Terör tehdidi İslâm’dan kaçış hareketini tetikleyebilir; yeniden uyarıyorum

11
Reklam

“IŞİD Suriye ve Irak’ta yenildi, yok oldu” deniliyor; görüntü de o yönde. Bazılarının DEAŞ veya DAEŞ de dedikleri nevzuhur örgüt, ortaya çıktığı günlerdeki gibi, esrarengiz bir biçimde yokluğa doğru uçuverdi.

Acaba?

Kuşkumun altında yalnızca en son Rakka’dan da YPG militanları gözetiminde araçlara bindirilip güvenlik içerisinde belirsiz istikametlere kaçmalarının sağlanması yatmıyor; o da var elbette, ama esas kuşkum ve endişem, IŞİD’in artık halkı Müslümanlardan oluşan ülkelerin iç-güvenliğini tehdit eder bir hal almasından kaynaklanıyor.

En son Mısır’da kendini belli ettiği türden eylemleri her yerde bekleyebiliriz.

Müslümanın Müslümana ettiği

Sina yarımadasının kuzeyinde bulunan bir camiye dün bilinen tarihin en kanlı saldırılarından biri gerçekleştirildi. Caminin etrafını saran 25-30 kişilik silahlı bir grup, 12 ayrı pencereden açtıkları ateşle kustukları ölümden paniğe kapılıp kaçmaya çalışanları bu defa cami dışında yere serdiler.

Tam 305 kişi saldırıda hayatını kaybetti.

Hepsi Müslüman 305 kişi…

Onları öldürenler de Müslüman kimliğine sahip insanlardı.

Reklam

Görgü tanıkları saldırganların IŞİD bayrakları taşıdıklarını söylüyor.

Saldırdıkları caminin cemaati bir tarikatın mensuplarıymış; kendilerine ‘Sina Devleti’ adını takmış IŞİD ideolojisine sahip saldırgan militanlar ise tarikat düşmanıymışlar…

Uluslararası medyadan öğreniyoruz bu ayrıntıları…

Bugün bizim gazetelere ülkemizin de kapısına dayanması muhtemel bu ve ardından gelebilecek daha vahim tehlikeye dikkat çeken yazılar bulma umuduyla baktım; hayal kırıklığı yaşadım.

‘Medeni ölü’ diye anılan yazacak yeri bulunmayan gazeteci-yazarlar arasına katılmamdan sonra, erken emeklilik günlerini kendime ve yakınlarıma ayıracağım etkinliklerle geçirmeye kararlı iken, geçen yılın haziran ayında birdenbire bu internet sitesiyle yeniden yazı hayatına geçmemin sebebi, şimdilerde yaşadığıma benzer endişelerdi.

İlk yazımda şu soruyu gündeme taşımıştım:

‘‘11 Eylül uğursuz eylemlerinin ‘İslâm’ ile terörü eş-değerde görmeyi kolaylaştırması üzerinden geçen 15 yıl içerisinde, Müslümanlar, dünyanın çeşitli köşelerinde terör eylemleriyle gündeme geldiler. Bugün bölgemizdeki bir çok ülkede Müslüman kimlikli insanlar kan döküyor; hem de yine Müslümanların kanını…
IŞİD’i ve yaptıklarını düşünün…
Beğenilecek bir nokta yok bugünkü tabloda; ancak mevcut tabloyu başkalarını suçlamakta da kullanamayız. Terörü yöntem olarak benimseyenleri kınamakla yetinemeyiz; onların böyle bir yola başvurmalarını sağlayan zemini oluşturmak, çok daha farklı yöntemlerle çözülebilecek iç ve dış ihtilâfların sona erdirilmesinde silâhlı çatışma seçeneğini tercih etmek, tercihin yanlışlığı iyice ortaya çıktığında bile bunda ısrarcı olmak…
Kimin kabahati?’’

Dikkat çekmeye çalıştığım tehlike şuydu: Bölgede çıkan savaşların doğal sonucu olarak ortaya çıkmış mültecilerden yollarını Batı’ya düşürenler arasında görülen ‘İslâm’dan uzaklaşma’ eğilimi; bir başka deyimle ‘ilhad’ tehlikesi…

Reklam

Yolunu Batı ülkelerine düşüren kitleler içerisinden küçümsenmeyecek sayıda insan, yaranma veya kendini yeni topluma beğendirme gibi motiflerle kiliselere sığınma eğilimine giriyordu.

O eğilim hâlâ devam ediyor.

Tehlike büyüyor
Mısır’da dün yaşanan türden terör olayları orada ve başka ülkelerde devam etsin, Müslümanların halkın çoğunluğunu teşkil ettiği ülkelerde de ‘İslâm’dan kaçış’ yeni bir hız kazanabilecektir.
Hep unutulduğu için hatırlatmak gerekiyor: Dünyanın bugün önünde adı öyle konulmamış olsa da bir İslâm ve Müslümanlar sorunu vardır. Daha önce fısıltıyla konuşulan bu konu, 11 Eylül (2001) uğursuz eylemleri sonrasında dünya gündemine giriş yapmış, ‘el-Kaide’ ve IŞİD gibi örgütlerin akıl almaz söylemleri ve vahşet sınırına varan eylemleriyle kalıcılık kazanmıştır.
Batılı bir çok ülkede vaktiyle ‘marjinal’ bilinen İslâm-karşıtı siyasi söylemin iktidara yürüyüşlerine tanık olunuyor bugün.
İslâm adına ve Müslüman kimliğe sahip birileri tarafından Batı ülkelerinde sahneye konulan terör eylemleri onlara malzeme sağlıyor.
Pek çok ülkede ‘İslâm’ adına sergilenenler de fazla iç açıcı örnekler değil.
Geçen yüzyıl (20. yüzyıl), Batılı büyük beyinlerin, saygın entelektüellerin girdikleri fikir yolculuğunda İslâm’la tanışmalarına ve kabullendikleri yeni dini içerisinde yaşadıkları topluma tanıtma gayretlerine tanıklık etmişti. İslâm’a olan ilgiyi büyüten bu sevinilecek gelişme yerini büyük kaçışa bırakmak üzere bugün…
İlhad tehlikesi
Otobüslerle Suriye ve Irak’tan kaçırılan militanlar, gittikleri ülkelerde kuluçkaya yatıp bekleme ihtiyacı bile duymadan, Mısır’da başlarını çıkarıverdi.
Kınıyoruz.
Yeterli mi bu kınamalar?
Daha fazla bir şeyler mi yapmamız gerekiyor yoksa?
Söylemde bırakmayarak İslâm’ın güzel örneklerini bulunduğumuz ülkelerde sergilemek gibi…
Bireysel başarılarımıza ek olarak ülkeler ve devletlerimiz eliyle halklarımızı mutlu, müreffeh, güvenli ve korkulardan uzak yaşatmak gibi…
Artık evrensel değerlere dönüşmüş özgürlükçü ve katılımcı yapılara sahip olmak, hukuk devleti haline dönüşmek gibi…
Zor olmasa gerek.
Bunları yapamazsak ‘ilhad’ tehlikesi kapımızda bekliyor.

ΩΩΩΩ

Reklam

11 YORUMLAR

  1. Umera ve Ulema bozulmadıkça halk BOZULMAZ
    BATILILAR ve BATICILAR nezdinde insan Hakları ve özgürlükler “sadece ve sadece ” kendileri için söz
    konusudur..Müstemlekelerine (sömürgelerine). Müstahdemlerine ve şoförlerine, hatta işçilerine bile – yakınen biliyorum -insan gözü ile bakmaz ve muamele etmezler. Aynı zamanda, diğer milletleri ve insanları bilerek cahil bırakmışlar ve sömürü aracı olarak kullanmışlar, tarih boyu. Cumhuriyet, İslam Devleti olarak kurulup, bilahare içerden ve dışardan yapılan zoraki operasyonlarla, din dışına çıkarılıp, HALK, harf İNKİLABI ile Koca İMPARATORTORLUĞUN bilgi HAZİNEsinden ve ALİMLERinden mahrum bırakılınca – okuma-yazma bilmez hale gelen Halk – CEHALET kuyusuna batmıştır. Başbakan İsmet İNÖNÜ, bu durumu – “Halkın geçmişi ile irtibatını kesmek” hedeflenmiştir, diye açıklıyor.
    Koca İmparatorluğun masum halkları (MÜSLÜMAQNLAR) bu gibi gayretlerle, CEHALETLE başbaşa bırakılmış, DİNİni bilmiyen müslümanlar zaman içinde – müstemlekecilerin de BASKISI ve YASAKLARI ile cehaletle başbaşa kalmış ve çeşitli cereyanların anaforuna yakalanmıştur. Böylece dünya, “maskara müslüman, sahte islam” la dolup, taşmıştır.
    Batının samimiyetsizliğinin son örneklerini son 30-40 yıl öncesine kadar ABD’de ve günümüzde Doğu Türkistan ve Maimar’da görmekteyiz. Hatta, kendi ülkemizde bile, el’an, İSLAM Dininin üzerinde Devlet ve Mahalle Baskısını yaşıyoruz. Bu baskılar ve haksızlıklar karşısında, sözüm ona bir tek özgürlükçü çıkıp da
    – HÖD – dememektedir ve dilsiz şeytan gibi susmaktadır.

    Hal böyle olunca – nasıl ki, kediyi sıkıştırınca üzerine atlar – cehaletle yoğurulmuş, sözüm ona – nevzuhur İslam TAKDİMleri ile burun buruna gelmiş bulunuyoruz. İLHAD ve CEHALET öyle bir CANAVAR ki, kendini YEŞERTENLERİ BİLE yeşertmez. İşte, dünya bugün, TOPLUCA beslediği bu canavarın CEZASINI çekmeğe başlamaktadır. Daha yolun başındayız. Bakalım da görelim, gelecekleri ve olacakları.
    ETİKET değiştirmekle malın vasfı DEĞİŞMEZ. Kişinin adı müslüman olmuş, NE YAZAR
    Allah dini ortadan kaldırmaz. EVVELA, ALİMLERİ alır. Alim kalmayınca, allame kesilen CAHİLLER işbaşına GEÇER. Bunlar da yanlı ve YANLIŞ fetvalar (görüşler) le hem kendilerini, hem de karşısındakini YOLDAN ÇİKARIR. Bu suretle, ANARŞİ ve TERÖR ortalığı sarar ve sarmalar. MASUM İNSANLAR büyük zarar görür. Bu yüzden Cenab-ı Allah, CİHADI (Hakiki İslamı öğrenip, yaşamayı ve yaymayı) ve EMR-ül MARUF ve
    nehy-i anil-MÜNKER yapmayı (iyilik yapıp, kötü işlerden sakınmayı ve sakındırma) yı EMRETMİŞTİR. Bu görevler YAPILMAZ ve YAPTIRILMAZ ise,varılacak akıbet, GÜNÜMÜZDEKİNDEN BAŞKASI olamaz. DAHA da BETERini bekleyiniz. Evet, bir alimin ölümü (yokluğu) tüm alemin ölümü gibidir.
    ZALİME Merhamet ( kanser mikroblarına seyirci kalmak) MAZLUMA İHANETTİR. ( Tüm vucudu feda etmektir) .
    Müslüman Türk topluluklarıi tarih boyunca BÜYÜK MÜÇTEHİD İMAM EBU HANİFENİN DEĞERLEMELERİNİ ESAS alıp, birlik ve berberlik içerisinde – istisnalar dışında – HUZURlu bir hayat sürmüştür. Diğer ehl-i sünnet mezhebleri de bu istikrara katkıda bulunmuştur.
    Ne zaman ki, ehl-i sünnet mezhebleri tırtıklanmıya başladı, beş paralık sathi bilgi ve lisan sahibleri din konusunda söz söylemiye, müfessir ve müçtehid geçinmiye başladı, böylece kantarın topuzu kaçtı, İslamın ve İslam dünyasının kimyası bozuldu. Bu durumdan, bu kaos’a sebeb olan Devletler de nasibini aldı, almıya devam edecektir.
    Kurtuluş, HAKİKİ islamı öğrenme, yaşama, yayma ve İhatalı bilgilerle donatılmış ALİMİNİ yetiştirmeden geçiyor. Laik geçinen Devletlerin görevi de İslamın en hür şekilde öğretlip, yaşanmasına destek çıkmakta yatıyor. Hakiki İslam, nakle dayanan ilim, Hukuk ve akıl didir ve Allah’a kulluk mahlukuna ŞEFKATTIR. Ya müslüman olalım, ya ölelim !

  2. Din aslında dünyevi gerçekle insani yarar arasında izolasyon işlevi görüyor.
    Dünyevi gerçek dedim ise de, hepi topu bu zaten.
    İnsan öğrenen bir varlık.
    İster istemez öğreniyor.
    Çünkü canı yanıyor.
    Acı çekiyor.
    Yoksulluğa ve yoksunluğa mahkum oluyor.
    Yani bütünüyle dünyevi bir yaşam sürüyor.

    Dinsel dogmanın zaruretiyle işgal edilmiş bir benliğin dünyevi gerçekle girdiği ilişki dogmanın seçimine göre belirleniyor.
    Bunun her zaman böyle olduğunu neyse ki söyleyemeyiz.
    Hayat bize rağmen devam ediyor.
    Dogmanın savlarıyla yüklü bir zihin nihayetinde korkutularak baskı altında tutulduğundan özgürlük nimetinin verilerinden yararlanamıyor.

    Dünyevilik sürekli devinim içinde olduğundan dogmatik kalıplar zaman içinde işe yaramaz hale geliyor.
    Ancak dogmanın sunduğu kalıplardan uzaklaşmak veya dogmayı terk etmek zor gelişen bir süreç olduğundan dogmatik tarz bütün toplumu kıskacına alıyor.
    Bu durumda gerçekle hayali arasında yarılma meydana geliyor.

    Bu kadar çelişki kendini korumak için çift kişilikli bir yaşam döngüsüne yol açıyor.
    Böylece mecburen dünyevi ve ruhani iki ayrı tarz gelişiyor.
    Ancak bu iki tarz tam da birbirlerine karşıtlıktan hareket ederek birbirlerini besliyorlar.

    Bu durumda kesin bir izolasyon beklenirken, hayatın zorunlu koşulları, dünyevi gerçekler görmezden gelinemiyor.
    Çünkü insan acıkıyor.
    Dogmatik olanın rahatlığı ve önceden belirlenmişliği, devletin de birlik ruhunu korumak açısından işine geliyor.
    Bu izole yaşamlar öğrenme süreçlerini değersiz kılarak dünyevi olandan kendine pay çıkararak aslında kendini yanlışlıyor.
    Çünkü dogmanın tüm çıkarımları nihayetinde dünyevi ilişkiler örneksenerek açıklanıyor.
    Çünkü başka bir veri ne yazık ki yok.

    Lafı fazla uzatmadan şunu demek istiyorum: Bu mavi gezegenin değerini bilelim yeter.
    Sonra Mars’ın hakkından geliriz.

  3. Lutfen gercekci olalim, Batili ulkeler sinirlarini acsalar, musluman ulkelerde musluman kalir mi?
    Ilhad neden kotu olsun? Kaderin sillesini yemis muslumanlar, hayatlarinda biraz insan olmanin huzurunu yasasalar… Kotu mu olur? Maalesef, Musluman ulkelerin iflah olacagi yok… Uzaga gitmeye gerek yok, kendi icimizde Islamcilarin kan davasi, ne canlar yakiyor…

  4. Bir sohbetimizde ‘korkarım bu gidişle Batı, Müslümanlara ”siz müşriklersiniz, Allah’a şirk koşuyorsunuz’ deyip bize savaş açarlar’ demişti (…). Nasıl yani dediğimde; ”görmüyor musunuz, İslamın özüne aykırı ne kadar fiil varsa Müslüman coğrafyada katmerlice yaşanıyor, oysa Batıda hukuk ve adalet tecelli ediyor, insan hakları had safhada..gerçek din bizimkisi derler” dedi.

    Müslüman coğrafyada İslami bir otorite/yapı/kurum maalesef yok, var olduğu söylenenler ise ulus devlet, monarşi ve krallık gibi veya mezhebi ağırlıklı yönetimlere emre amade, fetva kurumları gibi çalışmakta , ilgili yönetimlere dinsel meşruiyet sağlayan ”dini kurumlar” işlevini görmektedir.

    Müslüman ülkeler kendi yönetim şekillerini İslamiyete tercih ettiklerindendir ki İslam -bütün engellemelere rağmen- has alimlerin elinde tekamül etmiş veya ehil olmayan ellerde neredeyse gayr-i İslami bir nesil yetişmiştir. Bu ikincisine ”Kimlik Müslümanlığı” da diyebiliriz.

    Müslümanların yaşamsal gayesi tebliğ, teşrii olduğu halde (gayr-ı Müslimleri hidayet ile buluşturmak yerine) şimdi neredeyse kendileri din değiştirme tehlikesi ile karşı karşıyalar…

    Bunun nedenleri üzerinde durulmalı.

    Müslüman ülke yönetimleri veya liderleri, Müslümanlığı, yönetimlerine/iktidarlarına payanda yapmak vebalini üzerilerinden atmalılar; Müslüman alimler de İslamı haykırmalarına engel korkuyu Allah için yenmeliler…
    Nitekim avam ise hep onların ağzının içine bakarlar.

    Peygamber Efendimiz (asm) buyuruyor: “Alimler yeryüzünün kandilleridir.” “Alimin ölümü alemin ölümü gibidir.”.. ve ”Allah’a yemin ederim ki, Cenab-ı Hakkın senin aracılığınla bir tek kişiyi hidayete kavuşturması, en kıymetli dünya malından, kırmızı develere sahip olmaktan daha iyidir”. [Buhari, Müslim] buyurmaktadır.

    Şimdi Müslüman coğrafyada bunun karşılığı var mıdır, yoksa nedenleri nelerdir.

    Eğer sorun İslam ve Müslümanlık ise Müslümanları İslamın kaynakları ile buluşturmalı ve onların bunu yaşamalarının önündeki engelleri kaldırmalıdır. Aksine kendi nefislerinin uyduruk dinini yaşayan kitleler nezih İslamın adını kullanarak her türlü şeytaniliği yapmaya devam ederler..bundan da hiç kimse fayda elde edemez.
    Müslümanların kendi ülkelerinde ”mürteci” diğerlerinde de ”terörist” muamelesine maruz kalmaları, bunu onlara reva görenlerinde başını ağrıtıyor ve ağrıtmaya da devam edeceğe benziyor.

    Bütün dünya O’nun (s.a.v) ümmeti, öyleyse Peygamberimize dönelim, vesselam.

  5. Sermaye insanlığı savaş veya terörle yola getirmeye çalışıyor. Mevcut güvenlik sistemleri başarısız. Şeriatın öğrettikleri ile hareket edilecek.
    1- Cephe savaşlarında karşında kim varsa öldürürsün. Orada kitle suçlaması vardır. İç güvenlikte ise kitleler suçlanmaz. Suçlu kişilerin kimlikleri tespit edilir. Önce yargıya davet edilir. Gelmezse kanı heder olur. Birileri öldürürse varlıklarına sahip olur. Öldüren olmazsa öldürene ödül konur. Yakalama, tutuklama, göz altına alma, toplu polis bunlar Sermaye’nin uydurduğu ve insanlığı teröre götüren oyunlardır.
    2- İç güvenlik il çapında yerel yönetime verilmektedir. Yerel yönetim kendi güvenliğini kendisi sağlamalıdır. Devlet cephe savaşları yapar. İç güvenlikte cephe savaşı yoktur. Olaylar tespit edilir. Ondan sonra soruşturma başlatılır. Soruşturma esnasında suçlu görülenler asılır. Hem de suçun işlendiği yerde ve en kısa zamanda. Teslim olanlar göz altına alınmaz.
    3- Silah saldırma aracı olduğu kadar savunma aracıdır da. Halk silahlandırılmalıdır. Eğitilmelidir. Bu tür saldırılara karşı saldırıya uğrayanlar da saldıranlar kadar silah kullanabilmelidir. Kişiler tek kişinin kullandığı silah kullanabildiği gibi ocaklar, bucaklar, iller de savunma silahlarına sahip olmalıdır. Ülkeler saldırma silahlarına sahip olmalıdır.
    4- İnsanlık ülkelere ayrılmalı, dış savunma ülkelerce yapılmalıdır, Ülkeler illere ayrılmalı, iç güvenliği iller sağlamalı. Bucaklar, OHAL’de askeri düzene geçmeli. En önemlisi yüz lojmanlı apartmanlar yapılmalı. Apartmanın çevresi kale ile çevrilmeli elektrikli gerilim ile aşılmaz yapılmalı. Olay olduğu zaman kapılar kapatılmalı ve saldıranlar oradan sağ çıkmamalıdır.
    5- Suç örgütleri veya örgütleri suç için kullananların ele başları tespit edilmeli. Örgüt mensupları değil örgütü suça götürenler tespit edilip öldürülmeli veya asılmalıdır. Suçun müsebbipleri değil mübaşirleri cezalandırılmalıdır.

  6. Sayın Koru
    Önerileriniz elbette çok güzel uygulandığında faydası olacağı kesindir.
    Sizinle bu konuda hemfikirim
    Gönlümde bunu arzular.
    Ama bu eylemlere sebep olan fakförler sadece bunlardan kaynaklanmıyor
    Ne yazık ki islami diye bilinen kaynaklardaki Kuran’a muhalif uyduruk rivayetlerin bolluğu daha önemli bir sebep gibi duruyor.
    Bunlar üzerine gidilip de halk aydınlatılmadıkça bu sorun bitmez gibime geliyor.
    Halifelik ile igili hadisler,Halifelere biat etmeyenlerin öldürülmesi,mürtedlerin öldürülmesi,kafası bozulduğunda etrafındakierin kellesini uçuran hz Ömer hikayeleri vb yüzlerce rivayet sorgulanmalı üzerinde tartışılmalı ve bunlar üzerine medyada bilgilendirme yapılmalı..
    Hadis kitapları ve bazı mühim kitaplar hakkında şüphe oluşacak diye bu konular devlet eliyle açılmıyor ama bu rivayetler işid vb grupları beslemeye devam ediyor işledikleri bütün cürümleri bu kitaplar ile temellendirebiliyorlar,
    buralardan kaynak gösterebiliyorlar
    Ayrıca donmuş ictihatlar,1000 yıl önceki fetvalara bağlılığın tavsiye edilmesi,
    Mezhep taassubu bunları önlemeye yönelik girişimlerin fitne ve fesat olarak yorumlanması
    Kur’an’ın arka plana atılıp fıkıh hadis kelam gibi ilimlerin öncelikli kabul edilmesi bu konuların ele alınmasının günah ve fitne olarak görülmesi vb..
    Bu tür radikal grupara bizzat Kuran’dan cevaplar medya yoluyla verilmediği sürece bu anlayışlar yok olmayacaktır.
    Bu konuda bazı çalışmalar olsada bunların halka ulaştığı kanaatinde değilim.

  7. Kral çıplak! Resimler insanoğlunun geleceğe bıraktıkları izlerdir. Anılarını gelişmelerini gelecek kuşaklara kayalara çizdikleri resimlerle aktarmaya çalışmışlardır. Değil ilim, bilim; islam resimlere heykellere düşman bir anlayıştır. Kanla doğmuş kanla beslenmiş kanla varlığını sürdüreceğini sanan bir anlayıştır. Müslümanın müslümana ettiğini başkaları yapmamıştır. Yeryüzünde en eğitimsiz, en bilgisiz, insan haklarından bihaber toplumlar neredeyse yalnızca müslümanlardır. Şucu başkalarında arayan çarpık anlayışın mimarı dinin kendisidir çünkü. Sahi islam hakkında bu kadar olumsuz algı kimin ürünüdür acaba? Hem son hem en mükemmelim diyeceksin hem yerlerde sürüneceksin: biri bunu açıklasın suçlu kim?

    • Yahya Özal;
      Sizin dininiz nedir bilmiyorum ancak ilahi başka bir dine inancınız varsa İslamiyet hakkında bu şekilde konuşmaktan imtina eder hicap duyardınız!..bunu da duymadığınıza göre vicdanınızı bari karalamayın derim veya onu biraz dürtün!

      Çünkü siz bir dine, İslam’a iftira ediyorsunuz.

      Müntesiplerinin (Müslümanların) tarihinde hiç olmadığı kadar uzak kaldığı, beşeri sistemlerin etkisinde yaşadığı ve yaşadıkları coğrafya devletleri eliyle ”devleti dinin önüne geçiren, önceleyen ve meşrutiyetine payanda kılınmaya çalışılarak” dininin kaynaklarından uzaklaştırılarak yalnızlaştırılan Müslümanların dini olan İslamiyet, biliniz ki Allah’ın (c.c) koruması altındadır ve onu yine Müslümanların eliyle dünyaya hakim kılacaktır.

      ..Ve İslamiyet insanlara inanmaları ve yaşamaları şartıyla dünya ve ahiret saadetini vaad eder.
      Yani başka hiçbir beşeri sistemde ve tahrip edildiğinden önceki halinde var olan, şimdiki müntesiplerinin kulak ardı ettiği ahiret (gerçeğini) inancını da ıskalıyorsunuz..bunu Müslümanlar da hayatlarına içselleştirmeden yaşadıklarından olsa gerek bugünkü badireleri yaşıyoruz.

      Hem siz, Müslüman olmayan toplumların günümüz terakkisini netice olarak gördüğünüzden (ahireti hesaba katmadan) olaya sadece dünyevilik açısından bakıyorsunuz..bu bakış açınız size o toplumların müreffeh yaşantısının diğer toplumlarda patlayan mermi ve bombalar üzerine kurulu olan bir medeniyetin! eseri olduğu gerçeğini de gözünüzün önünden alıp götürüyor…

      Dünyanın yakın tarihine bakarsanız, savaş ve kitlesel insan ölümlerinin çetelesi size bir fikir verir sanırım.

  8. Sayin Koru, Allah razi olsun uyarılarınız ve tavsiyeleriniz mükemmel.
    Dışarıda yaşayan Müslümanların bu konuda sorumluluk almaları lazım. Bende bunlardan biri olarak bu konuda pek umutlu değilim. Ne Müslüman nüfusunun çoğunluk olduğu ülkelerın yöneticileri nede başka ülkelerde yaşayan bireyler de dahil maalesef bir çoğumuz bu konu da üzerimize düşen sorumluluklardan çok üzağız ve ayni zamandada kötü örnrk olacak haraketlerden de vaz geçmiyoruz.Keşke bütüb Müslümanlar Kurani kerimi tevsiri( anlamını) ile birlikte okuyup ona göre hayatımıza düzen verebilsek.
    O zaman terörist ihraç eden iki yüzlu devletler o teröristlere Müslüman diyemezler.

Yoruma kapalı.