Her akşam değişik kanallarda kendilerini izlerken “Bakalım ne zaman tepki gelecek?” diye düşünmeye başlamıştım son günlerde; önceki sabah Hürriyet’te iki köşede beklediğim tepki karşıma çıktı, akşam da bir TV programında…
Bayağı sert tepkiler…
15 Temmuz uğursuz darbe girişimi sonrasında gazetelerde ve televizyonlarda sıkça karşımıza çıkan ‘FETÖ itirafçıları’ daha ayı doldurmadan tepki çekmeye başladılar.
Tepkiyi hak etmiyorlar
Onları sizler de tanıyorsunuz…
Sakallı olanı, yumuşak konuşuyor, ama gerekli gördüğünde hedef aldığı kişiyle ilgili taş gibi cümleler de kurabiliyor…
Yeri geldiğinde “Ben örgütte ondan eskiydim” diyeni, karşıtlıkta da hepsinden eski; zaman içerisinde nerede neyi söylemeyeceğini de öğrenmiş görünüyor…
“Ben onun yanına Asr-ı Saadet havası koklamak için gitmiştim” diyeni, örgüte binlerce gencin katılımını sağladığı için bin pişman; her fırsatı o pişmanlığını ifade için değerlendiriyor…
Örgütteki başlangıcını 1980 sonrasına bağlayıp çıkışı için pek tarih veremeyeni ise, vaktiyle yanı başında durduğu kişiler için dehşetengiz sıfatlar kullanabiliyor, punduna getirip ilgisiz sözlerle etrafa da taşlar yağdırabiliyor…
Televizyon programcıları… 15 Temmuz gecesi zihinlere kazınan görüntülerden hareketle… İnsanların ve kurumların tepesine bombalar yağdıracak kadar gözü dönmüşlüğü anlamak ve izleyicilerin de anlamasını sağlamak için… Sorular soruyor…
Sorular geldiğinde, ‘itirafçı’ bilinenler, ayrı ayrı ve kendine özel açıklamalarını getiriyor…
Getirdikleri her açıklama daha fazla kafa karıştırıyor ama…
Serüvenlerini biliyorum
Kendilerini çok yakından tanıdığımı söyleyemem; bazısını biraz, bazısını biraz daha az…
Biraz olsun tanıdığım için, kendilerini ‘itirafçı’ konumuna getiren serüvenlerini gözlerimin önünde canlandırabiliyorum.
Şimdilerde sağdan-soldan kendilerine yönelen hoşnutsuzlukları çoğu hak etmiyor.
Eski konumlarına en ufak bir sempatileri kalmadığı için, şimdilerde kendileriyle aynı kaderi paylaşan diğer itirafçılara karşı da sempati duyamıyorlar.
Biri, diğerlerinin kendisine karşı ‘içeride’ girişilen çirkin olaylara o zaman seyirci kaldıkları için kızıyor; bir başkası, hepsi ‘içeride’ iken diğerlerinin kendisine göstermek zorunda kaldıkları saygıyı dışarıya çıkınca esirgediklerine…
Hürriyet’te, Ertuğrul Özkök, ismini de vererek birini tanımlıyor, ama belli ki aynı konumdaki diğerleri hakkında da farklı düşünmüyor.
Okuyalım: “Gönlün yıllarca Pensilvanya’da kalmış, birlikte yürümüş, her şeyine evet demişsin… / FETÖ’nün bir dediğini iki etmemişsin… / Sonra nedendir, hangi kavgadan, hangi menfaattendir bilinmez, aranıza kara kedi girmiş… / İtirafçı safına geçmişsin… / Kendi vicdanındır, kendi hesabındır, kendi meşrebindir…”
Ahmet Hakan da bugünkü yazısında bir adım öteye götürüyor bir gün önce de dillendirdiği olumsuz hislerini, onlara ‘terör örgütü itirafçısı’ muamelesi yapılmasını istiyor.
Okuyalım: “Eğer devlet FETÖ’nün gerçekten de eli kanlı bir terör örgütü olduğuna inanıyorsa… / Yıllarını bu örgütün içinde, üstelik karar alma mekanizmalarında geçirmiş bu örgütün itirafçılarına da… / Hukuken ve ahlâken… / Terör örgütü itirafçısı muamelesi yapmalı.”
Cemaat ‘FETÖ’ haline çoğunun ayrılmasından sonra geldi oysa…
İtirafçılık en eski mesleklerdendir
Nobel edebiyat ödülüyle ödüllendirilmiş (1947) romancı Andre Gide’i herhalde tanırsınız… Sanırım çoğunuz, eserlerini okumamış olsa da, gazeteci ve romancı Arthur Koestler ismini de bilir… Bazılarınız ise, esas ismi Secondino Tranquilli olan İtalyan politikacı ve yazarı edebi eserlerinde kullandığı Ignazio Silone isminden hatırlayabilir…
Üçü, dönemlerinde ünlü başka üç isimle (Louis Fischer, Stephen Spender ve Richard Wright) birlikte ‘Aldatan Put’ kitabına imzalarını koymuşlardır.
Kitabın ismi mânidar geldi değil mi? Öyledir. 20. yüzyılın en önemli yazarları arasında sayılan bu 6 kişi, bütün gençliklerini arkasına takıldıkları ‘sol’ ideoloji ve Sovyetler Birliği hayranlığıyla geçirdikten sonra, herbiri yaşadıkları kişisel hayal kırıklıkları sonucu, komünizmi lânetlemiş ve yeni tavırlarını ilk basımı 1949 yılında yapılan bu kitapla paylaşmışlardır.
Yayımlandığı dönemde ‘komünizme karşı verilen global savaş’ta en büyük etkiyi, içerdiği ‘itiraflar’ ve itirafçıların bilinen kuvvetli kişilikleri sayesinde, dilimize ‘Aldatan Put’ adıyla çevrilen (İngilizcesi: ‘The God that Failed’) bu kitap yapmıştır.
Geçmişlerine sünger çizdikleri bu kitapla öğrenilen isimler (Koestler 1938’de ‘Gün Ortasında Karanlık’ adıyla Türkçeleştirilmiş romanıyla Moskova’dan yolunu ayırdığını erken ilân etmişti), ‘sol egemen’ edebiyat dünyasında hayli zorluklarla karşılaşmışlardı.
Bunları hatırlamış olmalı ki, Ertuğrul Özkök, “Zor zanaattır itirafçılık” diyor yazısında.
O bilmeyecek de kim bilecek?
Kendisi de, 1988’de, ‘Elveda Başkaldırı’ adlı kitabıyla ‘solcu’ geçmişiyle hesaplaşmış ve şimşekleri üzerine çekmişti çünkü…
Aynı zorluğu şu günlerde ‘FETÖ itirafçısı’ diye anılanlar yaşıyor.
Hem de daha büyük çapta…
Tablo değişti, zorluk başladı
İnsanlar onları ‘şimdi ortaya çıkan tablo’ya bakarak değerlendiriyorlar da ondan…
‘Şimdi ortaya çıkan tablo’, aklı başında bir insanın yanına yaklaşmayacağı, tek bir gün bile içinde yer almayacağı, izah edilmesi gerçekten güç bir tablodur.
“Sen 40 yıl bu tablonun içerisinde nasıl kalabildin?” sorusuna cevap verebilmek o kadar kolay değil.
Oysa, ‘itirafçı’ bilinenler yapının içerisindeyken, o yolun sonunda bu noktaya varacağını öngörmemişlerdi; öngörebilmeleri mümkün değildi…
Bunu söylemek de söyleyeni kurtarmıyor; o zaman da insanlar, “Yapının liderine bu kadar yakın olacaksın ve nihai amacı hakkında, o amaca ulaşmak için hangi yollara başvurduğuyla ilgili hiçbir fikrin bulunmayacak; olabilir mi bu?” diye sorma ihtiyacı hissediyor.
Halbuki olabiliyor işte…
Galiba ekranlarımızın son zamanlardaki gözdesi ‘eski Cemaatçi’ kişilerin talihlerindeki dönüşümde, onlara özenip ‘itirafçı’ olmaya karar veren savcının da rolü büyük.
Onun kendisini kurtarmak için ortalığa döküverdiği ifşaatlar, ister istemez, vaktiyle örgüte bulaşmış herkesi yaraladı.
‘İtirafçı’ sıfatı da bu arada yara almışa benziyor.
Ne olacak şimdi?
Ekrana çıkmaları kendilerine tanınmış ‘itirafçı’ statüsünün gereğiyse… Onu bilemem ve o yüzden de “Çıkmayın” diyemem…
Hiç değilse söylemlerini şimdiki tabloya bakarak yenilemeleri şart.
Benim esas kendilerinden açıklama beklediklerim ise…
Son ana kadar içeride ve en yakında bulunmuş, ancak 15 Temmuz’u yaşadıktan sonra kendini dışarıya atmış birilerinin ortaya çıkması…
ΩΩΩΩ
NOT:
Richard H. Crossman‘ın editörlüğünü yaptığı, Soğuk Savaş döneminde dışarıda yüzlerce bizde de onlarca defa basılmış ‘Aldatan Put’ kitabı ile Ertuğrul Özkök‘ün 1988’de çıkan ‘Elveda Başkaldırı’ kitabının yeni baskıları yok.
Onlara ancak nâdir kitap satıcılarından ulaşılabiliyor. FK
ΩΩΩΩ