Gâvurdan dost, domuzdan post olur mu? Ya da Biz ve Batı…

7
Haçlı Seferlerinden bir görüntü...
Reklam

Her zaman biz haklıyız, tamam da, haklı olmak yalnız başına bir anlam taşıyor mu?

Türkiye ve içerisinde yer aldığı daha geniş dünyanın Batı ile bir sorunu var.

Ben ‘bir’ desem de sizler bunu ‘çok’ olarak anlayın.

En önemli sorunumuz da birbirimizi anlamakta zorlanmamız.

Hangi Batı ülkesini ele alırsanız alın, oranın Türkler ile iyi-kötü bir sorunu mutlaka vardır.

İtalya’da küçük çocuklar “Türkler geliyor” diye korkutulur.

Fransa’da ‘kaba-saba, cahil, anlayışsız’ denilecek yerde ‘Türk kafası’ (tête de Turc) demeniz ne demek istediğinizi anlatmaya yetecektir.

Belçika’da, İspanya’da adı çok eskiden beri ‘Türk’ olan köy veya kasaba vardır.

Reklam
Orası böyle de, ya biz?

Hayrettin Karaman’ın bir yazısına başlık seçtiği “Domuzdan post, gâvurdan dost olmaz” türü vecizelerimizle, Batı’nın ‘Türk’ sözcüğüne verdiği anlama mukabele etmişizdir.

‘Gâvur’ sözcüğüne bizde yüklenen anlamın karşılığı gibidir Batı dillerinde ‘Türk’ sözcüğü; çok uzun yıllar boyunca, herhangi bir Batılı ‘Türk’ derken aslında ‘Müslüman’ demek istemiştir.

‘Müslüman’ ve ‘Türk’ sözcükleri Batılı zihinlerin derin hafızasında eş-anlamlıdır.

Bizden başka hiçbir ülkenin, bir başka coğrafya ile, bizim ile Batı arasındakine benzer derinlikte bir algı sorunu olduğunu sanmıyorum.

İki tarafı da etkileyen kendi dinlerinin ‘ötekine’ yüklediği varsayılan anlamlardır.

[Ne demek istediğimi anlatmak için, Hıristiyanlık adına ‘reform’ hareketini başlatan Protestan Kilisesi kurucusu Martin Luther’in, ‘Türkler ile savaş üzerine’ adlı bir kitabı 1528 yılında (yayın tarihi 1529’dur) kaleme aldığını hatırlatmam herhalde yeterli olmalıdır. Türklere uygun gördüğü sıfat ‘Deccal’dir Luther’in; yönettiği tek övgü de “Kıyametin kopması öncesinde dünyaya Deccal ile savaşmak için gelecek İsa’nın zuhurunu sağlamaları” oluyor.

Tabii, Luther’in, o kitabı yazarken, Katolik Kilisesi’nin kanonlarından etkilendiğini de belirtmeliyim.]

Bir de tarihte yaşananlar var.

Reklam

Geçmişte Batı bize bir yandan ‘Batılı’ muamelesi çekmekteydi.

Osmanlı’da sorunlar başlamış, geriye gidiş artık gözlerden saklanamaz hale gelmiş ve bizden ‘hasta adam’ diye söz edilmeye başlanmışken, Batı’da kullanılan ifadenin “Batı’nın hasta adamı” olduğunu bilelim. Osmanlı’nın en geniş toprakları Trakya’nın batısında (Avrupa’da) idi de ondan.

Aynı Batı, bir yandan da, tek tek ülkeler veya Batılı müttefik güçler olarak, Osmanlı’nın Avrupa’dan ayağını kesmek için ‘Şark Meselesi’ adıyla bir projeyi hayata geçirmişti.

Zora düşen Osmanlı, üzerine düşmanca gelen Batılı ülke/lere karşı, daha mülayim olan/lar/la ittifak yapma yolunu seçiyordu. Düşman ile dost sıklıkla değişiyordu ama…

Algılar kötü

Onlar bize baktıklarında ne görüyorlar; bizler onlara baktığımızda ne görüyoruz?

Çoğumuzun Batı’ya nasıl baktığımızı rahatlıkla söyleyebilirim: Bir aralar 5 milyon km2’den büyük topraklara sahip bir imparatorluk iken; bugün, 800 bin km2 bile olmayan Anadolu’ya sığınmamızın sebebi olanlar…

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olmak istemesi ve Avrupa’nın Türkiye’yi içinde görmeyi arzu etmesi, her iki tarafın birbirinden kuşku duymayı zorlayan geçmişe sünger çekme iradesinin sonucuydu.

1940’lar ve 1950’lerde ‘ortak bir Avrupa’ projesi için çalışan Avrupalı siyasiler ile onlara destek veren Avrupa entelijansıyası ‘zeki’ insanlardı; zeki oldukları için Türkiye’yi Avrupa ‘içerisinde’ tutmanın yararını görebilmişlerdi.

Maalesef, Türkiye’yi AB kapısında bekleten ve şimdilerde açık açık “Aramızda yeri yok” demeye başlayan Avrupalı siyasiler için aynı tespiti yapmak mümkün değil.

Avrupa dışında kalmış bir Türkiye varlığını yine de sürdürür. Türkiye’yi kapısından içeri sokmayan Avrupa’nın ise Türkiye’ye çektiği muamele yüzünden mutlaka başı ağrır…

Henüz fark eden yok, ama bu coğrafyada doğan ve en koyu Batı-düşmanlığını dünyaya ‘ölçü’ haline getirmeye silahla çabalayan el-Kaide ve IŞİD gibi örgütler, biraz da bu İslâm-Batı karşıtlığı zemininde kendilerine yer açabiliyor ve bunda da, bir arka-plan olarak, Türkiye’ye reva görülen muamele yatıyor.

Türkçemizde ‘gâvur’ sözcüğü ile ifade edilen geniş kitleye karşı savaş böyle bir zeminde mümkün olabildi.

Dar kafalı bugünün Batılı liderleri, kendilerinden çok daha zeki olan seleflerinin Türkiye’ye yükledikleri “İslâm Dünyası’nın dönüştürücü gücü olma” misyonunu boşa çıkartırken, ‘Pandora’nın kutusu’nu da açmış oldular.

Ne yapmalıydık, ne yapıyoruz?

Soru şu: Batı, hafızasının Müslümanlar ve Türkler ile ilgili önyargılarını derin soğutucudan çıkarmış, öngörüsüz siyasi temsilcileri ağızlarına geleni ortalığa boca ederken, acaba biz ne yapmalıyız?

Ya da o durumda biz ne yapmalıydık?

Öncelikle şu tespitimi okuyun:İki taraf da birbirinin önyargılarını pekiştirecek tarzda davranıyor ve konuşuyor.

Şimdi bizim yaptığımız şu: Kendi derin hafızamızı uyandırıp Batı’ya yönelik en sert eleştirilerle eleştirilerine mukabele ediyor, adamlarda haklılık hissinin doğmasına vesile oluyoruz.

Hayatlarını onlar arasında kurmuş ve sayıları artık milyonlarla ifade edilen vatandaşlarımızın, aynı zamanda Batı ülkeleri vatandaşı olmalarını adamlara karşı bir koz olarak kullanıyoruz.

Oysa, ne yaparsak yapalım, yaptığımızla, onlarda “Biz bunu onlara reva görüyoruz, ama.. yanlış yapıyoruz” hissini uyandırmalıydık…

En baştaki sorunun cevabını vereyim: Bugünün dünyasında haklı olmak tek başına bir anlam taşımıyor; haklı olduğumuzun en kaba ve nobran muhataplarımız tarafından bile kabul edilmesi gerekiyor.

Türk iseniz başka seçeneğiniz yok.

ΩΩΩΩ

Reklam

7 YORUMLAR

  1. Sayın koru, “Dar kafalı bugünün Batılı liderleri, kendilerinden çok daha zeki olan seleflerinin Türkiye’ye yükledikleri “İslâm Dünyası’nın dönüştürücü gücü olma” misyonunu boşa çıkartırken, ‘Pandora’nın kutusu’nu da açmış oldular” cümlenize itirazım var. İslam dünyasının dönüştürücü gücü olma misyonu bizzat bizim stratejik derinlikçi liderler tarafından arap baharı ile birlikte sona erdirildi. Turkiye maskesini sıyırdı, Osmanlıcılık vs. ruyalariyla arap halkı ürkütüldü. Soft power devreden çıktı, demokrasi yerine militan ve silah ihraç edilmeye başlandı, tabiri caizse işgale yeltenildi. Artık Müslüman dünyada karşılığı kalmayan bir misyonun batı da rağbet görmesi elbette sozkonusu olamaz

  2. Bence de; Batı’ya horozlanacağımıza; itaat etmeyi öğrenip bize merhamet etmelerini beklemeliyiz.
    Bu görüşüme itiraz edenler de olacaktır ama; bir düşünün bakalım .. :
    15 yıldan önceki iktidarlar zamanında Avrupa bize bu kadar düşman mıydı…?
    Tabii ki değildi… Çünki onlar itaatı -yetersiz de olsa- biliyor ve uyguluyorlardı…
    “Ver kurtul” stratejisidir bunun adı…

    Alın size en basit örnek:
    12 adayı verdiler ve bu yüzden Avrupalılar bize hiç kızmadılar, hatta alkışladılar…

    Kıbrıs’ı yarım yamalak da olsa sahiplenmeye kalktılar başımıza gelmeyen kalmadı…
    Yoksa siz hala kavrayamadınız mı meseleyi…??
    İtiraz etmeden önce bir daha düşünün …
    Biz uyumsuzluk yaparak; onların bize uyum sağlamalarını mı bekliyeceğiz…
    Çok bekleriz…
    Hiç bir şey bilmiyorsak; ata sözlerimize bakalım…
    Ne demiş atalar…

    “Sen bilirsin deyince kavga çıkmaz ! ” demiş değil mi…?

    Olay bu kadar kolay !

  3. ‘Müslüman’ ve ‘Türk’ sözcükleri Batılı zihinlerin derin hafızasında eş-anlamlıdır“ da evet; aynı zamanda bu bizim içimizde ve coğrafyamızda da aynı anlama karşılık gelmektedir.

    “Domuzdan post, gâvurdan dost olmaz” türü vecizelerimizi ise iki başlık altında ele almalıyız: Birincisi; “..onları (yahudi ve hıritiyanları) dost edinmeyin” meali ile Kur’an öğretisininden kaynaklı kültürümüze yerleşmiş ve vecizelerimizde yer edinmiş bir algı biçimi olarak…ikincisi; dini kaynaklı olmayan “post” terimi ile “domuzun” kerih-haram olan ama kaynağı Islam olan iki algının “domuzdan post olmaz” şekline bürünerek kültürümüze yerleşmiş olan hali olarak…

    Ben ise şuna inanırım: “onları dost edinmeyin” emrini, zinhar “onlar ile tüm beşeri münasebetlerinizi kesin ve sürekli savaş halinde olun” diye değil bilakis ilişki kurun ama dostluk kurmayın anlamında bilirim. Zira misyonu, tüm insanlara “dünya ve ahiret saadetini kazandırmak” olan İslam ve onun Aziz Peygamberi (sav), sürekli bir düşmanlık halinde insanlara, mübelliği olduğu bir din, İslam’ı ve bir “İlah” olarak Allah’ı nasıl tebliğ edebilirdi?..ve kendinden sonrası için “varis” tayin ettiği alim ve mübelliğler…

    Tam da burada, böyle bir misyonu resmen üzerine almayan devlet, dine ait tebliğ müessesesini neden siyasi ilişkileri için referans alır ki? diye sormak da gerekir.

    Hep söylerim, ‘müslümanlar önce Müslüman (Allah’a teslim) olmalılar’ diye.
    Bir devletleri var ve yönetiyorlar ise tarihteki İslâm devletlerini adam akıllı referans alıp tecrübelerinden de faydalanamıyorlarsa, iddiaları bir İslam devleti oluşturmak ve dünyaya nizam vermekse eğer, karşılarında bir “Medine Devleti” örneği hazır bulunmaktadır. Değilse, bakiyesi olduğunu işine geldiği demler haykıran devlet, hiç değilse iç ve dış politikalarını bu müktesebat üzerinden oluşturmuş olsa kendisiyle beraber yakın coğrafyasını da rahatlatmıştı olur..hâlbuki, bizimle beraber “yaşlı dünyayı” mesken tutmuş yüzlerce ülke-devlet var!

    Batı’nın ‘Türk’ sözcüğüne “İslâm Dünyası’nın dönüştürücü gücü olma” meselesine gelince: buna, onları Batı’nın emelleri yönünde bir dönüştürme ihalesi olarak mı bakmalı ya da Müslüman coğrafyasını, İslami hedeflere ulaştırmak ve dünyayı dengeleyen bir güç oluşturmak çabasına yönlendirmek olarak mı?

    İkincisine, gücünün doruğuna Batı razı olur mu?
    Ben milyonda bir ihtimal vermem.

  4. 1,5 milyon alman vatandaşı türk, çoğu seçime gitmiyor zaten. Gidenler de yeşiller ve SPD ‘ye oy veriyor ağırlıklı olarak. CDU seçmeni de var eser miktarda. SPD ve yeşilleri dindar seçmen konusunda samimi bulmayan dindarlar, dindar partisi olan cdu’ya oy veriyor. Cdu’dan belediye encümenine seçilenler var. Ama SPD ve yesillerden milletvekillerimiz de var.
    SPD türk seçmenin yoğun olduğu yerlerde seçmeni sandığa çekmeye çalışıyor. Yabancı kökenli seçmende sandık ilgisi uyandırmaya çalışıyor, uyuyan kitlede muazzam bir potansiyel yattığının farkında. O kitleyi hoş tutmak istiyor.
    CDU oradan da oy alsak fena olmaz, ama ana omurgada kayb edeceğimiz oya değmez yaklaşımıyla, sağ ve ultra-sağdan oy kapmayı önceliyor.
    Türk seçmen sandığa gitmezse, veya SPD ve yeşillere oy vermezse, bu Merkel için az da olsa bir kazanç.
    Seçim dönemindeki SPD milletvekili adaylarını Türklerden oy almanın önemine ikna etmeye çalışan Türk parti üyeleri, belirli bir mesafe alıyorlar. Türkler için rahatlatıcı, avantaj getirici taleplerini gündeme aldiriyorlar…
    Avrupa’da müslüman göçmen figürünün cüzzamlı imajına rağmen, Almanya’nın bu fırtınalı günleri en az hasarla atlatması için Türk seçmen kartıyla,
    Türk devletinden medet beklemeksizin, karınca adımıyla büyük mesafeler kat ediyorlar.
    CDU için çalışan bir Türk siyasetçi, Türk seçmeninin aslında CDU ‘ya daha yakın olabileceğine, dolayısıyla alman siyasetinin gerçek sahibi partinin üst yönetiminden türk seçmen için bir takım avantajlar vaatler paketi çıkartmaya çalışıyor.

    Ama türkiye’den etkili bir siyasi,
    Almanya’da Yerelde didinen kahraman bir Türk kökenli parti üyesinin senelerce el yordamıyla oluşturduğu kazanımları, “türk seçmeni” faktörünü
    DÜMDÜZ EDIYOR

    Türk siyasetinde %1,5 oy artışı sağlayabilmek için Almanya’da heder edilen on yılların hesabını dünyada sorabilecek bir merci yok.

    Alman yerel siyasetinde marka haline gelmişken,
    Türk göçmenler için büyük avantajlar oluşturabilecek parlak bir siyasi figür haline gelmişken,
    Başka bir ülkenin istenmeyen siyasetçisinin taraftarı damgası yiyerek, kendine faydası olamayacak hale gelen pırlanta insanların hesabını sorabilecek kimse yok.

    Kimse bu kaybın büyüklüğünün farkında bile değil.
    Kristal eşya dükkanındaki fil için eşya zayıati, sinir bozucu bir gürültü sadece. Onun için önemli olan, girdiği mekanın hareket alanını daraltması.

    Yazık oluyor
    Ama farkında olan da pek yok gibi

  5. maalesef bizim mahallenin en entellektuelleri bile sizin gibi dusunuyosa artik mahalleyi terk etmek lazim ..

    biz demokrasiyi . ozgurlukleri. gelir esitligini ve paylasimini. cevre reformlarini . yolsuzlukla mucadeleyi genislettikce bu bize dusman avrupalilar amerikalilar degilmiydi yardimlar arttiran pkk ya alan daraltan iclerine kabul etmeye baslayan.

    bi dusman dusununki Fehmi bey siz zenginlestikce size bise katiyo. siz huzur buldukca oda destek oluyo .

    bugun aci soyluyolar cunku dostlar yada dostluk kapisi acmaya calisiyolar.. dusman degil .

    avrupa tek degil kendimiz giibi dusunmeyelim .. evrensel degerlere sahip buyuk bir kitlede var avrupada .. hala irkci sinirlarin icinde tumorlerde .

    bizim mahallede en akillilar bile yasananlarda hala hakliligimizdan soz edecekse demekki mahalle bize ait degil..

    ben artik okumasam sizi daha iyi . Allah ferasetinizi arttirsin.

Yoruma kapalı.