Türkiye’den İngiltere ve ABD’ye yol var

2
Reklam

Orlando’da 49 kişinin canını alan o kahredici terör eylemi meydana gelmiş ve dünya medyasının bütün dikkati o olay üzerinde yoğunlaşmış… Televizyonlar o olayı veriyor, gazetelerin manşeti o olaya ayrılmış…

Böyle bir ortamda, 1,5 milyonu aşan tirajıyla İngiltere’nin ikinci en çok satan gazetesi Daily Mirror (ilk sırada 1,8 milyon tirajıyla Rupert Murdock’un Sun gazetesi var), Orlando’yu iç sayfalarına gönderip hangi manşetle çıktı dersiniz?

Şu manşetle: “1,5 milyon Türk’ün Britanya’ya girmesi kumpasına öfke…”

Unknown

İngiltere dışişleri bakanlığı, Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasında ‘vizesiz dolaşım’ müzakereleri yürütülürken, İngiltere’nin muhtemel tavrına dair bir beyin fırtınası yaptırmış… Ve, bizde ‘yeşil pasaport’ denilen, üst düzey devlet memurlarının ABD, İngiltere ve Suudi Arabistan dışındaki vize isteyen ülkelere serbestçe gidebilmelerini sağlayan ‘hususi seyahat belgesi’ne sahip TC vatandaşlarından ‘vize’ istenmeyebileceği konusu orada dillendirilmiş…

O kadar.

Gazete bunu sanki olmuş bitmiş veya birkaç gün içerisinde olup bitecek bir konuymuş gibi verdi.

Sebebi tahmin etmek güç değil: Önümüzdeki hafta ada halkı AB üyeliği için ‘tamam mı, devam mı?’ sorusuna cevap aranacak bir referanduma katılacak da onun için… Daily Mail gazetesi, İngiltere’nin AB’den çıkması tezini savunuyor ve bunun için de karşı tezi savunan Başbakan David Cameron ile Muhafazakar Parti (MP) iktidarını gözden düşürecek ne varsa manşetlerine taşıyor…

Hayatımda bir yabancı gazetede çıkmış kendi ülkesinin bir medya organıyla ilgili en şiddetli eleştiri yazısını bu vesileyle okudum. İngiltere’de tartışmalar kapışma boyutuna varmış olmalı ki, Guardian, köşe yazarı Martin Kettle’in bu yazısına yer vermiş…

Reklam

‘Ülkeyi sağcı basın mı yönetiyor’ başlıklı yazıda, Kettle, “Daily Mail hep iktidar isteyen bir gazetedir; gözlemcilikle yetinmez, oyunda rol almak da ister… Şimdi de öyledir, geçmişte de öyleydi” diyor ve geçmişte yaşananlardan örnekler vererek, eski bir MP liderinin, Stanley Baldwin’in, sözlerini hatırlatıyor.

Şöyle demiş: “Asırlardan beri gazeteler metresler ile hep aynı rolü oynamıştır: İktidar isterler, ama sorumluluğu olmayan bir iktidar… Bunlar birer propaganda makinesidir; yöntemleri de sahtecilik, yalan-yanlış yansıtma ve yarı-gerçekler ile gerçekleri saklamadır…”

Referandumda İngiltere’nin AB’den ayrılması kararı çıkması halinde… Kettle, “O durumda” diyor, “Gerçek gücün hâlâ nerede olduğunu anlamış olacağız. Parlamentoda değil o güç, demokraside de değil, hatta sosyal-medyada da; Baldwin’in 85 yıl önce dediği gibi, sahtecilik, yalan-yanlış yansıtma ve yarı gerçekler ile gerçekleri saklama yöntemlerinden beslenen birkaç gazetede…”

 Bazılarınıza tuhaf gelebilir, ama İngiliz medyası ‘tutucu’, hatta bir çok alanda ‘çağdaşlık-karşıtı’ bir yapıdadır; bu anlamda ‘sağcı’dır. Nitekim, YouGov adlı araştırma şirketinin 7 AB ülkesinde yürüttüğü ve insanlara ülkesi medyasını nasıl gördüğü sorusunun da sorulduğu bir çalışmada, İngilizler’in yüzde 26’sı ‘çok sağcı’ cevabını vermiş. (‘Çok solcu’ diyenlerin oranı yüzde 17).

Daily Mail, geçmişte, İşçi Partili iktidarların kâbusu olmuş muhafazakâr eğilimli bir gazete, şimdilerde MP’nin bir kanadının sürdürdüğü “AB’den çıkılsın” kampanyasına destek veriyor ve kampanya başarılı olursa, aynı partinin hükümeti iktidardan ayrılmak zorunda kalacak…

Yazının bir çok paragrafını okurken, ‘İngiltere’ sözcüğünü Türkiye ile, ‘Daily Mail’ adını da bizden bir-iki gazeteyle değiştim, bize de sanki ‘cuk gibi’ oturuyor hissine kapıldım.

Unknown-1

Trump “Gelirsem, işiniz zor” diyor

Amerika da bir süredir seçim havasının etkisi altında ve orada da politikacıların gündeminde ‘medya’ var.

Reklam

Donald Trump kampanyası için karşısına çıktığı kalabalıklara, adını da vererek Washington Post (WP) gazetesini yerin dibine batıran lâflar ediyor ve gazeteyi ıslıklattırıyor…

Bununla da yetinmedi başkan adayı Trump ve WP muhabirlerinin gezisini izlemesini de yasakladı.

Hatırlayabildiğim kadarıyla, böyle bir kısıtlama, bir başkan adayı tarafından, Amerikan siyasi hayatında ilk kez uygulamaya koyuldu.

Trump, kampanya konuşmalarında, basın özgürlüğünün en aşırı biçimde korunmasını anayasal güvenceye bağlamış ABD’de, basına yönelik tedbirler getirmekten de söz ediyor.

WP umursamaz görünüyor, hatta karşı-saldırıya geçtiği bile söylenebilir; ama kendisine yönelik bu sözlü saldırılar ve kısıtlayıcı uygulamadan etkilendiği de belli. Özellikle de, Trump’ın kendileri aleyhindeki sözlerinin onu dinleyenlerden destek görmesinden ve geniş bir çevre tarafından da sessizlikle karşılanmasından…

Karşı-saldırı sayılabilecek gazetedeki çıkışlardan, WP’nin Trump’la sorununun başkan adayını destekleyen başka gazeteler ve yorumcuların da gündemine taşındığını ve gazetenin özellikle radyolardan bir toplu saldırıya maruz kaldığı anlaşılıyor.

Ne yalan söyleyeyim, Trump ile WP arasındaki bu çatışmaya dair haberler ve yorumları okurken de, sanki bunlar bizim ülkemizde cereyan ediyormuş gibi bir hisse kapılıyorum.

Yıllar öncesinden dillendirdiğim bir tezim vardır benim; ‘gelişmiş ülkelerde meydana gelecek bazı gelişmelerin önce Türkiye’de denendiği’ tezi… Türkiye’de başarısı sınanmış yöntem ve uygulamalar sonradan başka ülkelerde bir biçimde boy veriyor.

Bakalım neler olacak: İngiltere’deki referandum nasıl bir sonuç verecek? Amerikan halkı Trump’ı Beyaz Saray’a taşıyacak mı?

ΩΩΩΩ

Reklam

2 YORUMLAR

  1. Ingiltere; batı uygarlığının doğduğu yer, Magna Carta ile demokrasi kivilcimlarinin ilk çalmaya başladığı ülke.
    Ama batı uygarlığının hem içinde hem de dışında.
    Demokratik bir ülke, ama cumhuriyet değil.
    Avrupa Birliğinde, ama tam olarak değil.
    Dünya Metrik sistem kullanır, onlar hala mil, ons, inç, libre vs…
    Trafik tersten akar.
    Kıta Avrupasinda Müslüman teba sayıca fazla iken bir müslümanın yönetici olabilmesi tasavvur dahi edilmezken, Londra Belediye Başkanı bir Müslüman.
    Acaba ‘üzerinde güneş batmayan imparatorluk’tan kalma bir kapris mi,
    Yoksa Ada topluluğu olmanın getirdiği bir atmosfer mi?
    Bilemedim…

Yoruma kapalı.