Dünya değişirken Türkiye de değişiyor, ama değişmemiz yanlış yöne olmasın…

21
Reklam

Biraz önce bugünkü Jerusalem Post’ta (JP) okudum: Suudi Arabistan’da internet üzerinden gazete okuyanlar artık yeniden JP’yi okuyabilme imkânına kavuşmuşlar.

Suud sansürü, 2013 yılı Mayıs ayında JP’ye erişimi engellemeye başlamış; ülkeden bağlanmaya çalışanların karşısına ‘Ulaşmaya çalıştığınız sayfa yasaklıdır’ gibi bir duyuru çıkıyormuş… Şimdi ise, bir okur Twitter hesabından “Artık JP’a girebiliyorum” mesajı göndermiş; gazete ilgilileri trafiğe bakmışlar…

Ve, evet, Suud yönetimi İsrail gazetesini sansürlemekten vazgeçmiş…

Bir gün önce de, ajanslar, geleneksel Hicri takvimi kullanmakta olan Suudi Arabistan’ın 1 Ekim tarihinden itibaren Batılı ülkelerde –ve Türkiye’de de– kullanılan Gregoryen takvime geçtiğini duyurdu.

Sebep?

İki takvim arasında 11 gün fark var; bürokratlarına her yıl 11 gün fazladan ödeme yaptığını fark etmiş tasarruf tedbirleri peşinde olan Suud yönetimi; bu yüzden takvim değişikliğine gidiliyormuş…

Yalnızca belirtilen sebep değil, böylesine önemli bir dönüşüm haberinin uygulama başladıktan sonra duyurulması da ilgimi çekti.

Ortadoğu’da taşların yerinden oynamakta olduğuna dair başka kanıta ihtiyaç yok: Suudi Arabistan değişebiliyorsa, değişemeyecek hiçbir şey yok demektir…

Reklam
Suudi Arabistan’dan önce İran değişti

Aslında ilk değişim emareleri, ABD ile yakınlaşma yolunda adımlar atması ve bir anlaşmayla nükleer tesislerini denetime açmasıyla İran’dan gelmişti.

Son haber yine oradan: Dini önder Ali Hamaney, kısa süre sonra yapılacak cumhurbaşkanlığı seçiminde yeniden aday olmak isteyen Batı ile sertlik yanlısı Mahmud Ahmedinejad’ın önünü kesti…

Hasan Rouhani ile başlayan ‘Batı ile yakınlaşma’ süreci devam edecek demektir…

Ustaca bir politika izliyor İran; önce Batı-karşıtı söylemini olağanüstü yumuşattı, sonrasında da Batılı ülkelerin önüne, “Tamam, nükleer silâhlar yapmayacağıma yemin ederim” diye bir uzlaşma konusu getirdi; yıllarca tersine bir tavır sergiledikten sonra…

O yumuşamayla birlikte bölgede hareket alanını genişletecek müthiş bir serbestliğe kavuştu.

Suriye’de ve Irak’ta gelişmeleri etkileyen en büyük güç İran…

Hayli zamandır bu böyle…

Bunlara karşılık Türkiye

Reklam

Dünkü gelişmeleri birlikte izledik: Türkiye’nin uluslararası gücün bir parçası ve Irak askeri ile polisini eğitme amaçlı olduğu gerekçesiyle Başika’ya bir birlik gönderdiği biliniyor; hükümetin o birliğin görev süresinin uzatılması için TBMM’den geçirdiği tezkere Bağdat tarafından tepkilerle karşılandı.

Irak Başbakanı Haider al-Abadi “Türk askerleri topraklarımızı terk etsin; terk etmezse ‘bölgesel savaşı’ bile göze alırız, Türkiye ile savaşırız” açıklamasını yaptı…

Kendi Meclis’inden TBMM’nin aldığı kararı kınayan bir metni geçirdikten sonra düzenlediği basın toplantısında…

Yakın dostumuz olduğuna inandığımız ABD’nin Irak’ta görevli Uluslararası Koalisyon Gücü’nün sözcüsü olarak atadığı Yarbay John Dorrian da, aynı gün, şu açıklamayı yaptı:

“Irak topraklarında bulunan Türk Ordusu Irak hükümeti tarafından çağrılmamış, resmi izinle gelmemiştir ve illegaldir. Bilindiği üzere Uluslararası Koalisyon Gücü içerisinde, bazı ülkeler Irak Hükümeti’nin izniyle burada bulunmaktadır. Bu güçler IŞİD ile mücadelede Irak Ordusu’na havadan ve karadan destek vermektedir. Türk birliği o gücün bir parçası değildir.”

Ne oluyoruz?

Bu soruyu yalnızca Irak’taki sayıca fazla önemsenmeyecek birliğimize yönelik bu aşırı tepkilere bakarak sormuyorum. Suriye’de de işler Türkiye’nin istediği istikamette gelişmiyor ve IŞİD ile mücadeleyi sahada da sürdürme girişimi belli bir sınır dışına taşarsa, oradan da tepkiler gelebileceğinin işaretleri bir süredir alınıyor.

Düşmanları azaltma, dostları çoğaltma diye başlanmıştı…

Oysa, Başbakan Binali Yıldırım ile birlikte “Düşmanları azaltıp dostlarımızı çoğaltma” amaçlı bir dış politika çizgisi izleneceği duyurulmuştu; şu son gelişmeler zaten bayağı azalmış olan ‘dost’ sayımızın daha da aşağıya inebileceği endişesini doğuruyor.

Ortadoğu’da söz sahibi olma yarışı varsa ve o ilân edilmemiş yarış Türkiye ile İran arasındaysa, 1979 İslâm devrimi sonrasında İran’ın boşalttığı geniş alanı dolduran ve bundan her bakımdan yarar görmüş olan Türkiye, şimdilerde zemin kaybına uğramaya başaldı.

Mesafe çok açıldığı için İran’ın bir çırpıda arayı kapatması zor, ancak o yolda olduğu da çok açık…

Yeni kral ile birlikte Suudi Arabistan’da başlatılan değişim adımları elle tutulur hale geldi; değişimi kollayan ülkelerin sesi daha yüksek çıkabiliyor.

İran da, ideolojik açıdan özünü değiştirmese de söylem temelinde “Değiştim” mesajları vererek bir adım öne çıkmayı başardı.

Türkiye?

Ülkemiz 15 Temmuz gecesi uçurumun kenarından döndü; askeri darbe girişimi başarılı olsaydı sonu öngörülemez bir belirsizliğe mahkûm olacağımız kesin. Başından daha önce dört kez geçmiş ve her seferinde maliyeti yüksek faturalar ödetmiş askeri müdahalenin yeni bir örneğini günümüzde sahneye koymaya kalkışanların cür’eti akıl alır gibi değil.

Ancak 15 Temmuz uğursuz darbe girişimi sonrasında Türkiye’nin en büyük zaafı yeniden görünür oldu: Kendini iyi anlatamıyor Türkiye…

Daha mülâyim bir söylem yerine dünyaya meydan okuma merakımız yüzünden bütün uygulamalar farklı yorumlara yol açıyor.

İki makale

Şu sıralarda Batılı başkentlerde Türkiye üzerinde söz sahibi siyasetçi ve siyasetçilere yakın çevrelerde elden ele dolaştırılan makale, Soner Çağaptay tarafından kaleme alınmış, darbe girişiminden hemen sonra (17 Temmuz günü) Wall Street Journal gazetesinde yayımlanan “Türkiye’nin ‘İran 1979’ Dönemeci” değerlendirmesi…

Dün de, Merve Tahiroğlu ile Benham Ben Taleblu imzalarını taşıyan “Erdoğan İran tuzağına düşmemeli” başlıklı makale The National Interest’te yayımlandı.

Neredeyse üç ay arayla aynı tezi savunan iki etkili makale.

Türkiye İran’ın 40 yıl sonra geldiği ve kendisine zemin kazandıran nokta yerine, 1979’da yaşadıklarını daha câzip görme yanlışlığına düşer mi?

Elbette düşebilir, ama düşmemelidir.

Haklı olmak yeterli değil, başkaları da sizi haklı görmeli

Günümüzün gelişmelerini doğru değerlendiren… Sadece kendimizin haklılığı üzerine oturan değil kendimizi haklı saydığımız konuları başkalarının nasıl algıladığına da önem veren… bir yaklaşım şart.

‘Sıfır yanlış’ gerektiren bir ortamda bir-iki yanlış bile ülkemizi esas hedefinden saptırabilir.

Gazetecilerini hapse atan, cezaevlerini tıka basa dolduran, sürekli olağanüstü bir halle yoluna devam eden bir ülke, eğer bu ülke AK Parti iktidarının ilk 10 yılında çok farklı bir görüntü vermiş olan Türkiye ise, hem çevresinde hem de uzak komşularında yeniden değerlendirme ihtiyacı doğurur.

Bağdat’tan çıkan çatlak ses, umarım, Türkiye karşıtı bir kampanyanın başlangıcı değildir.

ΩΩΩΩ

Reklam

21 YORUMLAR

  1. İster kabul edin ister kabul etmeyin ama az çok ekonomi bilginiz varsa şunun net kanaatine varmışsınızdır; küresel ekonomide batıdan ayrı büyüme ve kalkınma düşünülemez! Bugün ihracatı ithalatını karşılamayan ve daimi cari açık veren bi ülke olarak batıya muhtacız.
    AB ile ilişkilerin yumuşadığı ve adaylık aşamasında önemli ölçüde yol katettiğimiz 2002 ve 2010 arası dönemde ekonomik alanda yaptığımız reformlar bize büyümeyi getirmiş akabinde kalkınma ile gelir dağılımındaki adaleti sağladığımız takdirde ekonomik refaha ulaşmamıza ramak kalmıştı ki…;
    Biz Ortadoğu liderliğine soyunduk!!
    Yüzümüzü batıdan ortadoğuya çevirdik ve ekonomik çöküş başladı,ülkemizde bombalar patlamaya başladı,kan akmaya başladı, korku ve öfke başladı, darbeye girişenler oldu ve türevinde olanlar…En önemlisi hassasiyetimizi kaybettik, kutuplaştık, birbirimize saygı dolu değil öfke dolu bakmaya başladık, kendimizi kaybettik ve en büyük acıyı yine birbirimize yaşattık…(!)
    Bu puslu günlerde en azından Fehmi Bey, mağduriyetleri ve birbirimize yaşattığımız acıları korkusuzca dile getirip eleştirebiliyorsa, tünel zifiri karanlık olsada aydınlığa olan inancı daha güçlü kılıyor…

  2. Ortadoğuda İsrail’in güvenliğini dikkate almayan hiçbir politika başarılı olamaz. Hatta İsrail’e tehdit oluşturduğunuz kanaati oluşursa başınız belaya girer, (One minute!).

    Irak, Libya ve Suriye’nin durumu ortada. Üçünün de ortak özelliği Rusya (eskiden Sovyetler Birliği) yanlısı ve İsrail düşmanı olmalarıydı. Erdoğan’ın sıkışınca İsrail ile anlaşma yapması bu sorunu çözmez, sadece erteler. Zira kimin gerçekte ne düşündüğü saklanabilir bir şey değildir.

    Esas endişe etmemiz gereken konu şudur. Batı, 1923’den Sovyetlerin yıkıldığı 1991’e kadar Türkiye’yi bir ölçüde desteklemek zorundaydı. Ancak Sovyet tehditi ortadan kalkınca “Türkiye gözden çıkartılmış” olabilir. (Bence öyle, tehlikedeyiz !)

    Bu hayati soruna karşı ilk yapılacak iş Türkiye’nin her alanda bir kademe yukarı çıkmasıdır. Böyle bir başarı ise eski çatışmacı zihniyetin uzantısı olan ve kullanım süresi biten mevcut ‘iktidar koalisyonu ve muhalefet’ ile sağlanamaz. Mevlana’nın dediği gibi ; “ Ne kadar söz varsa / Düne ait / Şimdi yeni şeyler / Söylemek lazım”.

  3. AH Fehmi bey!.. Sizin bilgi hazinenizin onda biri bende, bende ki deliliğin de birazcığı siz de olsaydı..
    Ülkenin ve milletin hali pürmelalinin, sizi de milyonlarca VİCDANLI insanı gibi üzdüğüne eminim. Farkımız sizin lehinize olan, sabır ve öfke kontrolü yetenek ve başarısı.. “Dostlarımızı çoğaltıp, düşmanlarımızı azaltacağız” cümlesi tersine çevrilerek, DÜŞMANLARIMIZ ÇOĞALIP – DOSTLARIMIZ AZALMIYOR MU?.. Bir yandan da, yurt içi barış ve kardeşliği önemli ölçüde tahrip eden hesapsız, insafsız, basiretsiz öfke, kin ve intikamın güdüsündeki ÖÇ ALMA çılgınlığı, ülkenin bir bölümünü açık ceza evine, aile barınaklarını da yas evine çeviriyor. Rabbim, böyle bir yönetimden Türkiye”yi korusun (amin)

  4. Coğrafyamızdaki meselelere Haydar’ı Haider diye yazacak kadar batıdan bakarsak bazı gelişmeleri doğru okuyamayız.

    Bu arada İran, hangi gelişmeyi gösterdi? Suriye’den milislerini mi çekti? Yemen’deki mezhepçi anlayışını mı terk etti. Aksine İran tam da batı ülkelerinin istediği gibi mezhepçi körüklemelerini aynen sürdürüyor. Rusya’dan da destek buluyor.

    Türkiye eskiden uzaktan bağırıp duruyordu. Şimdi biraz biraz işin içine girip ben de varım demeye başladı. Zamanında Kıbrıs’ta bu cesareti göstermeseydi, Kıbrıs gitmişti. vb…

  5. “Gazetecilerini hapse atan, cezaevlerini tıka basa dolduran, sürekli olağanüstü bir halle yoluna devam eden bir ülke, eğer bu ülke AK Parti iktidarının ilk 10 yılında çok farklı bir görüntü vermiş olan Türkiye ise, hem çevresinde hem de uzak komşularında yeniden değerlendirme ihtiyacı doğurur.” (F.Koru)

    Bu noktaya gelmiş, önünü ve sonunu neticelendiren cesaretli yazılar kaleme alan Fehmi beyin hali Ahmet Hakan’ın önceki ve sonraki kulvardaki pozisyonunu hatırlatıyor.. Bu değişim rüzgarıyla aradığı mahfillerde itibar ve takdir popülaritesini kazanmak istiyor sanırım !! Ama tarihi gerçek şu ki II Abdülhamid Handan sonra Osmanlının yıkılışıyla birlik, İslam birliğini parçalamaya muvaffak olan batı alemi, tekrar Türk ve İslam birliğinin sağlanmasını istememektedir. Hiç bir iyi niyet ve el etek öpme bu politikayı değiştiremez .. Tek çare Güçlü Devlet Güçlü Türkiye.

    Batının, darbelerle, her on yılda bir sıfırlamayı başardığı Türkiye kalkınmasına , son on yılda muvaffak olamayışının sıkıntısını yaşarken yaptığı ,Hiç bir mantıki ve insani yönü olmayan tavırlarına, ilkeli duruşu, dış politikada yanlış olarak değerlendirmeye çalışmak.. Türkiye sevdalılarına yakışmaz.. Tekrar ediyorum. Tek çare Güçlü Devlet Güçlü Türkiye. Ülkesini seven herkesin bu yönde dua ve gayret göstermesi elzemdir.. Kör iz’anlara şartlanmış beyinlere hiç bir iyi niyet kar etmez..

  6. Bence bugün verimli bir yazı yazmamişiniz degindiginiz konular arasında bağlantı kurmak biraz zorluyor insani. Ayrica Turkiye yı Ortadoğu da sonuç alma bakımından zayıf düşüren durum turkiyenin iran ırak Suriye gibi ulkere karşın daha demokratik ve isleyen bir kurallar ülkesi olmasidir. Bu özellik turkiyeyi diploması de zayıf susturuyor ama bir saha mücadelesinde (savaş gibi) diğer ulkere karşı çok turkiye bariz üstündür.

  7. Türkiye Avrupa ile yakınlaşsa ülkenin bir yerlerinde bombalar patlamaya başlıyor ve canlarımız toprağa düşüyor, ayrıca Irak’tan hemen “ülkemden çık” sesleri yükseliyor. ABD ile yakınlaşmaya başladığımızda kurların ateşi çıkıyor, Dolar – Euro yükseliyor. İki taraf da elindeki en etkin silahı bize karşı kullanıyor. birbirleri ile mücadele eden bu iki kesimi de aynı anda sevindirecek bir politika daha icat edilmediğinden biraz canlarımızdan biraz paramızdan olarak yolumuza devam edeceğiz. Eğer durursak Irak veya Suriye’ye döneriz.
    Suudi Arabistan’ı değişmeye ikna eden şey teknolojik gelişmeler neticesinde birkaç yıl içerisinde petrole olan talebin düşecek olması. Artık petrol kuyusu sahibi olmak zenginlik için yeterli olmayacaktır. Beyefendilerin birazcık çalışması ve akılı teri / alın teri akıtmaları gerekecektir. Yata yata para kazanma devri bitti bitiyor.
    Türkiye’nin İranlaşma olayına gelince ; 15 Temmuz Avrupa’nın ve ABD’li finans çevreleri tarafından desteklenen bir darbe girişimiydi. Darbe girişimi başarısız olunca Türkiye’nin bu kesimlerle işbirliğini kesmemesi için “İranlaşmak Metaforu” üzerinden Türkiye’ye akıl veriyorlar.

  8. Gazeteciler gazetecilik faaliyetlerden dolayı mı içerde? OHAL neden ilan edildi? Cezaevleri beden dolu? Suçlular cezaevine atılmasın mı? Sn FK sen böyle yazıları bırak parti kur Başbakan ol, ne kadar fetöcü değilde sana göre yanlışlıkla içeri atılmış varsa çıkar içerden eski görevlerine iade et. Beraber Türkiye’nin yönünü siz tayin edin. Amerika’ya doğru sırtınızı dönün. Hatta TÜrkiye neden Amerika’nın bir eyaleti olmasın? Ya da Değil mi? Pardon AB çok önemli elzem ABsiz olmaz. ABnin üyesi olmak için her dediklerini yaparsınız. Daha güvende olursunuz Daha çok demokrasi verir size AB ve Amerika. İşte bunlar şu kısa ömürde yapılacak en hayırlı işler olsa gerek. Değil mi?

  9. Hem müslüman olduğumuzu iddia ediyoruz hem de “İslamın dört başı mamur mükemmel hükümlerini bırakıp batının kıytırık değerlerini esas almalıyız” diyoruz. Bu nasıl müslümanlık? Hüküm cümlesi: İslam nizamı bir bütündür, hayatın hiç bir alanında kuma/ortak kabul etmez.

  10. Bugünkü yazınızı sona bıraktığınız aşağıdaki sözleri söylemek için yazmışsınız:

    “Gazetecilerini hapse atan, cezaevlerini tıka basa dolduran, sürekli olağanüstü bir halle yoluna devam eden bir ülke, eğer bu ülke AK Parti iktidarının ilk 10 yılında çok farklı bir görüntü vermiş olan Türkiye ise, hem çevresinde hem de uzak komşularında yeniden değerlendirme ihtiyacı doğurur.”

    Yazının diğer kısımlarını bunu söyleyebilmek için yazmışsınız.

    15 Temmuz’u yaşayan bir ülke cezaevlerini doldurmasın da ne yapsın? Toparlanıp, bu ülkeye bir 15 Temmuz daha yaşatmasını mı beklesin darbecilerin?

    Başka ülkelerin darbecileri destekleyen, kendilerini darbeyi tedvire memur sayan gazetecileri var mı? En azından darbecilerle dayanışma içerisinde olan, darbecilerin medyasında çalışan,
    oradan maaş alan gazetecileri?

    Fransa ve bazı ABD eyaletleri niçin OHAL ilan etti; oralardaki terör Türkiye’dekinin yüzde biri kadar yokken?

    Bağımsız hareket etmeye başlayan bir Türkiye’ye birilerinin hak vermesi mümkün mü?

    • Sayin Bekir bey, siz gercekten 15 Temmuzun Askerler tarafindan yapildigina inaniyomusunuz.
      20 yilini askeriyede gecirmis 28 Subat magduru olan birisi olarak 3 aydyr bunu her yonu ile arastirip ilgileniyorum, daha dogrusu ben bunu bir oyun olarak kabul ediyorum. Not buna 15 Temmuzun bir darbe girisimi olduguna Dunyadaki milletlerde inanmiyor.

  11. Fehmi bey dünyada ki en zor şeylerden bir tanesi ” karanlık bir oda da kara bir kediyi yakalamaya çalışmaktır hele de oda da kara bir kedi yoksa” bu işin dünyada ki en büyük ustalarından birisiniz iyi yakalayamamalar diliyorum selamlar…

  12. Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışı ve özellikle Cennet Mekan Abdulhamid Han Hazretlerinin tahttan hal edilmesinin ardından, Devletimiz ve Milletimiz 6 asırlık asli rotasından men edilerek, tali ve karmaşık rotalara yönlendirilmiştir. Abdulhamid Han Hazretlerinin tahttan hal edilişinde rol oynayan şahısların ülkeleri halen aktif bir şekilde Ülkemizin ve Milletimizin egemenliği üzerinde plan ve tuzaklar kurmaktadır. Rahmetli Menderes ve Rahmetli Özal zamanında asli rotasına yerleştirilmek istenmiş, ancak her iki liderden birisi asılarak diğeride zehirlenerek baypas edilmişlerdir. Darbelerle Milletimiz manevi değerlerinden, Devletimizi uluslararası arenada saygınlığına ve milli menfaatlerine yön veren bürokratlardan silkelenmiştir. Türk Milletinin ve Devletinin ali menfaatleri için mücadele eden hasbi ruhlar, darbelerden medet ummak yerine, icraat ve eserleriyle mensup olduğu kadirşinas milletinin hayır dualarına sığınmıştır.
    O zaman sorulacak soru şu? darbelerin arkasındaki güç gerçekten milli ve yerlimi? yoksa milli ve yerli gözüken dönme ve devşirmeler mi?
    Üsdad Bediüzzaman hazretlerinin şu sözü ne kadar hikmetli; “BANA ZULMEDENLERİN HİÇ BİRİSİ TÜRK DEĞİLDİR. ÇÜNKÜ TÜRKLERDE ZULÜM DAMARI YOKTUR.”

  13. ABD’de çıkan 11 Eylül’le ilgili yasanın hemen ardından Erdoğan’ın Suudlular’a destek verdiğini açıklaması doğru bir hamleydi. Siz kendi kitabınızda 17-25 Aralık sürecindeki kasetleri ABD’nin FETÖ’ye verdiğini ve “stratejik ortağımız” ABD’nin Başbakanımızı dinleme cüretini gösterdiğini söylediniz. ABD’nin iki yüzlülüğüne gereken cevap bence de böyle bir durumda Suudlular’dan yana olmak olmalı. Üstelik 11 Eylül’le ilgili yasa ABD’de ilk kez gündeme geldiğinde, Suudlu yetkililer ellerindeki Dolar rezervlerini çıkarmakla tehdit eder etmez Obama’nın ertesi gün soluğu Suudi Arabistan’da alması zayıflığını gösterdikten sonra ve ABD’deki başkanlık seçimine 1 ay kalmışken bunların olması Türkiye’nin doğru zamanlaması ve sergilemesi gereken dik duruş olarak değerlendirilmeli.

    Tayyip Erdoğan yeri geldiğinde diyaloğunu yumuşatmayı bilir. Irak’tan ve ABD’li yarbaydan gelen çıkışlar Türkiye’nin Suud’a destek vermesine bağlanmalı. Ben bu çıkışları Ortadoğu’da eski gücünü kaybeden ABD’nin son çırpınışları olarak görüyorum. Hele bir de Trump, 8 Kasım’da seçilirse (ki umarım öyle olur) başkanlığında ABD’nin Ortadoğu’dan ellerini ayaklarını çekeceklerini beyan etti. Bence Tayyip Erdoğan bu olası senaryoda Ortadoğu’dan ABD’nin çekilmesiyle oluşacak boşluğu Türkiye’nin dolduracak olmasının temelini atıyor. Ha olur da Bayan Clinton seçilirse de 8 Kasım’a kadar yeterli vakit var, Musul operasyonunun da 20 Ekim’de başlayacağını ve peşmergelerle ortak hareket edeceğimizi duyurdu Türk yetkililer. Olur da Clinton seçilirse zaten 8 Kasım sonrası ABD yaptırım uygulayana kadar Türkiye almak istediğini çoktan almış olur. Çekilmek zorunda kalırsa da çekilir ve bir şey kaybetmiş olmaz.

  14. ‘Suudi Arabistan değişebiliyorsa, değişemeyecek hiçbir şey yok demektir…’ Bu cümle ortadoğudaki durumu ve gereklilikleri çok iyi özetliyor..

  15. Adamlar 3 hatta 4parçalı suriye ile parçalı Irak projesini kafaya kafaya koymuşlar. israil neden ses çıkarmıyor çünkü olaylar tamda istediği gibi gelişiyor. Ruslar ise Akdenizde egemenliğinin olmasını istiyor. oradaki yerel güçler piyon ve batının umrunda değil ruslarında hesap başka .Biz ise kendi iç meselelerimizde boğulurken bölgede biz de varız demeye çalışıyoruz lakin esamemizi kimse olumaz hatta çoktan edilgen hale geldik bir sonraki aşamada hatta bölgedeki sonuçların olumsuz etkileyeceği bir ortama girdik bile .ekonomik sinyaller kötü geliyor bunlar zamanla ağırlaşabilir ve bırakın siyasi meseleleri ekonomik sorunlarla bile başedemez hale gelebiliriz. ahmet kayanın şarkısı gibi nerden baksan tutarsızlık…….,

Yoruma kapalı.