Adım adım çatışmaya doğru mu sürükleniyoruz? Bizim de yeni dostluklara ihtiyacımız var…

13
ABD askerleri Menbiç'te..
Reklam

Adım adım çatışmaya doğru mu sürükleniyoruz? Bizim de yeni dostluklara ihtiyacımız var…

Ayrıntılarda boğulduğumuz için büyük fotoğrafı mı göremiyoruz, yoksa çok sayıda önemli gelişme ardı ardına yaşanıyor ve hepsini takip etmeye çalışırken aralarındaki ilişki mi gözlerden kaçıyor?

Galiba ihtimallerin ikisi birden geçerli.

Sonuçta her yeni gelişme durduk yere yaşanıyor sanıyoruz.

ABD başkanı Donald Trump, Japonya’da yapılan G-20 zirvesi sırasında bir araya geldiği Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la görüşmesinin ardından yüreklere su serpen açıklamalar yapmıştı.

Yine aynı Trump, yine henüz G-20’den ayrılmadan, basına veda konuşmasında, “Türkiye 150 bin askeriyle Suriye’ye girecek ve Kürtleri öldürecekti, telefonumla bunu engelledim” şaşırtıcı açıklamasında bulundu.

Trump, içinde Türkiye, Kürtler, vurma sözcüklerinin geçtiği ve “Öyle yaparsa Türkiye ekonomisini çökertiriz” tehdidinin de yer aldığı bir Twit mesajı atmıştı, bu yılın başlarında…

Aynı mesajda şimdilerde Türkiye’ye kabul ettirmeye çalıştıkları 20 km’lik bir alanda ‘güvenli bölge’ oluşturma niyeti de yer alıyordu. 

Reklam

Oysa aynı günlerde Trump şimdilerde sayısını artırmaya çabaladığı Suriye’deki askerlerini bütünüyle çekmekten söz ediyor, etrafından gelen eleştirilere de kulak asmayacağı görüntüsünü veriyordu. [ABD’nin ISIS (IŞİD) ile mücadele koordinasyonuyla görevlendirdiği Brett McGurk, itibarlı Foreign Policy dergisinin son sayısında yayımlanan yazısında, Trump’ın Suriye’den asker çekme kararını Cumhurbaşkanı Erdoğan’la bir telefon görüşmesi yaptıktan sonra verdiğini söylüyor. Etkilenmiş Trump. Barack Obama da kendisini en fazla etkileyen liderin Erdoğan olduğunu söylemişti, görevde bulunduğu ilk dönemde.]

Bunlar elimizdeki veriler…

Peki de şimdi olanlarla bu veriler örtüşüyor mu?

Jeffrey gelip gidiyor, ama…

James Jeffrey’i Ankara’da büyükelçilik yaptığı günlerden tanırım. Konutunda özel bir yemeğe çağırmıştı; o görüşmede uzun uzadıya konuşma ve kendisini tanıma fırsatı bulmuştum. Jeffrey şimdi Trump’ın Suriye konusunda görevlendirdiği diplomat. Ankara’ya geldi geçen hafta ve ‘güvenli bölge’ konusunda ikna faaliyetinde bulundu.

Haberlerde yer almayan ayrıntı şu: Jeffrey Ankara’ya Fırat’ın doğusundaki Dair ez-Zor’dan geldi.

SDF’liler ve Fırat’ın doğusundaki aşiretlerin liderleri.. En soldaki Amerikalı büyükelçi Robak..

Dair ez-Zor ve çevresi şu sıralarda bayağı hareketli. Komşu Amouda 6-8 Temmuz günleri çoğunluğu Araplardan oluşan 200 yabancı akademisyen ve gazetecinin katıldığı bir konferansa evsahipliği yaptı. 9 Temmuz günü Jeffrey, ABD’nin Suriye’deki uluslararası güçlerle ilgili yetkilisi William Robak ile birlikte bölgedeki Arap aşiretlerinin liderleriyle Dair ez-Zor’da bir araya geldi. 13 Temmuz günü Suudi Arabistan’ın Körfez politikalarıyla görevli devlet bakanı Thamer al-Sabhan Dair ez-Zor’a geldi ve orada ABD’nin dışişleri bakanlığı müsteşarı Joel Rayburn, Jeffrey’in danışmanı büyükelçi William Roebuck ile görüştü.

Jeffrey 7 Temmuz’da ABD çekilse bile bölgede görev yapacak uluslararası güç için Avrupa ülkelerine davette bulundu. [Fransa ve İngiltere davete hemen olumlu cevap verdi, Almanya reddetti, İtalya ve Danimarka davet üzerinde düşünüyor.] Fransa, İsveç ve Norveç’ten heyetler de bölgeye geldi. Kuzey Irak ve Fırat’ın doğusuna Mart ayından beri 1.730 kamyon ‘insani yardım’ değişik ülkeler tarafından ulaştırıldı. 

Reklam

Arap gazeteleri Suriye’nin kuzeyi ile ilgili politikaların belirlenmesinde Suudluların faal olduğunu yazıyor. PYD’nin ana gövdesini oluşturduğu Suriye Özgürlük Ordusu (SDF) temsilcilerini ülkesinde yapılacak ‘Riyad-3’ konferansına bölgeyi temsilen çağıracaklarını ve SDF’nin Suriye ile ilgili müzakerelerde masada yer alması için çalışacaklarını da açıklamış Suudlular…

İşte size bir dizi yeni veri daha.

Dostlar bugünler için gerekli

Türkiye bu gelişmeler karşısında tedirgin; bunu ülkedeki Suriyelilere dönük yeni havadan da anlayabiliyoruz. Daha önce ‘ensar-muhacirin’ ekseninde görülen göçmenlere dönük politika birden bire değişti; ülkenin her yerine dağılmış Suriyeliler sınır bölgelerine dönmeye zorlanıyor.

Bir yandan da ABD yönetimini ve kamuoyunu kendi tezleri istikametinde etkilemeye çalışıyor ülkemiz. Bunun için de ABD’deki güçlü lobi firmalarının yardımlarını alıyor. 45 ülkede büroları veya temsilcileri bulunan uluslararası hukuk firması Greenberg Traurig ana lobi şirketimiz; 2019 yılı için firmaya 1,5 milyon dolar ödenmiş bulunuyor. Traurig de LB International Solutions, Venable LLP ve Capitol Counsel adlı taşeron firmaları devreye soktu.

Şimdiye kadar yazdıklarımdan, aktardığım verilerden siz neler çıkardınız? Benim çıkardığım, bütün aksine çabalara rağmen, ülkemizin adım adım çatışmacı bir ortama doğru sürüklendiği… Bir yandan “Sakın ha” denilirken, bir yandan da karşı saflar sıklaştırılarak uluslararası bir cephe oluşturuluyor ve Türkiye’nin bölgeye askeriyle müdahale etmesi bekleniyor gibi.

Hiç mi dostumuz kalmadı? 

Rusya bu denklemin neresinde?

Moskova’da da birileri bu tabloya bakıp avuçlarını ovuşturuyor olabilirler mi?

ΩΩΩΩ

Reklam

13 YORUMLAR

  1. Dost istersen Allah yeter.
    Ne güzel söylemiş Bediüzzaman.
    Bizimkiler Hakk’ın dostluğunu kaybettik Fehmi Bey.
    Peki biz bizimkilerle birlikte nereye kadar.
    Yeni parti gelmezse bizimkilere mahkum olacağız…

  2. Cennet sonsuz diyoruz.Doğrusu cennette zaman yok.Geçmiş ve gelecek yok.Geçmiş ve gelecek demek,cehennem demektir.Geçmişin pişmanlıkları ve gelecek endişesi cehennem demektir.Bu şekilde hareket edenler cehennemi daha Dünyada yaşarlar.Hem de iliklerine kadar.Haliyle başkalarına da yaşatırlar.Önceki acılarını tekrar yaşıyormuşçasına iliklerine kadar hissederek hatırlarlar.Geçmiş onlar için sadece ACIdır.Gelecek demek endişe, kaygı, korku kısaca ACI demektir. ANI, ŞİMDİYİ devamlı pas geçip, devamlı bir sanrı, halüsinasyon ve illüzyon içinde yaşarlar.BEKA’dan bahsedenler! Sizleri tarif etmeye çalıştım.

  3. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra emperyal Batı’nın üst aklı ‘yeni dünya düzeni’ için proje çalışmaları başlattı. Ana proje küreselleşmeydi. Tali projeler içersinde ise Türkiye’yi ilgilendiren ikisi öne çıkıyordu.

    1) “Sovyetler Birliği’nin dağılması sonucunda Türkiye’nin stratejik rolünün değişmesi”. Bu konuda Batı üst aklı ikiye bölünmüştü.
    1-a) Türkiye’de ılımlı islamı iktidara getirerek, Müslüman Arap ülkelerini Türkiye üzerinden kontrol etmeyi düşünenler. Başlangıçta bu görüşü savunanlar Batı üst aklında ağırlıklıydı ve Gülen Cemaati ile AKP desteklendi.
    1-b) Artık Türkiye’ye ihtiyacımız yok, üstünü çizelim diye düşünenler. Bunlar tabii olarak önceliklerini Türkiye’nin Batı’dan ve NATO’dan kopması üzerine yapıyorlardı, zira NATO üyesi bir Türkiye bölünemezdi. Türkiye’nin doğusunu bölünmüş gösteren BOP haritaları ve benzeri tahrikler bu grubun (adamlarının) işiydi.

    2) “İsrail’in güvenliğini sağlamak”. Bu amaçla daha önce İsrail ile savaşmış Irak, Libya ve Suriye’nin belini kırmak daha sonra bu ülkeleri kendi aralarında birbirleri ile düşman ülkelere bölmek. Bu bölme işinde etnik bölünmeye de ihtiyaç olması ve bunun Irak ve Suriye’de Kürt Devleti gerektirmesi, Türkiye’yi yakından ilgilendiriyordu. Zira bir Kürt Devleti’nin PKK’nın kontrolü altına girmesi ihtimali vardı.

    R.T. Erdoğan güçlendikçe kontrolden çıktı ve kendisini iktidara getiren Batı’ya karşı, İslam Dünyası’nın halifesi olmaya çalıştı. 2009 yılındaki ‘one minute’ çıkışı bunun somut göstergesiydi. Fakat Erdoğan’ın bu çark edişini sadece kendi kararı olarak görmemek gerekir. Tıpkı Saddam Hüseyin gibi kandırılarak bunun mümkün olabileceğine ikna edildi ! Bunun sonucunda Türkiye giderek Batı’dan uzaklaşmaya başladı ve -Türkiye’yi Batı’dan koparmak isteyen- ‘üst aklın’ yoluna itelendi. Bu aşamada oluşan durum, ’İsrailin güvenliği’ ile çakıştı ve tek bir probleme dönüştü.

  4. En kötü senaryo şudur : Öyle bazı olaylar yaratılır ki Türkiye NATO’dan çıkmaya karar verir ve halkın çoğunluğu da bunu onaylar. Daha sonra Türkiye’de büyük bir Kürt isyanı çıkartılır, devlet de haklı olarak bunların üzerine şiddetle gider. Dünya medyası Türkiye’de büyük insan hakları ihlalleri yaşandığı haberleri ile dolar. Hatta kimyasal silah bile kullandığı söylenir. Yapılanların bir Kürt soykırımı olduğu iddia edilir ve Ermeni soykırımı! da sıklıkla hatırlatılır. Bunun üzerine ABD öncülüğünde uluslararası güçler müdahale etmek zorunda kalır ve … Filmin sonunu yazmaya gerek yok herhalde. (Bu arada Rusya, Çin ve İran’ın taraflara ‘itidal tavsiye etmek’ dışında bir şey yapmayacağı açıktır).

    Böyle bir senaryo çok afaki, bu kadar da olmaz diyebilirsiniz. Fakat Erdoğan gibi bir siyasetçi onca yolsuzluklar ve yanlış yönetimlere rağmen bunca yıldır seçimleri nasıl kazanabiliyorsa böyle bir senaryo da mümkündür. Zira Erdoğan dış politikaları ve halkın buna verdiği destek Türkiye’nin imajını Batı’ya ve Yahudilere düşman bir Arap ülkesine benzetmiştir. Siz Batı’lı olsanız ne düşünür, ne hissederdiniz ?

    Fakat tüm bunlara rağmen Türkiye, ekonomisini Batı’dan aldığı dış borçlar ve yatırımlar ile götürüyor. Bu işlerde kusur veya bir çelişki olamaz. Demek ki Erdoğan’a “sen başta kal ve Türkiye’yi istediğim istikamete götür” diyorlar. Ne zaman ki Türkiye ekonomik desteği Batı’dan alamaz ve dolar 8-9 TL’ye fırlayıp bu iktidarı götürür … İşte ancak o zaman yazdığım en kötü senaryo afakidir diyebiliriz. Aksi takdirde en mantıklı senaryo budur.

    Özet : Batı’dan borç alıp, Batı’ya meydan okunmaz. Bu işte bir tuhaflık ve katakulli var.

    En kötü senaryonun ortadan kaldırılması için gerek şart, Siyasal İslam (İhvan) + İttihat Terakki (Avrasyacılar) İttifakının iktidarına (NATO’dan çıkmadan) son vermektir. Yeter şart ise kurulacak Yeni Parti ile CHP’nin temel konularda uzlaşarak Millet İttifakı’nın %70 desteğe sahip olmasıdır. Batı ve Yahudi düşmanlığı samimi bir şekilde ortadan kaldırılmalı ve böylece vereceğimiz mücadelenin sadece milli (ulusal) çıkarlarımız ile ilgili olduğu tüm dünyaya gösterilmelidir. İsrail’in güvenliğinin sağlanması için Kürdistan’a gerek olmadığı hususunda ABD’yi ikna etmek ise hiç kolay değildir. Bunun için Türkiye’nin köklü bir değişim geçirmesi ve İsrail’in güvenliği ile Türkiye’nin güvenliği arasındaki ilişkiyi gerek siyasetçiler gerekse halk olarak anlaması gerekir.

    • Kardeş eline sağlık, çok güzel özetlemişsin her şeyi. Yalnız benim anlamadığım Erdoğan batının üst aklına meydan okuyacak kadar güçlümü? Evet belki biz müslümaların duygularına hitap eden gözlü bir söylemi ve bunun getirdiği bir halk desteği var ama, her türlü imkana sahip ve hiç bir kural tanımayan batının üst aklı karşında Nasıl oluyorda bu kadar direnebiliyor. Benim aklım hiç ermedi bu işe bence bu işte bir iş var.

  5. Parola değişim işaret Erdoğan…
    A AA

    Markar Esayan
    markar.esayan@aksam.com.tr

    Tüm yazılar için tıklayınız
    “Türkiye’de siyaset değişiyor” diyorlar. Sanki değişim sürekli olan bir şey değilmiş gibi… Tabii bunu Erdoğan devrini kapatmaya hevesli olanlar bir parola şeklinde ifade ediyorlar. “Değişim” parolası, Erdoğan’ın gidişini ima ediyor. Yani işaret Erdoğan…

    ***

    Zaten hiçbir zaman Erdoğan’ı doğrudan hedef alma cesaretini gösteremediler. Trenin dışında olanlar, içinde kalanlar, trenden inenler… Hep midelerinden konuştular, Erdoğan’ın çevresini hedef aldılar. Neden ki? Madem Erdoğan gidiciydi, neden açıkça, delikanlıca onu karşılarına almıyorlardı?

    ***

    Korkaklık, kıskançlık, tamahkarlık, fırsatçılık, sinsilik, tembellik, kifayetsiz muhterislik… Bunların hepsi var tabii. Bu işlerde bu özelliklere sahip olanlar kullanılır zaten. Ama onlara bir adet beklenti ve bir adet engel de mani oluyordu. Beklenti, Erdoğan’ın hal edilmesi, ama bunun işte 7 Şubat MİT krizi, Gezi, 17/25 Aralık, 6-7 Ekim HDPKK pogromu, 7 Haziran koalisyon ayak oyunu ile olmasıydı. Bu da boş çıkınca 15 Temmuz işgal girişimi geldi zaten.

    ***

    Engel ise, Erdoğan’ın değişimin motor gücü olmasıydı. “Değişiyor” dedikleri siyaseti değiştiren kimdi ki? Bu sünepelerin darbecilikleri, sinsilikleri mi, yoksa Erdoğan’ın milletiyle birlikte halk iradesini merkez konuma getirmek üzere yıllardır verdiği korakor mücadele mi?

    ***

    Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi yüzde 50+1 oydan ibaret değil tabii ki; ama bu önemli meşruiyet eşiği sadece 50+1 oyu değil, kullanılan tüm oyları merkezi irade haline getirmiş, siyaseti çoğulculaştırmıştır. “Yüzde 30-40’la iktidar olunuyordu” mantığı eski Türkiye’de kalmıştır. Mesele a, b, c partisinin menfaati değil, ülke demokrasisinin kazanmasıdır. Esasen milletin gönlüne girmenin veya oradan kovulmanın matematikle hiçbir alakası yoktur.

    ***

    Evet siyaset değişiyor ve müspet yönde oluyor bu. Post-Erdoğancıların temenni ettiği türden bir değişim değil bu. The Economist bile en az dört yıl daha Türkiye’yi yönetecek Erdoğan ile nasıl mücadele edileceğinin formülünü bulmaya girişmiş. Kılıçdaroğlu erken seçim diye bir düşüncelerinin olmadığını söylerken, belediye başkanlarını “çoğulcu olun, muhafazakarları ötekileştirmeyin” diye tembihliyor. Peki kendiliğinden mi yapıyor bunları?

    ***

    Türkiye’de son sözü millet söylüyor artık. Sonucu sandık tayin ediyor. Gerçi kendisi Bodrum’da ama İmamoğlu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı oldu. Ankara’da ülkücü millet ittifakı adayı kazandı. Öyle veya böyle, takiye ama değil, herkes kendisini milletin ortalamasına uydurmak zorunda kaldı.

    Peki bunların mücadelesini kim verdi? Bundan sonra da değişim için gerekli vizyon, tecrübe ve cesaret açısından kimden umutlusunuz?

    Markar Esayan Diğer Yazıları

  6. Türkiye’de Dış ilişkiler gün geçtikçe içinden çıkılmaz bir hal alıyor. ABD ve Rusya, Türkiye’yi uyutmaya çalışıyor. Büyük tuzaklar hazırlanıyor özellikle ekonomik olarak büyük oyunlar oynanıyor. S400 alındı ama büyük ihtimalle ABD’nin teklifi kabul edilerek depoda muhafaza edilecek. Önümüzdeki son 3 yıl ekonomik olarak çok zor geçeceğine işaret ediliyor. 2020 yılı başlarında sistem değişikliği ile ilgili gelişmeler olacaktır.
    Dikkatimi çekti de İstanbul seçimden sonra Troller ortadan kayboldu. Yoksa her aybaşında ATM’ye koşan gizli çalışanlar mıydı? Acaba Büyük şehir Belediyesinden mi maaş alıyorlardı?
    Selam ve Dua ile….

  7. Ben Hükümeti her konuda samimi bulmuyorum.

    Doğruluk üzerine hadisler:
    “Kişinin namazına, orucuna bakmayın; konuştuğunda, doğru konuşup konuşmadığına, kendisine emniyet edildiğinde, güvenilirliğini ortaya koyup koymadığına; dünya kendisine güldüğünde, takvayı elden bırakıp bırakmadığına (menfaat anındaki tavrına) bakıp öyle değerlendirin.” (Kenzul-Ummal, h. No: 8435)

    “Kişinin namazı, orucu sizi aldatmasın. Dileyen oruç tutar, dileyen namaz kılar. Fakat güvenilir olmayanın dini de olmaz.” (a.g.e, h. No: 8436)

    Levent gültekinin bu konuda yazdığı yazı:

    http://www.diken.com.tr/yalani-iftirayi-hakareti-mubah-goren-dindarlik/

  8. Hayatta en yanlış yol gösterici:KORKU.Uzun zamandır bu zavallı millet korku ile hareket ediyor.Haliyle gideceği yer en yanlış yer olacak.

  9. Dostluk bir önceki merhaleydi, şimdi ”müttefiklik” konuşulmalı belki…

    Uluslararası ilişkilerde dostluk, çıkarların kesiştiği noktada sahte gülücüklerden başka bir şey olmasa gerek..çıkarlara dokunulduğu anda hemen düşmanca tavır sergilemek kaçınılmaz olandır. Uluslararası adalet, hukuk hak getire.

    Artık gelinen noktada Türkiye’nin kiminle dost olup olmayacağı değil, kiminle ittifak ilişkisi içerisine gireceği üzerinde durulmalı. Ve şu anda buna en açık ülke Rusya.

    Uçak krizinden bu tarafa Rusya ile olan ilişkilerimiz hiç olmadığı kadar ileri bir safhaya taşınmış durumda.
    Belki de sadece dost değil müttefik olduğumuz başta ABD ve AB ülkeleri ile olan dostluk ilişkilerimiz, Rusya’nın araya bir ‘kara kedi’ gibi girmesi üzerine bozuldu ve bu uzun yıllardır içerisinde bulunduğumuz Batı bloku ülkeleri tarafından ülkemizin bir eksen kayması olarak nitelendiriliyor.

    Hala birbirine stratejik, dost müttefik ülke söylemlerini havada uçuşturan ilgili ülkeler, bunun aslında kağıt üzerinde kalan bir olgu olduğunun da farkındalar.

    Peki dünyanın ateşinin hep yükseldiği ve bir ateş yumağı haline gelen coğrafyamızda, bölge ülkeleriyle beraber dost ve müttefik olduğumuz ülkelerle bozulan ilişkilerimize karşılık, Rusya ile dost, daha ilerisi ittifak ilişkisi içerisine girmemiz bizim uluslar arası gereksinimlerimizi karşılar mı? Listenin başında olan Rusya’nın altına hangi ülkeleri yazabiliriz? İran, Çin, Hindistan? Devamına Almanya, İngiltere, Fransa; Suudi Arabistan, Mısır’ı teklif etmek ne kadar abes duruyor değil mi? Bu da bize büyük resmi gösteriyor.

    Resmin büyüğünde ‘büyük balıklar ile küçük balıkların hikayesi’ var. Büyük balığa nispeten daha küçük duran diğer büyük balık, sıkıştığında çevresini haleleyen diğer küçük balıkları en büyüğün insafına terk etmekten ar etmez (utanmaz).

    Evet; bozulan, bozulmaya yüz tutmuş bir dünya düzeni var karşımızda. Değil dostluk, ittifak ilişkilerinin de anlık değiştiği bir girdabın içerisindeyiz. Bu sadece bölgemizi değil dünyayı da içerisine alabilecek belirsizliklere teşne bir girdap. Öyle ki, Irak, Libya ve Suriye’den sonra taciz edilen bir İran, bir Türkiye, icabında dünyanın altını üstüne getirebilecek menfi potansiyele sahip bir enerji barındırıyor.

    Buralar, dünyanın merkezi; taşlar yerinden oynatılmaya görsün belki bir kıyamettir yaşanacak olan…

    Bu coğrafya üzerine at oynatanlar elbette bu gerçeğin farkındalar; böyle bir neticeyle karşılaşmayı göze alamazlar lakin bölgenin kanını emmeye devam noktasında yeni ittifak ilişkileri kurmak, müttefik elde etmek ameliyesi içerisindeler.

    İttifak ilişkileri de çıkarlar üzerinden oluştuğuna göre önce ülke sathında adalet ile hukuku tesis etmeli, birlik ve beraberlik sağlanmalı; bu güçlü yapı ile sırasıyla komşu ülkelerle iyi ilişkiler kurulup çerçeve genişletilmeli.

  10. Evet pek bir dostumuz yok !
    Sanki bu politikalarla da olmayacak gibi . Dış politikada yürüttüğümüz gergin siyaset bizi ta buralara kadar getirdi.Bunda suçun büyüğü bizim hiçbir türlü tarafımızı belirleyemedik . Evet Abd,Rusya . AB üyesi ülkeler olsun hepsi çıkarcı ve planlı davranıyorlar , ama bunda da bi gariplik yok.Her ülke kendisinin ulusal çıkarlarını gözeterek davranır ve buna göre strateji belirler .

    Rusya şu anda en yakınımızda duruyor gibi gözükse de götürdükleri strateji tamamen bizim ulusal çıkarlarımıza uymayan hatta bizi çok zor ve ikilemli durumlara soktuğu bir gerçek.Baksanıza Rusya da terör örgütü ofisleri harıl, harıl çalışıyor , Suriye de Esad’ın en büyük destekçisi , ayakta kalmasının tek sebebi.
    Orada muhalifleri bombalıyor olan bize oluyor , hemen binlerce mülteci buraya doğru yola çıkıyor.
    Biz bu durumdan en muzdarip olan ülkeyiz.Sınırımızda ve içerde Beş milyon Suriyeli bakıyoruz , besliyoruz , bakım ve tedavilerini yapıyoruz . Ve söylenenlere göre de Otuz yedi milyar dolar para harcamışız ! Bir servet bir ülkeyi kalkındıracak , hamle yaptıracak paralar .Bu yaşadıklarımız tamamen hatalı dış politikanın sonuçları .

    Abd farklımı sanki ! onlarında stratejisi Rusya dan farklı değil Esad’a karşı gibi gözüksede onlarında terör destekçiliği ve çalımları devam ediyor . Ama bizim onlarla daha önce yol ayrımına geldiğimiz noktalar var .
    Körfez savaşından önce gemilerle askerlerini Akdeniz’de buraya kadar getirtip , a olmadı meclisten geçiremedik deyip geri gönderdik . Bize göre çok basit bir söylem olan bu hareket onların dağarcığında kalıyor maalesef . İşid meselesi görülürken de şimdiki bütün terör örgütü elemanları bizim sınırımız içinden asker, polis koruması altında otobüsler le oralara geçirdik . salih müslim denen adamı uçakla aldırdık,protokol uyguladık görüştük gönderdik . Şimdi adamı terör örgütü lideri diye arıyoruz.İşte bütün bu belirsiz ileri düşünceleri olmayan bu hareketler bizi buralara getirdi.Ve şimdi anlatamıyoruz ve anlamak istemiyorlar.

    Ne yapabiliriz ? Deneme , yanılma polikalarını bırakıp net bir dış politika izlemeli , bunun yanında yumuşak ,yapıcı diyaloğa açık politikalar gütmeliyiz her ülke ile .

    Abd F 35’leri vermiyorsa da Dünya’nın sonu değil ! Başka alternatifler mutlaka vardır . Kimsenin korumasına ihtiyacımız yok . Abd’ye de , Rusya’ya da net dış politikalarımızı anlatmalı ısrarcı olmalı ve diretmeliyiz .
    Bütün bunları politik bir dil ile gündeme getirirsek mutlaka bizede geri dönüşü olacaktır .

    Sağlıcakla kalınız ,

  11. Ocak medya da Hasan Mesut Önder beyin “Türkiye’ye Uluslararası Bir Müdahale Mi Planlanıyor? 28 Temmuz 2019 tarihli yazısı sanırım bu tedirginliğin haklılığını gösteriyor.

  12. Türkiyeye yüksek faizle dolar satiyorlar, lobi adi altinda rüşvet olarak geri aliyorlar. Bir taraftan paralari bire bin kazanirken, çürümeye terk edilmiş silahlari de satabilecek herzaman ellerinin altinda hazır nezir bekleyen TÜRKIYEYE satarak iki kuş birden vuruyorlar….. silahları kullanacak malzemede gene Türkiyenin FAKIR FUKARA ÇOCUKLARI.

    Turamp yağli bir KAZ bulmuş hem kendi hemde kankası Putnle birlikte hem yoliyorlar hemde tepe tepe kullaniyorlar.

    Iki kanka Ellerindeki kepçe ile Türkiyeyi karıştıra, karıştıra haşıl yaptılar……şimdide batıda huzur içinde yaşayan Müslümanları kariştirtmaya başladilar.
    Sağ olsunlar bizim vatan sever millette
    Kepçeyi durmadan cilaliyorlarki işini zahmetsiz ve kolayca halletsin.

Yoruma kapalı.