İnsanız, bazı hasletlerimiz bizi başka canlılardan ayırıyor. Pek çok insani hasletimiz var da, en ön sıralarda ‘acıma’ hissine sahip oluşumuz geliyor.
Merhametliyiz. Kendimiz dışındakilerin başına gelenlerle de ilgileniyor, yapılan yanlışlıkları düzeltme çabası gösteriyoruz. Elimizle.. olmazsa dilimizle.. o da olmasa yapılanları kınayarak…
Bütün semavi dinlerin ortak noktası da budur: Merhamet…
İslam Peygamberi’nin “İnsanlara merhamet etmeyenlere Allah da merhamet etmez” ve “Merhamet etmeyene merhamet edilmez” sözlerini muteber hadis kitapları aktarmaktadır.
İslam tarihi o sözlerin fiiliyata yansıdığı sayısız olaylarla doludur: Hz. Peygamber kendisine büyük zahmetler çektiren, taraftarlarına işkenceler uygulayan Mekke’nin inançsız halkına, doğduğu kente muzaffer olarak döndüğünde, beklentilerin aksine büyük bir anlayışla yaklaşmış, öz amcasının katilini bile af ederek herkesi şaşırtmıştır. İslam’ın bütün Arabistan’da yaygınlık kazanmasında bu tavrın büyük önemi vardır.
Suçu mahkemeler belirler
Pozitif hukuka baktığımızda, dinlerin övdüğü merhametli davranışın izdüşümlerini orada da görebiliyoruz. Özellikle de ceza hukukunda. “Suçu sabit olana kadar herkesin suçsuz sayılması” o anlayışla ilgilidir. İddia makamı suçlamasını somut kanıtlar üzerinden yapmak ve suçu hiçbir kuşkuya mahal bırakmayacak biçimde ispat etmek zorundadır. “Şüpheden sanık yararlanır” kuralı ile değişikliklerin sanık lehine yorumlanma uygulaması da hep aynı anlayışın hukuka uyarlanmasıdır.
Merhamet insani ilişkilerde temel esaslardandır.
Bu girişi yapmamın sebebi, geçenlerde bir vesileyle yine değindiğim, ‘açlık grevi’ yapan iki genç insanın durumlarına dikkat çekmek arzumdur. Son 38 günü cezaevinde olmak üzere tam 114 gündür açlık grevinde olan eğitim camiasından iki isim: Akademisten Nuriye Gülmen ile öğretmen Semih Özakça, talepleri yerine getirilmediği için, yemekten-içmekten kesilme kararlılıklarını sürdürüyorlar.
Talepleri yerine getirilmesi zor bir şey değil: 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında KHK ile görevlerinden haksız ve yersiz ithamlarla atıldıklarının teslim edilmesini ve görevlerine iade edilmelerini istiyorlar.
Durumları hakkında karar verebilecek konumda bulunanların tavırları şaşırtıcı: İlgili kişiler, bu iki kişinin ‘sol’ bir terör örgütüyle ilişkili oldukları görüşündeler…
FETÖ adlı örgüt tarafından yapılmış bir darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL sayesinde çıkarılıyor KHK’lar ve görevden almalar FETÖ örgütü mensuplarına karşı uygulanan bir tedbir. Bu durumda ‘sol’ örgüt üyesi birilerinin de ‘FETÖ’cü’ muamelesi görmesi sizlere de tuhaf gelmiyor mu?
Ayrıca, ‘terör örgütü üyeliği’ gibi ciddi bir suçlamayı birilerine yöneltmek için, pozitif hukukun temel kurallarının gözetilmesi, en azından ‘suç’ atfı ile yetinmeyip suçun ispatının da yapılması gerekmez mi?
Öyle bile olsa, 100 günü aşan açlık grevlerinde, insanların hayatlarının tehdit altına düşebildiği daha önceki benzer eylemlerden bilindiğine göre, 114. gününe girmiş bu eylemin daha fazla sürmesinin önüne geçmek amacıyla çaba gösterilmesi beklenir.
2000 yılında devrede olanlar AK Parti çekirdek kadrosuydu
Şimdi ülkeyi yönetme imtiyazının sahibi olan AK Parti’nin kuruluş günleri öncesinde, çekirdek kadronun içerisinde yer aldığı Fazilet Partisi’nin, cezaevlerinde bulunan çok sayıdaki ‘terör örgütü’ üyesinin başlattığı ‘ölüm orucu’ eyleminin sona erdirilmesi için çaba gösterdiğini hatırlıyoruz. 2000 yılında. O eylemi yürütenlere karşı cezaevlerine yapılan baskın yüzünden 51 kişi hayatını kaybedince, en ciddi eleştiriler yine FP’lilerden gelmişti.
Şimdi ne oluyorsa, “Onlar terör örgütü mensubu” denildiğinde akan sular duruyor.
‘Terör örgütü üyesi’ olunca insanların ölmesi mi gerekiyor?
Önceki yazımda, aylar önce yine bir KHK ile kurulmasına karar verilen, süreç içerisinde kendilerine yanlış yapıldığı iddiasına sahip kişilerin başvurularını değerlendirmek üzere kurulmuş 7 kişilik komisyonun, ilk ele almasını beklediğim konunun, Nuriye Gülmen ile Semih Özakça’nın durumları olduğu dileğimi dile getirmiştim.
Komisyonun görevine başladığı anlaşılıyor, ama görev yükünün ağırlığı dışında oradan dışarıya bir haber erişmiyor.
Yeni bir kurum olduğu için, Komisyon, gerçekten değerli bir çalışmayı var olan ortamdan etkilenmeden yerine getireceği görüntüsünü de kendilerine kazandıracağından, bu iki ‘insanın’ âcil durumlarını öncelikle ele alabilir(di).
Hala alabilir.
KHK’ları çıkaranlar, o kararnamelerle insanları görevlerinden alanlar, kendileri, görevden aldıkları pek çok kişiye karşı yanlış yaptıklarını belli edecek şekilde, daha sonraki kararnamelerle yanlışlarını telafi etme yoluna gittiler.
Böyle de bir kolaylık var yeni komisyonun önünde. Uygulayıcı, yanlışından dönerek, yanlış yapabildiğini kendisi kabul etmiş oluyor çünkü.
Bu iki genç insan, hayatlarınn geri kalan bölümünü alil biçimde geçirme veya ölme noktasına kadar gelmeden ilgi bekliyor.
Merhamet burada devreye girmeli.
Fazla gecikilmeden.
2000 yılı Ekim ayında cezaevlerindeki açlık grevleri sırasında yaptığımız benzer çağrılar muhataplarını FP içerisinde bulmuştu; umarım bu defa da hamiyet ve merhamet sahiplerinin vicdanları harekete geçer.
ΩΩΩΩ