Suriye’de savaşanlar var, bir de savaşa körükle yaklaşanlar. Kazanan? İsrail elbette.

4
Omran, ambulansta
Reklam

 

Bizim medya bir hoş.

Başbakan Binali Yıldırım, en son, Suriye konusunu görüşmek üzere yabancı gazetecilerle buluşmuşken, medyamızın dikkati tek bir konu üzerinde yoğunlaşmıştı:

Acaba Suriye’nin devlet başkanından ‘Esad’ diye mi söz edecek, yoksa ‘Esed’ mi diyecek?

Hürriyet, okurlarına, “Bazen Esad dedi, bazen de Esed” bilgisini sundu.

Gazetelerde konuya ilişkin haberleri yazıp gelişmeleri yorumlayanlarda da bir sevinçtir gidiyor: “Ne güzel” diyorlar, “Hükümet artık gerçekleri kabul etti; Suriye politikamız değişiyor…”

“Değişiyor” dedikleri politika Esad’ı tanımamak ve muhalif güçlerin başarısını desteklemek üzerine kuruluydu; bekledikleri, Esad rejimiyle barışık bir politik tercih olmalı herhalde.

Toplam nüfusunun yarıya yakınının doğup büyüdükleri kentleri terk ettiği, onların da çoğunun bir yabancı ülkede ‘sığıntı’ biçiminde yaşadığı, hayatını kaybedenler sayısının 500 bini aştığı bir ülkede, her gün halkı üzerine ölümler yağdıran bir rejimle barışacak mı Türkiye?

Barışmalı mı?

Reklam
Hata neredeydi?

Ankara’da dış politikayı belirleyen kadro, uzun yıllarını göz hastalıkları üzerine çalıştığı İngiltere’den, babası ölünce ülkesine zorunlu dönüş yapıp cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Beşşar Esad’ı hafife aldı. Ülkeye 40 yıldır hâkim Baas rejiminin tek bir özelliğine (‘Sünnileri’ dışlayan ‘Nusayri’ ağırlıklı bir yapı oluşuna) fazlaca takılıp, onun uzun yıllar içerisinde etnik ve mezhebi ayrımları aşan bir varlığa dönüştüğünü görmekte zorlandı.

‘Arap baharı’ yaşanıyordu ve rejimler halkın gücü karşısında sarsıntı geçiriyor, devletlerin başına çöreklenmiş liderler teker teker düşüyordu.

Galiba en çok bunun etkisiyle, Esad’ın iktidarda uzun ömürlü olamayacağı, Türkiye’ye yakın bir yeni yönetimin Şam’da iş başına gelebileceği beklentisi üzerine oturtuldu dış politikamız.

Önceleri, arada kurulmuş iyi ilişkileri bütünüyle bozmadan, nasihat veya tavsiye yoluyla Esad’ın yönetimden uzaklaşması arayışına girilmişti aslında; bu tutmayınca, “Artık Esad gitsin” noktasına çoktan gelmiş ABD ve Avrupa ülkeleri ile aynı çizgide buluşuldu.

Şimdi değiştirilmesi istenen politika, aslında, Türkiye’nin kendi çizgisini değiştirerek ABD ve Avrupa ile uyum arayışının sonucudur.

Politikamızı onlarla uyum haline getirdiğimizde, ABD ve Avrupa’nın farklı bir çizgiye evrildiği görüldü. Türkiye’nin Esad-sonrası için öngördüğü düzenin ‘Hamas-türü’ bir liderliği ve Müslüman Kardeşler’in savunduğu tarzda bir rejimi doğuracağı endişesinin yansıdığı yeni bir çizgiye…

“Türkiye’yi 15 Temmuz’a Suriye politikası getirdi” görüşü, önce dışarıda pişirilse de, giderek bizde de yandaş bulmaya başladı.

Rusya devreye giriyor

Eylül ayından beri yeni bir unsur daha girdi Suriye açmazına: Rusya…

Reklam

Tabii Rusya ile birlikte İran ve onun Lübnan’daki uzantısı Hizbullah da…

Amnesty International örgütü, Perşembe günü, Suriye’deki durumla ilgili bir rapor yayımladı; rapora göre, Esad’ın cezaevlerinde uygulanan işkencelerde, 2011 yılı Mart ayından bu güne, tam 17.723 kişinin hayatını kaybetti.

Rusya ve İran, böyle bir rejim devrilmesin diye, çaba gösteriyor…

En son, bu hafta, İran’daki üslerden kalkan Rus uçaklarının yağdırdığı bombaların tahrip ettiği Halep kentinde, üstü başı kan ve isle kaplı beş yaşındaki masum bir çocuğun, Omran Daqneesh’in (Ümran Dakniş okunuyor), oturtulduğu ambulanstaki ‘travma’ görüntüsü zihinlere kazındı.

Kazındı da bir şey mi değişecek?

Aylan Kurdi
Aylan Kurdi

Bodrum’da deniz kıyısına vuran Aylan Kurdi’nin cesedi, iki yıl önce bu zamanlarda, Batılı vicdanları şöyle bir yoklar gibi olmuştu da, sonra herhangi bir şey değişti mi?

Aylan o fotoğraf sayesinde var olabildi; oysa o fotoğrafa kadar Aylan yaşında, hatta daha küçük nice bebek Suriye’deki iç-savaşın kurbanı olmuştu.

Omran için de durum farklı değil. Onun fotoğrafı yayımlanana kadar yüzlerce-binlerce bebek Omran’la aynı travmayı kendilerine yaşatan vahşet anlarına tanıklık etmek zorunda kaldı.

İsrail denklemin neresinde?

Şimdi politikamızı değiştirip ne tür bir politika belirleyeceğiz?

İran ve Rusya ile birlikte mi hareket etmeye başlayacağız?

“Sürecin sonunda İsrail’in varlığını askeri yönden tehdit etmeyecek bir ülke daha” hesabıyla politikalarını belirleyen ABD ve Avrupa’nın, o sonucu alabilmek için bir o yana bir bu yana savrulan Suriye politikalarının bir parçası olmayı mı sürdüreceğiz?

Mısır ile Ürdün İsrail ile barış anlaşması yapmış ülkeler… Anlaşmalar, aralarında bir daha savaş yapılmamasını öngörüyor…

Anlaşmaya yanaşmayan Irak ve Libya, Saddam ile Kaddafi’nin devrilmelerinden sonra yaşadıkları iç-savaşlar yüzünden, isteseler bile, artık İsrail’e meydan okuyabilecek birer askeri güç olmaktan uzaklar…

Suriye de yıkım ve nüfus hareketliliği yüzünden giderek Irak ve Libya durumuna geliyor.

Politikalar biraz da bu yüzden belirlenmiyor mu ABD ve Avrupa ülkelerinde?

“Esad mı, yoksa Esed mi?” tartışmasından daha ciddi sorular değil mi bunlar?

Ankara’nın şunu anlaması gerekiyor

Her ne kadar iki cephe oluşmuş ve bu cepheler Esad’ın Şam’da varlığını sürdürmesi-sürdürmemesi üzerine takışıyor görünseler de, aslında, ismi hiç anılmayan İsrail bu kavganın en ciddi tarafı.

Türkiye bu gerçeği bir türlü görmeye yanaşmadığı ve ihtilâfın ‘Esed-Esad’ ekseninde (yani, bir cepheye göre “Esed giderse Suriye düzelir”, diğerine göre de “Esad iş başında kalırsa şer unsurlar kaybeder”) görmeye devam ettiği için, kendisini açmazdan kurtaramıyor.

Korkarım ki, “Politikamızı değiştirdik” diye resmen ilân edildiği gün, ihtilâfın tarafı olan ülkeler bizim geldiğimiz noktadan farklı bir yere kayabilir…

Nitekim, Türkiye “Esad’lı çözüm” arayışındayken illâ “Esed gitsin” davulları çalanlar, Ankara “İyi o zaman, biz de Esed’in gitmesini istiyoruz” dediğinde derhal tutum değiştirmişlerdi.

Şimdilerde “Türkiye radikal İslâmcı güçleri destekliyor” diye yeri göğü inletenler, o sırada, bizim sınırımızdan bugün ‘radikal’ diye adlandırdıkları gruplara silâh ve teçhizat yardımında bulunuyorlardı.

[Uluslararası ihtilâflarda silâh baronlarının rolünü hiç akla getirmiyoruz. 2015 yılında, belli başlı birkaç ülkeden ihraç edilen savunma sanayii ürünlerinin hacmi 100 milyar doların üzerinde; bu bir yıl öncesinden yüzde 17 artışa işaret ediyor. İngiltere tek başına Birleşik Arap Emirlikleri’ne 388, Katar’a 170, Umman’a 120, Bahreyn’e 24 milyon Sterlinlik silâh sattı. Son üç yıl içerisinde Türkiye de İngiltere’den tam 450 milyon Sterlin tutarında silâh satın aldı.]

Halep ateş altında, ulaştırılan gıda yardımı en fazla iki hafta daha işe yarayabilir. Omran ve onun nesli yaşadıkları travmayı hayatları boyunca atlatamayacaklar.

Sahi biz Suriye politikamızı hangi yönde değiştireceğiz?

ΩΩΩΩ

Reklam

4 YORUMLAR

  1. Bildiğimiz eski Fehmi Koru tarzı bir makale olmuş. Bunun gibi ciddi ve yol gösterici tahlillerinizi bekliyoruz.

  2. Fehmi bey, misyonuyla mütenasip, doludolu kapsamlı biranalizle Suriye eksenli dış politikamızın röntgenini çekiyor, aydınlandı ki teşekkür ederiz. Çıkan sonuç:Hastalık var!..Heyecanlı söylevlerle, duygu yüklü hamasi nutuklarla olacağı buydu. Başka türlü olsaydı şaşarak sevinirdik. başarı formüllerinin sabitesi olan İSTİKRAR yoksa başarı da yoktur vesselam.

Yoruma kapalı.