‘Darbe’ dilimizin en çirkin sözcüklerden biri. 15 Temmuz gecesi yaşananlar daha da çirkinleştirdi o sözcüğü.
Şaka gibi bir darbeydi yaşanan, ancak darbe gecesi 250 insanımızın hayatını kaybetmesi hiç de şaka değildi.
İçinde, önünde, arkasında, sağında, solunda yer alanların çelişkili ifadeler vermesi, “İşin içinde şu ülke var” diye suçlandıklarında, o ülkelerden derhal yalanlama sesleri çıkması bu yüzden…
Askerlerin kışlalarına astıkları “Hiçbir mazeret başarının yerini tutamaz” sözü vardır; buna “Özellikle başarısız darbelerin…” diye bir ekleme yapmak yerinde olacak.
School of the Americas
Sözgelimi Amerikalılar… Darbe gecesi ilk açıklamasında “Bekleyelim, görelim” tarzı bir açıklama yapan Dışişleri Bakanı John Kerry… Şimdilerde de, “Darbe yüzünden tutuklanan generaller müttefiklerimizdi” sözü ağzından çıktığı için Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Sen de kim oluyorsun be” diye terslediği Cent-Com komutanı Gen. Joseph Votel…
Ben, burada, darbeye giden birkaç ay içerisinde, Amerikan medyasında, “Türkiye’de darbe olacak” hatta “Olmalı” diye yazan ‘bilimadamı’ maskeli birkaç Amerikalı’nın ismine yer vermiştim.
Tabii, Washington, sert açıklamalarla, darbeci subaylarla Gen. Votel’in ima ettiği türden bir ilişki içerisinde bulunmadıklarını söyledi; Votel de, zaten, “Yanlış anlaşıldım, Türkiye’de başarısız olmuş darbeyle ne ilişkim olabilir ki…” tarzı bir yalanlama getirdi.
Doğrudur, ABD bugüne kadar ‘başarısız’ kalmış hiçbir darbeyi üstlenmemiştir.
ABD’nin desteklediği bilinen bütün darbeler sonuna kadar gitmiş ve başarılı olmuştur.
1961 yılında Ekvador’daki darbeyle başlayıp Honduras’ta, Şili’de, Uruguay’da, Arjantin’de, El Salvador ve Guatemala’da rejim değiştiren bütün askeri müdahalelerde ABD’nin parmağı olduğu bilinir.
Bunu gerçekleştirmek için 1946 yılında Panama’da ‘School of the Americas’ (SOA) adıyla bir okul açmıştır ABD ve orada geleceğin ‘darbeci subaylarını’ yetiştirmiştir.
Yukarıda saydığım ülkelerden gelen okulun öğrencileri, memleketlerine gittiklerinde, ilk fırsatta ‘Washington-yanlısı’ birer yönetim oluşturmak üzere harekete geçmişlerdir.
1984’te Panama’yı terk edip Fort Benning/Georgia’ya taşınan okulda tam 64 bin subay kalkışmaları bastırma, keskin nişancılık, psikolojik savaş, istihbarat ve sorgulama teknikleri konularında eğitildi.
New York Times’ta yazan Kate Doyle ABD’nin yıllar içinde yabancı subayları aynı maksatla eğitmek için başka eğitim merkezleri açtığını da kayda geçirir. Şunlar meselâ: Kansas/ Fort Leavenworth’ta Command and General Staff College, Fort Bragg/New Caroline’da John F Kennedy Special Warfare Center and School ve Arizona’da istihbarat okulu…
Direğin üzerindeki keskin nişancı
Burada bir noktaya dikkatinizi çekeyim: 15 Temmuz gecesinden akıllarımızda kalan görüntülerden biri de, tankların yolu kapadığı köprüde, Jandarmalar trafiği durdurmuşken, kulelerden birinin tepesine yerleşen bir keskin nişancının hedef gözeterek atışlar yapmasıydı.
Ne oldu o gece pek çok kişinin ölümünden sorumlu keskin nişancı?
Birisinin aşağıdan açtığı ateşle öldüğü söylendi.
Aslında benzer bir durum 1977’de yaşanmıştı.
Siyasi tarihimize ‘kanlı pazar’ diye geçmiş, 12 Eylül (1980) darbesine ‘gerekçe’ teşkil eden kanlı olaylardan sayılan 1 Mayıs 1977 olayıdır. 34 kişi öldü o gün, 100’den fazla kişi de yaralandı.
Taksim’deki Intercontinental Oteli’nin (şimdiki The Marmara) çatısından aşağıdaki göstericiler üzerine keskin nişancı oldukları düşünülen birileri ateş açarak ölümlere sebep olmuştu.
“Kimdi o keskin nişancılar?” sorusuna “Amerikalı’ydılar” cevabını veren bile çıkmıştı.
Amerikalı olmalarına ihtiyaç olmadığı halde…
SOA’ya Türkiye’nin de 1948 yılında 28 küçük rütbeli subayını gönderdiği, onlardan bir grubun 27 Mayıs’ı (1960) kotaran kadronun içinde yer aldığı çeşitli kitaplarda yer almıştır.
Bir anı kitabından hareketle…
27 Mayıs darbesini gerçekleştiren ve bir süre ‘Milli Birlik Komitesi’ üyesi olarak Türkiye’yi yöneten kadronun içerisinde yer alanlardan bazısı sonradan anı kitapları çıkardılar. Bunlardan biri de en silik üyelerden Sami Küçük’tür.
‘Rumeli’den 27 Mayıs’a’ başlıklı kitaptaki anıları büyük bir keyifle ve satırların altını çize okumuştum.
Darbeyi yapmışlar, ülkeyi yönetmeye başlamışlar, Sami Küçük bir yerlerden “27 Mayıs’ın arkasında Amerikalılar var” diye duymuş…
“Ben” diyor (s. 156), “İngiliz Harp Akademisi’ni bitirmiş, üç yıl Tokyo’da tüm personelinin Amerikalılar olduğu BM Komutanlığı’nda çalışmış, Türkiye’de Genelkurmay ve Milli Savunma Bakanlığı protokol şubesinde görev yapmam nedeniyle yabancılarla ve öncelikle Amerikalılarla en sık görüşen MBK üyesiydim. Ben ve İngilizce bilen diğer MBK üyeleriyle yaptığım görüşmelerde, Amerikalıların bizi ihtilale teşvik eden söz ve imalarla karşılaşıp karşılaşmadıklarını sorduğumda hep ‘hayır’ cevabı aldım…”
Ne güzel değil mi? Sormuş ve arkadaşları ‘Hayır, Amerikan parmağı yok’ demişler…
Belki ilginizi çeker diye ana konudan biraz –ama birazcık– ayrılacağım.
Türkeş kurşuna dizilecekti
O günlerin (1960’ların başları) karmaşa ortamında, ‘ihtilâlin güçlü albayı’ olarak bilinen Alparslan Türkeş’in Milli Birlik Komitesi’ndeki arkadaşları tarafından kurşuna dizilmek istenmesi de gündem maddelerinden biridir.
Sami Küçük, anılarında, hiç hoşlanmadığını belli ettiği Türkeş’e karşı böyle bir niyetleri olmadığını kesin bir dille reddeder, “Türkeş’i kurşuna dizme safsatası külliyen yalandır ve uydurmadır” diye yazar (s. 136).
Oysa, MİT’te uzun yıllar çalıştığı bilinen ve memleketlisi de olan CIA’nin o yıllarda Ankara’daki istasyon şefi Ruzi Nazar’ın yakını Enver Altaylı, o günleri de içine alan ‘Büyük Oyundaki Türk: Enver Altaylı’ başlıklı anı kitabında (yazarı: İrfan Ülkü) gerçeği açıklamıştır (s. 131-132)..
Okuyalım: “Nazar’a güvenilir kaynaklardan ulaşan bir haber yüreğini daraltmıştı. Türkeş kurşuna dizilecekti. Hatta karşı grubun lideri Gen. Madanoğlu’nun emriyle onu kurşuna dizecek idam mangası bile özel olarak seçilmişti.”
Ruzi Bey büyükelçiyi de yanına alarak Cemal Gürsel’e çıkar ve ona “Böyle bir şey yaparsanız ya da yapılmasına göz yumarsanız Amerikan hükümeti bunu hiç hoş karşılamayacaktır” der. Gürsel birkaç dakikalığına yanlarından ayrıldıktan sonra ABD Büyükelçisi ile CIA istasyon şefinin yanına döner. “Mesele hallolmuştur; böyle bir ihtimal varsa bile artık tamamen zayi olmuştur” der.
Lâfı uzatmayayım: “15 Temmuz’da Amerikan parmağı vardır” iddiasını seslendirenler biraz kitap okusunlar.
Başarılı darbelerde parmakları olduğuna dair iddialara ABD itiraz etmez; başarısızlara ise…
Unutmayın: “Hiçbir mazeret başarının yerini tutamaz.”
ΩΩΩΩ