Tarih dersi ise, bu da benden bir kişisel tarih dersi

24
Bizimkiler (ortadaki çocuk babam, yanındaki fötörlü de dedem) yeni ülkelerindeler...
Reklam

Ben değil, ama annem ‘Misak-ı Milli’ sınırları dışında dünyaya gelmiş; babam değilse de onun anne-babası da… ‘Evlâd-ı Fatihân’ denilenlerdeniz…

Hani ‘‘Burnumun direği sızlar” denilir ya; ne zaman anne-baba toprağına gitsem dünyaya bakışım bile değişir…

Herkesin işi-gücü sebebiyle büyük-aile olarak bir yerden diğerine gitmemiz olağanüstü güçtür günümüz ortamında; yine de İzmir’deki biraderim Vecdi ve ailesinin fertleri ile gelebilecek durumdaki bizimkileri alıp hep birlikte ziyaret etmiştiğimiz de var Prizren’i…

Prizren, bugün...
Prizren, bugün…
Prizren, ah Prizren…

Prizren, bugün Kosova sınırları içerisinde bir Türk kentidir.

Türk kentidir, çünkü –gidenler fark etmiştir– başka ırklardan olanların bile Türkçe konuştuğu bir Balkan kentidir Prizren…

Bizimkiler 1920’li (annemin ailesi 1930’lu) yıllarda Türkiye’ye göçmüşler, kendilerine hiç ‘yabancı’ gelmeyen ve insanlarının gelenlere ‘yabancı’ olduklarını hissettirmediği bu topraklarda kök salmışlardır.

Evimizdeki en yaşlılar bile Türkçe konuşur, Türkçe’den başka dil bilmezlerdi.

‘Cumhuriyet’i kuran kadro’ denilenlerin çoğu da bizim oralardandır: Selanik’ten, Üsküp ve Ohri’den, Prizren’den…

Reklam

Türkiye Cumhuriyeti, onlar tarafından, bir aralar sadece Avrupa’daki toprakları 5 milyon km2’den daha büyük olan Osmanlı’nın imparatorluğu yerine kurulmuştur.

Kendi doğdukları toprakların dışarıda bırakılmasını içlerine pek sindiremeseler de…

Hatta İstanbul’daki son Meclis-i Mebusan‘ın ‘Misak-ı Milli’ kararı içerisinde yer alan güneyimizdeki bazı yerlerin sonradan anlaşmalarla sınırlarımız dışında kalmasına da göz yummak zorunda kalarak…

Alındığı dönemlerde alınması zor kararlardır bunlar…

Zor, ama zorunlu kararlar…

Cumhurbaşkanı’nın tarih dersi

Daha önce bu konu üzerinde düşündüğünü pek belli etmemiş Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan‘ın, ”Sizlere tarih dersini de ben veriyorum” dedikten sonra söylediği şu sözlerin benim gönlümde hangi tınılara yol açtığını tahmin edebilirsiniz:

”Cumhuriyet bizim ilk değil, son devletimizdir. Bu devletin sınırlarını gönüllü olarak kabul etmiş de değiliz. Unutulmamalıdır ki, Cumhuriyet’i kuran kadronun çok önemli bir bölümünün dahi doğduğu, büyüdüğü topraklar yeni devletimizin sınırları dışında kalmıştır.”

Gerçekten de öyle olmuştur…

Reklam

Keşke öyle olma zorunda kalınmasaydı… Keşke dönemin ‘ayrılıkçılık’ modası bizim topraklara hiç uğramasa ve bundan zehirlenen değişik etnik unsurlar merkezi idareye isyan etmeselerdi… Keşke, imparatorluğu yönetme arzusuyla yanıp tutuşan kadrolar, başkalarının iğvasına kapılıp ‘savaşkan’ bir havaya bürünmeselerdi… Keşke Balkan Savaşları (1912-1913) ve Birinci Dünya Savaşı’na (1914-1918) Osmanlı girmeseydi.

Bu ‘keşke’ler hiç bitmez…

Maalesef hepsi birbiri ardına gelmiş ve ”En iyi biz yönetiriz” iddiasının sahipleri eliyle kocaman bir imparatorluk Düvel-i Muazzama tarafından dize getirilmiş, başkenti (İstanbul) işgal edilmiş ve yine onlar tarafından, Yunanlılar, bizlere Anadolu’yu bile dar edecek bir maceraya kışkırtılmıştır…

Sonrasını biliyoruz: İmparatorluğumuz yok bugün, küçücük Anadolu’ya sıkışmış bir Cumhuriyet’iz…

Fethe mi çıkacağız peki?

Ne yapacağız bugün?

Önce Misak-ı Milli sınırları içerisinde iken başkalarına terk etmek zorunda kaldığımız Musul gibi kentleri…

Sonra Cumhuriyet’i kuran kadronun doğduğu Balkan kentlerini…

Daha sonra da, Osmanlı toprakları haritasının en görkemli olduğu dönemde imparatorluk sınırları içerisinde bulunmuş diğer kentleri…

Topraklarımıza yeniden katmak üzere büyük bir seferberlik mi başlatacağız?

Gerçekten böyle bir niyetimiz mi var?

Niyetimiz bulunsa bile, bunu yapabilecek durumda mıyız?

Bu günün dünyası, böyle ‘fetihçi’ niyetlerin yerine getirilmesine müsait bir dünya mıdır?

Galiba bu soruların üzerinde derin derin düşünülmesi gerekiyor…

Cumhurbaşkanı Erdoğan‘ın kastının da –sözlerinin taşıdığı ağır anlamlara rağmen– bu sorularda kendini gösteren bir niyetle ilgili olduğunu sanmıyorum…

Neden böyle düşündüğümü açıklıyorum:

Türkiye’nin Misak-ı Milli sınırları içerisinde bulunan Musul üzerindeki iddiaları, hem siyasi hem de hukuki yönden, geçmişte dillendirildi ve sonuç alınamadı. Bugün siyasi veya hukuki bir iddia ileri sürülerek ”Musul tarihte bizimdi, bugün de bizim olmalı” denilmesi ve sonuç alınması mümkün değildir.

Musul, 2003 yılındaki Amerikan işgali sonrasında birliği çatırdamış olsa bile, Irak adını taşıyan devletin bir kentidir bugün. IŞİD (DAEŞ de deniliyor) terör örgütünün militanları oradan sökülüp atıldığında yine Irak’ın bir parçası haline dönüşecektir Musul…

O arada Türkiye’nin Musul’u Irak’tan koparması nasıl mümkün olabilecek?

İşgal yoluyla mı?

Uluslararası hukuku devreye sokup eski iddiamızı yeniden canlandırarak mı?

Yoksa Bağdat yönetimini ikna ederek mi?

Hiçbirinin olması mümkün görünmüyor…

Benim baktığım pencereden mümkün görünmeyen bir iddia, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nden bakıldığında ‘muhtemel’ görünüyor olamaz. Herhalde olamaz.

Musul için Türkiye’nin yapabileceği, onun IŞİD denilen zorbaların elinden kurtarılmasına katkıda bulunarak yeniden merkezi yönetime bağlanmasını sağlamak ve bu yolla Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması için çaba göstermektir.

Bağdat’taki yönetimin Türkiye’ye düşmanca hisler beslememesi önemlidir.

Aynı durum, hiç kuşkusuz, Cumhuriyet’i kuran kadroların doğduğu ve bugün Türkiye sınırları dışında bulunan topraklar için de –hem de fazlasıyla– geçerlidir.

Topraklarımız üzerinde gözü olanın gözünü oyarız

Sınırlar çizilirken, çizimi yapan emperyalist güçler, kendi çıkarlarına uygun bir taksim yapmamışlar mıdır? Yapmışlardır elbette. Ancak o günlerin (1918 ve sonrası) üzerinden 100 yıla yakın bir süre geçmiş ve bu arada ülkeler kendilerine düşen topraklar üzerinde egemenlik haklarını kullanagelmişlerdir.

Türkiye’den bir karış toprak isteyenlere bakışımız ne ise, herhangi bir ülkenin sınırları içerisinde yer almış bir toprak üzerinde hak iddia etmek, bizi o ülkeyle –ve tabii dünya sistemiyle de– karşı karşıya getirir.

Bugünün dünyası sınırların herhangi bir biçimde değişebileceği bir dünya değildir.

PKK ve benzeri (IŞİD dahil) terör örgütlerinin anlamadığı için canlar almaya kalkıştığı, ama yine de yukarıdaki kuralı değiştiremedikleri gerçeği ortada.

Kalkışırsak ‘sınırlar değişmez’ kuralını biz de değiştiremeyeceğiz.

Yapamayacağımız bir işe neden kalkışalım ki?

Prizren'deki akrabalarımız...
Prizren’deki akrabalarımız… Bugün…
Oralar sınırlarımız dışında olarak bizim

Aile fertleriyle çıktığımız Balkan gezisinde, uğradığımız her noktada, Türkiye’den gelme insanlar olarak olağanüstü bir ilgi gördük. Çoğuyla uzun zamandır görüşemediğimiz akrabalarımız bizleri bağırlarına bastı.

Daha önce varlıklarından bile haberdar olmadığımız başka akrabalarla tanışma fırsatı bulmamız da cabası…

Selanik, Yunanlılar ne kadar kimliğini gizlemeye çalışırlarsa çalışsınlar, hâlâ bizden eserler taşıyor. Üsküp ve Ohri de öyle…

Başka daha ne isteyebiliriz ki…
ΩΩΩΩ

Reklam

24 YORUMLAR

  1. 100 yıl öncesi bir davayı gütmek kime ne kazandırır? zaman geçmiş devran dönmüştür, oradaki tapular kaç el değiştirmiştir. bu kafa yoksa Ayasofyayı ve ülkeyi bizden almak isteyenlerin oyunu olmasın? siz oraları istiyorsanız biz de buraları istiyoruz dediklerinde ne olacak? dikkat! şovenist hassasiyetlerle tuzağa düşmeyelim!

  2. “Bizim davamız kuru bir cihangirlik davası değildir, ilayı kelimetullahtır.”demiş Osman Gazi oğlu Orhan Gaziye vasiyetinde. Sizin gibi benim dedelerimin de doğduğu topraklar Türkiye sınırları içerisinde değil. Cennetmekan ecdadımız yüzyıllarca haçlıseferlerini kılıçlarıyla, canları ve malları ile engellemişler ve ümmeti biiznillah korumuşlar. Yeteri kadar güce eriştiklerinde de haçlı seferlerinin doğduğu yerleri, saldırı bekleyip püskürtmeye çalışmak yerine, saldırı girişimlerini daha doğmadan engellemek adına ve kendilerine (İslamda) kesin emir olarak verilen hakkı söylemek ve yeryüzünde adaleti sağlayabilmek adına, zulümleri ve haksız ölümleri engellemek adına cihad etmişler. Bu anlamda sizlerin gazeteciler olarak suriye ve ırakın sanal sınırlarının savunmanız yerine, ordaki insanlık dışı,vahşet dolu çatışmaların ve masum ölümlerinin, Türkiyenin elindeki bütün imkanlarını seferber ederek engelleyebilmesi için hükümete destek olmanızı hatta yerine göre baskı yapmanızı beklerdik. Amerika, ingiltere, avrupa ne der, onlar çok güçlüler, oturalım oturduğumuz yerde, yoksa evdeki bulgurdan da oluruz söylemleri size yakışmıyor. Hükümeti dikkatli olmaya mı davet ediyorsunuz yoksa korkak olmaya mı. Oysa, zalimlerin engellenmesi ve mazlumların kurtarılması için uğraşan insanların yolllarındaki taşları temizlemek adına söyleyeceğiniz şeyler olmalı. Erdoğanın veya osmanlının misak-ı milli anlayışının, birinci öncelikle kardeş gördüğümüz, hizmet ve yardımımıza ihtiyacı olan insanların ihtiyaçlarını giderebilecek mekanızmaların kurulması için çaba göstermek ve bu topraklarda gözü olan devletlere karşı bu toprakların sahipleriyle beraber mücadele etmek olarak algılayamaz mısınız. İlla ki sınır değişikliği olacaksa da , emperyalist devletlerin hedefleri ile sınır düzenlemek yerine, bu toprakların sahiplerinin beraber kabul edeceği bir sınır değişikliği neden olmasın. Bu sınırları kim çizdi ki yeniden bozulamayacak. Bence yönlendirilmiş, kısıtlanmış, algılarımızla oynanmış, beyin sınırlarımızın da dışına çıkmalıyız. Aksi halde 50 sene sonra anadolunun ortasında, birkaç vilayetlik küçük bir devletçikte (yeni türkiye için bu kadarına izin verdikleri için) yaşayan insanlar yine burunlarının direkleri sızlayarak,sınırlarımızın içinde doğduğum yer yok diye çok ağlarlar.

    • Muhsin Bey, Türk’ün Türk’e Misak-ı Milli propagandası yapması doğru mudur ? Kim istemez Musul’u Kerkük’ü, ama istemekle olmaz … Yazınızda “yönlendirilmiş, kısıtlanmış, algılarımızla oynanmış, beyin sınırlarımızın da dışına çıkmalıyız” demişsiniz. Buna tamamen katılıyor ve size de böyle yapmanızı naçizane tavsiye ediyorum.

      • maalesef hainleri bol olan bir coğrafyada yaşıyoruz. Birisine misakı milli propagandası yapmaktan ziyade , milli düşünüp, milli tavır alabilemekten bahsediliyor. Tabiki hayaller dünyasında yaşamadan. Musul ve kerkükte istenilen şey, en azından benim algıladığım, ordaki haksızlıkların ve zulümleri engeleyebilmek adına çaba gösterilmesi. yoksa kuru kuruya oraları bizim olsun, petrolü biz alalım, ordaki insanları sömürelim gibi bize yakışmayacak (çünkü emperyalizme karşıyız.) şeyleri kimse kimseye tavsiye etmemeli. Müslümanlar olarak dünyaya geliş gayemize uygun hayat yaşamak için, zalimlere, sömürücülere dur demeliyiz. Türkiyenin bu açıdan yaptığı her her hareket rızayı ilahiye uygun olur ve Allahın yardımını celbeder diye düşünüyorum.

  3. “Mesele özetle şudur: Musul ve Halep ile iki ülkenin kuzeyi, artık Irak ve Suriye’nin denetiminde olmayacaktır. Bu kuşakta, Türkiye’yi devre dışı bırakmak için PKK/PYD ve DAEŞ’le oyun kurulmaktadır. Bu oyun Türkiye’yi hedef almaktadır, bir süre sonra savaş ilanı olarak önümüze gelecektir. Öyleyse, kim ne oyun kurarsa kursun Türkiye bu kuşağa hakim olmalı, bölge Türkiye’nin denetimine geçmelidir. Doksan yıl önceki oyunlara bir kez daha kurban olmamalıyız.” İbrahim Karagül’den alınmıştır. Tamamını okuyabilirsiniz. saygılarımla…

  4. Fehmi bey, yazınızda Cumhurbaşkanının ve hükumetin sözlerinin arka planında farklı niyetlerinin olduğunu (ima yetersiz kalır) söylüyorsunuz. Öncelikle emperyal devletlerin orada bulunuş niyetlerini sorgulasanız daha yakışık alır. Avrupa ve Amerika’nın orada bulunuş sebebi kurt kuzu hikayesi, bizimki var oluş mücadelesi bunu herkes görüyor. Ama siz garip şekilde bir noktayı kaşıyorsunuz. Duygusal hesaplaşma yerine medeniyet hesaplaşmasına yönelseniz. Bildiğim: İnsanın kibri kendini yakarmış.
    Sizin yazılarınızı okuyunca bizler kazanıyoruz, umarım ( tenezzül edip okuyorsanız eğer) siz de bizim yazılarımızdan yararlanıyorsunuzdur.

  5. Yazılarınızı merakla takip ediyorum. Gerçeklerden kopuk ve hamasetle yazılmış o kadar çok yazı var ki; sizinkiler biraz olsun realiteyi gösteriyor.

    Ülkemizin durumuna bakınca kimseye örnek olacak ve akıl verecek durumda değiliz.Hergün yığınları yönlendirme ve propaganda konuşmaları dinlemekten düşünemez hale geldik. Allah sonumuzu yazınız da da değindiğniz gibi Osmanlı’nın sonuna benzetmesin

  6. IŞİD (DEAŞ da deniyor).
    IŞİD konusunun olduğu her yazınızda IŞİD kısaltmasının hemen yanıbaşında parantez içinde (DAEŞ da deniyor) yazmanızı çok isabetli ve mesaj yüklü buluyorum. Destekliyorum aynı zamanda. İlgilileri anlayıncaya kadar devam edin. Mesala biz türkçe yazılarda Orjinal olsun diye USA yazmıyoruz. Türkçe karşılığı ABD yazıyoruz.

  7. 1980 yılından bu yana Avrupa’da karavanımla dolaşırım. Yunanistan, Sırbistan ve Macaristan’da gördüğüm Osmanlıdan kalma tarihi yerler beni hep duygulandırır. Buralarda atalarımın yüzlerce yıl at koşturdukları geçer aklımdan. Yunan, Sırp ve Macar arkadaşlarım oldu. Netice olarak şunu öğrendim. Biz tarihimizi hep milli hislerimizi okşayan yönüyle görüyoruz. Küçük çocuklarını ellerinden aldığımız annelerin çığlıklarını hiç duymuyoruz. Mohaç savaşından sonra Macaristan’ın üzerine 150 yıldan fazla süren bir karanlık çöktü diyen Macarların hisleri bizleri hiç düşündürmüyor. Sizden aşağıdaki cümleleri duymak beni şaşırttı“
    „Keşke dönemin ‘ayrılıkçılık’ modası bizim topraklara hiç uğramasa ve bundan zehirlenen değişik etnik unsurlar merkezi idareye isyan etmeselerdi…“

    Yüzyıllarca egemenliğimiz altında yaşayan insanlar hiç seslerini çıkarmasınlar ve kaderlerini kabul etsinler, özgürlüklerini istemesinler düşüncesi size yakışmıyor.

    Iskoçya’nın Ingiltere’den ayrılmak için halk oylamasını düşündüğü bir zamanda biz hala nelerle uğraşıyoruz.

  8. Fehmi abi yazılarınızı günlük okuyorum, çok güzel tarıh ve konu hakkında bilgi öğrenıyorum ama yazabileceğiniz gazete kalmadı, doğruları söylediğiniz için ayrılmak zorunda kaldınız, buradan da ayrılırsınız dıye üzülüyorum. Kolay gelsin, yazılarınızın devamında başarılar diliyorum.

  9. Fehmi Bey: Yazınızı okurken çok duygulandım. Benim annem-babam da Prizren’den. Son yıllarda bir kaç kez ziyaret ettim bu güzel toprakları. Sitenizde biz yorumcularınıza da fotoğraf paylaşma imkanı verseydiniz ben de Prizren anılarımı sizinle ve okuyucularınızla paylaşırdım.

    Bu vesileyle fehmikoru.com’un yeni tasarımını çok beğendiğimi belirtmek isterim. Anladığım kadarıyla oğlunuz Ahmet’in teknik desteğini alıyorsunuz. Onu da kutlarım.

    Bu arada bir önerimi iletmeme izin verin. Ana sayfada son yorumlar listelenirken yorumun hangi yazıya ait olduğu o yazının başlığı listelenerek gösteriliyor. Örneğin bu yazınıza son gelen 5-10 yorumu gösterirken bu yazınızın başılığını bu pencerede 5-10 kez listeliyorsunuz. Oysa bence bu alanda yazı başlığını yazdırmanıza gerek yok. Doğrudan yorumdan 1-1,5 satır alabilir, alt satıra da yorumcunun adını, soyadını ve tarihi saat ve dakika bilgisiyle beraber ekleyebilirsiniz.

    Önerimi dikkate alacağınızı umuyorum.

    En iyi dileklerimle.

  10. Sn. Erdoğan’ın İslamcılıktan Türkçülüğe dönüşmesi ve Bahçeli MHP’sinin desteğini alması hayra alamet değildir. Tabi ki bu denklemde gizli! iktidar ortağı Avrasyacı Paşalar da var. Bu durum Osmanlının son döneminde İttihat Terakki’nin Türkçü-İslamcı politikalarına dönüş anlamına gelir.

    İyi Senaryo
    Türkiye Musul ile ; PKK/PYD’nin etkili olmasını engellemek, Şii-Sünni çatışmasını önlemek için ilgileniyor. Fırat Kalkanı v.b. harekâtları da güney sınırlarını korumak için yapıyor. Ayrıca Türkiye’nin menfaatlerini korumak için benzeri harekâtlar da yapabilir.

    Kötü Senaryo
    Musul ve Kerkük Türkiye’nin de askeri desteği ile Kürdistan’a bağlanır, daha sonra bir halk oylaması ile Kürdistan Türkiye’ye bağlanır. Böylece Türkiye de bir petrol ülkesi olur. Başkanlık sitemi de bunun için getirilir, zira Kürdistan Türkiye’ye bağlı özerk devlet olur ancak onun da başkanı T.C. Başkanı olacaktır. (Yani B.B. Yıldırım’ın dediği gibi eyalet meyalet yok. Doğru eyalet yok, özerk Devlet olacak)

    Yahu bunun neresi ‘kötü senaryo’ denebilir. Öyle ya kim istemez Musul’u ve Kerkük’ü hatta burnumuzun dibindeki adaları. Ancak ABD ve İngiltere’nin oluru olmadan bu iş olmaaaz ! Onlar da Türkiye’yi petrol ülkesi yaparsa karşılığında çok değerli bir şey isteyecektir. Türkiye’nin vereceği bu kadar değerli şey veya hizmet ne olabilir, ben bulamadım bulan varsa bilemem. Daha fazlası bir yorum yazısını aşar, nokta.

  11. Hocam yazdıklarınızdan şu anlamı çıkarmak mümkün:

    İttihatçı kadro 1. Dünya Savaşı’na bir önceki Balkan Savaşları’nda kaybedilenleri geri almak için katılmışlardı, sonuç hüsran oldu. Aynı hatayı mevcut iktidar yapmaya çalışıyor gibi. En azından haşmetli reisin dilinden dökülenler bu yönde.

    Ama kafamı kurcalayan başka bir şey var; o da Şii Hilali denen oluşum. Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’de cepheleri var. Gitgide bizim de paydaşı olduğumuz bölgede hinterlandını arttırıyor. Bu konuda olanlar sınırlarımızdan izlemek mi gerekiyor? Yoksa TR’nin güvenliği sınırın öte tarafından başlar diyerek Fırat Kalkanı’nda yapıldığı gibi Musul ve benzer yerlerde aktif rol almak mı lazım? Evet, reisimizin açıklamaları diplomasiden uzak; belki bu tür laflar etmese Irak ve Iraklılar da TR’nin dahiliyetinden rahatsızlık duymayacaklar. Ancak bir an için iç politika malzemesi yapılan sloganlaşmış retorikleri bir tarafa bırakarak düşündüğümüzde TR’nin Musul’da olması ülke güvenliği açısından elzem değil mi?

    Her halükarda çok zor günler bizi bekliyor. Yazımı şöyle bitirmek istiyorum: belə vəziyyətin içinə soxum

    • İran 1925 yılına kadar Türk hanedanları tarafından yönetilmiştir. 77 milyonluk İran nüfusunun en az %35’i Türktür. %14 kadar da Kürt nüfusu vardır.

  12. Türkiye’nin başkalarının toprağında gözü olmadığı açıktır. Ama misak-ı milli sınırları içerisindeki topraklarda başkalarının cirit atmasına, orayı keyiflerine göre bölüp parçalamalarına da kayıtsız kalmayalım izninizle.

  13. Harika bir yazi olmus ve %100 haklisiniz
    Eminim c baskanimizda sizinle ayni niyettedir.
    Aksi takdirde saldirgan turkiye yaftasini hemen vurur dusman.
    Zaten tek eksik oydu.
    Lakin 3 konuya deginmekte yarar var
    1- Rusya kirima ukranya nin rizasi olmadan girdi ve kaldi natoya ragmen
    2- Irakta fiili bir kurt devleti kuruldu hatta bagdata kafa tutan kurt devleti (bir zamanlar bizimde karsi ciktigimiz ve ve bizi tehdit eden)
    3- Ankara anlasmasi (denilene gore) turkiyeye musulda bir karisiklik durumunda sorumluluk yukluyor.oda mudaheleyi gerektiriyor
    Erdogan gercekten cok onemli konulara deginiyor insanlik adina ama sadece islam ve musluman kelimesi yerine olayi daha evrensel hale getirmeli dunya diliyle konusmali
    Biz demokrat ve modern avrupa gibi iltica eden insanlara din, dil, irk sormadik.
    Suriyeden elini kolunu sallayan; alevisi,hristayani,siisi,sunnisi, turk”u, kurd’u arap’ i, ermenisi gecti.
    O yuzden biz insanliga hizmet ediyoru demeliyiz.
    Bugun musulda bulunmak istiyorsak, hakkaniyet, adalet, insanlik namina orada bulunmak istiyoruz.
    Gocu engellemek, oradaki insanlara yardim elini uzatmak, onlari gaddar daesin elinden kurtarmak, insanlara ve demokrasiyi yuceltmek icin orada bulunmak istiyoruz demeli.
    Biz terorle mucadelede hepinizden daha tecrubeliyiz, terorle sehirde asgari sivil kaybiyla nasil basa cikilir bu konuyu en iyi bizim askerimi biliyor onun icin orada bulunmak istiyoruz Diyebiliriz
    Tabii bunu yaparken butun hainleri de ikna ederek onlarinda destegiyle hep birlikte yapmaliyiz aksi takdirde bizi faka bastirirlar bir sekilde. Nasilki esad konusunda yaptilar
    Sonrada bizimkilerin cuma fikri kursaklarinda kaldi.

    • 1) Rusya Kırım’a girdi NATO bir şey yapmadı. Zira Rusya nükleer silahlara ve çok güçlü bir orduya sahip.
      2) Kuzey Irak Kürdistanı Kürtlerin öz gücüyle kurulmadı, büyükler öyle uygun gördü.
      3) Ankara Anlaşması (1926)
      Madde 1: Türkiye ile Irak arasındaki hudut Cemiyet-i Akvam’ın 29 Ekim 1924 tarihli toplantısında kararlaştırıldığı şekilde (Brüksel Sınır Çizgisi) kesinleşmiştir.
      Madde 5: Taraflardan her biri 1. maddede belirlenen sınır hattının kesin ve bozulmaz olduğunu kabul ederek bunu değiştirmeye matuf her türlü teşebbüsten sakınmayı taahhüd eder.

  14. “Tayyip bey olmasaydı Acara Özerk Cumhuriyetini ortadan kaldıramazdık” dönemin Gürcistan devlet başkanı Sakaşvili’nin sözüdür. Batum’da Misakı Milli sınırları içinde idi. Dün öyle bu gün böyle.

    • Gürcistan, Acara Özerk Cumhuriyeti Başbakanı Zurab Pataradze ise Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın memleketinde bulunmak benim için çok gurur verici.

  15. Büyükelçiler ,yabancı devlet temsilcileri ebette yazılarınızı okuyorlardır …Ya bizimkiler?

Yoruma kapalı.