Yoksa TSK zayıflatılmak, Türkiye güçsüzleştirilmek mi isteniyor?

9
Reklam

 

Batılı, Ortadoğu haritasına baktığında, gözü İsrail’den başka ülke görmüyor ise…

İsrail’in güvenliği için gereken de, askeri gücü bulunan etrafındaki ülkelerin, Irak ve Libya’da yaşandığı ve Suriye’nin de şimdilerde sıraya girdiği gibi, bu güçlerini kaybetmesi idiyse…

O halde, 15 Temmuz darbe girişimi ve sonrasında meydana gelenler ile Türk ordusunun büyük çapta yara almasını aynı çerçeve içerisinde mi görmeliyiz?

Yoksa önce ordusu sonra Türkiye’nin kendisi mi zayıflatılmak isteniyor?

Son 2 yazımdan böyle etkilenmiş, görüşlerine değer verdiğim bir dostum.

Cevabımı da kaydedeyim: “Dikkatli olur, süreci sıfır hata ile yürütebilirsek biz o kısır döngüden uzak durabiliriz…”

TSK’ya darbeler

Bugünden geriye doğru baktığımda, göz bebeğimiz gibi bakmamız ve üzerine titrememiz gereken, ülkemizin en değerli kurumu olması beklenen Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin (TSK), ilk darbeyi, 15 Temmuz’da almadığını görebiliyorum.

Aslında her bakımdan yerinde ve iyi yönetilseydi Türkiye’nin baş ağrılarından kurtulmasıyla sonuçlanabilecek ‘Ergenekon’ ve ‘Balyoz’ davaları, arada kısa devre yaptıran bir el devreye girdiği için, yolundan saptı ve TSK ilk güçlü tırpanı o zaman yedi.

Reklam

Yüzlerce, binlerce asker ailesinin rahatsızlığı bir tarafa, en yüksek rütbeli komutanların bile basit gerekçelerle cezaevine gönderilmesi bütün milleti rencide etti.

‘21. yüzyılın parlayan yıldızı’ olacağına inanılan Türkiye’yi askeri müdahalelere açık hale getirmenin bir vebali olmalı.

Darbe girişimi, 15 Temmuz gecesi ve sonrasında yaşananlar da, yaranın üzerine tuz bastı.

Hiç değilse bundan böyle, yakın geçmişten de dersler çıkararak, hataları asgariye indirmek ve hep doğru seçenekleri tercih ederek sahil-i selâmete erişmenin yollarını aramak gerekiyor.

‘Parlayan yıldız Türkiye’ neydi?

Türkiye, Batı ile barışık ve onunla eşit düzlemde ilişki kurabilen, İslâm Dünyası’ndaki kitlelerin gıptayla kendisine baktığı, bölgedeki devletlerin “Biz de onun gibi olsak” yarışına girdiği, ekonomisini de güçlendirmiş bir ülke halinde değil miydi bir ara?

2010 öncesi ve etrafında?

Öyleydi.

Yine o hale gelebilir.

Reklam
Nasıl?

Devleti oluşturan kurumları eski güçlerine kavuşturarak işe başlayabiliriz…

İşe, orduyu ve yargıyı üzerinde oynanamaz, anayasayla yeniden çizilmiş sınırları içerisinde hareket eder hale getirmekle başlayabiliriz.

Bunun yapılabileceğinden umutlu muyum?

Umudu beslemeye yarayan temel şartlar şu anda eksik.

Halkımız açısından hiç beklenmedik bir zamanda gelen uğursuz darbe girişimi ülkeyi var eden bütün dengeleri temelden sarstı. Kimse kendisinden beklendiği gibi davranmıyor, davranamıyor.

Daha da kötüsü, şaşkınlığa uğramış insanlarımız da, kararlardan ve kararların uygulanmasından sorumlu görevliler ve kurumların beklendiği gibi davranmamasını fazla dert etmiyor.

Görevlileri, siyasileri, devlet kurumları içerisinde yer alıp darbe sonrası sürecini yürütenleri ‘sıfır hata’ hattında yürümeye zorlayıcı bir ortam yok bugün…

Alınan yadırgatıcı kararlara, sonunda sıkıntılar doğurabilecek o kararlara dayalı hatalı uygulamalara “Ne yapılsa yeridir” gözüyle bakılıyor.

En aşırı uygulamalar etraftan “Az bile” tepkisi alıyor.

Bir anı

Benim şimdilerde kullandığım aracın plakası ‘34 T-’ ile başlıyor.

Yıllar önce, aile aracımızı değiştirmek için aracılığına başvurduğum oto galericisi, arabanın anahtarını teslim edeceği gün, “Size bir sürprizimiz olacak” demişti.

Sürpriz, Emniyet’ten araca tahsis edilen plakada ismimin başharflerinin bulunmasıydı.

O zamanlar plakanızı kendinizin tercihine bırakmıyorlardı; galeri hayli zor bir işi başararak bana ‘06 FK’ ile başlayan bir plaka almayı başarmıştı.

FK plakalı araçla dolaşırken ne kadar zorlandığımı bir de bana sorun.

Plakanız ‘FG’ ise…

Bu anı aklımda, bugün gazetelere yansıyan haberi gülümseyerek okudum: Emniyet Genel Müdürlüğü, bir zamanlar kendisinin tahsis etmiş olduğu, içinde ‘FG’ harfleri bulunan, plakaları iptal etme kararı almış…

Herhalde ‘FETÖ’yle mücadele’ ile mükellef bir kurumda görevli birinin aklına böyle bir şey gelmiş, diğerleri de bunu yerinde görmüş olmalılar.

Nedense bu bana olağanüstü absürd bir uygulama olarak göründü.

Bir tanıdığım da, “Eyvah, babamın aracının plakası FG” çığlığını taşıyan bir mesaj atıverdi.

O kişinin, bir de, FETÖ ile mücadele kampanyası sırasında hiç günahı olmadığı halde uygulamanın dişlilerine takılanlardan biri olduğunu düşünün…

FETÖ üyesi olduğunun bir kanıtı, vaktiyle Asya Finans adını taşıyorken, herkes gibi parasını günaha düşmeden koruyacağı düşüncesiyle orayı tercih etmiş birinin, şimdi de ‘FG’ plakalı bir araca bindiğinin öğrenilmesi…

Ömrü billâh kendini ‘FETÖcü’ olmaktan kurtaramayabilir.

Yazık ediyoruz.

Evrensel hukuk kuralları

Ergenekon ve Balyoz yargı süreci de, ortalama zekâlılara parlak gibi görünen bazı hatalı uygulamalar yüzünden hedefinden şaşmamış ve insanlar “Bu kadarı da olmaz” noktasına o zaman gelmemiş miydi?

Hiç kuşkunuz olmasın; aynen öyle olmuştu.

Aynı gün yeni bir haber daha ulaştı ajanslara: ‘FETÖ’ örgütü hiyerarşisinde en tepelerde yer aldığına inanılan, itirafçılar sayesinde zaman zaman dayak yeme şerefine nâil olduğunu da öğrendiğimiz birinin Türkiye’de yaşayan yakınları gözaltına alınmışlar…

Neden olabilir? Herhalde o kişiyi Türkiye’ye dönüp yetkililere taslim olmaya zorlamak içindir…

Aklıma başka bir gerekçe gelmiyor çünkü.

Medeni dünya yargının eseridir.

Hani, Adliye Sarayı girişinde, gözü şalla örtülü, elinde terazi tutan bir melek heykeli vardır ya, işte aynen öyle davranan yargının…

Yargıdan beklenen her şeyden önce evrensel hukuk kurallarına riayet etmesidir.

‘Suçun şahsiliği’ öyle evrensel temel kurallardan biridir.

Babası yüzünden evlâtlarının, oğul yüzünden anne-babasının suçlandığı, birinin peşine düşüldüğünde yakınlarının tâciz edildiği dönemler, dünyada, o kural sayesinde geride kalmıştır.

Uymayana, intikamcı hislerle davranana ters bakılır medeni dünyada…

Zaten bu yüzden olmalı, 15 Temmuz sonrasında yurtdışında en etkili paralel propaganda, “Bulamadıkları kişi yüzünden eşi gözaltına alındı, çocuğu veya babası tutuklandı” türü haberlerle yapılıyor.

Ergenekon sürecinde en etkili ters propanganda aracı, ‘gazeteci’ kimliğiyle tanınmış kişilerin de o arada tutuklanmasıydı.

Şimdi de bu.

En başta, bir dostumun, “Yoksa Libya ve Irak’tan sonra TSK’nın güçsüzleştirilmesi sürecine mi girildi?” sorusuna verdiğim cevabı bir de burada tekrarlayayım: “Dikkatli olur, süreci sıfır hata ile yürütebilirsek biz o kısır döngüden uzak durabiliriz…”

ΩΩΩΩ

 

NOT: Bu yazımda vardığım sonuca beni getiren önceki iki yazımdır.

Onlara da bir göz atın isterseniz:

İlk yazım (21.08.2016): Suriye’de savaşanlar var, bir de savaşa körükle yaklaşanlar. Kazanan? İsrail elbette.

Sonraki yazım (22.08.2016): Reel gerçekler ile ilkeler arasında kalınca başımıza gelmeyen kalmadı

Reklam

9 YORUMLAR

  1. “Toprak kat kat, insan kısım kısım..” Bazı maddeler 100 derecede, bazıları daha düşük ısıda.. Granit Demir gibi maddeler de 1000 derece ısının üzerinde erime noktasına ulaşır. Insan da böyledir.. Bazıları ferasetli davranır tehlikeyi çabuk Sezer. Bazıları çLıya takılır gibi bir düşünceye takılır ki Allah bu tür insanlara yardım etsin tokmak kafaya inmeden kendine gelemez.. Anlatmak istediğim kardeşlerim intikam almak olmamalı, yaraları sarmak olmalı vallahi birçok insan çok çok pişman.. Geç uyanan bu -kalın kafalı diyeyim artık- insanlara bir fırsat daha verilmeli.. İşinden ekmeğinden edilmemeli.. Allah biliyor ki devlet içinde devlet gibi örgütlenen ve ABD maşalığı yapan dik kafalı ele başı fetö’cülere acımıyorum ama onların eline bakan ana baba kardeş ve çocukların günahı yok. Bu meyanda birçok hizmetlerini takdir, teşekkür ve minnetle yad ettiğimiz yöneticilerimizin hiç değilse garde uğramış sempatizan konumundaki personelin durumunu yeniden değerlendirmesi ve bu ağır cezanın kaldırılmasını temenni ediyorum. Not ben hariç ailesinde 5 neferin görevinden alındığı bir baba feryadıyla yazıyorum bu satırları.. Allah için vicdan muhasebesini bu minval üzere yapınız.

  2. Kanunlar varken saçma sapan suç üretilemez. Ne demek 17-25 sonrasında işlem yapan suçlu? Bireysel emeklilikte 100 lira yatırıyorsan, 25 lira da devlet yatırıyor o hesaba. Devlet de mi terör destekçisi?
    Bu banka TMSF’ye yani devlete geçince cemaatçiler protesto için paralarını da çektiler, hesaplarını da kapattılar. Hukuk cinayeti işleniyor ülkede. Kör müsünüz?

    AK Parti’ye oy veren insanlar Fetöcü diye işinden atılıyor, aileler rezil oluyor, geçim derdine düşüyor insanlar. Partizanlık yapmadan bunları görmek gerekiyor.

    Darbe ve Fetö destekçisi olanlar gerekirse asılsın ama saçma sapan ithamlarla insanları öz yurdunda parya yapmanın mantığı yok.

  3. Fehmi bey, size katılmıyorum. Başımıza gelen ne varsa kendi elimizle yaptıklarımızdandır. Şu günahlarımızı dış güçlere, günah keçilerine yüklemekten vazgeçip şairin ifadesiyle başımızı iki diz kapağının arasına alıp muhasebe yapalım. Memleketin az biraz dününü bilen bugününü takip eden insan, kendimizin en büyük düşmanının yine kendimiz olduğunu anlar. Hukukla ilgili uyarılarınız yerinde fakat beyhudedir. Nedendir bilmiyorum ama bu uyarılarınız ne dün ne de bugün işe yaramıyor. Erken bir tarihte “Obama gibi geldi Bush gibi oldu” dediniz, etkili oldu mu? Hatırladığım kadarıyla yerinizden oldunuz. Gül’ün siyasetin adım adım dışına itilmesi sürecindeki uyarı ve tavsiyelerinizi hatırlıyorum. İşe yaradı mı? Yaramadı. Ergenekon davasının çığırından çıktığına ilişkin uyarılar da öyle. Ennihayet FETÖ olan yapıyı da uyardınız, o da işe yaramadı. Eğer tarihe not düşmek, bendeniz gibi tiryakilerinize düşüncelerinizi ifade etmek için yazıyorsanız, bi diyeceği yok. Öbür türlü akıntıya kürek salladığınızı düşünüyorum. Bizler için yazmaya berdevam.

  4. “Halkımız açısından hiç beklenmedik bir zamanda gelen uğursuz darbe girişimi ülkeyi var eden bütün dengeleri temelden sarstı. Kimse kendisinden beklendiği gibi davranmıyor, davranamıyor.”
    Bu söz ün altında size şunu sormak isterim..17/25 aralıktan sonra sizin gibi fetö için bile” inanmıyorum ki ömrünü iyilik ve hizmet e adayan birinin bu söylenildiği gibi bir terörist olduğuna” tarzında yazılarınız yok muydu. O yüzden bu saatten sonra CUMHURBAŞKANINDAN başka bu milletin inanıp güveneceği kimse kalmamıştır.. o ne derse o… vesselam

    • Vedat Bey bu kadar emin olmayın. Hükümet yetkilileri orduda “FETÖ”cülerin oranının halâ % 60’tan fazla olduğunu iddia ediyor. Yarısından fazlası ihraç edildiğine göre generallerin çoğu da darbeye ya bizzat katılmış ya da destek vermiş. O zaman darbe girişimi neden çok zayıftı ? Demek ki ya darbeyi “FETÖ’cüler” yapmadı ya da onlar yaptı fakat sayıları pek azmış. Yani Hükümet tarafının iki iddiasından birisinin yanlış olması gerekiyor.

  5. Ben de az bile diyenlerdenim.

    Yıllarca zaman gazetesi okudum,
    aile üyelerinden 4’ünün yolu
    Cemaatın dershanelerine veya yurtlarına yolu düştü.

    Ama biz hiç endişe etmiyoruz.
    Yarası olan gocunur.

    Ayrıca 17/25 Aralıktan sonra bunların bankası ile,yurdu ile, sendikası ile,dernekleri ile ilişkiyi
    sürdürenlerin gaflet ve aymazlık
    içinde olduklarını,ya da onlarla
    gönül bağı bulunduğunu kabul
    etmemiz gerekiyor.

    Bu tarihten önce ise onlarla
    bir şekilde yolu kesişmeyen aile
    yoktur desek yeridir.

    17/25 Aralıktan sonra ilişkilerini
    sürdürenler sonucuna katlanmak
    zorunda.

    Kimse sarı öküz hikayesi anlatmasın bize.

    • Bekir Bey, Ben hiç zaman gazetesine abone olmadım. Hayatımda hiç yurtlarında kalmadım. yurtlarına gitmedim. dershanelerine uğramadım. FETÖ’cu bir arkadaşım 2013 öncesinde de sonrasında da olmadı. bilerek ve isteyerek asla ve asla maddi destekte bulunmadım. Sadece bunlardan değil devletle derdi olduğuna inandığım türevlerinden de nefret ettim, gücüm yettiğince karşı durdum.
      2015 yılında çocuğumu devletin teşvik kapsamında olan ve tercihlerim arasından MEB tarafından belirlenen 15 temmuz sonrası FETÖ ile ilgili okullar kapsamında kapatılan bir okula verdim. Bu nedenle hakkımda soruşturma açıldı ve görevimden uzaklaştırıldım. Sizin zaman gazetesi abonesi olup çocuklarınızı dershanelerine gönderdiğiniz, yurtlarında çocuklarınızı barındırdığınız dönemde ben bunların karşısında olduğum için sizin gibi düşünen çevreler bana bir garip bakıyorlardı, suçlanıyordum, hakarete uğruyordum. Haklı olarak diyeceksiniz ki bu kadar biliyordun neden gönderdin? Hele bir de milat kabul edilen 17/25 Aralık sonrası! Aşağıya yazdıklarımı lütfen kendimi savunma adına kabul etmeyiniz. Sızlanma, ağlama olarak da değerlendirmenizi istemem. Sizin de belirttiğiniz gibi sonucuna katlanmak zorundayız?
      Nedenini kısaca açıklayayım:
      Eğitimin çok iyi olduğu bir ilde yaşıyorum veya öyle olduğu için buraya taşındım. özellikle son iki yıl içerisinde okullara öyle yöneticiler atandı ki tanımlamam mümkün değil. (Eğer ilk veya ortaokul düzeyinde çocuğunuz varsa bilirsiniz. Bilmiyorsanız çocuğu olanlara sorun lütfen.) Kaldı ki uzun soluklu da olmadılar. neredeyse iki ayda bir müdür, müdür yardımcısı değişimi olmaya başladı. Rant kavgası sendikaya yansıdı. Senin ekibin, benim ekibim hikayeleri oluştu. İl Milli Eğitim yetkilileri koltukta oturmanın yolu sendikanın taleplerini yerine getirmekte gördüğü için liyakata bakmadan verilen listeyi onayladı. Şimdi diyeceksiniz ki ama sınav vardı. Burada da haklısınız. Mülakat yapıldı. ancak notlar önceden verilmişti. Yani göreve atananlar dahi kendi kendileriyle dalga geçmeye başladılar. Notunuzu belirleyen bilginiz değil, arkanız. Şaka falan da yapmıyorum. En iyi okullar yok oldu. Sonuç olarak birçok veli teşvikten de yararlanarak çocuklarını özel okula gönderdiler. Özel okula karşı olan, çevremdekileri devlet okullarına göndermeleri için uyaran ben de, araştırmaya koyuldum. Bulunduğum ilde akademik başarı sürekli geriliyordu. İl yönetimi şov yapmakla, üste şirin görünmekle meşgul olduklarından bu durum onların çok da ilgisini çekmiyordu zaten. Bu nedenle bazı özel okullarla görüştüm. Örneğin bir okul yöneticisi çoculara Kuran-ı Kerimi çok iyi öğreteceklerini çocuklarımın Yasin’i ezberleyeceklerini vb. devam ettirerek okuluna methiyeler dizdi. Evet bunlar önemliydi. İyi de bunları evimin önündeki imam da öğretiyordu zaten. Hoş kayın validem ve eşim de öğretebilecek durumdaydılar. Başka bir okula yöneldim. Benzer durum devam etti. Çocuğuma akademik anlamda nasıl bir katkı sunulacağı konusunda maalesef doyurucu bir yanıt alamadım. Akademik olarak en başarılı okulu araştırdım. Ve malum okul olduğu belirtildi. Hatta farklı kesimlerden farklı görüşlere sahip veli profili vardı. Tüm yollar bu okula çıkıyordu. Devletin buradaki üst düzey yöneticilerinin çocukları burada okumuşlar ve bir kısmı halihazırda devam ediyordu. (Bu arada onlar hala görevdeler). Okulla görüştüm. Sonuç olarak kaydımı akademik ve ekonomik kaygılarım yanında teşviğin de bu okula çıkmasıyla buraya yazdırdım. Devletime de güvendim çünkü birincisi teşvik kapsamına almıştı, bana bu okul için teşvik vermişti, ikincisi yoğun denetimleri vardı. Bunlar da beni rahatlattı. Yani sizin gönderdiğinizde devlet teşvik vermiyordu, bu kadar da yoğun kontrolü yoktu; sizin döneminizde hainler hainliklerini tam yapıyorlardı, çocuklarımızı ilmek ilmek işliyorlardı. Kazandıkları paraları FETÖ’ye aktarıyorlardı. Ama ben gönderdiğimde devletin kontrolünden dolayı birşey yapabildiklerini sanmıyorum. Yani sizin besleyip büyütüp canavarlaştırdığınız bir terör örgütüne yem oldum. Şimdi siz kenara çıkıp bana “oh oldu” diyorsunuz. FETÖ’yü bu hale getirenler evlerinde çocuklarıyla gülüp oynayarak kendilerini vatan sever sayarken, yıllardır söven ben ve benim gibi insanlar çocuklarının karşısında 2013 öncesi dinsiz kafir, 2013 sonrası hain ilan ediliyoruz, öyle mi!? Sizin gibi (öyle olduğuna inanıyorum) o gece ben de ilk anından itibaren sokaktaydım. Sonrasında da kurum amirim sokağa atmak için ellerini ovuşturuyor, Yani muhtemelen gene sokakta olacağım! Hem de kendi çocuğunu da o okula gönderen bir rektör tarafından. Hem de FETÖ’cülerin kurumda cirit atmasında dahli olduğuna inandığım bir rektör tarafından. Rektör ne mi yapıyor? meydanlarda FETÖ’ye küfürler ederek koltuğunu aslanlar gibi savunuyor. Bir kuru bulup, yanına 10-15 yaş ekleyerek inanlara işte gördünüz mü FETÖ’cüleri nasıl temizliyorum diyor? Amaç listeyi kabartmak. Kurum amirleri yarışa girdiler. Kim çok işlem yaparsa koltuk garanti hesabı yapıyor. Bu arada bir kısım rektör kendilerince fırsat bulmuşken seçimlerde oy vermeyenlerden intikam alıyor. Sayın Başbakan da belirtti: Rektörlük seçimlerinde rakibini alt etme derdine girenler var. Lafın kısası siz FETÖ’yü alkışlarken ben alkışlamadım, siz balyozu desteklediğiniz de ben durdum, bu kadar olmaz, olamaz dedim. İnsaf dedim. Siz 15 Temmuz gecesi sokağa çıktığınızda (ki çıktığınıza inanıyorum) ben de sizin önünüzde, size doğrulan namlunun ucundaydım. Beni hatırladınız mı?
      Bekir bey eğer bizler sürece kılıcımızın her iki tarafıyla da keserek başlarsak korkarım bugün balyoz için söylediklerimizi yarın gene söylemek durumunda kalabiliriz. Bizim işimiz gerçek FETÖ’cülri bulmak olmalı, önüne geleni tırpanlamak değil. Bakın bir örnek vereyim. YÖK tüm dekanların istifalarını istedi. Peki bunları YÖK’e öneren kim? Rektör. Peki Rektörler neden geçici bir süre de olsa istifa ettirilmedi. Patronu koltukta tutup, işçileri döverek fabrikayı kurtaramayız diye düşünüyorum.
      Allah islamın bayraktarlığını yapan bu devletin, bizlerin yardımcısı olsun. Rabbim bizleri, sayenizde büyüyüp beslenen ve yurdum insanına saldıran hain FETÖ belasından korusun.

  6. ABD, TSK’yı 2.körfez savaşında Amerika’ya destek vermeyip tasarının meclisten dönmesi ile çizilmiş oldu. daha önce abd tüm isteklerini tsk üzerinden yerine getirir bazen darbede yaptırırdı. Ergenekon soruşturması ile tsk’yı epey hırpaladı ve tsk’a fetö kontrolundeki askeri elbiseli robotlara kaldı. onlarda şu an temizleme aşamasında. abd, Türk ordusuna büyük bir darbe vurdu tabiki ama iş başa düştümü hepimiz meydanlarda yerimizi alıyoruz. amerika bunuda biliyordur.

Yoruma kapalı.