You are currently viewing Dilimizle konuşabiliyoruz, ama galiba yeterince düşünmeyi beceremiyoruz

Dilimizle konuşabiliyoruz, ama galiba yeterince düşünmeyi beceremiyoruz

  • Post author:
  • Post category:Genel

Başbakan Binali Yıldırım durduk yere dil konusuna dikkat çekti. Anlamsız kısaltmalar ve bozuk cümleler eşliğinde çarpık ve özensiz bir dil sosyal medyada yaygınlaşıyormuş; sonra oradan da günlük konuşma ve yazı diline sirayet ediyormuş bu yanlışlık…

“Artık buna dur deme zamanı geldi” diye bitirmiş konuşmasını Başbakan.

‘Türkçe yaz okulu’nun kapanışı vesilesiyle düşüncelerini öğrencilerle paylaşırken…

Doğru söze ne denir?

Söz doğru, ama sosyal medya ile başlaması yanlış.

Her gün ben de yazılarımı Twitter aracılığıyla takipçilerime duyurduğum için biliyorum: Sosyal medyanın bu en yaygın aracı ne diyecekseniz hepsini 140 harfle ifade etmenizi bekliyor. İngilizcede bu yüzden kısaltmalara başvuruldu; uzun sözcükler yerine hemen belli olabilecek bir-iki harflik kısaltmalarla idare ediyorlar.

Demek bizde de başlamış bu zorunluluğun doğurduğu ihtiyaca uygun yan yol uygulaması.

İşim gereği eski-yeni kitaplarla hemhal haldeyim; bu sebeple de Başbakan Yıldırım’ın dile getirdiği durumun fevkalade farkındayım.

Ataç’ı tanıyor muyuz?

Nurullah Ataç ismi sizin için ne anlam taşıyor? Çoğunuz belki hatırlamıyorsunuz bile. 19. yüzyılın sonlarında (1898) doğmuş, 20. yüzyılın ortalarında (1957) vefat etmiş bir yazın (edebiyat) ustasıdır kendisi.

‘Dil devrimi’nden sonra Türkçeyi yabancı sözcüklerden arındırma görevi yüklenmiş Türk Dil Kurumu’nun muhtemelen en hararetli taraftarıydı Ataç; kendisi de çok sayıda sözcüğü başka herkesten önce kullanıma sokmuştur.

Şu sıralarda onun kitaplarını okuyorum; vardığım sonucu sizinle de paylaşayım: Bugünle mukayese ettiğimde Nurullah Ataç’ın dili gözüme hayli zengin ve değerli görünüyor.

Zahmet edip onun Alain Fournier’den çevirdiği ‘Adsız Köşk’ romanını okuyun, Fransızca eseri nasıl okunur kıldığını görecek ve kendi dilinizin anlatım gücüne hayran kalacaksınız.

Ataç divan şiirimizden birkaç bin beyiti ezberinde tutan bir eski zaman edibiydi.

İlgisi babası Ata Bey’den geliyor; Ata Bey ünlü Hammer Tarihi’nin çevirmeniydi.

Bazen şimdilerde kullanım dışına itilmiş eski sözcükleri cümlelerim arasına yerleştiriyorum; sırf ne tepki alacağımı öğrenebilmek için. Her seferinde yakınlarımdan biri, sanki hata yapmışım gibi, beni uyarma ihtiyacı duyuyor.

Kendi dilimize yabancı hale geldik.

“Allah bağışlasın” da ne demek?

Geçtiğimiz günlerde, hem coğrafya hem de dil olarak en yakın komşumuzun edebi zevke de sahip önemli bir devlet adamıyla sohbet ederken, 1970’li yılların hemen öncesi ve sonrasında ziyaret ettiği ülkemizde yaşadığı bir şaşkınlığı paylaştı.

Tanıştığı kişiler, bir süre sohbet ettikten sonra, çocuğu olup olmadığını da öğrenmek istiyormuş.

Sonrasını şöyle anlattı.

“İki kız çocuğum olduğunu söylediğimde, muhatabım hemen ‘Allah bağışlasın’ diye mukabele ediyordu. Bu bana önceleri tuhaf geliyordu, sonraları ise kafamın tasını attıracak kadar rahatsız edici. Ortada bağışlanacak ne vardı ki? Acaba çocuklarım kız olduğu için mi? Neden sonra bunun sizin Türkçenizde ‘Aman ne güzel, sağlıklı ve uzun ömürlü olsunlar’ anlamına bir tebrik kalıbı olduğunu öğrendim de rahatladım.”

O dönemlerde tanıştığı Aziz Nesin, Demirtaş Ceyhun gibi kalem erbabıyla konuşurken, “Dilde arınma konusunda bir ölçünüz olmalı; yerleşmiş, dilin kurallarına da uygun olan başka dillerden alınma sözcüklerin yerine uydurmalarını koymaya çalışmayın” uyarısında bulunduğunu da bana aktardı komşu ülkenin devlet adamı.

Bugün orta yol onun o sıralarda tavsiye ettiğine uygun biçimde bulunmuş durumda.

Orta yol bulundu, ama bu arada da geniş çaplı tasfiyeler yüzünden pek az sözcükle konuşur ve yazar olduk. Herhalde dili en zengin edibimizin bile kullandığı sözcük sayısı bini pek geçmez.

Yabancıların dilimizi çabucak öğrenip birkaç ayda konuşur hale gelmesinin altında bu kolaylık yatıyor olabilir mi?

Sözcük haznesinin kısırlığı, hiç kuşkunuz olmasın, düşünmemizi de olumsuz yönde etkiliyor. Ayrıntılar tırpanlanınca ortada kaba saba bir çerçeveden başka bir şey kalmıyor çünkü.

Arapça Araplar için de zor bir dil

Arapça dünyanın en zengin dillerinin ilk sıralarında yer alıyor. Köklerden türetilebilenleri de sayarsak 1,5 milyona yakın bir sözcük haznesi var Arapça’nın…

Ürkütücü değil mi?

Belki de bu yüzden çok sayıda İmam Hatip Lisesi ve İlahiyat Fakültesi olmasına rağmen, ülkemizde Arapça eğitimi fazla övünülebilecek bir durumda değil. Pek az kişi konuşabiliyor ve konuşulduğunda anlayabiliyor bu dili.

Arapça Araplar için bile zor bir dil.

Kolayını şöyle bulmuşlar: Günlük kullanımda, gazete ve dergileri okurken veya biriyle konuşurken, eğer 2 bin sözcük biliyorsanız, bu sizin için yeterli oluyor.

O 2 bin sözcüğün listesi var ve onlara ünsiyet peyda ettiğinizde, hiç değilse gazete ve dergilerde okuduklarınızı anlayabiliyorsunuz.

Diğer 1,5 milyona yakın sözcük? Okuduklarınızı dikkatli okursanız, onların da zaman içerisinde yavaş yavaş dağarcığınıza yerleştiğini fark ediyorsunuz.

Sözün kısası şu: Yeni gelişmeler –sosyal medya– bizi âcil çözümler bulmaya zorluyor; o noktada fazla bir gücümüz olduğunu sanmıyorum. Ancak, günlük hayatımızda konuşur veya yazarken kullandığımız dilimize özen göstermek zorundayız.

Çaresi? Çaresi, dil ustalarını okumaktan geçiyor.

ΩΩΩΩ