yapar!). Farklı şekillerde yorumlanabilir bu ifade İma ettiği şeylerden bir şöyle: Yarım yamalak bilgiyle (veya maymun gibi tekamül etmemiş bir beyinle) taklit ederek bir takım işlere girişmişsen bunun ilerde endişe verebilecek sonuçlarından bizzat kendin de nasibini alabilirsin. En iyisi böyle işlere girişmemek..

    Benim, bu işlere artık son verilmeli, yoksa periyodik olarak adeta bir “yo-yo” gibi bir alt-alta bir üst-üste gidip geleceğiz derken, kaygılarım çokçası bu noktalar etrafında şekilleniyor. Aslında, TC başlangıcında “Batı”yı taklit işleri biraz da böyle start almış gibi.. Halbuki Kur’an’ın özünden ayrılmamak vardı veya toplumu tekrardan organize ederken bunun muhtevasından yararlanmak vardı (ben şahsen “akıl*iman sentezi” bakış açısıyla birçok ipucu tesbit ettim!). Ancak, başlangıç noktasında o ilahi kaynağın yüzüne bakan pek olmamış! Peki bunun kabahatı kimlerdeydi dersiniz?!…

  11. Gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım” tekerlemesi Ziya Gökalp tarafından geliyormuş demek-öğrenmiş olduk. Allah rahmet eylesin! Ancak, diğer mısraların çoğu anlam olarak bugünlere hitap etmiyor. TC nin ilk dönemlerinde bence önemliydi! Çünkü geleceğe dair endişeler oldukça fazlaydı. Gerçi bugün “BEKA” sorunu var diyenler yine bunu istiyorlar (Sn H. Gayret bunun buradaki en bariz temsilcisi). Ancak, bu dönemde nasıl geçerli olsun ki? İşler bir araya gelerek liyakat derecesiyle en ehil kişilere verilse amenna…

      • Bir şey değil Sn H.Gayret. Siz de sağolun.

        Bu arada, yaa diycektim şu bizim Perinçek”i bir de şu Ramazan gününde Çin’e yollasak, nasıl olur.?.. Uygurlara yapılanlara bir daha baksın. Çin komunist partisine hiç değilse sembolik bir etkileme/baskı olabilir. Bakarsın Uygur kızlarını hiç değilse orta kesimlerdeki müslüman çinlilerle (Huiler) evlendirmeye razı edebilir. Çinlilerin sofrasında protein olarak “domuz” eksik olmaz. Zoraki olarak bunu bile yapıyorlarmış diye okuduydum….

  12. Önce görsel: Çok farklı şekillerde yorumlamak mümkün.

    Biri şöyle olabilir: Ortada. bir şamdanlık görüyoruz. Aydınlanmaya vesile olacak düzenek hristiyan alemi (Haç!),, özellikle “emperyalist Batı”. Takip etmeğe çalıştığımız bu alem aydınlanmayı sembolize etmiyor değil (soldaki iki mum!). Bu açıdan bakılırsa bilim ve teknoloji de bu pozitif aydınlanmanın otomatik sonucudur (ve insanlığın ihtiyacıdır bu!). Ancak, malesef, bu alemin bir yönü ise şiddet. İnsanın pusulayı şaşırdığı noktadan itibaren, aydınlanma dejenere olduğunda şiddete dönüşüyor Artık, siz buna “emperyalizm”i de katabilirsiniz. Bir tezaühürü olan “atom” bombasını da, bunun yanında DAEŞ’in elindeki mantar tabancalarını da….

    Peki böyle mi olmalıydı? Katiyyen, ve asla! Peki neye göre? “Akıl*İman Sentezi” bakış açısıyla Bilim-teknolojinin ipuçları Kuran’da açık. Ancak bunu ihtiras ve arsızlıkla nefsini tatmin için kullanırsan bunun yan ürünü “yapıcı” değil “yıkıcı”dır. “Batı” bilim-teknolojiyi kendi hristiyan keyfi ve nefsi için “yapıcı”, geri kalan insanlık için, ve özellikle, İslam alemi için “yıkıcı” olarak kullanıyor. İsa aleyhisselamı karşılarında gördüklerinde, karneleri ellerine verildiğinde “şok” olacaklar. Kuran’ı Kerimde, değindiğim gibi “Bilim-Teknoloji”ye ait işaratler bariz. Ancak bunu bütün insanlık için faydalı işler üretmekle yükümlüsün. Tabi Allah’ı tanıyan insansan. Yoksa, şeytanın güdümünde nefsinin peşinde cehenneme kadar yolun var! (tabi buna istemeyiz). Şu aşağıdaki ayet bireysel bazda alınabileceği gibi ülkeler bazında da alınabilir….

    Allahı anmayı görmemezlikten gelene (Allah’ı tanımayana), yanından ayrılmayacak bir şeytanı arkadaş veririz. Şüphesiz o da bunları (Allah’a yönelmekten) yoldan alıkorlar, bunlar da doğru yola eriştiklerini sanarlar (43 sure/36-37).

    İşte bunun için müslümanlar adam gibi çalışıp bilim ve teknolojiye sahip çıkmalı, geri kalmamalı. Böylelikle, hristiyan alemi dahil bütün insanlığa faydalı işler konusunda örnek olmalılar. En başta Allah’a karşı bir yükümlülüktür bu! (ancak böyle mi oluyor?)

  13. Koru’ya bugünkü yazısını yazdıran can sıkkınlığı nedir bilmiyorum- belki ona bunu yaşatan bir ”trol ordusunun” zatına saldırısıdır- ama can sıkıcılığı ona ülke meselelerinden en önemlisini -milli eğitimi (kısmen)- yazma gereğini duyurmuş olması da bir kazanım olsa gerek. Değil mi ki, sıkıntılarımızı can sıkkınlığı; hasta olası halimizi de bedenimizi saran ağrılarımız bizi uyararak pozisyon almamızı sağlar; bu yazı ile olan da böyle bir şey galiba.

    Her yazısından istifade ediyoruz Sn. Koru’nun; yazılarına yazdığımız yorumlar ile de çoğu kere belki, bilip bilmeden hakkına giriyor onu ilzam ediyoruz. Helallik dilemek te bir meziyettir.

    Mesele eğitim ve ”okumak” olunca; yazısını okuduktan sonra Koru’nun, ilk okulumu okuduğum yerleşkedeki ana okuluna son beşiğimi bırakırken, yarım asra yakın bir geçmiş gözlerimin önünden süzülüverdi!

    Bu geçmişe tekabül eden ülkem serancamında aklıma ilk gelen; 1960 ile ’71’ ini görmediğim, şahit olduğum ve öğrenci olaylarıyla hatırladığım 1980 darbeleri; akabinde 28 Şubat, 2007 e-muhtırası ile her zaman tel’in ettiğim 15 Temmuz ve sonrası gelişmeler neticesinde ”bir arpa boyu yol kat etmediğimiz” oldu.

    Mustafa Akif, 12 Eylül 2010 referandumunun o ılık esintilerinin henüz bitmeye yüz tuttuğu iklimde dünyaya geldi; bu gün almaya başladığı (milli) eğitiminin ilk kademesinde, yine o bildik ”tekrar” metodu devrede.

    Ne anlama geldiğini reşit olduğu yaşlarda (okursa) anlamaya başlayacağı -yeni bir darbeye şahit olur mu bilemem- ülkemin darbeler tarihini, şimdi benim elimdekinden daha fazla malzemeye sahip olacak..sahip olacak diyorum; çünkü onun yeni nevzuhur darbelerle karşılaşmayacağının garantisini veremiyorum.

    ‘Bugünkü yazıdan da bir ”…darbeler” yorumu çıkardın ya, pes’ diyenler olabilir.

    Bizi kalıptan kalıba sokan, bizim biz olmamıza mani olan ve bize tekrar tekrar aynı şeyi yaşatanın temelinde, yaşamımıza her on yılda bir müdahil olan ”darbeler” ve mantığı değil midir?

    Şimdikiler öncekilerden farklı olarak, kendine, bir de içerisinde rütbeli troliçelerin de görev aldığı bir ”trol ordusu” teşekkül ettirmişler.

    Daha neler göreceğiz bakalım.

  14. Fehmi bey diyorki, “eğitim tekrara dayali”. Dogrulugundan suphe yok. Hangi dinden olursa olsun, dindarlarin kaderidir ayni seyleri tekrar etmek.

  15. Fehmi bey! Ben 3 yıl öncesine kadar memleketim insaninin bazi olumsuzluklarina rağmen iyilerin daha fazla olduğunu düşünerek hep pozetif yaklaşirdim. Bu arada Dünyanin her tarafindan değişik ırklardan bir çok insan tanidiğimi ve onlarin hakkinda bayağı bilgi sahibide oldugumu da not edip.
    Tanidiğim ve karşilastiğım yabancilar benim eşimde dahil genelde bana şunu söylerdiler “sen hiç Türklere benzemiyorsun.” Onlarin bu tip söylemlerine, “bana iltifat etmek için kendi milletimi benim şahsimda eleştiriyorlar” diye içimden onlara kizardim.
    Fakat son 3 yilada sizin burdaki okurlariniza sunduğunuz değeri biçilmez imkanlar sağlayan Fehmi Korunun günlüğü sitesi sayesinde 65 yaşına kadar tanidiğımı zannetiğim bizim milleti hiç tanimadiğima şahit oldum.
    Gerçekten bizim milletin içnde sayilari azda olsa çok değerli insanlarimizin varlıği yani sira, insan sifatini taşimayan maalesef insanliktan nasibini almamiş insan kiliğinda şeytanlarin sayisi çok daha fazla olduğunuda gene sizin bizlere sunduğunuz bu hizmet sayesinde 68 yaşinda ögrenmiş oldum.

    Burdaki bir kısim ayri ayri dünya göruşleriden olan yorumcular örneğin Hamza Akyol, Baran, Nusret Karaca,ve şu an isimlerini hatirlayamadığim bir çok değerli yorumcularinda barişci ve aydinlatici yorumlari vasitasi ilede sanal alem dostluklarinin sağlam temellerinin atildiği güzel bir ortamda buluşmamizda gene Fehmi beyin sayesinde gercekleşmiş oldu. Bu insanlarin siyasi ve dünya görüşleri ayride olasa( ben ve çakma değil, gerçek H Gayret gibi) fikirlerimizden dolayi birbirimize karşı duşmanca değil sevgi ve saygı ile yaklaşarak adate eksiklerimizi tamamlamaya yardimcu oluyor ve eksiklerimizi tamamlamış olmamizda ayrica bizlrri mutlu ediyor.
    Gönül isterdiki degişik dünya görüşüne sahip biz insanlar birbirimize karşi doğrularimizi güzelikle anlatmak yalnişlarimizide kabul etmek gibi bir erdeme sahip olsaidik.

    Not: H Gayret Ramazan ayinda yazilarinizdan sizin şeytanlarinizn halen daha bağlanmadiğini okuyorum….
    Size bir abla tavsiyesi! Siz onların cennet anahtarlarina güvenmeyin… kendini onlara kurban etme onlari kendine kurban et, çünkü onlar sizin onlara verdiğiniz değere laik değiller, sizin inandiğinizi ve kendi görüşünüzü savunmak tabii hakkinizdir ve savuna bilrsin. Fakat millete hakaret etmenizi size hiç yakiştiramiyorum. Biraz saygi biraz dikkat tamami? Ablaciğim.
    Hoşca kal.

    • Allah bütün insanlara akıl vermiş, kendi akıllarını nasıl kullanacaklarına karışmamış. İnsanlar dünya hayatında bir sınav vermektedir. Sınavın sonucu mahşer aleminde açıklanacaktır. Kişi sevdiği ile beraberdir veya kişi sevdiğiyle haşır neşir olacak.
      Nurdan Hanım Allah sizden razı olsun. Bir büyüğümüz olarak sizleri örnek almaktan gurur duyuyoruz. İyiki varsınız. Saygılar

    • Tamam nurdan abla; milletimizin her bir ferdi benim için değerlidir ve saygındır. Eleştirmek herkesin hakkıdır; iftira etmek asla..! Herkese mutlu ramazanlar dilerim:)

  16. TROLLER NEDEN HEP KARŞIDA

    Hayvanlar dünyasında yenmek ve yenilmek ne ise insanlar dünyasında tanımlamak ve tanımlanmak odur diyor bir yazar. Özellikle tvitter da trendlerin altına baktığımızda, yahut ak parti lehine bir paylaşım yapıldığında veya ak partinin ileri gelenleri bir paylaşım yaptığında altındaki binlerce yorumdan en azından yüzde sekseni muhalefetin destekçisi. Her konuda araştırma yapan sosyologlar bu konuda bir araştırma yapsa, Türkiye’den atılan tivitlerin siyasi yönünü tespit etse de haklılığım bilimsel olarak kanıtlansa. Örneğin 150 kişilik vatsap grubunda muhalif iki üç kişi bizim toplamımız dan daha fazla mesaj atıyor.
    “Ele verir talkını” doğrultusunda medyada görüş sardedenler acaba ben trol müyüm diye kendilerine soruyorlar zaman zaman. Sanmıyorum. Yoksa taa Cumhurbaşkanlığı sistemi için yapılan oylamalardan başlayarak her seçimde iktidar aleyhine yazılar yazıp “bu sefer hadi inşallah, olsun Allahım çünki çok istiyorum” mealinde yazılar yazan sayın yazar bu yazılarının bir istatistiğini çıkarsa da ne kadarı iktidar lehine ne kadarı aleyhine kim trol kim kim değil anlasak.
    Not: Kitabın ismi: İnsan Denen Meçhul

  17. “Kitleleri birbirlerine karşı öfkelendirirsek karınlarının açlığını unuturlar”

    demiş Charlie Chaplin.

    Epeycede doğru söylemiş görünüyor.
    Şimdi yapılan da biraz değil bayağı bu.

    Okumayan bir toplum da yukarıdaki söze çok uygun davranıyor.
    Bu fasit daireden çıkmak lazım.
    Ama nasıl?
    Geçmişte güzel şeyler yapmış olanların yeniden sorumluluk almaları gerekmektedir.

  18. Yahudiler zamanında ne yaptılarsa, Müslümanlar Kuran’ı Kerim’i terk etmediler. Savaş denediler, dünya malı önerdiler, öldürdüler gene de Müslümanlar Kuran’a olan sevdalarindan vazgecmediler. En sonunda Yahudiler sosyal medya diye bir illet çıkardılar. Müslümanlar teslim oldu lar. Sosyal medya ve teknoloji ile beraber ne kitap sevgisi ne de aile sevgisi kaldı. Kuran’ı Kerimler kuytu köşelerde bırakıldı. Ayetler ve sahih olmayan hadisler Müslümanların sadece mübarek günlerde aracısı oldu. Bütün Türkiye’de kitap başına para verseniz bile kimseyi okumaya ikna edemezsiniz.
    Dipnot: Değerli Ahmet Hoca (Davutoglu) yeni partiyi Diyarbakır’da iftar programında aciklayacaktir. Hayırlı olsun inşallah hem Diyarbakır için hem de Türkiye için…
    SAYGILAR SEVGİLER

  19. Yarım asra yakın yazın hayatınızda hala bu tür yazılar yazmanızın sizi incittiği kadar bizi de incittiğinin ayırdındayız. Toplum olarak bir arpa boyu yol gidemediğimizin kanıtı bu olsa gerek. Ülke gençliğinin nasıl bir haleti ruhiyede olduğu araştırmacılar tarafından illaki araştırılıyordur ancak gençler hallerinden mutlu değiller. Politika ve siyaset yapıcıların özellikle geleceğe iyi şeyler bırakması temennisini paylaşmadan edemeyeceğim.

    Geçenlerde Nasa’nın Mars’tan bir dizi video paylaşmasına tesadüf ettim. İleri Dünyanın Marsa koloni kurma hedefleri hızla devam ederken biz ise ülke olarak trol savaşlarının yıkıcılığı altındayız.

  20. EKONOMİ DE SIKIŞTIKÇA HAMASİ MESAJLARIN ARTMASI VE TOTALİTER YÖNETİMLERİN ÖNÜNÜN AÇILMASI.
    Tencere meselesi zora girince arkadan güvenlik sorunları ve adalet sorunları daha da artar.
    Sorun sadece yönetmenin bir şekilde devam etmesini sağlamak için cebri tedbirlere daha çok başvurulmaya çalışılır.
    Her aleyhte yaprak kıpırdasa hemen gölgesine ateş eden duruma gelinir.
    Kutsal kelimeler ulu orta her zaman her yerde çokça kullandığından anlamları oldukça aşınır.
    Farklı seslerin zenginliği tehdit olarak algılanır.
    Halkın sadece istenildiği gibi düşünmesi,konuşması ve eylemde bulunması istenir.
    Eğitim sistemi buna göre kurgulanmıştır.
    Çok ta başarılı olmuştur.(halkı istenilen kıvama getirmede)
    Halkın ödevleri vardır.
    Halkın özel alanı devlete karşı öne sürülemez.
    Böyle bir yönetim anlayışının evrensel bir tanımı vardır, herkesin bildiği gibi.
    Dünyada otoriter yönetimlerde başta kalkınmada ve ilerlemede müthiş bir ivme kazanıldığı görülmüştür.
    Sonra halkın yönetilenler tarafından vatan -millet Sakarya edebiyatı ile avutulduğu anlaşılır.
    Yönetenler ve yakın çevresi nimeti paylaşırken zahmeti milletin çektiği görülür.
    Yönetilenlerin eleştirilemez ve hesap sorulamaz olması onların kolayca söylemlerine ters bir çizgiye yöneltir.
    Yönetim ve çevresinde bu rahatlıktan dolayı, çürüme çok hızlı ve şiddetli olur.
    Günümüzde ÇİN kalkınmasını ben böyle okuyorum.
    Çin devleti otoriterlikle müthiş bir kalkınma sergilerken az gelişmiş ülke yönetimlerinin heveslerine sebep olduğunu görmekteyiz.
    Hatta bu hevese gelişmiş ülke yöneticileri de itibar etmiyor değil.
    Dünya filozofları ,düşünürleri hatta fütüristleri ÇİN nın bugünü ve yarınları hakkında tahminlerini bilmek isteriz.
    Benim inandığım düşünce geçmiş otoriter yönetimlerin başta kazandıkları yüksek ivmenin kısa süre sonra felakete dönüştüğüdür.
    Liberal olmayan bir yerde gelişme kısa süreli olmaktadır.
    Çin yakın zamanda ya yönetimin kaçınılmaz çürümesi ile duraklayacak ve gerileyecek yada önce bir kaos ortamı yaşayarak daha sonra liberal bir yönetimle dünya liderliğine çıkacaktır.
    Kişilerin özgür olmadığı ve onun meydana getirdiği halkın özgür olmadığı ama yönetenlerin eleştirilmesinin vatan hainliği sayıldığı bir yerde yöneten ve çevresinin bozulması kaçınılmazdır.
    İyi yönetimler; yönetenlerin eleştirilmekten korkmadığı ve hesap vermekten çekinmediği,halkının da özgür olduğu yönetimlerdir.
    İdeal olan budur.
    Halk buna uygunsa ve hak ediyorsa gerçekleşmesinin önünde engel kalmaz.

    • “Çin devleti otoriterlikle müthiş bir kalkınma sergilerken…” demişsiniz de bu iş aklıma Uygurlar’a yaptıkları muameleyi getirdi. Öğrendiğim kadarıyla Doğu Türkistan’ı Stalin komunist yoldaşları Çin’e devretmiş. Yani kısmen yeni bir olay sayılır. Çin de ayıp olmasın diye otonom bir statü vermiş. Ancak bugün öyle sanıyorum yarı yarıya Çinli doldurmuş durumdalar, işin daha insanlık dışı tarafı Uygur kızlarını zoraki bir şekilde Çinlilerle evdendiriyorlar. Çin komunist partisi de bütün yaptıklarına dünyadaki modaya uyarak “Bizim yaptığımız, bugün Batı’nın da yaptığı gibi müslüman radikallerine karşı tedbir almaktan ibaret. Yoksa terör olayları artar”. Çin Komunist partisi Türkiye bu konuda ses çıkardıkça “iç işimize karışmayın, yoksa ikili ekonomik ilişkilerimize zarar vermiş olur” diyor. Parti yönetimi göstermelik olarak Türkiye’den komunist bir grubu davet etmişler. Perinçek te başlarında gitmiş. Beyefendi Türkiye’ye döndüğünde “endişelenecek bir şey yok” diye bir yazı kaleme almış. Çin Uygur Türklerini bir zamanlar CHP döneminde Türkiye’deki “Köy enstitulerinde olduğu gibi eğitiyor; fena mı gayet güzel” demeğe getiriyor. Dünya’da insan hakları örgütü bu işleri ondan daha iyi biliyor, ancak yetiyor mu? Bu insanlar etnik ve dini bazda yahudi olsaydı dünya şimdiye kadar ayağa kalkardı. Çin komunist partisi bu yaptıklarını yapamazdı…

  21. İşin en garibi ise bilenlerin bilmeyenlerin peşinden gitmesi,okuyanların okumayanları öne geçirmesi,düşünenlerin düşünmeyenleri takip etmesi sonra binler ah vahlarla dizleri dövmeleri.Güzel ahlak tarlasında verilecek eğitimle yetişecek insanların yaşadığı dünya işte dünya cenneti..

Yoruma kapalı.