Bayram hatırına, zihinlerimizdeki karmaşayı ortadan kaldırmak için çaba göstersek ya…

20
Reklam

‘Bayram’ sözcüğü herkeste hemen hemen aynı hisleri uyandırır; bu yönüyle de farklı eğilimden, inanıştan, gelir seviyesinden insanları bile kendi duygu alanına çeker bayramlar…

Ülkede hayat bayram günlerinde durur çünkü.

Okullar kapanır, devlet daireleri tatile girer, kimsenin aklına o günlerde alış-veriş gelmediği için dükkanları açmanın ve AVM’lere gitmenin de bir anlamı olmaz.

Ya evde oturur yakınlarınızın ziyaretinize gelmesini beklersiniz, ya siz sizden daha yaşlıların ziyaretine gidersiniz, ya da son yıllarda alışkanlık haline getirenlerin yaptığı gibi tatil beldelerine uzanır, kafanızı dinlersiniz.

En önemli özelliği de bence şu: Bayramlar bir yandan enerji depolamaya yarar, bir yandan da düşünmeye…

Belki de bu sebeple hayata bayram aralığı veriliyor.

Günlük hayatın dağdağası sebebiyle gözden kaçan pek çok ayrıntı bayramların sükunetinin verdiği dinginlik içerisinde göze çarpmaya başlar.

Kimseler pek fark ettirmez, ancak her bayram sonrasında önemli değişiklikler gündeme gelebilir.

Reklam

İddialar kaybolur, inatlardan vazgeçilir, zorluklar yerini kolaylığa terk eder.

Belki de öyle olmasını istediğim içindir; ancak geriye dönüp değerlendirme yaptığımda, kendimde ve etrafımdakilerde böyle bir özellik görebiliyorum.

Politikacılar bizden farklı insanlar. Onların kolayından tavır değiştirmelerini beklememeyi öğreneli uzun zaman oldu. Sıradan insanlar, bizler, günün akışına daha kolay uyum sağlayabilir, keskinliklerimizi yumuşatabilir ve geçmişin yanlışlıklarına sünger çekebilirken, onlar çoğu kendilerinin eseri olan yanlışlıkları terk etmede zorlanırlar.

Oysa ne güzel olurdu, ülkemiz politikacıları, bu bayramı vesile bilip izledikleri yol ve gelecekle ilgili tasavvurları konusunda kendilerini hesaba çekebilselerdi…

Muhalifler neden iktidarda değiller, neden ülkeyi onlar yönetmiyor, neden ülke insanı oylarını onlara yöneltmiyor?

İktidardakiler orada bulunmalarının sorumluluğunun gereklerini tam anlamıyla yerine getirebiliyorlar, verdikleri sözleri tutabiliyor, yalnız kendilerine oy verenlerin değil oy vermeyenlerin de motivasyonlarını doğru değerlendirebiliyorlar mı?

Ülkemizin gündemi yoğun, bu yoğunluk içerisinde gereksiz ve bir çok bakımdan zararlı sonuçları olabilecek kararlar da alınabiliyor. Hamasetle bezenmiş sözcükler gerçekleri görmeyi engelleyebiliyor. Nereye sürüklenildiğini fark etmeden uzak durulması gereken tercihlerde bulunulabiliyor.

Var mı öylesine konular bugün? 

Reklam

Bence var.

Görmesi gerekenler görebiliyor mu yanlışlıklarını?

Maalesef, göremiyorlar.

Yanlışlıklar başa dert getirir, ülke, iktidar ve insanları için zararlara yol açar mı?

Hiç kuşkunuz olmasın.

Peki ne yapmak lazım?

Bugün bayramın henüz üçüncü günü. Herkesi bu konu üzerinde düşünmeye davet ediyorum.

ΩΩΩΩ

Reklam

20 YORUMLAR

  1. Libya’da emperyal güçlerin müdahalesi ile Kaddafi devrildikten sonra ülkeyi yönetmek için Devrim Komuta Konseyi kur(dur)ulmuştur, (Trablus’taki Saraç yönetimi). BM bu yönetimi tanımış ve en kısa zamanda seçime gidilmesi şartını koymuştur. Daha sonra yapılan seçimleri muhalif kanat kazanmış ve Tobruk’ta Libya Meclisi kurulmuştur. General Hafter de bu Libya Meclisinin askeri kanadını temsil etmektedir. Petrol yatakları ağırlıklı olarak Tobruk Meclisi’nin kontrol ettiği iç bölgelerdedir.

    Yani her iki yönetim de meşrudur, sorun olan şey bu ikisinin aralarında anlaşamıyor oluşudur. ABD’nin hedefi zaten Libya’yı ikiye bölmek olduğundan her iki yönetim ile de bazen yakın bazen mesafeli ilişkilerini sürdürmektedir. Libya’yı ikiye bölmeyi sağlamak için bu iki kanadın iç savaşa girmesi gerekir fakat bu yetmez, taraflardan birisinin de diğerine karşı üstünlük sağlayamaması gerekir. Bunu sağlamak için Türkiye ve Mısır yönetimleri bir şekilde ikna! edilmiş gözüküyor.

    Süper güç ABD dahil her emperyal devlet bir petrol ülkesine çöküp de petrolünü bedava almaz. Uluslararası petrol borsasındaki fiyatını ödeyerek petrolü alır. Verilen mücadele petrol hırsızlığı için değil enerji kaynaklarını kontrol etmek içindir.

  2. Denizin yüzlerce veya binlerce metre altından petrol veya doğalgazı çıkartabilecek teknolojiye sahip birkaç uluslararası petrol şirketi vardır. Denizin altında olan rezervler deniz yüzeyinde bariz bir ize sahip değildir. Örneğin denizin altında doğalgaz veya petrol yatağı varsa deniz zemininde bir gaz veya petrol sızıntısı ile kendini belli etmez. Sadece deniz zemininde belli belirsiz bazı özel şekillenmeler olabilir. Bir rezerv umudu halinde hemen sondaja girişilemez, zira sondaj işi çok pahalıdır ve uzun zaman alır.

    Bir deniz dibi araştırma gemisinin bir kerede 10 bin m2 alanın görüntüsünü aldığını varsayalım. 100.000 bin kilometrekarelik bir kıta sahanlığında 10 milyon tane 10 bin m2 alan vardır. Bir gemi günde 100 görüntü alsa kıta sahanlığının tamamını incelemek 300 yıl sürer. Üstelik yukarıda açıklandığı gibi deniz altı petrol veya doğalgaz rezervleri çoğu zaman bariz bir ize sahip değillerdir.

    Diyelim ki şans yardım etti ve bariz izleri olan bir deniz altı hidrokarbon yatağına rastladık. Yapılan sondajda da rezervler yatırım için yeterli çıktı diyelim. İyi de bu petrol veya doğalgaz kaynağını denizin altından nasıl çıkaracağız? Bu teknolojiye sahip birkaç şirket var ve hepsi de Batılı emperyal ülkelere mensuplar. Eğer kaynak başka bir ülke ile tartışmalı bir alanda ise büyük petrol şirketi kendi Hükümeti’nden olur görüşü isteyecektir. Yani Libya’daki iki meşru yönetimden biri ile MEB anlaşması yapmak her sorunun çözüldüğü anlamına gelmez.

  3. Üstat bayram yazısı yazmışsın da bayramın anlam ve önemini anlamak çok kolay.Yalnız bugünkü eğitim sistemini ve dünyadan esen rüzgarları karşına almak gerekiyor.Bugünkü dünyadan esen rüzgar; insan yaşamını çok basitleştiren ve gayesizleştiren bir yapı.Yalnız insanın yaratılış gayesi dünyada sınava çekilmek olarak bakarsan görürsün bayramların özelliğini.İnsan denen canlıya bir nefis bir de fıtrat vermiş Allah,bunları iyi değerlendirmek gerekir.Bayram demek geçmişine baktıgın zaman insanlığın ortak mirası gibi bir şey bayramı anlamak,idrak etmek ve yaşamak insanlar için mükemmel kılınmış bir şey.Siyasetçiler dediniz de siyasetçiler bu bayramı çok iyi kullanmasıı ve bilmesi gerek ama ne yazık ki günümüzde siyasetçilerin içinde bayramı tatil günü görenler ezici çoğunlukta.Bayramın ve insanın yaratılış gayesini ecdadımız gibi anladıgımızda türkiye ve dünya çok güzel olacak.HERKESE HAYIRLI BAYRAMLAR,BAYRAMINIZ MÜBAREK OLSUN.

  4. Ruh hastasının tedavi için öncelikle rahatsızlığını kabul etmesi gerekir.
    Ruh hastasına göre kendi dışındaki herkes kafayı yemiştir.
    Ruh hastasına hastalığını değil söylemek ima dahi en büyük hakaret ve tahriktir.
    Sayın Koru!
    Bu söyledikleriniz pek tabii ki “normal” insanlar içindir.
    Adamın biri muhtar seçilmiş. Ertesi gün köylüleri toplayıp “ben de dün sizin gibi normal bir insandım” diye söze başlamış.
    Başlayış o başlayış.
    Susturabilene aşkolsun.

  5. Sayın Koru, iki hafta kadar önce, Medyascope TV’ye konuk olduğu sıra, bana kritik önemde görünen bir tespitini kısmen üstü kapalı olarak dile getirdi.

    “AK Parti, ‘Artık devlet benim” diyor ve kendisinin dışında bir gücü kabul etmiyor. Peki bunu kabul etmemezlik, öyle bir gücün olmadığı anlamına mı geliyor? Bence bugün AK Parti ve AK Parti’ye yakın herkesin sorması gereken soru bu olmalı.”

    Koru’nun bu tespitini, bugünkü yazısındaki şu ifadeleri ile birlikte düşünmenin zihin açıcı olacağı kanısındayım:

    “[Iktidardakiler] Nereye sürüklenildiğini fark etmeden uzak durulması gereken tercihlerde bulunulabiliyor. (…) Görmesi gerekenler görebiliyor mu yanlışlıklarını? Maalesef, göremiyorlar. Yanlışlıklar başa dert getirir, ülke, iktidar ve insanları için zararlara yol açar mı? Hiç kuşkunuz olmasın.”

    Türkiye’deki siyasal İslamcılık deneyiminin son demlerini yaşadığımızı düşünüyorum.

    Hayli parlak ve çığır açıcı bir dönemin ardından, siyasal İslamcılığın iki güçlü kanadı, barutlarını şaşırtıcı bir hızda tükettiler.

    Gülenciler, modernleşmeci-otoriter seküler elitlerin geniş (ve muhafazakar) halk yığınları ve Kürtler üzerindeki vesayete dayalı tahakkümüne karşı girişilmiş meşru ve haklı mücadeleyi rayından saptırdılar. Ortada, adalet, hürriyet ve çoğulculuk saç ayaklarına basan bir zihniyet dönüşümüne çok hayırlı bir katkı sunma olanağı ve potansiyeli dururken, kendi dar cemaat çıkarlarını tercih ettiler. Vesayetçi devlet aygıtını kendi kontrollerine geçirmek derdine ve sevdasına kapıldılar.

    Nihai yazgıları, Devlet’le acı bir biçimde tanışmak ve çok şaşırmak oldu.

    Hızla artan gücün sarhoşluğu ve iktidar şehveti, Türkiye’nin, Osmanlı’nın son dönemlerine kadar uzanan siyasal tarihinin gerçeklerini unutturdu bunlara. Yanlışlarının bedelini çok acı bir biçimde, “devlet” bağlamında çok şaşırarak ödediler.

    Şaşırma sırası, şimdi, siyasal İslamcılığın Reisçi kanadına geliyor.

    Devlet, adım adım, Türkiye siyasal tarihindeki siyasal İslamcılık parentezini, bu siyasal geleneğin kendi kendisini tarumar etmesini sağlayarak, kapatmaya hazırlanıyor. Tabiri caiz ise, devletin asıl sahipleri, kadayıfın altının yeterince kızardığını gördükleri anda (ki çok yakın bu noktaya gelmeleri), siyasal İslamcılığın kendisi olup çıkmış Reisçilik kanadını da şaşırtıp parantezi kapatacaklar.

    Türkiye’nin siyasal Islamcılığının ve Türkiyeli siyasal İslamcıların, ülkenin kuruluşundan itibaren içine hapsedilmiş olduğu vesayetçi, azınlıkçı, ceberrut bürokratik devlet oligarşisinin parçalanmasının ve ülkenin ileri doğru yol almasının mümkünatı açısından ciddiye alınması, tartışılması, saygı duyulması gereken bir siyasal-kültürel gelenek olduğunu düşündüm. Onların kanaat önderlerinin aklına ve sağduyusuna, sergilemiş oldukları entelektüel düzeye inandım ve güvendim. AK Parti iktidarının ilk dönemleri, bu inanç ve güvenin hiç de yersiz olmadığına güçlü biçimde işaret eden pek çok deneyime eşlik etti.

    Yazık ki, siyasal İslam ve siyasal İslamcılık, nihai olarak, kendi yanılgıları, saplantıları ve kendini aşma konusundaki kifayetsizliği dolayısıyla, ümit edilmiş ve inanılmış olanın aksine, bugün açıkça gözlenir bir başarısızlığa uğradı.

    Adalet, toplumsal barış, sağduyu, bilgelik, özgüven, modernleşmenin beraberinde getirdiği soysuzluklara karşı toplumsal bir itiraz gibi konularda, kendisinin de çıkınında pek bir şey olmadığını, pek çoğumuzu üzerek ve düş kırıklığına uğratarak gösterdi.

    Kabul etmek gerekiyor ki, meğer, siyasal İslamcılığın çıkınında, nihai olarak, “reisçilik”te ifadesini bulan bir hamasetten, bir lider tapınıcılığından, Hayrettin Karaman’ın fetfalarından, A. Dilpak’ın hesaplı ve kurnaz çakma entelektüelliğinden, bir zamanlar haklı olarak karşı çıkıp eleştirdiği buyurgan ve ceberrut devlet aygıtını olduğu gibi alıp kendi arzu ve şehveti için kullanmaktan başka pek bir şey yokmuş.

    Bütün o onyıllar boyunca çıkarılmış onca derginin, bütün o okunmaya ve üzerine düşünmeye değer binlerce yazının, benim gibi insanlarla olan dostluklarında ve diyaloglarında sergilemiş oldukları yüksek entelektüel düzey, insanda umut ve iyimserlik uyandıran geniş ve adaletli düşünme hali, bugün bende çok derin bir küskünlük duygusuna yol açan böylesi sefil bir finalle son bulmamalıydı.

    Yazık ki, böyle oldu.

    Türkiye siyasal İslamı ve siyasal İslamcıları, bugün Karar Gazetesi gibi mecralarda ifadesini bulan bir avuç aydın dışında, bütün bir camia olarak, kolayca Mehmet Ağar’ları, D. Perinçek’leri, T. Çiller’leri, Bahçeli’leri, A. Çatlı’ları onurlandıran bir gelenek olmaya kadar savruldu.

    Zenginleşenler zenginleşti, itibar kazanma ve iktidarın nimetlerinden yararlanma olanağını elde edenler nemalandı.

    Siyasal İslamcılığın nihayete ermek üzere olan serüveninden geriye, yazgısı yine yoksulluk olan milyonlar, Batı modernleşmesinin insanı ve doğayı tarumar eden çirkinliklerini, eşitsizlik ve adaletsizliklerini hamasetle, parayı bastırıp seküler dünyadan satın aldığı çakma gazeteci ve televizyon kanallarıyla, Bahçeli’nin düşmanlıktan başka bir şey vaad etmeyen diline dört elle sarılıp ceberrut devleti kutsamakla, sosyal medyanın sesini boğmakla aşabileceğine inandırılmış milyonlarca dindar-muhafazakar, tüm iddialarını kendi eliyle yitiren yüzeysel, sözünü tüketmiş, kendi içini boşaltmış bir siyasal gelenek kaldı.

    Üzücü olduğu kadar düş kırıklığı yaşatan düşündürücü bir deneyim, sonu hüsranla biten bir serüven oldu.

    Reis ve reisçiliğin ipini de çekecekler yakında.

    Siyasal İslamcılar, bir zamanlar üzerine titredikleri adalet, hürriyet, hakkaniyet ve vicdan gibi değerlere şaşırtıcı ve ürkütücü bir çabuklukta ve hızda sırt döndüler. Bu değerler yerine hamaseti ve sıradanlığı ikame ettiler.

    Siyasal İslam ve siyasal İslamcılık, din ve dindarlık buhar olup uçmayacak. Ama, bu siyasal geleneğin aldığı ağır yenilginin, onun ciddi biçimde aşındırdığı din ve dindarlığın yaralarının sarılması kolay olmayacak ve zaman alacak.

    Sosyalistler, yıkılan Berlin duvarının altında kaldılar. Soyu tükenmekte olan kelaynak kuşları gibi hala orada burada soluk alıp verenleri, “İnadına sosyalizm!” gibi akla ziyan sabuklamalar dışında, söz söyleyebilecek halde değiller.

    Otoriter modernleşmeci sekülerlerin çok uzun bir dönem boyunca “sol” diye yutturdukları Kemalizm, ulusalcılık gibi faşizan ve seçkinci ideolojiler de çoktan iflas etti. Siyasal İslamcılar, vara vara, bol miktarda millyetçilik sosuna bulandırılmış, romantik ve akıl dışı bir sembolizm ve ona karşılık düşen duygusal hamaset diliyle modernitenin beraberinde getirdiği yerel ve küresel meselelere ilaç olabilecekleri ham hayaline vardılar.

    Siyasal İslamcılığın gelecekteki genç kuşaklarının nihayete varmekta olan bu serüvenden doğru dersler çıkarıp gerçek anlamda bir zihnsel dönüşüm ve aşkınlığa varacaklarını umalım.

    • Şerif mardinle buraya kadarsın.
      Bugün türk toplumunun ilerici güçleri cumhurittifakında toplanmıştır ve diğer tüm gerici unsurlar zillet ittifakını oluşturmuştur.
      Bundan daha güzel bir sosyopolitik veriyi nerden bulabilirsin ki?
      İpin ucu artık milletin elinde; isterse çeker de!

      • Doğrudur. Ama, bir denklemin doğru kabul edilmesi koşuluyla doğrudur:

        Perinçek + Derin Devlet Dehlizlerinde Semirenler = Millet.

        Uzun lafın kısası, “Benim Perinçek Paşam’ın tek bir “ilerici denklemi”(!) senin Şerif Mardin Hoca’nın tüm kitaplarına beş basar!” diyorsunuz.

        Bu kez de ben sorayım: İtirazı olan?

        • Yanlışın var; eski türkiyeye özgü düşünce kalıplarıyla bugünü değerlendirmek yanıltıcıdır; milli iradeyi kimi çıkar gruplarıyla bir tutarsanız veya onların düzeyine indirgerseniz, yaptığınız tespitler de yeni türkiyenin kale duvarlarında tuzbuz olacaktır!

  6. Zihinleri karışık veya karıştırılmış ya da çoktandır fabrika ayarları bozulmuş bir kitle var ki bunların öyle bırakın bayram arasını daha uzun yıllar aklını başına toplaması mümkün görünmüyor.
    Silikon vadilerine çöreklenmiş küresel efendilerin üfürmesiyle ordan oraya atılıp satılan mandacı mankurt sürülerinin kafa karışıklıklarına kalırsak, memleket bir adım bile kıpırdayamaz, benden söylemesi…

    • Libyada amerika ile beraber çalışma kararı alan irade amerikan darbesiyle iş başına gelen Sisi’nin Mısırı hem libya’da hem de Suriyede kendi yanında görüyorsa Tovuz’da yanında kim var? kafa karışıklığına gerek yok, onu da düşünmüşlerdir herhalde dimi yani..

    • Sevr Anlaşmasını imzalayanlara sahip çıkanları, M.K.Atatürk’e düşmanlık yapanları destekle sonra da mandacı mankurt edebiyatı yap. Kimin kafası karışık acaba?

      • Ya Atatürk adına devamlı darbe yapıp memleketi muz cumhuriyetine çeviren yalaka bukelemunlara başka ne demeli?

        • İkisi aynı şey mi? “Sevr anlaşmasını kabul edenlere sahip çıkanlar” diyorum Ahmed bey, bu tarif sizin için bir şey ifade etmiyorsa ben ne yapayım?

    • Bahsettiğin anlaşma değil bir işgal planıdır baran ve bunu imzalayan biri çıkmış mıdır? Varsa imza edenin adını sanını yazıver de, biz de bilelim?
      Cahil cesareti işte…

      • yok yoook! yorma sen kendini! ben anlatayım sana.

        burada görünmezden önce evden dışarı adımımı atmaya korkuyordum. sokakta bütün insanlar akıllarını kaybetmiş gibi konuşuyorlardı. iki defa can tehlikesi de atlattım. ben de aklımı toparlayayım diye hiç kimseyi ayırdetmeksizin medya mensuplarını takip etmeye başladım. her konuşana kulak vermeye çalıştım. derken aradan 3 sene geçti…

        her bayram olduğu gibi bu bayramda da baba evinde toplandık. uzak diyarlardan gelenlerle beraber geç saatlere kadar oturduk. sabah ben kalktığımda herkes uyuyordu ben de evde tek uyanık kalmamak için dışarı çıktım. bayramın ikinci günü olduğu için her yer kapalıydı. dolaşırken açık bir yer gördüm, bayramlaşmak için gelen bir kaç kişi vardı ve ben hiç birini tanımıyordum. bahsettiğim aklını kaybetmiş insanlara benzeyen o kafadan insanlar işte. selam verdim bayramlaştık oturdum, çaylar geldi muhabbet benden önce başlamıştı zaten. herkes kendinden bahsediyor, konuşmasını da siyasi bir konuya bağlayıp sitemkar bir öfke dile getiriyorlardı.

        Ben de konuştukları siyasi konularda bildiklerimden bir şeyler söylüyordum. benim konuşmamı sık sık kesip “heh aynen dediğin gibi, bravo çok doğru,vallahi öyle” gibi ünlemlerle beni takdir ediyorlardı. Nasıl şaşırdım anlatamam. âdeta herkes akıllanmıştı.

  7. ben ilkokul mezunu biriyim, küresel siyaseti anlama adına isabetli okuma yapmamı kimse benden beklemez, beklemesin diye de iki de bir belirtiyorum zaten. bu cümlenin verdiği rahatlıkla şunları söyleyebilirim;

    her ülke emperyal çaba içindedir, ömrünün uzunluğunu bu çabanın verimliliğinde görür. emperyal amaçlı çalışmalar ülkelerin faliyet yürüttüğü alanlarda aşırı daralmaya sebep olmuştur. bu gün küçücük bir alanda çok sayıda ülke rekabet halindedir.

    küresel siyasette başat aktörler ABD, Ingiltere, AB, Rusya ve Çin, Hindistan. başka ülkeleri de listeye ilave etmek mümkünse de ideolojik manada rekabet ABD, Rusya ve Çin arasında yürüyor. esasında rekabet iki güç ABD ve Çin  arasında yürütülüyorken, ABD Rusyayı kendi safına çekmek için Putin ile özel ilişkileri de olan Trump’ı başkanlığa getirerek Putin yönetimine amerikada rahatça faliyet yürütmesi gibi tavizler vermiş oldu ki bu konumuzun dışında. (üstelik bu ülkeler kurban bayramını bizim anladığımız gibi mi algılıyorlar acaba?)

    emperyal faliyetlerin neden olduğu aşırı alan daralması aynı ittifak ülkelerinin birbirleriyle de rekabetini gözler önüne serdi ki Trump’ın NATO yu dağıtma isteğinin altında yatan sebep budur denebilir.

    her emperyal ülke rakibi olan ülkenin etki alanını daraltarak kendi sınırları içine hapsedip her manada giriş çıkışlarını da kontrol etmek ister. nihai hedefi de kendi çıkarlarına hizmet ettirmektir.

    dünya siyasetini dizayn eden bir ülke kendi sahasında başka bir ülkenin faliyet yürütmesine göz yumuyorsa bu mutlaka onun çıkarına olduğu içindir ya da daha büyük bir menfaati gerçekleşiyordur.

    buraya kadar H.Mesut Önder’den aldığımı satıyor görünsem de bu bana çok görülmemeli. hem olacak o kadar alış-veriş, yoksa boşuna mı  okuyoruz? hem de yokluğunu aratmamalı yoksa çok özleriz.

    merak edeninin tek ben olmadığımı gördüğüm soru şu: Çin ile sınır komşusu batı ile de ilişkileri olan Rusya büyük rekabette ABD’nin mi yanında yoksa Çin’in mi….?

    Bu soruya büyük rekabeti zorlaştıran ve ülkemiz açısından içinden çıkılmaz hale getiren Rusya cevabını vermek mümkün. Rusya olmasaydı zaten iki taraftan daha güçlü tarafı seçmiş olduğundan Türkiyenin işi çok kolaydı!. (son cümle üzerinde ayrıca düşünülmeli. mesela; güçlü olan tarafı seçmişmidir gerçekten yoksa öyleymiş gibi izlenim verip ortada top çevirmeye devam mı etmektedir? Bu soruya benim net cevap vermem mümkün değil, aldatma siyaseti güdüldüğü ortada çünkü, birilerini aldatmaya dayalı bir siyaset! NATO Türkiyenin Rusya ilişkilerinin stratejik olmadığını açıklarken, Putin Türkiyenin aldığı s-400 füzesini NATO uçakları üzerinde denediğini açıkladı.)

    her ülkenin tarihten devraldığı ve yeni şartlara göre güncellediği ideolojik hedefleri vardır, Ülkemizin de hedefleri olduğu gibi Rusyanın da hedefleri vardır ve büyük rekabetin neden olduğu gelişmeler çekirdekten yetişme istihbaratçı ve oyun kurucu Putin nam zatı heyecanlandırmaktadır. âdeta ” bu gün değilse ne zaman”, “fırsat bu fırsat, kim tutar seni Putin” diyerek pohpohlamaktadır.

    lakin, Rusyanın bu şımarıklığı Birleşik krallık yönetimi ve Pentagon’un gözlerinden kaçmamaktadır. Fransaya gelince on yıllarca dikensiz gül bahçesinde sömüre sömüre semirdiğimiz sömürgelerimizden bizi büsbütün atacaklar telâşına kapıldığı da benim gözümden kaçamıyor.

    kardeşim sanki tez yazıyorsun amma da uzattın diyenleri rahatlatmak için bitirirken, Tovuz, Libya ve Suriye deki son duruma bakınız diyorum. bu güne kadar kaç konvoy gittiğini bilmiyorum ama son askeri konvoy’un dün iblib’e, son askeri sevkiyatın da libya limanına bu gün ulaştığını hatırlatır. azerbeycan daki ortak askeri tatbikata dikkatlerinizi çekerken son sözü Penguen çizeri Erdil Yaşargil’e bırakıyorum;

    heyvanlar aleminin ev halinden bir manzara: koyun pencereden dışarı bakarak “bu bayram da gelmediler” sitemini dile getirirken kanepede otururken şiş ören kuzu” kesilmişlerdir bey!” cevabını veriyor. buna da koyun’un cevabı”hep bahane hep bahane” oluyor.

    kurbanlar bayram kutluyorlar mı bilemesem de herkese iyi bayramlar..

Yoruma kapalı.