Trump 497 günde tam 3 bin 251 yalan söylemiş, biliyor muydunuz?

28
Reklam

İçinizde bizde de ‘Galip Derviş’ adıyla büyük çapta ABD’deki ‘Monk’ dizisinden esinlenerek yapılmış diziyi bilenleriniz, hatta ‘Monk’un kendisini beğenerek izleyenleriniz mutlaka vardır. Dizinin bir bölümünde, polislikten çıkarıldığı halde zihni farklı çalıştığı ve o sayede pek çok karanlık olayı çözebildiği için Emniyet örgütü tarafından danışman olarak kullanılan Monk, huysuz bir amirin kendisine takması yüzünden, bu işini kaybeder. İş ararken bir gazetenin yanlışları tespit etmek için eleman aradığını öğrenerek başvurur. Mülakata giderken de yanında bulduğu yanlışların listesini götürür. Mülakatı yapan listenin uzunluğunu görünce, ‘‘Kaç günlük hatalar bunlar?’’ diye sorduğunda, Monk, ‘‘Tek günlük’’ cevabını verir…
Dikkatle gözden geçirilirse, gazetelerde -tabii bu arada televizyonlar ve dergilerde de- bazısı gerçekten vahim hatalar yapıldığı görülecektir.
Birkaç kez başıma geldiği için biliyorum: Amerikan gazete ve dergilerine haber veya yorum konusu olanlar aranırlar… Arayan, haber veya yorumda yer alan sözlerin, cümlelerin sahiplerine ait olup olmadığının, doğru yansıtılıp yansıtılmadığının son bir kez daha teyidini almak ister.
Gazetesi veya dergisinde çıkan haber/yorumda yanlışlık yapılmasını engellemek için sırf bu amaçla kurulmuş özel birimler vardır pek çok yabancı ülkede.
Son zamanlarda bir şey daha yaptı Amerikan medyası: Özellikle ABD başkanı Donald Trump’ın ve genel olarak da bütün siyasilerin söyledikleri ile gerçekler arasındaki çelişkileri sergilemeye başladı. Dikkatli okurlar ülkelerini yönetenlerin şimdiye kadar söylediklerinin ne kadarının yalan olduğunu bu sayede biliyor…
New York Times’ta sıkça ‘Fact Check of the Day’ başlığı altında bu yapılıyor (yapan Linda Qui).
Washington Post gazetesi 1 Haziran 2018 tarihinde, üç muhabirinin imzasını taşıyan şöyle bir haber yaptı: ‘‘Trump 497 günde tam 3 bin 251 doğru olmayan veya yanlış beyan sayılacak iddiada bulundu.’’
Amerikan halkı başkanlarının böyle biri olduğunu biliyor.
Zaten Amerikan gazetelerinin çoğunda, her gün daha önceki günlerde yapılmış bilgi yanlışlarının sergilendiği bir bölüm de bulunur.
Tabii ayrıca hemen her gazetenin genel yayın politikasının da zaman zaman sorgulandığı birer ‘okur temsilcisi’ vardır itibarlı yabancı gazetelerin…
Bizde de bazı gazeteler yıllardır ‘okur temsilcisi’ barındırıyor, yapılan yanlışları tespit etsin, bilgilerin doğrusunu okurlarla paylaşsın diye…
Şahsen çok dikkatle okuduğum yazılardır ‘okur temsilcisi’ imzasıyla yazılanlar…
Hem okurum, hem de ‘‘Allah bu arkadaşlara güç, kuvvet versin’’ diye dua ederim.
Son zamanlarda bu duaya ‘‘Aman, inşallah başlarına bir şey gelmez’’ endişemi taşıyan bir cümle daha ekledim.
İşleri zorlaştı çünkü.
Zorluğun ilk sebebi, haber yazımında dikkat yoğunlaşmasının azalması; buna bir de aldırmazlık sebebini ekleyebilirim.
Gazeteler -tabii haber kanalları ve dergiler de- siyasette taraf haline geldikleri için ‘gerçek’ kaygısının yerini başka kaygılar alıyor. Muhabirin gerçeğin bir türünü yazması yetiyor; o her ayrıntıyı doğru yazsa da editörün müdahalesiyle haber bambaşka bir biçim alabiliyor. Bu arada sadece olgu çarpıtmaları değil bilgi yanlışları da gazetelere bolca sızabiliyor.
Okur, özellikle de dikkatli okur, yıllardır elinden düşürmediği gazetesinde karşısına çıkan çarpıtma ve yanlışlardan duyduğu şaşkınlığı ‘okur temsilcisi’ne şikayet olarak gönderiyor. Sizler de benim gibi o yazıların hastası iseniz, sallapatilik ve tarafgirlik örneklerinin boyutlarını görünce afallamamanız mümkün değildir.
Ben afallıyorum.

Neden bu konu?

Şundan: Türkiye giderek haberlerini yerleşik medyadan -gazeteler, haber kanalları ve dergilerden- değil, internet siteleri ve sosyal medyadan alan bir ülke haline dönüşüyor. Medyasına güvenmeyen bir ülke oluyoruz.

Yakın zamanda patron değiştirmiş Hürriyet’in okur temsilcisi Faruk Bildirici’nin bugünkü yazısı (başlığı: ‘Sosyal medya olmasaydı’) tam da bu gelişmeye işaret ediyor.

Kötü mü? Değil elbette. Ancak gazetecilik mesleği açısından da iyi bir şey değil.
Özellikle de siyaset ve siyasiler açısından iyi bir şey değil. Bugün iyi imiş gibi görünse ve bundan yararlanıldığı sanılsa bile, orta ve uzun vadede, özellikle de kritik dönemlerde, ters tepebilecek bir özellik bu.
Gazetelerde yazamaz duruma getirilen veya siyaset yazmayı bırakıp magazine sığınan yazarlar, haberleri değerlendirilmeyen veya artık kendilerine gazetelerde yer bulamayan kıdemli muhabirler, tartışma programlarında görüşlerine yer verilmemesi için listeler hazırlanan kanaat önderleri bulunan bir ülkede, yazan, habercilik yapan, yorumlar yapanların değerleri de düşer…
Parasının değerinin düştüğü gibi…
Yalnız kendi ülkemizde değil, dışarıdan bakıp Türkiye’de olup bitenleri değerlendiren başka ülkelerde de değeri düşer medyanın…
Dolar aldı başını gidiyor ve ne yapılıyorsa ısısı alınamıyorsa, acaba bunda da medyamızın bugünkü durumunun payı var mıdır?
Siz bu soruyu da ‘okur temsilcileri’ meslektaşlarımıza sorun derim.
ΩΩΩΩ

Reklam

28 YORUMLAR

  1. Politikacıların en sık düştükleri yalan;
    yanlış olan bir durumu eleştirirken doğruları söyleyip aynı yanlış durumlara kendisinin düşmesiyle söylediği doğruları yalanlamış olmaları ki; bu da insanların politikacının yalanının farkına varamamalarinin sebebi oluyor.

  2. Yorum yaparken biraz insafli opmak gerekir.Bir lideri yaptigi hatalarla birlikte kulliyen yalancilikla suclarken biraz insafli olmak gerekir.
    Cok dogru olarak bildigimiz demokrasinin besigi
    Ingilterenin lideri kimyasal silah var yalanini uydurup irakta milyonlarin olumune yol acarken masum Oluyor ve uygar dunyanin politikacisi oluyor .ancak oyle veya boyle hata yapip yanlis yorumlarla hadi sizin dediginiz gibi yalan soyluyor olan bir cumhurbaskani dunyanin en gaddar en …….. adami oluyor. Insaf elestirelim ama hakkini da verelim.
    Bugun hangisinin sucu daha buyuk.hangisi daha yalanci .yigidi oldurelim ama hakkini da verelim

    • Saddamın karartiği hayatlardan dolayi demokirasinin beşiğindeki hakimler bazi yalanlara inandiklari için İrak bu hale geldi.
      Esas kimyasa sılahi Irakli bir genç Avrupadaki bir ülkeye (o ülke hangisi olduğunu unuttum belkide ingiltereidi) ıltica ediyor ve saddam beni öldurecek çünkü gizli kimyasal üretilen fabrikada muhendisidim diye o devletin hakimlerini aldatiyor, ve oradan daimi ikamet aliyor.
      O zaman bunlari gazeteler yazmiştı.
      Saddam zaten kürtleri kimyasal silahla öldurmüştü, onun için o çocuğun yalanina inandilar.
      Yalanin azi çoğu olmaz bir devleti yöneten yöneticiler halkini kandiriyorsalar ister bin doğru on yalan soylesin, ona ne güvenilir nede inanilir.
      Bu tip siyasetciler sizin gibi düşünenler sayesinde havada karada birer değil onar saraylar yaptirip devletin butun birimlerinde eş dost akrabalari yerleşirerek ülkeyi batirip suçuda ABD veya AB atiyorlar.
      Bizim halk la batililarin arasindaki fark şu.
      Onlar yalanin az veya çoğuna bakmaz ve yalan söyliyene haddinde iyi bildirir.
      Onun içinde dunyaya hukm ediyorlar.

  3. Doların yükselmesinde ve ne yapılsa ateşinin düşürülememesinde gazetelerin payı olmaz olurmu hiç ama sadece gazetelerin değil bizlerin de payı var;
    Dayı ve teyze çocuklarından olan 5 akrabam;hepsi Kur’an hafızı hepsi İHL mezunu ve Türkiye’nin iyi üniversitelerinden mezun ( ODTÜ,Ankara, İstanbul,Marmara) ve en az birer yabancı dil bilen bu akrabalarımın biri müdür yrd. 4 ü çalıştıkları liselerde müdürlük yapiyorlar. Bir çay sohbetinde siyasi konulardan konuşurken biri reis ………. Böyle söyledi dedi. Ben reisin o sözünün doğru olmadığını kocaman bir yalan olduğunu söyledim, hepsi birden ayiplayan bakışlarını bana yönelttiler, bir süre bakistiktan sonra yaşça büyük olan akrabam “reis yalan söylüyor mu ya” diye sordu. Ben evet hemde ne yalanlar … Dediysem de kimse dinlemedi, “olurmu hiç öyle şey yaa reis hiç yalan söyler mi”türünden muhabbet kendi aralarında devam etti.
    Bu insanlarin önlerine nasıl bir gazete koyarsaniz koyun hiçbir şey farketmez.

  4. Ahir zaman tabiri genellikle asr-ı saadet dışındaki zamana veya sıklıkla yanlış olarak kıyamet öncesi zamana atfedilir. Halbuki ahir zaman bir kıyası maa’l farık olarak insanların hayat ve yaşama dair bakış açılarının değişmesine işaret eder. Yani bir pazarda iki tüccar olsa biri Hz. Ebubekir Sıddık (RA) gibi özü sözü doğru olsa ve bir diğeri Müseylime Kezzap gibi yalancıların en yalancısı bir adam olsa aynı pazarda bu iki adamın itibar ve makamı hiç bir başka mikyasa gerek olmaksızın en iyi anlaşılıp değer bulduğu zaman asr-ı saadettir. Bu zaman dışında yalancılar ve doğrucular farklı ölçütler ve sosyal durumuna, ailesinin itibarına, zenginliğine, eğitimine, cerbezesine, kametine göre farklı olarak tartılıp değerlendirilir. Yani Resul-ü Zişan(ASM) sergüzeşti hayatının örnek alındığı ve yalanın çirkinliği, en doğru mikyas olan Muhammedül Emin (ASM) aracılığı ile en güzel bir şekilde görülüp anlaşılmıştır. Bu emredildiği gibi dosdoğru olan örneği ise hayata intibak ettiren ashab-ı kiram vasıtası ile en sahih bir şekilde asr-ı saadet meyvesi bütün sosyal katmanları ile neşv-ü nema bulmuştur. Asr-ı saadetten, ahir zamana doğru giderek yalancılar muteber ve doğrucular istenmeyen bir hal aldığı günlere doğru evrilmektedir. Güzel Türkçe içinde kullanılan ”doğru söyleyenin 9 köyden kovulması” aslında ahir zaman alametidir. Yani bu atasözü ile hangi memleket ise yalancılar övülmekte ve doğru söyleyenlerin diyar diyar kovulacağı ve zemmedileceği atasözü ile subliminal mesaj olarak genç dimağlara kazınmaktadır. Ben bu örnekleri bürokraside gördüm ve bürokrat olup amirine doğru söyleyenlerin nasıl hızla gözden düştüklerine maalesef şahit oldum. Halbuki çocuklarımıza her ne pahasına olursa olsun ebeveynlerine, öğretmenlerine, arkadaşlarına ve iş hayatında amirlerine doğruyu ve yalnızca doğruyu söylemedikçe iyi bir insan ve iyi bir müslüman olamayacaklarını öğretmek her İslam toplumu için farz-ı ayndır. Gelelim bayır turpunun yalan maratonuna, trump yalancı diye elbette çok üzülmemek gerekir çünkü onların üstadı makyavel, esas bizler İslam çocukları yalan söylerse kahrolmalıyız.
    Ve yıllar önceden derhatır ettiğim, bir küçüğüm okuduğu kitapta yazan latince politika kelimesinin manasını bilmiş bir eda ile ” Poli çok demek, tika yüz yani poli-tika çok yüzlülük” irşadından bu yana politikacılara hüsnü zannım kalmamıştır.
    ”Her günahkar yalancının vay haline!” Casiye-7

  5. Madem siz medya yazmaktan yorulmadınız, öyleyse biz de kritik etmekten üşenmeyelim. Burası yorum bölgesi olduğu için kısacık bir şekilde…
    Medya; buna sosyal medya, yazılı, sesli ve görsel yayınlar da dahil olmak üzere ilk başta olduğu gibi, halen sermeyenin kullandığı bir manilevadır. O manivela ile kitleleri istediği tarafa kaydırır, yönlendirir. Yapılan yayının sağ, sol, din, milliyet, vb konularda olması hiç bir şeyi değiştirmez. Hepsi bir şekilde finanse edilmektedir. Sermaye tarafından yapıldığını görmek için ve bu sermayenin izini sürmek için ülkemize bakmanız yeterlidir. Hürriyet, Milliyet grubunu Simavi biraderler, Cumhuriyet ve benzerlerini çıkaran Nadi sülalesinin etnik kökenini bilmeyen var mıdır? Bazı sektörler bazı ailelerin imtiyazındadır. Finansman gibi, basın gibi. Ya biyolojik akrabalık gerekir ya da sosyolojik akrabalık gerekir. İsrailoğulları topu topu 10 milyon kadardır. Bu kadar nüfus her şeye yetmemektedir. Bunu çözmek için biyolojik olarak kardeş olamayanlara sosyal akrabalıklar, “biraderlikler” verilir. Tüm dünya devletlerinde böyle organik bir ağ oluşturulur. Mason teşkilatları ve benzerleri bunun için oluşturulmuştur.
    Sonraki el değiştirmelerde de bu aidiyete dikkat edilir… İnsanlık bu sorunu yüzyıllardır çözemiyordu ama Allah’ın yardımı yine dolaylı da onlar aracılığı ile çözüm geldi ve bu kurulu düzen değişecek, değişmeye başladı da.
    İnsanlar sürekli yeni şeyler icat ederler. Bunlardan 4 tanesi çok önemlidir. Üç tanesini geçmişte yaşadık, şimdi 4. icadın başlangıcındayız. Bunlar yaklaşık 10000 (onbin) yıllık peryotlarla oluşur.
    İnsanlığın ilk önemli icadı “ateş”tir. Onunla hem korundu, hem de yiyeceklerini sindirilebilir ve daha yararlı hale getirdi. İnsan midesi her şeyi sindirememektedir.
    İkinci önemli icat ise “tekerlek”tir. Onunla tekniğin önü açıldı ve bugünkü sınai üretim mümkün oldu.
    Üçüncü icat ise “yazı”nın keşfidir. Bununla da bilgi; saklanabilir, aktarılabilir hale geldi ve öğretim kolaylaştı, vs.
    Şimdi ise önümüzdeki 10000 yılı şekillendirecek olan keşfin başındayız. O da “Programlama” ve onu işleyebilecek olan “bilgisayarlar”ın icadıdır. Bilgisayar onun teknik kısmıdır. Aslolan programdır. 3. dönemde eşyaya mekanik (lineer) talimatlar verebiliyorduk, şimdi ise yazılı emirler verebiliyoruz.
    Teknoloji değişmeye başladı. Bu zaten devam eden bir süreç idi. Bu ikili şimdi tüm sosyal hayatımızı değiştirecek. Eğitim sisteminden, sağlığa, basından seçim sistemimize vs. Her şey köklü değişime uğrayacak ve bir kaç 10 yıl sonra neredeyse tüm beşeri ilişkiler bambaşka olacak. (detaylara giremiyorum)
    Siz gazetecilik mesleğini -bence- doya doya yaşadınız. Sadece ülkemiz için değil tüm dünyada bu alışageldiğimiz basının ömrünün (diğer kurumlar da aynı akibete uğrayacaklardır) sonunun geldiğini ön görüyorum. Eski günleri aramayınız, onlar geri gelmeyecek. Bu yazılarınız bir onur ödülü getirebilir ama hepsi o kadar.
    Siz doktora da yaptınız. İlmi yönünüz de var. Neden gelecek nesiller için ilmi bir kitap yazmıyorsunuz? İbni Haldunların ismini ilk sizlerden duyduk. Neden dedikodulardan, yalanlardan bahsetmeyen sadece sosyolojik tahliller yapan bir eser düşünmüyorsunuz. Bu kadar bilgi, bu kadar tecrübeye göre bunu sizden beklerim doğrusu. Size ben bunu yakıştırırım.
    Saygılarımla.

    • Ah şu internet! bir “tık” istediğiniz-istemediğiniz kadar bilgi karşınızda!
      Bu bilgilere göre Fehmi bey doktora yapmış değil. Zaten bir yazısında da buna başlamak için Türkiye’de bir üniversitede asistanlığa başvurduğunu ancak doktora konusunun gerçekleşmediğini okuduğumu hatırlar gibiyim. İnternetteki (https://en.wikipedia.org/wiki/Fehmi_Koru ) bilgilerde Harvard’da doktora öncesi lisans-üstü yaptığı belirtiliyor. Ayrıca, bir şey daha dikkatimi çekti. “He is married with Dr. Nebahat Koru and has five children” deniyor. Soyadı aynı yani akrabalarından biriyle mi evlenmiş (!)(!). Halbuki, bir seferinde buralarda biri, Sn. Karagülle’nin hanım kızıyla evlidir şeklinde bir şeyler yazmıştı, yanlış hatırlamıyorsam. Bu doğruysa internete konan o bilgi “He is married to Dr. Nebahat Karagülle and …” şeklinde de olabilirdi.
      Asıl konuyla ilgili olarak, sizler gibi geleceği düşünen insanların olması Türkiye adına güzel bir şey Sn. H. Kayahan…

      • H.K. merhaba,siz isterseniz F.Korunun biografisıni okuyun.
        Vaktiniz az olduğu için onemli bir kismini buraya aktardim.
        https://www.gazeteoku.com/fehmi-koru-kimdir/24
        Fehmi Koru, ya da müstear adıyla Taha Kıvanç, 1950 yılının 25 Temmuz’unda İzmir’de doğdu..
        İlkokulu Kemal Reis İlkokulu’nda okuduktan sonra ardından İzmir İmam Hatip Lisesini bitirdi.1973 Yılında İzmir Yüksek İslam Enstitüsünden mezun oldu. İstanbul’a gitti, Fatih Gençlik Vakfı’nın kuruluşunda çalıştı. Sonra sanayi alanıyla iştigal eden özel bir şirkette çalışma hayatını sürdürür. 1975’te Tuzla Piyade Okulu’nda askerliğini kısa dönem olarak yaptı. 1977-78 yıllarında dil öğrenmek için İngiltere’ye gitti. Daha sonra, gazetecilik okumak üzere bir kez daha İngiltere’ye gitti. İngiltere’den dönünce, bu sefer Arapça öğrenmek için 7-8 ay kalmak üzere Suriye’ye gitti. 1982 yılında ABD Harvard Üniversitesi’nde yüksek lisans ve doktora eğitimi aldı. Yüksek lisans derecesini Harvard Üniversitesi Orta Doğu Çalışmaları Merkezi (Center for Middle Eastern Studies)’nden almıştır. Ayrıca MIT kısaltamasıyla bilinen Massachusetts Institute of Technology (Massachusetts Teknoloji Enstitüsü)’nde araştırma görevlisi olarak bulundu. Sonrasında 1982’de Türkiye’ye döndüğünde 9 Eylül Üniversitesi’ne Arapça okutmanı olarak girecekken, 12 Eylül sürecinin bir yansıması olarak, hakkında hazırlanan rapor yüzünden bu atama gerçekleşemedi.
        Arabia ve Crescent adlı dergilerde yazarak, gazetecilik mesleğine ilk adımını attı. Milli Gazete daha sonra ikinci durağı oldu. Hem editörlük, hem de köşe yazarlığı ile uzun süre Milli gazetede çalıştı. Özal döneminde Ekrem Pakdemirli’nin onu, başında bulunduğu Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığına basın müşaviri yapması ile gazete ve yazı işinden uzak kalmak zorunda kaldı. Devlet Planlama Teşkilatı’nın İslam Ülkeleri Ekonomik İşbirliği Bölümü’nde de (İSEB) görev yaptı Fehmi Koru. Ama burada uzun süre kalmadı. Zaman Gazetesi ile yolları kesişmişti çünkü.. . Ankara Temsilciliği ve köşe yazarlığı… Tam 13 yılı geçti Ankara Zaman’da… 1998’in Eylül ayında Zaman’la yollarını ayırdı ve Turkish Daily News’te yazmaya başladı.
        Yeni Şafak gazetesinde de uzun yıllar hem Fehmi Koru, hem de Taha Kıvanç ismiyle yazılar yazdı. Yeni Şafak yönetimiyle ters düşünce kısa bir mola ve yeniden Zaman serüveni başladı Fehmi Koru için.. Ancak Zaman’da eskisi gibi karşılık bulmadığını görünce, Star gazetesine doğru yola çıktı.. Star’da yazarken Kanal7’de “Haber Saati”nde yorumlar yapıyordu.

        • Gazeteoku diyorsunuz galiba, ama ben pek gazete okumam. Reklamlar (hem siyasi ve hem ticari) ve magazin konusunda hepsi marka oldu…

  6. 3251 Yalan / 497 gün = 6,54 Yalan / gün . Ediyor. Günde 6,5 adet yalan.
    Bu çok yüksek bir oran , takriben 3,66 saatte bir bir yalan söylemiş Başkan Trump.Amerikan halkının gözünden kaçmış olamaz bu kadar yalan.Söylendiği anda insanlar farkedemese bile YOUTUBE var.
    Seçimlere yansımasını merakla bekliyoruz. Eğer yansırsa Amerikan halkını gerçekten takdir etmek gerekir.

  7. Almanya’da bir şehirde Ditib camisinin belediye arazisine yapılmasına karşı çıkanlar konuyu şehir halkının oylamasına götürdüler ve % 60 civarında bir oy aldılar. Bu oylamayla, belediye meclisinin 2/3 çoğunlukla desteklediği, caminin kamu arazisine yapılması önlendi. Camiye karşı olanların oylama öncesi abartarak dile getirdikleri konulardan birisi de, Almanya’da Ditib camilerinden 52 tanesinin isminin Fatih Camii olmasıydı. Hristiyan Dünyası için Istanbul’un kaybı ufak tefek bir şey değil. Almanya’da bir camiye Fatih isminin verilmesi, Türkiye’de bir kiliseye Prens Eugen (Osmanlı’yı yenen komutan) isminin verilmesi gibi bir durum.
    Başarılarımıza odaklanmak ve yanlışlarımızı gözardı etmek veya etmek zorunda bırakılmak deve kuşuna benzetti bizi. Hata yapmamızı önleyecek noktaları göremez hale geldik.

    • Bu ilginç bir bilgi! Desenize bizim “ezberine Müslümanlar” Almanya’yı da fethetti! Mustafa Kemal henüz yok mu? seküler-marka Müslümanlar da diğerlerinden pek aşağı kalmaz….
      Bizimkilerin isim olarak habire “Fatih” camiinden ziyade, Avrupalı olup ta Müslüman olmuş ilk bilim adamının ismini seçselerdi ne kadar anlamlı olurdu, halbuki….

        • Yoksa, bu DiN ‘le pek alakaları olmadığının da bir göstergesidir. Onlar da imanı (teorisi) başka, ameli (pratiği) başka ayrı bir cins! Ayırmağa çalıştıkları aslında dünya işleri ile DiN işleri, devlet işleri ile DiN işleri değil! “Hele bir dur, DiN işlerine-namaza/niyaza öbür tarafa gittikten sonra bakarız” düşüncesi hakim olsa gerek… Bu açıdan düşünülecek olursa, bizim “Ezber” marka Müslümanlar galiba bir nebze daha makbul. Onlara yardımcı olmalıyız.
          Misal, Almanya’da bu ilginçlik yaşandıysa, yapılacak iş Fatih camilerinden birkaçının ismini bulundukları şehir isimlerine çevirmek. Veya, Alman ileri gelenlerin (tercihi olarak fen bilimleriyle uğraşanların) isimlerine çevirsinler, daha iyi olur… Camilerin daha bakımlı ve temiz hale getirilmesi de önemli. Benim gittiklerimden bir kısmında nemin sebep olduğu halı-altı bir koku farkediliyordu. Bu daha sık bakım ve temizlikle halledilebilecek bir konu.

  8. GELİŞMİŞ ÜLKELER BUNU NASIL HAK ETTİ.
    işte ölçü her yerde aynı aslında.
    Toplumların durumu her şeyi anlatıyor.
    En az yalan olan yerler en ilerdedir.
    En çok yalanın tedavülde olduğu yerleri söylemeye gerek yok.
    Kısa sürede ilerlemek istiyorsak yapılacaklar bellidır.
    Yalanın revaçta olduğu yerlerde adalet o ölçüde ölmüş demektir.
    Adaletin olmadığı yerlerde de iyilik adına hiçbir varlık ayakta kalamaz.
    Bizde o seviye var mı ?
    Önce kendimizi sonra başkalarının yalan çetelesini tutma öz güveni.
    Eğer bunu yapabılırsek bütün kötü işlerde liderliğe oynadığımız gibi bunda da dünya liderliğine oynayabılırız.
    YALANCI BİR TOPLUMU ANCAK EN SÜPER YALANCILAR YÖNETEBİLİR.
    En alttan ta en tepesine kadar bunu test edebılırız.
    Hep biliriz gelişmiş ülkelerin güzel işlerini toplumumuzun şartlarını düşünerek analız edip dahada geliştirerek hatta daha iyisini yapmalıyız.
    Bunu yurtdışında gelişmiş bir ülkenin üniversitesinde hocamız söylerken daha çok etkilendik.
    Dediği; sınıfta dünyanin çeşitli yerlerinden öğrenciler var ve bir kısmıda az gelişmiş ülkelerden.
    Az gelişmiş ülkeler gelişmiş ülkeleri taklıt etmeye çalışmasınlar çünkü biz bunları 50-100 yıl önce yaptık oysa şimdi yeniden yapma durumunda olsaydık şimdi çok daha farklı yapardık.
    Sizde bizim hatalarımızı görerek ve halkınıza en uygun hale getirerek geliştirin ve uygulayın.
    Belki bizde sizden bazı şeyler öğrenmek için ılham kaynağı olurlar.
    Burada dünyada güzel ne varsa değerlendirmek ilerlememizi kolaylaştırır.
    Gelişmiş ülkelerde yalancılar halk tarafından saf dışı edilebilirse rüştlerini birkez daha ispatlarlar.
    Bizim gibi ülkelerde yalancılar azaldığı ölçüde ülkedeki kendi çapında bütün yalancılarda azalmış olacaktır.
    BÖYLECE YALANCININ EN AZ OLDUĞU YERDE EN ÇOK ADALET OLACAKTIR.
    ÜLKEDE DAHA YAŞANABILIR BİR HALE GELECEKTIR.
    Gelin kişi olarakta bir katkıda biz verelim doğrulara.
    ,

    • kesinlikle katılıyorum. erdoğanın konuşmalarını medya yayınlamasaydı dolar bu kadar yükselmezdi.

    • Doların yükselmesinde ;
      Medyanın rolü ne ?
      Medya , özellikle basılı medyanın , doların yükselmesiyle maliyetleri yükseldi. Kağıt çok zamlandı.
      Ancak gazete fiyatlarına bu zammı yansıtamazsın.Sence medya doları yükseltir mi ? Ben medya olsam yükseltmezdim.

  9. Gazetelerin ve gazetecilerin ne kadar yozlaştığını aklı selim olan her insan biliyor. Artık doğur haber yapan değil gücün hoşuna gidecek yorum yapan gazeteciler sivriliyor. Bu eskiden de vardı elbet ama bu kadar aleni değildi. Gazetecileri yazmayı bıraksanız artık fehmi bey bu konular hiç ilgi çekici gelmiyor.

  10. Önce paranın değeri mi düşüyor yoksa ahlaki değerler mi? Bir araştırma yapılsa yeridir. Değerli olan her şeyinin değeri düşmüş. Tüm değerleri erozyona uğrayan bir ülkenin parasının değeri ayını mı kalacaktı?

  11. Yazinin basligi Trump, konuyu turk basınina baglamissiniz. Baglantiyi kuramadım; elma ile portakalın karsilastirmasi gibi olmuş. Malumaliniz, karsilastirma ‘benze$’ler arasında yapılır. Yani, başlıkta Trump varsa, yazının konusu, baskan Erdogan olmaliydi – yani Erdogan ne kadar yalan (ya da doğru) söylüyor, bu olmalıydı.

    • Yazarimiz Erdoğanın yalanlarinin anketini okurlarina birakmiş.
      Ben yalanlarini sayamam fakat doğrularını sayabilirim.
      Saymak için hesap makinesinde gerek yok. Ellerimin parmaklari yeter hatta fazla bile gelir.

      • Erdogan yalan mi soyluyor? Sayamam diyorsun ya Hangi konuda yalan soyledigini yazar misin? Biz de bilelim.

        • sayın musab! gerçek ile gerçek olmayanı ayırdetmenize yardımcı olabilecek birilerini bilsem, seve seve size yardımcı olurum.

        • Yukardada yazdim, yalanlarini sayamam çünkü her konuda doğru lafi yok.onun için siz bir konu sorarsaniz onadaki yalani yazabilirim.
          Her konuda iki yalanini yazacak olsam iki veya 3 kitap yazmam gerekir.
          Oda mümkün değil. Kalan ömrumüde Erdoğanin yalanlarini yazmakla geçiremem.
          Sizi kırmamak için yalan değilde bir tane doğru lafıni buraya yazayım.
          “BENIM BÜTÜN SERMAYEM BU YÜZÜ BUNDAN BAŞKA SERMAYEM YOK.
          EGER ILERDE BUNUN HARICINDE MAL VARLIĞIM OLURSA! ONU IYI BILINKI ……….. HELALINDAN KZANMAMIŞIMDIR.
          Doğru lafa ne denirki? Helal olsun denir. Yalniş anlamayin bu laf kazandiğı SERMAYESI icin deği doğru söylediği için,yoksa kendi hakkimi haram ederken milletin hakkını ben nasil helal ederim.

      • nurdan hanım merhaba.
        – Siz çok yanlış değerlendiriyorsunuz. yanlış açıdan bakıyorsunuz o nedenle de yanlış değerlendiriyorsunuz.
        – Birisi öldüğünde, sonsuz yaşama gittiği söylenir. “sonsuz yaşamına uğurladık” ifadeleri falan kullanılır. Bu ifadeyi duyan herkes o kişinin öldüğünü bilir. oysa siz o kişinin yaşadığının söylendiğini zannediyorsunuz, sonra da “adam öldü fakat dünya lideri adamın yaşadığını söylüyor. yani yanlış söylüyor” diyorsunuz.
        Olayı doğru değerlendirmeyi öğrendiğinde, “dünya lideri”nin tamamen gerçeği, yalnızca gerçeği söylediğini anlarsınız.
        – Mesela “bizde kriz filan yok” dedi.
        – Ülkenin berbat durumda olduğu başka nasıl anlatılabilir bilemiyorum. En doğru, en dolaysız şekilde ülkenin durumunu anlatmış. daha ne yapsaydı yani…

        • Merhaba Hamza bey?, haklısıniz.
          Doğru söyliyeni 9 köyden kovarlar,
          Meselesi kafama takilmiş olduğu için 16 senedir giderek rağbetlenmesi beni şaşırdı, sizin yaziniz beni uyandirdı ve okuyunca unutmuş olduğum,
          hani 1981 de doğan kizinin 1980 den önce babasının yatak odasının kapisina yazdiği o meşhur notu hatirladim.
          Baksaniz ya onu dahı inutmuşum!!!
          Sayenizde hatirladim! Ama halen daha yalan Dünyadami yoksa sonsuz ve gerçek olan Ahirettemiyiz….
          Bilemiyorum.
          Belkide Ahireteyiz geçen seçimlerde anami Dunyaya gonderdikleri için olsa gerek kendisini göremiyorum.?
          Sağlıkla kalın.

Yoruma kapalı.