Hemen her ülkede -bazısında birden fazla- müze vardır da, genellikle insanlar onların varlık sebebi üzerinde pek düşünmez; kendileri daha çok başka ülkelere gittiklerinde oralara uğradıkları için, kendi ülkelerindekileri de turistik mekan sanırlar…
Oysa müzeler, uzun zaman diliminde el emeği göz nuru ile üretilmiş değişik alanlardan eserleri sergilemeleri yanında, geçmişte olumlu-olumsuz yaşanmışlıkları da yansıttıkları için toplumun hafızasını tazeleme mekanlarıdır da…
Bizden önce kimler bu coğrafyadan gelip geçmişler, bu seferler sırasında ne izler bırakmışlar, onlarla müzelerde karşılaşırız.
Konu ülkemizde yeniden açılan bir müze haberi sayesinde ilgimi çekti.
Önce haberi okuyalım:
“Türkiye’nin hafıza mekânlarından tarihî Sinop Cezaevi, kapsamlı bir restorasyon sürecinin ardından müze olarak yeniden hayat buldu. Ünlü yazar Sabahattin Ali’nin ‘Aldırma Gönül’ şiirini kaleme aldığı ve edebiyat ile siyasetin önemli isimlerini ağırlayan cezaevi, artık kültürel miras yolculuğunda yeni bir dönüm noktası olarak ziyaretçilere kapılarını açtı.”
Haberde, hayatlarını bir müddet Sinop’ta geçirmek zorunda bırakılmış Eşber Yağmurdereli, Kerim Korcan gibi isimlere de yer veriliyor…
Müzenin yeniden açılışına, bir bakan, bir vali ve bir milletvekili yanında, Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu başkan yardımcısı da katılmış…
Delegasyon temsilcisinin açılıştaki varlığı, maddi desteğin Avrupa Birliğitarafından sağlanması sebebiyle…
Kapılarını mahkumlara açık tuttuğu dönemde meslektaşların ‘Hilton’ diye adlandırdığı Ankara’daki Ulucanlar Cezaevi’nin 2006 yılında müzeye dönüştürülmesine de kaynağı acaba Avrupa Birliği mi sağlamıştır?
Ulucanlar Cezaevi Müzesi, vaktiyle orada ikamete mecbur edilmiş gazeteciler, yazarlar ve siyasilerin ailelerinden tedarik edilmiş kişisel eşyaları da sergilendiği için, bir tür ‘basın müzesi’…
Gazeteci, yazar ve siyasilerin anılarında Ulucanlar’da geçirdikleri günler, aylar ve yıllara ait hatıralar da yer alır.
Müze olmayı hak eden bir başka mekan da Diyarbakır’ın ünlü cezaevi…
Özellikle toplumun yanlışlıklara tanık olunan dönemlerine ait müzeleri gezenlerin gördüklerinden etkilenmeleri ve aynı yanlışlıkların tekerrürüne müsaade etmemeleri beklenir.
Hayli zaman oluyor, bir vesileyle yolum Vietnam’a düştüğünde, Ho Chi Minh kentinde kaldığım otelin fazla uzağında bulunmayan bir müzenin varlığı dikkatimi çekmişti.
‘Savaş Kalıntıları Müzesi’ adı merakımı daha da artırmıştı.
Gittim, gezdim.
Müzeye çevrilen bina eskiden ‘ABD istihbarat Ajansı’ olarak kullanılmaktaymış…
Ne kadar anlamlı değil mi?
Yaklaşık 20 yıl (1955-1975) sürmüş ve yerel halktan 2 milyona yakın can kaybı verilmiş savaş öyle bir müzede sergilenmeyi hak ediyor…
İnternet ansiklopedisi Wikipedia’dan bir ayrıntı aktarayım:
“Bir bina Güney Vietnam yönetiminin siyasi tutukluları tuttuğu ‘kaplan kafesi’ olarak hapishanelerin canlandırılmasına ayrılmıştır. Pek çok sergide, İngilizce, Vietnamca ve Japonca dillerinde kısa tanıtım yazıları bulunduran birçok şiddet içerikli fotoğrafa yer verilmiştir. Bu koleksiyonlarda, ‘agent orange’ ve diğer kimyevi defoliant spreylerin; napalm ve beyaz fosfor tipi bombaların etkileri ve May Lai katliamı başta olmak üzere pek çok savaş suçu sergilenmektedir.”
O fotoğrafların bir çoğu zamanında Batı gazetelerinde -bu arada bizimkilerde de- yayımlanmıştı, ama itiraf edeyim, Vietnam’da beni en fazla etkileyen, insanoğlunun bazen ne kadar büyük yanlışlara sürüklenebildiğini can alıcı fotoğraflarla zihinlere kazıyan o müze olmuştu.
Daha başka bir vesileyle uğradığım Kamboçya’da da benzer bir irkilme yaşadım.
Bu defa müzeden fazla bir mekanı görmem için başkent Phnom Penh’dan uçakla birkaç saat mesafede bulunan Angkor Vat tapınağına gitmem gerekmişti…
Yirmi yıla yakın (1963-1981) tek başına Kamboçya’yı yönetmiş Pol Pot, çoğu aydın, okuyan-yazan olmak üzere 2 milyonun üzerinde insanın ölümünden sorumlu. Gözlüğü bulunmak bile aydın olma alameti sayıldığı için çok insan öldürülmüş onun zamanında…
Angkor Vat tapınağında kurşuna dizilmişlerin izleri korunuyor…
Leonardo da Vinci, Raphael, Michelangelo gibi eserleri Batı müzelerini zenginleştiren Rönesans sanatçıları ile Ankara’daki Resim ve Heykel Müzesi’nde resimleri sergilenen Osman Hamdi Bey, Şeker Ahmet Paşa, Hoca Ali Rıza, İbrahim Çallı, Bedri Rahmi Eyüboğlu gibi sanatçılarımız göz zevkimize hitap ederken, Vietnam’daki Savaş Kalıntıları Müzesi ve Kamboçya’daki Angkor Vattapınağı ile bizdeki Ulucanlar, Sinop, Diyarbakır cezaevleri müzeleri, temsil ettikleri dönemlerin yanlışlıklarını hatırlatmaya yarıyor…
Tabii ders alabilene…
Akif boşuna “Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?” diye sormuyor…
ΩΩΩΩ