Yazarınız bugün içini döküyor..

29
Reklam

Her gün gazete okuyan biriyseniz, gazetenizle geçirdiğiniz vakitten memnun musunuz?

Bunu soran, kendini bildi bileli gazete okuyan ve duyduğu hayranlıkla mesleğini seçmiş olan biri…

Evimize en temel gıda maddesiymiş gibi mutlaka ama mutlaka bir –bazı zamanlar birden fazla– gazete girerdi.

Kendimi bildiğim dönemi ilkokulu bitirdiğim yıl olarak belirlediğimde iki şey üst üste çakışır: Benim hayatımın okumayla geçeceğini anlamam… Ve, 27 Mayıs (1960) askeri darbesi…

Darbenin sıcaklığı geçtikten ve askerlerin kalıcılık ile gidicilik arasında çelişkili mesajlar vermeye başlamasından sonra, evimize giren gazetede bir silkinme, bir kendine gelme fark edilmeye başlamıştı.

Gazeteciler, yazarlar, kavgaları…

Faruk Fenik’ten aklımda kalmış herhangi bir özellik yok, ama eşi Adviye Fenik’in imzasını taşıyan polemik yazıları ile “Gidiyor, 17 milyon kişi takmış peşine” mısrasının da içinde yer aldığı şiiri yazan Orhan Seyfi Orhon’un iğneleyici üslubu çocuk hafızama takılı kalmış… Tekin Erer’in karşı cenahla sürdürdüğü kalem kavgaları da (‘Basında Kavgalar’ diye bir kitabı da vardır)…

Siyasi hayata geçilmesiyle birlikte eve giren gazetelerin sayısı ve çeşidi arttı.

“Her şeyimi benden alabilirsiniz, ama bilgi birikimimi, ifade gücümü, üslubumu asla alamazsınız; o sebeple her gün bunları kafanıza kakacağım” anlamına gelen satırlarını okuduğumda Ali Fuat Başgil gözümde nasıl büyümüştü, anlatamam…

Reklam
Benim tanıdığım günlerde Necip Fazıl Kısakürek..
Benim tanıdığım günlerde Necip Fazıl Kısakürek..

Tabii Necip Fazıl

Birileri bugünlerde okunduğunda fazla bir anlam taşımayan, hatta “Bu ne demek şimdi?” şaşkınlığı yaşatan bölümleri bulup kitaplarında, “Bu muydu sizin mürşidiniz?” türü sorular sorabiliyor ya; onların anlamadığı şu: Necip Fazıl bir mücadele adamıydı ve Türkiye de mücadelesi eksik olmayan bir ülkeydi…

Mücadele ettiği ne ve kim varsa Üstad’ın, bizler için de mücadele edilmeye değer kişiler ve konulardı onlar; muhteşem üslubuyla o sırada ne söylediği, ne yazdığından daha önemli olan buydu.

Tek başına bir adamın, bazen haftalık bir dergi bazen günlük bir gazetenin çoğu kez baştan sona kendisi tarafından doldurulmuş sayfalarından yürüttüğü mücadele…

Hayranlık duymamak elde değildi.

Mücadelenin karşı tarafında da farkındalık getiren bir ortam vardı ülkemizde.

Akşam gazetesi… Cumhuriyet gazetesi… Devrim haftalık gazetesi… Kırmızısı beyazıyla Aydınlık dergisi…

İlhami Soysal’dan, Çetin Altan’dan, İlhan Selçuk’tan da haberdardık.

Reklam

Gazetelerini alıp okumasak bile, kendilerine karşı yazılmış yazılardan, onların da bir mücadele verdiğinin farkındaydık…

Tam farkında olmadığımızı bugün görebiliyorum: Mücadelelerin bütün tarafları, aslında Türkiye’nin demokratikleşmesi mücadelesi vermekteydi. Kendileri zamanında farkına varamasalar bile; o işe yaradı mücadeleleri..

Yolu okumaktan ve mücadele vermekten geçen bir demokrasi yolculuğu…

Neden memnun değilim

Artık yazının burasında başa dönebilir ve aynı soruyu bir kez daha sorabilirim: “Her gün gazete okuyan biriyseniz, gazetenizle geçirdiğiniz vakitten memnun musunuz?”

Şahsen her gün gazetelere göz atan, yazarların ne yazdığına göz gezdirme ihtiyacı duyan biri olarak, herhangi bir memnuniyet duyduğumu söyleyemem.

Belki de hepsine birden göz attığım içindir…

Herkesin bir başkasından şikâyetçi olduğu bir mesleğe dönüştü gazetecilik ve dolayısıyla hepimizin bir mazereti var.

Muhabir haber müdüründen, o yayın yönetmeninden, gazetenin en tepesindeki kişi de patronundan ‘mazeret’ olarak yararlanıyor…

Evet, yararlanıyor…

Yazarlar da, biraz sıkıştırılınca, yapılabilecek pek çok şey olduğunu bildikleri halde, “Bu ortamda ne yapabilirim kardeşim?” kolaylığına kaçabiliyorlar…

Ne yapılabileceğinin eski örnekleri pek çok aslında.

Her darbeden önce ve sonra dönemin hakim gücüne perestiş etmiş, onun arzusu istikametinde yayınlar yapmış, yazılar yazmış ‘gazeteci’ kimlikli kişiler yok muydu? Vardı elbette. ‘Darbeler döneminde Türk basını’ başlığını taşıyan birden fazla kitap vardır; hangisini elinize alırsanız, o dönemin kalemini güç karşısında kırmış yazarlarıyla yüz yüze gelirsiniz…

Fakat bir de onlarla ve hakim güçle mücadele eden gazeteler ve kalemler olmuştur her zaman…

Havadis gazetesinde toplanmış öyle bir kadro, kapatılmış Demokrat Parti çizgisinde yayın yaparken, patronlarının güç karşısında eğilip büküldüğünü görünce ‘Son Havadis’ adıyla yola devam etmiş, orada da barınamayınca kendilerine ‘Yeni İstanbul’ kapılarını açmıştır.

Olaylar böyle cereyan etmemiş olsa bile, biz okurlarda bıraktığı izlenimin bu olduğu bilinsin.

Gerçekleri yazıyordu gazetelerimiz ve sevdiğimiz yazarlar, cezasına da katlanmayı bilerek…

Cezaevine düşen bir yazarın, neden, hangi yazısından böyle bir âkıbete uğradığını biliyorduk o zamanlar; daha yazıyı okur okumaz, kendi kendimize, “Bu yazı başına belâ açar” diye mırıldandığımızı da hatırlayarak…

Görüştüğüm günlerde Çetin Altan..
Görüştüğüm günlerde ve muhtemelen aynı yerde Çetin Altan..
Çetin Altan bana özlemle dedi ki…

Kavgalar ve mücadele döneminin en hırçın yazarlarından biri olan Çetin Altan’la bir röportaj vesilesiyle ilk karşılaştığımızda, kökenimi anlar anlamaz, bana Necip Fazıl ile ilgili anlattıkları –anlattığı şeyler değil de, onları nasıl anlattığı– beni şaşkına döndürmüştü.

Üstad’ın yazılarından etkilenen grupların nereye gitse başına musallat olduğunu.. Taşlı sopalı bir saldırı sırasında ölmekten ciddi biçimde endişe ettiğini.. arada sevdiği şiirlerini baştan sona ezbere okuyarak anlatıyordu Çetin Altan

Şiirleri o okurken, benim zihnimden de Üstad’ın kalabalıkları Çetin Altan’ın peşine düşüren yakıcı satırları geçiyordu…

Şimdi sadece hüzün geçiyor içimden gazeteleri ele aldığımda…

Yine güya kalem kavgaları var.. Yine hapislere düşülüyor.. Yine işsiz kalabiliyor gazeteciler.. Yazarlar..

Ama bir bölümünde kendimin de neredeyse 40 yıl boyunca içinde yer aldığım eski dönemlerle karşılaştırdığımda, bir şeylerin eksik kaldığını hissediyorum.

Mücadele yokmuş gibi görünüyor bana; o olmayınca da yapılan-yazılan her şey boş gibi…

Gazeteciliğe artık bitmiş gözüyle bakabiliriz.

Bu hisse kapılmama ve bu yazıyı yazmama sebep.. uzaklardan bir örnek…

Trump bana ‘insaf’ dedirtti

Yeni seçilen ABD başkanı Donald Trump işadamı sıfatını taşıdığı günlerden beri medya-karşıtı biliniyor; bir ara kendisi de TV programı yaptığı ve her vesileyle koşarak ekranlara çıktığı halde…

Tavrını politikaya girdikten sonra daha da keskinleştirdi Trump. Kampanyasını izlemeyi bazı gazetelerin mensuplarına ve gazetecilere yasakladı. Gazeteleri ve gazetecileri hedef alan ve çevresine yuhalatan sözler sarf etmekten çekinmedi.

Seçildikten sonra.. medya temsilcilerini malikânesine davet ettiğinde.. davetlilerin çoğu tıpış tıpış gittiler ve yüzlerine karşı yaptığı hakaretleri tahammül ederek sonuna kadar dinlediler…

Davet ‘yazılmaması kaydıyla’ (off the record) yapıldığı için de söylenenleri yazamadılar…

Trump’ı destekleyen basından öğrendik neler konuşulduğunu…

Gazetecilik dünyada da can çekişiyor…

Canlandırmamız şart.

ΩΩΩΩ

Reklam

29 YORUMLAR

  1. İktidar her ülkede olur muhalefet sadece demokrasilerde olur. bu bağlamda bu ülkede muhalefeten bahsedilebilirmi. Bu kadar sorun ile boğuşurken basının çok ama çok büyük bir bölümü gariban chp ye saldırması nasıl açıklanabilirki. muhalif olması gereken gurup muhalefete saldırıyor.

    peki kim eleştirecek:?

  2. Yani bir yazı ancak bu kadar olur. Sizi kesintisiz okuduğum 30 yılım helali hoş olsun…

  3. Evet gazetecilerin racon kestiği, ülkede kötü giden şeyleri yazmak yerine sürekli gerçekleri gizleyip ülkeye zararlı algı oluşturmaya çalıştığı, yönetenleri aşırı övgüleri insanüstü bir konuma getirmeye çalıştığı bir zamanda gerçek gazetecilik yapmak zor.Fehmi Bey gibi sağduyulu gazetecilerin gayreti,bizimde onları okuyarak desteklememizle zannediyorum gazetecilik olması gereken yere gelir.Selam ve dua ile.

  4. Neden herkes herkesi köşeye sıkıştırmaya bu kadar hevesli…
    İnsan cinsinin birbirine karşı ilan edilmemiş savaşı nedir…
    Hınç hayatımızın odağına bu kadar mı yerleşmiş…
    Sürekli hale gelen “kandırılma arzumuzun” gücüne karşı koymak bu kadar mı zor…

    Dava nedir, hayatımızı anlamlandırmak için ille de bir hasma-düşmana ihtiyacımız mı var…
    Bu hasımlık üzerine inşa edilen bir cenk kültüründen, neferleşmeden, at gözlüğü kuşanmadan, insana hayır gelebilir mi?…
    Bir hasma ancak iktidar-hamilik ilişkilerinde, araçlara sahip olma -haramilik- açlığında ihtiyaç duyulur…
    Araçların paylaşıldıkça azaldığını, amaçların-erdemin ise paylaşıldıkça çoğaldığını nasıl unutur insan…

    Mazoşizmi-özezerlik-zorbalığı bilinçli veya bilinçsiz olarak bu kadar allandırıp pullandırmaya, her şeyin içine zoraki sokmaya ne gerek var…
    Bunu mümkün kılmak için nasıl hayatların içinden geliyoruz…
    Görmezden gelsek de, güzellik, doğruluk ve iyilik koşulsuz olarak her yerde, üstelik daha da çoğaltılabilir…

    Eğer durum böyleyse insanı ve ettiklerini ifşa edecek bir mesleki tarza ihtiyacımız hep olacak…
    Gazetecilik, bilmek adına, var olmaya devam edecek, ancak onun sağlamlığı, dürüstlüğü, derinliği veya sığlığı, açgözlülüğü gazeteciliğin toplumsal karşılığını belirleyecek…
    Gazetecilik kendi kaderini veya kadersizliğini kendi belirleyecek…

  5. Ülkede Hükümetin dediğinin aksine yazi yazabilecek birkaç tane yayın organi / yazar kaldı. Bir elin parmaklarını geçmez. Bu durum Şanghay İŞBİRLİĞİ Örgütüne girmek için muazzam bir durum. Ama muasır medeniyet seviyesine girmek için hiç de oyle değil. Fatih Sultan Mehmeti hatirlayin

    Fatih mahkemeye gelir ve duruşma başlar; Fatih Sultan Mehmet çok büyük bir insan olabilir ama emrindeki birini mahkeme etmeden cezalandırmıştır. Karşı taraf savunmasını yapar, mimar gerekçelerini açıklar ve kadı kararını verir: Fatih Sultan Mehmet suçlu bulunur ve kendisi de mimara uyguladığı cezayla yani elleri kesilerek cezalandırılacaktır…

    Bunu duyan Mimar Atik Sinan kulaklarına inanamaz ve kadıya yalvararak şikâyetini geri çeker. Kadı, bunu göz önünde bulundurarak cezayı maddi tazminata çevirir ve mimara yüklü bir miktarda para verilmesine karar verir…

    Evliya Çelebi`nin aktardığına göre, karardan sonra Fatih, çıkardığı demir sopayı kadıya göstererek; “Eğer sen Allah`ın hükmünü uygulamayıp, elimi kesmeye beni mahkum etmeseydin bununla başını paramparça ederdim” der. Kadı Hızır Bey de sakladığı kamayı çıkararak cevap verir: “Sen de benim hükmümü kabul etmeseydin, ben de bununla seni delik deşik ederdim” der.

    Şimdi biz ülke olarak nereye gidiyoruz düşünün!

  6. Yazdıklarınıza katılmamak mümkün degil,ancak dünyada değil ülkemizde gazeteciliği bitirdiler,mevcut yapıdan çok faydalandığınız için açıkca eleştiremiyorsunuz.müslüman muhafazakar yöneticilerin ülkeyi ne hale getirdi,bunun içinde yazar çizerlerde bir şekilde nasiplendiler…

  7. Necip Fazıl’ın kaleminden okumuştum. Napolyon Elbe adasından kaçtığında üzerine ordu sevk edilir. Paris basını “-Alçak kaçtı!” “Canavar ininden çıktı” Başlıklarıyla çıkar. Napolyon üzerine gönderilen orduyla karşılaşınca bir taşın üzerine çıkıyor ve askere hitaben diyor ki; “Asker! Topuğundan saçına kadar, sen benim eserimsin! Ben sizin imparatorunuzum. İmparatoruna ateş edecek alçak varsa işte göğüm” mealinde sözler söyleyerek gömleğini yırtıp göğsünü açıyor. Bir zamanlar Napolyon komutasında zaferden zafere koşmuş ordu, yaşasın Napolyon naralarıyla onu başa geçirip Paris’e yönelirler. Aynı basın bu kez “kahraman Napolyon geliyor” ” yaşasın İmparator başlıklarını atar. Bizim basın o günkü Paris basınından daha mı omurgalı?

  8. “Kavga”yerine galiba “tartisma” demek istediniz.
    Trump konusu bambaska birsey tabiiki.
    Ny times da gorusmeden sonra bir article cikti dun. Trumpi yerden yere vuran. Oyle anlasiliyorki medya trumpi rahat birakmayacak.
    Kimbilir kacpara avanta aldilar soros ve diger liberal zenginlerden.
    sorosun
    Soros siyahilerin hayatlari onemlidir orgutune $10m bagisladi dedikodusu var
    hatta trum taraftarlarida sorosu sucluyor trump karsiyi protestolar icin

  9. Uğruna baş verebileceği, hapse girebileceği davaya sahiplerin yerine, inandırıcılığını kaybetmiş, zamanla şekil değiştiren bir güruh var bence. Millete fayda adına sunabileceği şeyler, gerçekliklerini kaybetmiş, inandırıcılıkları yok. Sloganların ve ufak hataların ardına düşüp, büyük resmi görmeyi reddediyorlar ve olaylar yerine, kişilerle daha yakından ilgililer. Türkiyede olanları, bir kişinin yanlışının veya doğrusunun propogandasını yaparak açıklıyorlar. Türkiyenin -siyasetinin, ekonomisinin, sosyolojisinin- parametrelerinden habersizler veya bilerek çarpıtıyorlar. Fehmi bey, meslektaşlarını ele alsada, bu gazetecilerle ilgili değil, okuyuculara ve toplumun her kesimine, yani hepimize bulaşmış bir hastalık.

  10. Saat 12.00 sonrası. Muhalif bir TV kanalında. uzun süreli, haftalık tartışma programının tam ortası.. “Kısa bir ara”dan yeni dönülmüş, o hızla netameli konuda lafın beli kırılmağa başlanmıştı kı, bir LAF ,programın belinikırdı. Editörön, biryere kısa kaçamak bakışından sonra, “kısa bir ara” paniklemesiyle reklamlar başladı.Gidiş o gidiş… Program yöneticisi neden sonra, “Bu haftalıkta bu kadar” sözüyle dönüşü jetonu düşürdü. Hımmm dedik, Bukadar!..

    NOT: Merak bu ya, Sayın Fehmi KORU, bir gazetede yazmağa devam etseydi, acaba bildiklerini “ben böyle görüyorum” sınırlandırması dışına çıkarak yazabilecekmiydi. Özellikle 17 -25 2013 Aralık sonrası yaptığı Pensilvanya seyahatinin TAM hikayesini..

  11. Fehmi bey ben yaş olarak eskileri yaşamadık şimdi tümüyle yaşıyoruz yazılı görsel yazar kadrolarının bu kadar biat ve korkak hareket ettikleri için ben onlar adına utanıyorum hergün kendilerininde yanlış olduğunu bildikleri halde koca koca adamlar pişkince savunuyorlar bayiden hangi gasteyi alırsan al hangi tv açarasan aç papan gibi aynı şeyleri konuşuluyor aradan siz ve sizingibi değerli gaste ve yazarlarımızda var ama çok çılız

  12. Hekese okumasını tavsiye edebileceğim çok anlamlı bir yazı. 1950 ortalarında Cumhuriyet ve Akşam’la gazete okumaya başladım. Hiç okumadığım Necip Fazıl Kısakürek’e pek sempati ile bakmazdım. Yaşadığımız bu günlerde, davaya hizmetin yerini yandaşlık aldı. Artık dava değil şahıslar önemli. „Gazeteciliğe artık bitmiş gözüyle bakabiliriz“ tespiti çok doğru

  13. “Öğretmenler yarınki nesil sizin olacaktır” demişler. Evet, bugünkü nesil o öğretmenlerin ve Gazetecilerin nesli. ve de Esat Coşan hoca Efendi’ye müritlik yaptıktan sonra RÜTÜK Başkanlığı yapan Zahit Akman’ların eseri.
    Hiç akıllarından bile geçiremedikleri makamların ve maaşların sarhoş ettiği, çalımından geçilmiyen şatafat kurbanı insanların eseri. Ogünlerden bugünlere gelen insanlar elbette istekli ve mutlu olamazlar. Kendilerinde istek olsa bile vicdanlarında duyamayacaklardır. Büyük günün büyük hesabları ise, daha sonraki mesele. Nerede o, hasbi olarak fazilet mücadelesi veren Gökhan Evliyaoğlu, Ali Fuat Başgil’ler…… Abduurahman SERDAR

  14. Bekir beyin dediği gibi 90 li yıllarda gazeteler çok etkiliydi bilhassa rahmetli Özal gazetelerden çok çekti. Bu iktidar da yine bekir beyin dediği gibi ilk yıllarda çok çekti. Ama medyanın önemini iyi bilen ikdidar yavaş yavaş medyaya hakim oldu.
    Buraya kadar ki bölümü herkez biliyor ve kabul eder diye düşünüyorum. Bence olması gereken ne 90 lardaki gibi medya çok etkin olsun nede şimdiki gibi olsun. Aynı, yargı yasama ve yürütmenin farklı ellerde olması gerektiği gibi, aynı şekilde merkez bankasının BDDK nin bağımsız kurumlar olduğu gibi medyada bağımsız olmalı. Medya patronları holding sahibi olmamalı. Aynı şekilde medya sayısı çok olmalı ve bir iki zümrenin eline geçmemeli yani derinlik olmalı.

    Geçen gün abd yeni başkanı Times gazetesini ziyaret etmiş yanında oturan gazete yetkilisinin oturuş biçimi beni çok etkiledi. Demek ki orada medya hiçbir şekilde bağımlı değil…

  15. Fehmi Bey;
    Bu satırları yorum olarak değil, bir bilgi notu olarak ulaştırma ihtiyacı duydum. Yazınızda bahsettiğiniz Yeni İstanbul Gazetesi, İstanbul adıyla “şehir haberleri ağırlıklı” bir gazete olarak yaşamını sürdürüyor. Ben de İstanbul’a bir şehir gazetesi kazandırma idealiyle İstanbul’da gece gündüz koşturmaya devam ediyorum. Gazete sayfalarını istanbulgazetesi.com.tr adresinden e-gazete olarak görmeniz mümkün. İlginizi çekerse tabii…
    Ocakmedya.com’un da “habercilik” açısından önemli işler yapacağını umuyor, başarılar diliyorum.

    Selamlar, saygılar.
    Arif Gündoğdu

  16. Şahsen 1969 Yılından beri günlük bir gazeteyi ben de takip ederim.Memlekette
    olup bitenlere hiç ilgisiz kalmadım.Ortaokul
    birinci sınıfta bile öğrenci harçlığımla 25 kuruşa bir gazete alıp okurdum.

    Fehmi beyi bahsettiği 1960’lı yıllarda televizyon yok.Halkın haber alma kanalı olarak TRT radyosu var.Bir kaç da BBC gibi
    yabancı radyo kanalları.Bunların dışında
    tek haber kaynağı gazetelerdi.Gazete sayısı
    da,gazeteci sayısı da oldukça sınırlıydı. Dolayısı ile siyasiler vermek istedikleri
    mesajları gazeteciler vasıtasıyla veriyorlardı.
    Meşhur gazeteci sayısı da pek fazla değildi.
    Olanlar da ilgi görüyor,etkili oluyor ve
    toplumda saygın kişiler olarak temayüz
    ediyorlardı.

    Gazeteler ve gazeteciler 1990’lı yıllarda çok
    etkin oldular.Hükümetler kurdurup, hükümetler yıktılar.Siyasiler adeta gazetelerden ve gazetecilerden korkuyorlardı.Memleketi neredeyse gazeteler
    yönetiyordu.

    2002 Yılından itibaren durum yavaş yavaş
    değişmeye başladı.Ak Parti iktidarının ilk
    yıllarında da basın etkili oldu.Ancak basın
    ne kadar çalıştıysa da Tayyip Erdoğan’ı istediği noktaya çekemedi,tabir caizse O’nu
    teslim alamadı.

    Bu süreçte devreye internet girdi,sosyal medya girdi,köprünün altından çok sular aktı,
    medya çeşitlendi ve gazete ve gazetecilerin
    saltanatı yıkıldı.Bir daha ayağa kalkması da
    mümkün değil.

    Bundan sonra gazetelerin normal fonksiyonlarına dönmelerinden,habercilik
    yapmalarından başka yapabilecekleri bir
    şey yok.Siyasiler de toplumla iletişim kurmak
    açısından gazetelere mahkum değiller.

    Gazete ve gazetecilerin bunu görmeleri ve
    içselleştirmeleri gerekiyor.

    • İlk yorumdaki ifadelerime bakınca gazeteler
      hakkında çok olumsuz bir tablo çizdiğim görülecektir.Bu sebepsiz değildir.Şöyle ki:

      Gazetelerin çok önemli bir bölümü uzun
      yıllar boyunca halkın değerlerine,inançlarına
      savaş açmış gibiydiler.Okullarda mescid haberlerini büyük bir suçmuş gibi verdiler,
      hastanelerde başörtülü bayan doktor avcılığı yaptılar.Üniversite öğrencilerine başörtüsünün serbest bırakılmasından sonra, bir Ak Parti milketvekilinin özel bir toplantıda
      “Bizim asıl amacımız başörtüsünü kamuda da serbest bırakmak”demesi üzerine dünyayı
      ona dar ettiler.Bu tür yayınların haddi hesabı yok.

      Öte yandan medya patronları bankacılık dahil,diğer ticari konularda da faaliyete girişince halkın çıkarına olan konuları bir
      kenara bırakıp,patronlarının çıkarı doğrultusunda yayın yapmaya başladılar.

      Bütün bunlar olmasa,medya,habercilik yapsa,
      hükümetlerin yanlış icraatlarını ortaya koysa
      elbette önemli bir görev yapmış olurdu.
      Elbette doğru habercilik,halk yararına gazetecilik yapan medya kuruluşları da olmuştur.

      Fehmi bey,yukarıda çizdiğim olumsuz
      tabloda yer almamış,halkın yararınını, değerlerini gözeten tarafta bulunmuştur;
      özellikle 28 Şubat sürecinde.

      Ancak şu anda durduğu yer,O’nun durması
      gereken yer değil gibi geliyor bana.Elbette
      duracağı yeri seçecek olan kendisidir.
      Ben sadece bir okuyucusu olarak
      O’nun durduğu yerin bana nasıl gördüğünü
      beyan etmiş oluyorum.

      • bekir bey görüşlerinize saygı duyuyorum basın mensuplarının özgür oldugunu düşünmüyorum içinde elbette art niyetli insanlar yoktur demiyorum ama zihniyet ve algıya dikkat çekmek isterim şöyleki sayın bakan mehmet şimşek twitterdan bir açıklama yaptı banu el hanımefendi gazeteci olarak twiit attı mehmet beyin twitterimi hacklendi yani medya aynı düşünen aynı şekilde hareket insanlardan oluştu terör yandaşı gazeteciler ilakki var ama bir fatih altaylının bmw nin çekişi şöyle güzel skodanın bagajı böyle geniş türü yazı yazmak zorunda oldugu günümüzde medyanın 28 şubat zihniyetinin bir başka formatında oldugu gerçegi hakkında ne düşünüyorsunuz yada burada yorum yaptıgımız sitenin sahibi sayın fehmi korunun durumu hakkında

    • Musadenizle size bir iki sorum olacak.
      Gazetecilere ihtiyaç kalmadi ise her gün bu sitede en az 4 veya 5 yorum yazma gereği neden duyuyorsunuz? Size göre Nasıl olsa gazetecilerin yazdıkları kitleleri etkilemiyor ise,neden bu kadar yorulup zamanınızı boşa harciyarak yazarın yazdıklarının eleştirme gereği hissediyor ve onun yalnış olduğunu savuniyorsunuz? Gerçekden gazete ve gazeteciler kıtleleri etkilemiyorisa 170 lere aşan tutuklu gazeteciler ve kapatılan medya kuruluşlari vb neden bu kadar korkulup kapatılıp çalışanlarını işinden etme gereği duyuldu? Bunlar nasil olsa hiç bir güç teşkil etmiyordu.”size göre”

      • Sizinki de bir görüş.Ben yukarıdaki iki
        yorumda meramımı anlatabildiğimi
        zannediyorum.

      • kırmızı başlıklı kız masalındaki babaanne kılığına giren kurt gibi gazeteci televizyoncu kılığına giren ajandaları farklı kişiler sayesinde gazeteler ve medyanın diğer kuruluşları etkinliğini yetkinliğini kaybetti. en hafif haliyle bilgiye dayanmayan yerli yersiz eleştiren aynı şeyleri tekrarlayan yazılar sayesinde de okumasan olur hale geldi…
        ifade özgürlüğü meselesini yanlış anlayıp teröre destek olanlarında hukuk karşısında yargılanmalarını destekliyoruz.

  17. Sümerler ve Akadlar yazıyı tuğlalara yazdılar, Mısırlılar kayalara işlediler. Uygarlık böyle başladı. Müslümanlar kağıdı kullanmaya başladılar. Avrupalılar matbaayı yaygınlaştırdılar. Bunlar basında devrim meydana getirdi.

    Bugün iki büyük gelişme vardır. Bilgisayar ve elektronik yayın. Hala kağıt ve matbaa dönemi ve hala posta dönemini yaşıyoruz. Hata nerededir?

    Hata basın ve yayın anlayışındadır. Basın ve yayın bugün devletin ve sermayenin halka dayatma aracı olarak kullanılmasındadır. Üstelik yarışma değil çatışma yoluyla hükmetme metodu uygulanmaktadır.

    Oysa basım ve yayının işi, halkın görüşlerini dile getirmesi ve halkın ihtiyacı olan bilgileri halka ulaştırması olmalıdır. Buna sermayenin dolarları ve siyasilerin hapsihaneleri manidir.

    Basın ve yayının görevi ilim adamlarının ürettükleri ürünleri, halka götürmektir. Halk ilim adamının söylediklerini anlayamaz, bunu halkın anlayacağı seviyeye indirmek yazarların ve sanatçıların işidir. Yazarlar, bunu yapmıyor. Sermayenin ve siyasilerin sözcülüğünü yapıyorlar. Halkın gözü, kulağı ve dili olamıyorlar. Birbirini okuyor birbirini yazıyorlar. Halka birleşirse Ocak oluşuyor. Başarılar.

  18. Hayırlı sabahlar Fehmi Bey söylediklerinize katılıyorum.Gazetede yazar olacağınıza büyük kulüplerin futbol yorumculuğunu yapın daha iyi çünkü korkacak çekinecek kişide olmaz yada çok az olur oda önemli sayılmaz.

  19. Sayın koru.. Canlandırma Zor,sizin ifadenizle çok zorrrr..Faydalanma.. Faydalanma da, meydana getirilen Milyon dolarlar,lokanta+otel(Turkiye) ve Yurt dışı Seyahatlar.kendilerinde olan EGO nun tavanı dahi deldlği durum,Duşununuz Gazeteyi arkasına alanların bazıları bir teste girseler kaç kişi takip eder ama işte faydalanma ile vatandaşın yakasından duşerlermi,Gazete var ilanla oturmuş,ama içtiğini anlatan,Yazarım derYazar var partiye akıl verir kontenjandan MV. peşinde,oysa tabanda oyu yok. bilinmezmi.ortalığı karıştırma peşinde, kaybettikleri bir şey yok,Turkiye olmadı, yabancının tetikçisiGazeteci herşeyi bilirmi konuş yaz Allah yaz.Araştımacımı Hayır.Ev.otur otel lobisi.masada laf mezesi,ve asistan yazı gönder gazeteye,Hatırlayın bir gazetecinin makam arabalı göbekli gazeteciler yazısını ve siz le Ruşen bey.var Tabiki Çıkarı için Fikir veren dışında bilği kalemi olan yok mu tabiki var ancak istisna….Evet çağrınızı anlayan olurmu Zorrrr……Faydanlan ma…..ile ortada olanlar köşeleri tutmuşlar..Patrolar da evet patron değiller le yuruyor işler.saygılarımla….

  20. Yine mükemmel bir yazı ele almışsınız, güçlü bir demokrasi için cesur kalemlere ihtiyaç var. Yapılan eleştirilerden ders çıkarmak yerine hain ilan edilen kalemlerin suskunluğu felakete sürükler. Güç kimde olursa olsun, doğruları ne kadar çok olursa olsun bizlerin yapılan yanlışları anlatmamız doğruların çoğalmasına vesile olur her ne kadar birileri hain,şucu veya bucu ilan etsede…

  21. bir şeyin altın olup olmadığında şüphe varsa mihenk taşına vururlar. o söyler altın mı değil mi ve ne kadar altın yani kaç ayar…bugün sadece basın çalışanlarını değil de herkes kendini bir mihenk taşına vursa kimde ne kadar altın çıkar kimbilir.. mihenk taşı ne olabilir ; insanlığın vahiy aracılığıyla elde ettiği ortak değerler olabilir. doğru yanlış hak adalet kavramlarının bizdeki karşılığı ne durumda acaba…zor olan kendimize dönmek en kolayı kendimizi es geçip başkalarını suçlamak..bu konuda hiçbirimiz sıkıntı yaşamayız, suçlayacak birileri her zaman bulunur…
    camiaya dönük bu güzel yazının kendine dönük bir bölümü de olmalı değil mi..

  22. Mücadele verilen zor günler geçince, hep başkalarını alır yanına tek adamlar. Meğer mücahit olduklarından değilmiş eskiden bizimle aynı safta oluşları. Bildiğin fakir oldukları içinmiş. Şimdi başka mescitlerde protokol saflarında, herkes kendisine neyi veya kimi Rab edindiyse ona secde ediyor. ‘Dava adamlarının’ mücadelesi muvaffak olunca, ‘her devrin adamlarının şahsi menfaat davaları başlıyor’. Geride kalanlara ise yakıcı fakirliğin kavurucu cehaletin getirdiği taasupla ‘biat’ etmek, hamasetle yetinmek düşüyor. Umur Talu’nun yazısı için aldığım ve başkaca da okunacak bir yeri olmayan gazete sağ baştan hizada tekmil verirken sizin bu platformunuz bizim gibi okura sığınacak bir liman oluyor. Hasta olduğu yazılı (geçmiş olsun Allah şifalar versin) Sayın Talu’nun ama sanki ilişik kesme bahanesi gibi algılanıyor. Gazeteler yazarlar(?)ın kişisel kavgalarını yaptıkları bu büyük Dava(!)larında onu da yalnız bırakırsa sizinle görmek isteriz Umur Talu ağabeyimizi.

  23. Fehmi Koru hüzünlenmesinde kim hüzünlensin.Gazetecilik birer birer gömüliyor.Acı olan tarafı’da gömenlerınde gazeteci kılığında görünüp olması.Fehmi bey sizde biliyorsunuzki bu tip gazetecilerin araştirma yapmak gibi bir derdi yok,ne yazacakları onların ellerine hazılanip veriliyir.Gömülende bu tür gazetecilik.Bunu böyle oluşu sizin gibi araştirmaci ve tarafsız gazetecilerin, her görüşden okur kitlesinin taktir ve sevgisini kazaniyor.Maşallah,sizin evlatlarınızın mesleğe yazarlık olmamasına rağmen yazıları pekde babalarının yazılarını aratmiyor.Allah uzun ömürler versin.Yazılan yorumlardan anlaşılıyoki Fehmi Koru nerede’ise okurlarınıde yazar yapacak.Ne güzel bir sitemiz var hergün yazılacak yazıları sabırsızlıkla bekliyoruz. Bu vatanin sizin gibi mazlumların sesi olan yazarlara herşeyden fazla ihtiyaci var Ellerinize sağlık.

Yoruma kapalı.