Ülkemizin uluslararası arenada giderek yalnızları oynadığı bir ortamdan geçiyoruz. En yetkili ağızlar da bu durumu kabullenip adını da koymuş bulunuyor: “Değerli yalnızlık”.
“Bazen bazı değerleri tek başınıza savunmak durumunda kalırsınız. Eğer buna yalnızlık demek icap ediyorsa, bu değerli bir yalnızlıktır.
“Değerli yalnızlık tabirini iki manada kullandım. Birincisi; tarihte bazen öyle anlar gelir ki, dünyanın darbelere, katliamlara sessiz kaldığı bir ortamda siz tek başınıza doğrunun yanında yer alırsınız. Müttefikleriniz ve diğer ülkeler sizin yanınızda yer almıyor diye değerlerinizden, ilkelerinizden vazgeçmezsiniz. Aslında bu yalnız kalmak değil onurlu bir duruş sergilemektir.
“İkincisi; bu ifadeyi ‘değer-temelli’ olmak anlamında kullandım. Yani değerlerinizi savunmak uğruna gerekirse tek başınıza ve yalnız kalmayı göze alırsınız. Bu dünyadan kopmak değildir. Böyle bir tercihle karşı karşıya bırakıldığınızda hem ulusal çıkarlarınız hem de uluslararası siyaset açısından doğru olan ilkelerinize bağlı kalmaktır. Eğer bu sizi diğerlerinden farklı bir yere konumlandırıyorsa bu ‘değer-merkezli bir yalnızlıktır’ ve bizatihi değerli bir pozisyondur.”
(Cumhurbaşkanlığı başdanışmanı Dr. İbrahim Kalın)
İsterse değerli olsun, çok acele bu yalnızlıktan kurtulmamız gerekiyor.
Diplomaside haklı olmak yetmeyebiliyor; önemli olan haklılığınızı başkalarına da kabul ettirebilmektir.
Türkiye’nin son yıllardaki bütün dış politika tercihlerinde haklı olduğunu iddia etmek güç; ancak daha da güç olan bir görüntü ortada: Haklı olduğumuz durumlarda da bir-iki ülke dışında haklılığımızı kimse teslim etmiyor.
Avrupa’da, ABD’de, Körfez’de durumumuz
Avrupa Parlamentosu sürekli Türkiye aleyhine kararlar alıyor. Dışişleri bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun bir süre Parlamenterler Meclisi başkanlığını yürüttüğü Avrupa Konseyi de öyle. Birkaç gün sonra toplanacak Avrupa Birliği (AB) zirvesinden geniş kapsamlı yaptırımlar çıkarsa şaşırmayacağız; çünkü Avrupalı yetkili isimler böyle bir muhtemel gelişmeyi haber verip duruyorlar…
Körfez ülkelerinden bazılarında, sözgelimi Suudi Arabistan’da, Türk mallarına boykot yaygınlaşıyor; belli başlı malların ithaline kısıtlama da getirdi Suudi hükümeti.
Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) daha da ileri gitti ve vatandaşlarına vize verilmeyecek ülkeler listesine şu yakınlarda Türkiye’yi de kattı. O listede yer alan 13 ülke şunlar: İran, Suriye, Afganistan, Pakistan, Somali, Libya, Yemen, Cezayir, Kenya, Irak, Lübnan, Tunus ve Türkiye…
“Mallarımızı almazsa almasınlar, BAE’ne gidemezsek ne olur ki” diye düşünebilirsiniz. Sorun mal satmak veya istenmediğiniz ülkeye gidememek değil; sorun, Türkiye’ye ters bakışın yaygınlaşması…
Donald Trump da ABD’ye başkan seçilir seçilmez bazı Müslüman ülke vatandaşlarına seyahat yasağı getirmişti. Öyle bir liste içerisinde yer almak ister miydik?
Haklı olması gerekmeden dış politikasını belirleyebilecek ülkeler var. Ekonomisi güçlü ülkeler bunlar ve kurallara her zaman uymaları gerekmeyebiliyor.
Nüfusu kalabalık ülkeler de bir dereceye kadar rahat hareket edebiliyorlar. Çin mesela. Hindistan da öyle…
Kalabalık nüfusa sahip olmadıkları halde vatandaşlarına iyi eğitim veren, demokrasisi sağlam, o sayede ekonomileri güçlenen ve kural koyabilecek duruma gelmiş ülkeleri de biliyoruz: AB ülkeleri yanında AB üyesi olmadığı halde güçlü oldukları kabul edilen İsviçre ve Norveç gibi ülkeler…
İsrail hakkında Birleşmiş Milletler örgütünün aldığı düzinelerce kınama kararları var. Aldırıyor mu? Onun gücü nereden geliyor?
Yunanistan ile takıştığımız konular oluyor; çoğunda Türkiye’nin haklı olduğu insaflı yabancılar tarafından bile kabul ediliyor. Ancak, işte görüyoruz, her seferinde Yunanistan haklı, Türkiye haksız ilan edilebiliyor.
Nedir İsrail ile Yunanistan’ın bu özel durumları?
Mutlaka başka unsurlar da vardır, ancak bu iki ülkenin dikkatlerden kaçmasını istemediğim bir yönüne özellikle dikkat çekmek isterim: Her iki ülke güçlü ülkelerden destek almayı biliyorlar…
Yunanistan AB üyesi ve uydusu durumundaki Kıbrıs’ın Rum yönetimi de öyle. Diğer 26 ülke, kararlar oybirliğiyle alınabildiği için, kendilerini onların arkasına takılmak zorunda hissediyorlar.
Hepsi bu kadar değil.
ABD’de son yapılan seçimde altı Yunan asıllı Amerikalı Temsilciler Meclisi’ne üye seçilmeyi başardı. Richard Nixon’un başkanlık yarışında başkan yardımcısı olarak yanına aldığı Spiro Agnew Yunan asıllı bir politikacıydı. Yeni seçilen başkan Joe Biden’in basın müşaviri olarak atanacağını duyurduğu Jen Psaki de Yunan asıllı.
“Pompeo neden hep Yunanistan’ı tutuyor” diyenler ve Türkiye’ye son ziyaretinde yalnızca Patrik Bartalameos ile görüşmesine şaşıranlar, Pompeo’nun eşinin Yunan asıllı ve Ortodoks Kilisesi’ne bağlı olduğundan habersiz görünüyor.
İsrail Avrupa’dan destek bulabiliyor; ABD’de de her gelen başkanın özel ilgisi sayesinde güçlü görünmeyi ve o gücü kullanmayı biliyor.
Bunda da güçlü devletlerde önemli görevlerde bulunan kendisine yakın bildiği insanların varlığından yararlanıyor.
Haftalık Jewish Chronicle dergisi son sayısında İngiltere başbakanı Boris Johnson’un önemli konumlara yaptığı atamalardan birini şöyle duyurdu: “Bir zamanlar Kibbutz’da inek sağıyordu, şimdi Boris Johnson’un başbakanlık müsteşarı”…
Donald Trump dönemi sayesinde İsrail’in gücü daha da arttı. Joe Biden geldi diye durum değişir beklentisi içerisinde olanlar var. Özellikle İsrail’le ilişkiler konusunda fazla bir değişiklik olacağını sanmıyorum.
Trump’ın kızı bir Musevi Amerikalı ile evliydi. Damat Jared Kushner ABD başkentini Kudüs’e taşıma projesinin ve Körfez ülkelerini İsrail ile barıştırmanın mimarı oldu.
Yeni dönemde görev verileceği açıklanan isimler arasında İsrail’in kendisine yakın bilecekleri çok. Katolik Biden ve yardımcısı Hint-Jamaika asıllı Kamala Harris de ailevi bağları sayesinde İsrail’e yakınlık duyacak kişiler…
İsrail gazetelerinin yandaş olanlarında çıkan haberler Netanyahu’nun yeni dönemde de sırtının yere gelmeyeceği sevincini yansıtıyor.
Yunanistan ve İsrail haklı olarak kendilerine sıcak bakacak insanların başka ülkelerdeki konumlarını önemsiyorlar. Onlardan aldıkları güç ülkelerinin gücünü artırıyor çünkü.
[Arab News gazetesinde dün yayımlanan Sinem Cengiz imzalı bir yazıda Türkiye’nin İsrail ile arayı düzeltmek için gizli görüşmeler başlattığı ileri sürülüyor.]
Peki ya Türkiye?
‘Değerli yalnızlık’ bu alanda da kendisini belli ediyor.
Türk vatandaşları başka ülkelerde önemli konumlara gelsinler diye bir özel gayret ortalıkta görünmüyor. Hatta zaman zaman kendi çabalarıyla yaşadıkları ülkelerde önemli konumlara gelen Türklerle takışıldığı bile oluyor.
Almanya’nın en zengin 100 kişisi arasında yer alan ve firmalarının değeri 25 milyar dolara ulaşan Uğur Şahin – Özlem Türeci çiftinin varlığından, bütün dünyanın merakla beklediği korona aşısını ürettikleri için haberdar olduk.
Olduk da ne oldu? ABD, AB üyeleri, İngiltere, İskandinav ülkeleri aşıyı onlardan alırken, biz Çin aşısını denemeye karar verdik.
Dış düşmanlara ihtiyaç yok, biz bize yetiyoruz.
ΩΩΩΩ