Kürtler ihanete mi uğradı? Trump ne dediğini biliyor mu? Bu sorulara cevap arıyorum…

25
Reklam

Herkes hep bir ağızdan “Kürtler ihanete uğradı” diyor… 

Dünya medyasına açıklama yapan PYD’liler de “İhanete uğradık” diyorlar…

ABD’de, yalnızca kendisine zaten karşı olan muhalifleri değil dostları da, “Trump Kürtleri arkadan bıçakladı” açıklaması yapıyorlar…

Kusura bakmasınlar ama ben onlarla aynı fikirde değilim. 

Sözlüğe de açın bakın isterseniz; ‘ihanet’ veya ‘ihanete uğramak’ kavramlarının kullanılması için, fiilin beklenmedik, sürpriz bir biçimde olması gerekiyor; ‘ihanete uğrayınca’ insanın, grubun, milletin, o ana kadar böyle bir şey yaşayacaklarına asla inanmamaları şart.

İhanete uğramayacağına inanan insan ihanete uğrayınca ondan “İhanete uğradı” diye söz edilebilir.

Biraz önce bizim sitenin arama motoruna ‘Mustafa Barzani’ sözcüklerini yazdım, karşıma Kürtlerin ABD tarafından uğratıldıkları ihanetlerle ilgili tam sekiz adet yazım çıktı. 

Üç yılda tam sekiz yazı…

Reklam

İhanetler listesi

Bakın geçen yılın sonlarında Donald Trump “Suriye’den asker çekeceğim” açıklamasını yaptığında yazdığım yazının sonunu nasıl bitirmişim; biraz uzunca bir altıntı olacak ama katlanmaya değer:

“İkinci Dünya Savaşı sonlarına doğru Mustafa Barzani komutasında başgösteren hareketlenme Rusya gözetiminde bir devlet yapılanmasıyla sonuçlanmıştı. Mahabad Cumhuriyeti adıyla öyle bir oluşum İran’da kuruldu. Ancak Rusya, İngiltere ve ABD liderlerinin Yalta’daki buluşması ilk hayal kırıklığına sebep oldu. 1945 yılı Aralık ayında ilan edilen Mahabad Kürt Cumhuriyeti 1946 yılı Mayıs ayında tarihe karıştı. (..)

Sonraki hayal kırıklığını, ABD’nin İsrail ile birlikte, Saddam‘la sorunu olan Şah dönemi İran’ını kullanarak, Mustafa Barzani‘yi Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devleti kurma hayaliyle isyana teşvik etmesi sonrasında yaşadı Kürtler. Saddam Hüseyin ile İran Şahı Cezayir’de anlaşınca (1975) o hayali suya düşürecek süreç başladı. İran devreden çıkınca ABD ile İsrail de Kürtler’den desteklerini çekiverdiler. (..)

Üçüncü hayal kırıklığı bu defa Mesut Barzani‘nin arzusunun kursağında kalmasıyla yakın dönemde yaşandı. [Niyetini gerçekleştiremeyeceğini anlayan Mesut Barzani bölgesel yönetim liderliğinden çekilmek (Ekim 2017) zorunda kaldı.]

PYD/YPG Irak’ın kuzeyinde yaşanan bu üç hayal kırıklığının Suriye’de kendi başlarına gelmeyeceğini düşünüyordu. Fakat işte görüldü; bugün olmasa, 60 gün içerisinde gerçekleşmese bile, ABD bu bölgede ilâ nihaye kalacak değil. Trump‘ın âni “Askerleri çekeceğim” açıklaması ile açılan bu yeni süreç bölge dengelerini herhalde değiştirecektir.

Ne dersiniz, sevinelim mi?

Sevindirik olmak yerine, bu âni gelişmeden sonra Türkiye olarak daha da dikkatli davranmakta yarar var derim.” (20 Aralık 2018 tarihli yazım.]

Reklam

Şimdi yaşanan, neredeyse bir yıl önce olacağı bildirilmiş ve gelen tepkiler üzerine bugüne ertelenmiş olan bir gelişme. ABD başkanı Donald Trump askerlerini çekeceğini bir yıl önce açıklamıştı, şimdi de o açıklamasının gereği yerine geliyor.

Trump ne dediğini biliyor mu?

Trump da zaten yaptığını ‘ihanet’ olarak görmüyor. Ne derse desin cümlesinin sonunu “Biz Kürtleri çok severiz” diye bitiriyor.

Önceki gün “Türkler ile Kürtler doğal düşman, zaten yüz yıllardır birbirleriyle savaşmaktaydılar, bunu bir tarihçi bana söyledi” demişti.

Tarih bilmeyen tarihçi danışmanları olmalı Trump’ın…

Bugün daha da ilginç zırvalarla çıktı gazetecilerin karşısına…

“İkinci Dünya Savaşı’nda bize yardım ettiler mi? Etmediler. Normandiya’da da bize yardım etmiş değiller. Misal olarak başka savaşları da verebilirim. Suriye’de evet bizimleydiler, ama kendi toprakları için yardım ediyorlardı.”

Yine “Her şeye rağmen biz Kürtleri severiz” demeyi ihmal etmemiş Trump

Sonucu görüyoruz: ABD’de başkanlık sistemi olduğu ve başkan aynı zamanda ‘başkomutan’ unvanı da taşıdığı için, Trump hiç kimsenin görüşünü almak zorunda değil. Bir yıl önce “Askerleri çekeceğim” dediğinde eski bir general olan savunma bakanı James Mattis derhal istifasını vererek tepki göstermişti.

Trump istediğini o zaman gerçekleştiremedi, ama Mattis de gitti.

[Atlantic dergisinin son (Ekim 2019) sayısında Mattis ile uzun bir mülakat var; ancak konuya ilişkin “Ayrılmaktan başka bir çarem yoktu” dışında bir şey söylememiş. Susmasını da Fransızca ‘devoir de réserve’ ile açıklamış; ‘sessiz kalma görevi’ ile…]

Mattis’le birlikte görevinden istifa eden ABD’nin Suriye’deki kuvvetlerinin komutanı Brett McGurk ise dün şu açıklamayı yaparak suskunluğunu bozdu:

“Donald Trump başkomutan değildir. Bilgisi olmadan ve kimseye danışmadan kendi başına kararlar veriyor. Askerlerimizi arkalarını kollamadan ateş altına gönderiyor. Muhatapları blöfünü gördüğünde ya da telefonda sert konuştuğunda daha önce yeri göğü inlettiği halde müttefiklerimizi açıkta bırakıveriyor.”

Trump’ın umurunda bile değil. O başka bir savaş veriyor; kendi koltuğunu koruma savaşı…

ΩΩΩΩ

Reklam

25 YORUMLAR

  1. Bernar bey gayet iyi anlatmış durumu.
    Bu barış sürecini sonuna kadar deneyen Erdoğan çaresizlikten (fetonun temizlenmesi ve boşalan kadrolara yeni atamalar,hdpnin anlamsız erdogan nefreti) yeni bir ittifam kurdu ve dindarlar milliyetçileşti.Devletin her türlü eylemine ortak oldular savunucusu oldular.

  2. Türkiye’nin PKK kontrolünde olacağı aşikar bir Suriye Kürdistanı oluşumuna izin vermeyeceği açıktır. Bu amaçla daha önce yapılan operasyonlar da (Fırat Kalkanı v.b.) bu müdahale de haklı ve doğrudur. Türk devleti gereğini yapmaktadır.

    Fakat mesele o kadar basit değil. Bu operasyonun ABD ile anlaşmalı olarak yapıldığı açık, nitekim Trump o kendine özgü kaba üslubuyla bunu açıkladı, harekat sınırlı olacak. Diğer yandan bu bölgeyi temizleyince Suriyeli göçmenleri oraya nasıl yerleştireceğiz. 2 milyon kişilik bir alt ve üst yapı yatırımı on milyarca dolar tutar. Batı ve zengin Araplar bu iş para vermez. Türkiye ise bunun altından kalkamaz.

    Diğer yandan güneye çekilen PKK/YPG bu alandaki Araplara rahat vermez ve onlar kendi güvenliklerini sağlayamaz. Güvenliği sağlamak yine Türkiye’ye düşer. Başımıza açılan sorunlardan bunlar ilk aklıma gelenler.

    Suriye’de yaşanan bir iç savaştır. Eğer muhalif militanlar ailelerinin bakımı için güvenli topraklarda bir imkan bulamasaydı bu iç savaş başlamazdı. Erdoğan ve Davutoğlu biz onlara bakarız, bize gönderin diyerek fitili ateşlediler. Şimdi bu iki kişiden birisi Cumhurbaşkanı diğeri de yeni bir parti kurmaya çalışıyor.

    Beni asıl endişelendiren şey budur. Biz nasıl bir milletiz ki bu kadar ağır hata yapan siyasetçilere gereken cevabı vermiyoruz. Bu akılsızlık ve duygusallık ikliminde daha büyük felaketler yaşanması ihtimali yüksek gözüküyor.

    Suriye sorununda Rusya ve İran Esad’ı destekliyor. Türkiye ise Erdoğan’ın siyasal İslamcı ideolojik kaprisleri nedeniyle Esad ile işbirliği yapamıyor ve tek başına kalıyor. Türkiye son 10 yıldır Erdoğan’ın hatalarını telafi etmekle uğraşıyor. Bir zamanlar İstanbul işgal altındayken de birileri vatanı kurtarmak yerine padişahı ve kendilerini kurtarmak derdindeydi.

  3. Savaş konusunda yazacak çok şey var ama açıkcası vaktim yok. Ancak yorumlarına ciddiye aldığım Bernar adlı yorumcunun “Barış Süreci” hakkındaki değerlendirmelerini okuyunca kısaca birkaç hususu yazmak gerekti.
    Bence “Türkiye’deki üst akıl” adım adım bizi buraya kadar getirdi, bunu da çok usta bir propaganda ile başardılar. Belki takip etmişsinizdir, o zaman (2013-2015 arası) bu işin uzmanları “Barış Süreci diye bir şey yok, bu AKP’nin bir aldatmacası, PKK Suriye’de elini rahatlatmak için Türkiye’de çatışmaları durdurdu, AKP de oy için bu süreci kullanıyor ama yaptığı bir şey yok, süreci doğru yönetmiyorlar” diye dert anlatmaya çalıştılar. O zaman Bernar Beyin suçladığı the Cemaat ısrarla Barış Süreci’ne şans tanınmasını istedi, bir taraftan da doğru yönetilmesini, bölgenin teröristlere bırakılmamasını dillendirmeye çalıştı. Mesela Akil Adamlar’dan olan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkan Yardımcısı Cemal Uşşak cadı avından kurtulmak için yurtdışına çıkmak zorunda kaldı, kanserle boğuşurken Türkiye’ye dönmek istedi, “gelirsen tutuklanacaksın” denildiği için dönemedi. Bölgedeki Cemaat kurumları PKK tarafından yakılırken devlet müdahale etmiyordu. Kürt Meselesi’nin içinde yaşayan biri olarak Bernar Bey’den öğrenmek isterim: “Cemaat Barış Sürecini nasıl engelledi?” Çünkü malum tam Barış Süreci başladıktan sonra 17-25 Aralık sonrasında devlette Cemaat’in etkinliği zaten sıfırlanmıştı. Valiler, polis amirleri, sokaklara hendek kazılırken müdahale etmiyordu, edemiyordu. Peki gazeteciler bunu yazmamalı mı idi? Barış Süreci diye afra tafra dolaşıp bütün bölgeyi örgüte emanet eden kafa birden uyandı ve Barış Süreci’nin çok yanlış birşey olduğunu keşfetti. Ama bu “mübarek süreci” meğer Cemaat ve bazıları sabote etmiş. Nasıl yapmışlar, okuyup üflemişler herhalde. Şayet biz hala bu kafa ile yaşarsak daha çok Barış Süreçleri ve Savaş Teraneleri yaşarız.
    Sağcı, solcu, ulusalcı, İslamcı, Türkçü, Kürtçü, tarikatcı vs. her grubun içinde zaten yeter miktarda olan malum dostlarımız medyayı vs. gayet iyi manüple ettiler ve hala da ediyorlar. En muhalif ve akıllı olduğunu sandığımız kişiler bile bu “derin diskur” üzerinden konuşuyor.
    Türkiye maalesef devlet vasfını yitirdi, daha önce de hiç bir konuda adam gibi bir bilimsel birikimi yoktu, şimdi hepten kanunsuz kaldık. Yaşananlar, Kürtlerle ilgili hiç bir bilgileri ve hazırlıkları olmayan boş adamların günlük siyasete her meseleyi kurban etmesinin başka bir örneğidir. Barış Süreci diye bölgeyi teröristlere terkeden devletlülerimiz rotayı değiştirince garibanların asker ve polis olan çocukları ile yaşları 15-16 olan gariban Kürt çocukları öldü.
    Hatırlar mısınız, iki sene önce ordumuz Musul’a giriyordu, Başkomutanımız gene cephedeydi. Şimdi de aynı hikaye Suriye’nin kuzeyinde anlatılıyor. Ve herşeyi örtüyor; yolsuzlukları, KHK zulmünü, hapistekiler, ülkeden kaçarken boğulanları.
    Biz de burada ciddi ciddi bu saçma iddiaları tartışıyoruz yaz, maksat hasıl oldu.

    • Merhaba Hakan Çakan Bey. İlkin, “FETÖ” terimi ile Gülen Cemaati’ne giydirilen gömleği hem gündelik sohbetlerinde, hem de buradaki yorum sayfalarında bir kez bile kullanmamış birisi olarak şunu söylemek isterim: Ismarlamadığım halde zorla önüme konan hiçbir siyasi iddiayı peşinen kabul eden bir insan değilim. Önemsediğim bir konuda öne sürülen bir iddia ya da tezi, becerim ölçsünde anlamaya çalışıyorum. Okuyup araştırmadan, sorgulamadan, duygularıma yenik düşme zaafı göstermeden kendimce bir fikre ulaşmaya çalışıyorum. Ulaşmış olduğum bir fikri, “mutlak doğru” ya da “hakikat” olarak değişmez kılma zaafını geçmişinde birden çok kez göstermiş bir insanım.

      Hepimiz faniyiz. Geldik, sıramız geldiğinde gideceğiz. Biz gittikten sonra da toplumsal hayat sürecek, sayısız çoklukta siyasal tartışma, çekişme yaşanacak. Fikir ve kanaatlerimiz dolayısıyla başka nsanların gönlünü kırmaktan, yarım yamalak bilgi kırıntılarından inaatçı yargılara varıp insanlara haksızlık etmekten kaçındığımız ölçüde “iyi insan” terimini hak ediyor, ahlaklı ve erdemli kalma çabamızda yol alabiliyoruz.

      Benim savım şu: Gülen Cemaati, “barış süreci”nin çıkmaza girmesi için elinden geleni yaptı. Siz, benim bu savıma karşı çıkıyorsunuz. Ben, beni tereddütsüz bu savı ileri sürer duruma getiren bilgi kaynaklarımı not düşmekle yetineceğim: (1) Başta “The Circle” gelmek üzere, 15 Temmuz sonrası Gülen Cemaati içinde baş gösteren tartışmaların bir süre izlenebilir olduğu “Kıtalararası” sitesindeki makaleler. (2) Gülen Cemaati’nin bugünkü resmi tutumumu -yer yer eleştirel bir noktadan olmakla birlikte- kısmen yansıtan İsmail Sezgin’in Youtube kanalı; (3) Süreç boyunca tanış ve arkadaş olduğum (akıl ve sağduyularını bugün de saygıyla hatırladığım) Gülen Cemaati mensubu insanlarla kimi saatlerce süren sayısız çoklukta sohbet ve tartışmam. (4) Bundan bir süre önce çeşitli Avrupa ülkelerinde tanışıp yüz yüze konuma imkanı bulduğum ve Cemaat’in hiç de sıradan olmayan mensupları. (5) Her ikisi de sıkı dindar-muhafazakar Kürt olup HDP ile hiç ilintilenmemiş, Cemaat ile bir husumet içinde olmayan iki Kürt aydın dostumun bu konuda bana anlattıkları. (6) Konuyla ilgili olarak ciddiyetine güvendiğim İngilizce akademik metinler. Savımı, bu kaynaklara dayandırıyorum.

      Kabul edersiniz ki, bu konuya ilişkin “tartışma” sözcüğünün hakkını veren bir diyaloğu bu yorum sayfalarında yapamayız. Kendi bilgi kaynaklarımı vermekle yetinmemin nedeni bu.

      Toplumsal hayatı, sosyolojik süreçleri tarihsel bir perspektif içinde kalarak takip etmeye çalışan her insanın zorlanmadan göreceği gerçek şu ki, AK Parti ve lider kadrosu hiç de uzak olmayan yakın bir gelecekte sönümlenip -sevapları ve günahlarıyla- tarihteki yerini alırken, isteyelim ya da istemeyelim, Gülen Cemaati (kendi tercih ettikleri isimle Hizmet Hareketi), şu veya bu biçimde, varlığını gelecek yıllarda da sürdürecek. Erdoğan ya da D. Perinçek öyle istedi ve istediğinin olması için her şeyi yaptı diye, Türkiye’nin sosyal, siyasal ve dinsel pratiğinde böylesine kritik ve kitlesel rol oynamış bir toplumsal aktör buhar olup uçacak değil. Eski gücüne erişmesini muhtemel görmüyorum. Gerek Cemaat’in kendi hataları, gerek AK Parti’nin son on yılı, gerekse İslami yapıların Erdoğan’lı yıllarda sergiledikleri içler açısı tutum, dindarlığı bir hayli örseledi Türkiye’de. Ama, önemsenmesi gereken bir sosyolojik olgu ve inanç gurubu olarak Gülen Cemaati’nin varlığını sürdüreceğinden kuşkum yok benim.

      Cemaat’e yakınlık duyan insanlar, konu ister 15 Temmuz darbe girişimi olsun, ister barış süreci ya da bir başka mesele olsun, sürekli bir savunma tutumu içindeler. Üzerlerindeki gayrı-hukuki, gayrı-insani, gayrı-ahlaki baskıyı görüyor, bunu anlıyor, anlayışla karşılıyorum. Herkes ileri geri ve paşa gönlü nasıl istiyorsa o şekilde Cemaat’in ne olup ne olmadığı, ne yapıp yapmadığı konusunda ahkam keserken, bu insanlar ülkede ters giden her şeyin sorumlusu olarak şeytanlaştırılıp sıradan üyeleri hepimize utanç vermesi gereken zulme muhatap kılınırken, yurt dışındaki mecraları dışında, bu insanların kendilerini anlatma olanağı yok.

      Bu baskı ve linç ortamından çıkılacak elbette bir gün. Hem onlar, hem hepimiz için, fikirlerin serbestçe ifade edilebildiği, entelektüel hayatımızdaki akıl almaz yüzeyselleşme ve lumpenleşmenin nihayet dizginlenip bir kalitenin yeniden kazanılır hale geldiği günlere çok ihtiyacı var Türkiye’nin. O günlere erişildiğinde, ben Gülen Cemaati içinde de filizlenmiş olan öz-eleştirel tartışmanın serpilip boy vereceğini düşünüyorum.

  4. ABD den Turkiyeye yatirim paketi ve Erdoganin mal varligini arastirma paketi Sunuldu.
    ERDOGANIN MAL VARLIGI???????
    o bolumun kopisi asagida
    *******
    ABD başkenti kelimenin tam anlamıyla toz duman oldu.
    Televizyon ekranlarından ‘son dakika’ haberleri eksik olmuyor. Başkan Trump’ın azil tartışmalarıyla birlikte manşetlerden düşmeyen diğer konu ise Türkiye ve ‘Barış Pınarı Operasyonu.’ Öyle ki her yeni dakika başka bir son dakika gelişmesi oluyor.
    Herkes Trump’ın Suriye’den çekilme ve Türkiye’nin operasyonuna yeşil ışık anlamına gelebilecek ifadeleri neden kullandığını anlamaya çalışıyor.
    Her ne kadar başkan Trump Suriye’den çekilme kararına gerekçe olarak ‘seçim vaadlerini’ gösterse de ABD kamuoyu başkan Trump’ın iç politikaya oynayarak önümüzdeki yıl yapılacak seçimler öncesi elini güçlendirme amacında olduğuna inanıyor.

    Trump’ın ‘IŞİD’i yenmiş ve ABD askerlerini sağ salim evine döndürmüş başkan’ olarak seçime gitme hesabı var.
    ERDOĞAN’IN MAL VARLIĞI DA LİSTEYE GİRDİ

    Yaptırım paketinin en ilginç bölümü ise Erdoğan’ın şahsi mal varlığına dair bölüm… 7.kısımda yer alan maddeye göre Tayyip Erdoğan’ın net geliri ve mal varlığının araştırılarak hakkında rapor hazırlanması talep ediliyor. Bu maddenin yasa tasarısının içine girmesi Washington’daki uzmanlar tarafından ‘manidar’ olarak değerlendirilirken ABD tarafının ilk kez ve doğrudan Erdoğan’ın mal varlığını konu etmesi dikkatlerden kaçmadı. Tasarıda ayrıca Türk hükümeti mensuplarına vize kısıtlaması da getiriliyor.

    Yasa taslağının önümüzdeki hafta Kongre gündemine gelmesi bekleniyor. Graham ve Van Hollen’e göre tasarı her iki partiden de Başkan Trump’ın veto edemeyeceği kadar büyük bir destekle geçecek. ABD sistemine göre yasanın hem Senato hem de Temsilciler Meclisi’nden geçmesi gerekiyor. Komite ve Senato/Meclis aşamasından sonra Beyaz Saray aşaması geliyor. Bu aşamada Trump’ın veto etme ya da onaylamak gibi iki seçeneği var. Veto ederse tasarı Kongre’ye geri dönecek. Ancak Kongre başkanının da vetoyu veto etme yetkisi var ve yeniden yapılan oylamada üçte iki çoğunluk sağlanırsa tasarı yasalaşıyor.
    ********

  5. ypg ayrı bir örgütlenme ve suriyede faaliyet gösteriyor. pkk ise türkiyede faaliyet gösteriyor. bu zamana kadar ypgdan bize hiçbir saldırı olmadı. tam tersine, bu hükümet süleyman şah türbesini koruyamayıp kaçırırken ypg türkiyeye yardım etmiştir.
    – bunların alışkanlığıdır: çalamadıkları zaman “hırsız” demek, biat etmeyenlere de “fetöcü-pkklı” demek.
    – ülkemizde terör estiren ise pkkdır ve bu örgütlenmenin karargahı kandilde, yani kuzey ıraktadır.
    – eğer biz pkk ile mücadele ediyorsak kandile saldırmamız gerekir. çünkü bize karşı terör olaylarını organize eden ve örgütün beyni kandildedir.
    – eşeğini dövemeyip semerini dövmek gibi şu anki durum.
    – orda da amerikanın izni olmadan operasyon yapamıyoruz. kışın bir operasyon yapılmıştı 300 kadar terörist öldürülmüştü de amerika hemen operasyonun durdurulmasını istemişti. Durumu da hakaret içeren şekilde “türkler 3 kere söyleyince anladılar” şeklinde açıklamışlardı.
    – kandile operasyona izin vermeyen amerika suriyeye operasyona neden izin veriyor acaba?
    – yukardaki sorum, kandildeki pkk yerine neden suriyedeki ypg ile savaşıyoruz sorusu ile birlikte düşünüldüğünde savaşın mantıksızlığı biraz daha net ortaya çıkıyor.
    – olayın birde savaş olgusunun kendisinin olumsuzlukları var. ölümler var, yaralanmalar var, yıkımlar var. bir de bütün bunlara ilave maliyetler var.
    – ölümler demişken: belki karşındaki insanların ölümünden gurur duyabilisiniz. babasız kalan çocuklar sizlere zevk verebilir fakat savaşın bir gerçekliği varki, ölümler iki taraftan da oluyor ve onlar da bizim çocuklarımızın babasız kalmasından zevk alıyorlar. yani savaş aynı zamanda insanlığı da öldürüyor.
    – amerikanın afganistan ve ırak savaşlarının maliyetinin 4 trilyon dolar olduğu söyleniyor.
    – zaten ekonomik olarak sıkıntıda olan türkiyeye ne maliyet çıkacağını bilemiyoruz ama “diş kirası” olmayacağı kesin.
    – maliyetlerden bahsederken parasal durumdan bahsettik. bir de başka maliyetler var.
    – mesela ordaki ışıdlıların durumu var. aileleri ile 100 bin ışıdlıdan bahsediliyor ki ışıdlılar gerçek bir bela. amerika ve türkiyenin yarattığı bela.
    mesela düşman sayımızın artması. bunlara, yüzyıllardır birlikte yaşadığımız kürtlerin de eklenmesi durumunda bu topraklarda nasıl yaşamımızı devam ettireceğiz sorusu da var.
    – şu an suriye ve arap ülkeleri de operasyona karşı görünüyor. oysa gerçekte, türkiyenin operasyonu amerikanın olduğu kadar, kürt nufusa sahip arap ülkeleri ve iran için de istenilen bir operasyon. onlar türkiyenin daha ileri gitmemesi için ön hazırlık yapıyorlar.
    – bana göre, her yönüyle yanlış olan savaşı destekliyebilirsiniz.
    – fakat benimle birlikte sizin de bedel ödeyeceğinizi bilin. bu bedel kafanızda düşündüğünüzden epey fazla olabilir. muhtemelen de öyle olacak.

  6. Kürtlerle beraber büyuyen, akraba olan birisi olarak, Kürtlerle’in Hırsızde, Dinsizide,Dindaride, “MERT”insanlar.
    Kendileri Dostları olsun düşmanlari olsun asla ve asla ARKADAN vurmazlar, çünkü galleş değıller.
    AMA, inandiklarinada sonuna kadar güvenir ve inanirlar. Bu konuda genelde Türk halkı olarak bizlerde Kürtlerden farkli değiliz…

    Güvenme konusunda babamın yaptiği bir şakadan örnek vererk aciklamak istiyorum.

    Bizim köyümüz’den geçen kara yolu Erzurum Kars arasi idi ve o zamanlar çok işlekti.
    Köyümüzle arsinda bir köy olan dağda bir Kürt ķöyu vardi ve babam o köyden birisinin cocuğuna “KİVRA” olmuştu, ve biz aklimiz erdi ereli onlari hep kivra olarak bilirdik, sadece kivramiz değil o köyün hepsi babam caninizi ver dese seve seve verirdler o kadar çok severdiler.
    Babama neden o kadar fazla güvenip sevdiklerini,2011de Turkiyeye gittigimde ablamdan öğrendım.
    O köyün tamamı Alevi Kürtlerdenmişler ve kendilerini gizliyormuşlar, (padişahlarin ektiği tohumlardan dolayi)BU ARADA UĞUR beyinde kulaklarini çinlatmak istiyorum.
    Vilayet de dahil o çevre köyleridende babamın haricinde hiç kimse bilmiyormuş Kivramiz Rahmetli ölmadan önce oğullarına vasiyet etmiş “köyün Alevi olduğunu açıklayacağıniz zaman önce kivramin çocuklarina söyleyinki Babaları bu sirri mezara götürdüğünu bilsinler.”

    Gelelim babamin kivrasina yaptiği şakaya.
    Ben o şakayi ruya gibi hatirliyorum.
    Birgun Kivramiz bize gelmiş, babamda şöyle bir şaka yapmış “yaho kivra sen gerçekten cok koçcak (cesur) birisisin,” kivra şaşirmiş, ve babama sormuş “bu lafda nerden çikti? Ben şimdiye kadar kac adam öldurdüm?
    Babam! Yahu ben adam öldurmeden bahs etmiyorum, nahiyede yeni bir fabrika açildi ondan bahs ediyerum” demeee ne fabrikasi e… fabrikasi” o fabrikanin ham maddesi Kürtler şimdi kürtleri topliyor o fabrikatya satiyorlar, istersen aha M gadaya sor bak buda senin gibi kürt”
    Babamin M Gadasi zaten tam bir komediyendi, oda bak bende burda gizlendim dişari çikamiyorum.” demiş.

    Bir kac günlüğüne bizi görmeye gelen kivramiz bir kaç saat sonra ben gidiyorum harmanda bilmen ne unuttum onu çalallar demiş gitmiş.
    Tabi babm ve arkadaşı şakalarini unutmuşlar ikisi bir araya gelince her zaman buna benzer şakalar yaparlardı.

    Benim hatirladiğim kısmı o şakadan bir hafta sonra babamin o köyeden hiç kimsenin nahiye veya şehire gitmek için bizim köye gelmediklernden dolayi merak edip o koye gittiği ve dönunce kivrasinin o şakaya inandiğini ve köy ileri gelenlerle birlikte tebir olsun diğe hiç bir yere gitmediklerini ögrenince köyün gençlerine ” sizdemi bu şakaya inandiıniz diye kızınca gençler ” bunlarin telaşinin ne olduğunu sorunca kivramiz haber verdi canimiz tehlikede dediler bizde detaylerini sormadik.”

    Köyün büyüklerine siz neden bu saçmalığa inaniyorsunuz diye kizincada, “VALLAH” kivra sene güvencimiz sonsuz olduğu için şakada olsa biz sana inaniyoruz, kusurumuza bakmayın.
    Tipki Sürüye Kürtlerinin ABD ye güvendigi gibi.

    Zaten suriyede senelerce kurtler adam yerine konmamiş, Şam yönetimi tarafindan 3. Sınıf vatandaş olarak dahi kabul görmemişler.
    Bunlari ve Iran Kürtlerini kullanarak PKK yi kurduran Iran, Suriye ve Rusya, Türkiyedeki Kürtleri kullanmak için ilk hedefleri Kürt köylerine baskın yapip Kürtleri katlederek Terör örgütünu büyüttü.
    Oysaki Iran,irak, süriye Kürtlerni ile Turkiyedeki kurtler ayni kefeye konulmaz çünkü Turkiyede kürt olsun türk olsun evlilik konusunda o memleketlerdeki gibi ırkçilik yapilmiyor ve et tirnak olmuşuz.
    Eğer Türkiye isterse pkk yi bitirir.
    Fakat bitirmek istemiyor.
    Bunun en basit örneği Ha abd ha ab ha Turkiye fark etmiyor. Kürtleri kullanarak fakir fukaranin cocuklarınin kanlari ile koşelik oluyorlar.
    Daha 4 ay önce biz öcalan ve Kardeşini secimler için kullanmadikmi.
    Simdide Türkiyenin hazinesini Trumpa seçim ve para kazandirmak için suriyede harciyoruz.
    Adelina Hanim, ne güzel demiş nu muhaleftle cay dahi içilmez.

    Babam demiyeni YAHO kürt kardeşler size benim kürt kardeslerim, ortaklarim, diyenlere güvenmemeyi öğrenin.
    Her halde BEDÜL ZAMAN SAIDI NURSI Sizin içinizden çıktı hadi Siyasetçiler menfaatlari gereği onu anlamak istememişler siz neden onun yapilacak zülumleri onlemek için o kadar çileye katlandiğini anlamiyorsunuz?

    • Nurdan abla, bediuzzaman hazretlerinin arkasina gizlenerek gladio orgutlenmesi olusturan fetoculerin kahpeliklerine bakip da risalei nurdan ayrilacak degiliz heralde, ya da kurt kardeslerimize niye kuselim ki? Ayrica bediuzzaman hazretleri kurt olmakla beraber cagdas bir turk filozofu ve entellektuelidir de…

  7. Savaşlar olmasa… Keşke olmasa, Türkiye mi başlattı savaşı? Balkan savaşını da mı biz çıkardık ? Devamında Osmanlıya karşı Arap isyanlarını biz mi çıkardık ? Yüz yıl önceki ortadoğu haritasını biz mi çizdik ? Bu ülkelerde 80-90 yıldır süregelen darbeleri, halk hareketlerini, isyanları, İran-Irak savaşını, Körfez savaşını, Suudların Amerikaya köpeklik etmek için Yemene saldırmalarını biz mi sağladık ? Pkk yı biz mi kurduk ? Zamanında Kıbrıs Rumlarını soydaşlarımız üzerine biz mi saldırttık ? Akdenizdeki gazı petrolü (bizim de hakkımız olan) biz mi dedik kafanıza göre harita çizip paylaşın diye. Daha evvelinde 12 adalara çökün, sonrasında tüm anlaşmalara rağmen silahlandırın diye de mi biz dedik?
    Bu günü dünden ayrı bir dünya görürseniz söylediklerinizde haklı bile olma ihtimaliniz var? Ne yapacaktık yani bölgede biri çıkıyor biz ülkemizde rahat edemiyoruz hak istiyoruz diyor, onu çağırıp soruyorsunuz yol gösteriyorsunuz birlikte yapalım diyorsunuz, önce tamam diyen örgüt kişi vs.. tamam diyor sonra gidip Amerika ile sana kuyu kazıyor, ilk başta bi davet ettik konuştuk diye sürekli baş üstünde mi tutacaktık ? Ne yani dün Esad-Esed ile iyiydik diye her yediği herzeyi iyi ettin mi diyecektik? Ne yani avrupa birliğine üyelik başvurumuz var diye her dediklerine he mi diyecektik? ki desek de para etmeyeceğini gördük. Her devlet hesabını yapar çıkarını düşünür sonucuna göre hareket eder. – Tamam savaş olmasın, yarın bazılarının sevdiği Sezai Temelli adlı kişinin dediği gibi edelim çekilelim birileri gelsin orda bi devlet kursun Suriyeyi üçe bölsün yarın da Atatürk barajı bizim desin o zaman da alın yeterki savaşmayalım mı diyeceğiz sizce ? Diplomasi dediğiniz şey ne ki ? 50 yıla yakın olmuş Ab ile görüşmemiz diplomasimiz? Yani siz gerçekten diplomatik başarısızlığımızdan mı giremediğimizi söylüyorsunuz Ab ye? Amerika bölge insanlarını çok düşündüğünden mi sevdiğinden mi o kadar silah yığdı bölgeye. O kadar sevdiğinden mi milyonları öldürüp milyonları yerinden etti ortadoğuda ? Nedir hedefiniz ? Hadi devlet (sizin dediğiniz gibi tayyip) yanlış yaptı ? Türkiye olmasa bölgede israil mi olmayacak ? Amerika mı olmayacak? Rusya iran mı olmayacak ? Amerikan bankasındaki hesabında (hiç bir zaman cebine geri dönmeyecek) 12 haneli parası olduğunu sanan Arap emirlikleri bile kalkmış buralarda at oynatmaya niyetlenmiş, biz oraya müdahale etmeyecekmişiz öyle mi? Bu işleri düşünürken bi de asıl itirazınızın kaynağı olan şeyi kenara koyun öyle düşünün, bence ortaya çıkacak sonuç sizi bile şaşırtır. Adı geçtiğinde hiddetlendiğiniz Tayyip ERDOĞAN sız düşünün olayları. O zamanki çözümlemeleriniz ne olurdu acaba. Devlet birdir. Sınırları bellidir. Her devlet geleceği için çevresini emniyetli tutmak hakkına sahiptir. Türkiye kan dökmemek için her zaman çok hatta bazen haddinden çok beklemiştir. 63 yılında gücü yetmediği için Kıbrısa yeterli ölçüde müdahale edememiş, 74 yılında gücü yettiği kadar müdahale etmiş, 2000 li yıllarda eskiye nazaran daha güçlü olduğu için sesi daha gür çıkmaya başlamış ve Kıbrıs adası ve çevresi artık her ne kadar adı resmen konulamasa da olması gerektiği gibi Türkiye kontrolüne geçmiştir. Yine Suriye ve Ortadoğu bölgesi her ne kadar sınırımızın içine dahil olmasa da (ki şu anda suriyenin kuzeyinde 3 fakülte inşaatı devam etmektedir) bir şekilde Türkiye hinterlandına girecektir. Şimdilik gücümüz buna yetmektedir. Gücümüz de bazı farelerin sandığı gibi çok az değildir. Yettiği kadar gider yetmediğinde Kıbrıs ta olduğu gibi bekleriz. Devamının da zamanı gelir. Bölgeye barış başka türlü gelmez eğer niyetiniz gerçekten buysa. Birileri de (büyük devletlere yaltaklanmak için kendi insanını öldüren katillerden örgütlerden sözediyorum) ya gidip köpekleştikleri ülkede yaşayacaklar ki alırlarsa, yada daha önce defaatle örneklerini gördüğümüz gibi (mustafa barzani) vatansız bir şekilde ölüp gidecekler. Gene biz çok merhametli bir toplumuz ki ülkemize, ordumuza terörist diyebilen adamlar hala ülkemizde parti yöneticiliği yapabiliyorlar. Ne anlatıyorsunuz şu an içerde olan eski bir parti başkanı “onlar geçecek siz mal mal bakacaksınız” diyordu bir kaç sene evvel, bir kaç güne içerde ortaklarının leşlerine “mal mal” bakıp gözyaşı dökecek seviyorsa onları. Kusura bakmayın dünya keşke sizin istediğiniz çiçekli böcekli dünya olsaydı. Ama değil birilerinin istediği gibi Amerika buralara yerleşirse yahut Rusya, bizler şu andaki Filistinlilerden daha iyi olmayız. Bunu geçmişteki büyük hainlerden, hatta ihanetleri nedeniyle ortadoğunun bu günlerinden mesul sayılabilecek birinin hatıratından okuyabilirsiniz. (Şerif Hüseyin, Kıbrısta sürgün yaşarken Rauf Denktaş a anlattıkları). Keşke o gün gücümüz yetseydi, o zaman Gazi Antep işgalindeki Kahraman Maraş işgalindeki acı hatıralar yazılmasaydı. Yineliyorum, Tayyip nefretinden sıyırın aklınızı öyle düşünün. Evimizi yakmaya çalışıyor birileri bahçemizi tutuşturdular biz de söndürmeye çalışıyoruz. Tamam evimiz mükemmel değil tamam lanet olası çıkar kavgaları, irtikap hesapları var İnşallah Rabbimiz onların olmadığı günü de gösterir. Fakat evimiz olmazsa başımıza ne gelir düşünün? Dünya tarihi bu örneklerle dolu. Dünün barbarlarının torunları dedelerinden çok daha vahşi unutmadan.

  8. Trump kendi koltuğunu koruma savaşı veriyor da… (…)

    Kim koltuğu bırakmak ister ki?

    Sanırsınız ki bu sözün sahibi, Brett McGurk’da bir koltuk kapma peşinde değil.

    Koltuk savaşları yapıladursun; devletler, kurumsal yapısı içerisinde işleyen politikaları ile “koltukçuları” da kendi çizgisine getirmede bayağı mahirdir. Yaşayarak görüyoruz.

    Yaşı yarım asrı devirenler ve hele siyasetle ucundan bucağından ilgili olanlar, ilgi duyanlar; dünyadaki gelişmeleri de izlemiş iseler, onların dağarcığında oluşan bir ‘kanaat halesi’ mevcuttur ve onlar bu birikimleriyle günümüzdeki olaylara daha bir objektif projeksiyon sunarlar, en azından kendi bakış açıları daha olgun ve objektiftir.

    Koru’nun Mustafa Barzani örneği bunun en açık delilidir.

    Öyle de; hadi bu Kürtler hiç akılını başına almaz da, peki bu Türkler, neden bu kadar pervasızca davranıyor “aklı başında” hareket edemiyorlar, politika üretemiyorlar?

    Bazen aklıma gelesi şu soruyu sorarım kendi kendime: Irak ve Suriyeyi geçtim; bölgenin kadim iki devleti Türkiye ile İran, kendi topraklarının da bir kısmını içine alan ve Irak ile Suriye’nin de bir kısmını da içine alan Kürdistan(!) coğrafyasında, ora halklarının da kendini tanımlayan bir özerkliğe izin verseler “siz de bizim kardeşlerimizsiniz; ağabeyleriniz olarak sizi himaye edecek, ortak coğrafyamızda onurunuzu yüceltecek katkıyı sunacağız” deseler ve bunu yapsalar?!…

    Kimilerinin neler dediğini, homurtularını duyar gibiyim.

    İran’ı da geçtim; hiç de öyle özerklik imiş, bağımsızlık imiş; buna gerek kalmadan/duyulmadan, zaten halkın çoğunun tarih, coğrafya, inanç ve kültür bağlamında aidiyet bağı ile bağlandığı bu ülke, bu vatan ve bu devlet, hepimizin baş ağrısı olan bu meseleye; Türkiye, acil, rasyonel çözüm ve politikalar üretmeli; uygulamalıdır. Konjonktür, buna olduğundan fazla fırsat sunuyor.

    Türkünü, Kürdünü bilmem ama Türkiye Cumhuriyeti Devleti “aklı başında” politikalar üretmeli ve uygulamalıdır.

    Okyanus ötesinin, Kuzey ayısının insafına, inisiyatifine terk edilmemeli; ne bölge halkları ne de bu kadim coğrafya.

    • Son derece cesaret verici, serinkanlı bir düşünme ve tartışma zemini açısından kıymetli bir bakış açısı sunuyorsunuz, sayın Günay.

      Hem ülkemiz, hem de bölgemiz açısından yapılması gereken şey tam da budur. Bir terör örgütü olduğu tartışmasız PKK’nın, bu kandan ve şiddetten beslenen örgütün HDP üzerindeki vesayetinin altındaki zemini erezyona uğratacak olan da budur.

      Barış süreci, Türklerin ve Kürtlerin yararına olan doğru bir adımdı. Başta Gülen Cemaati, ‘zinde güçler’in geleneksel siyasi temsilcisi CHP, HDP içinde yuvalanmış PKK borozancısı sefil Türk sosyalistleri ve gerici Kürt milliyetçileri hep birlikte elele verdiler ve çok doğru bir girişim olan barış sürecinin zaafını kullanarak, AK Parti’nin daha da güçlenmesinin önünü almak üzere, süreci çıkmaza sürüklediler.

      Erdoğan ve AK Parti’nin her türlü övgüyü hak eden o tarihi ve “GERÇEKTEN ANTİ-EMPERYALİST” adımı, son derece doğru bir adımdı. Sadece iki ve ama çok zorlanılmadan istismar edilebilecek (ve edilmiş de olan) zaafı vardı sürecin:

      (1) A. Öcalan’ın PKK üzerindeki kontrolünün sınırılılığı görülemedi. Kandil’deki soysuzların Öcalan’ı sallamayıp süreci işlerine geldiği zaman sabote edebilecekleri hesaba katılmadı. Meselenin demokratik ve barışcıl bir biçimde çözülmesini isteyen Türk ve Kürt halk yığınlarının sürece daha sıkı ve kalıcı biçimde dahil olmasının araçlarını yaratmak yerine, müzakerelerin, MİT başta gelmek üzere, devlet yetkilileriyle PKK şefleri arasında yürütülmesi yolu seçildi.

      (2) Süreç başlatılmadan önce, demokratik Kürt siyasetinin HDP içinde yuvalanmış PKK kontrolündeki gerici unsurlarının alanını daraltacak tek-taraflı demokratik adımlar atılmadı. PKK ile hiçbir görüşme yapılmadan, HDP de bütünüyle devre dışı bırakılarak bu konuda daha kapsayıcı ve inandırıcı adımlar atılmış olsaydı, süreç PKK’nın ve Gülencilerin de etkin çabasıyla torpillenmesi sonrası, Kürt yığınlar PKK’nın Kürt halkının bugünü ve yarınını zerre kadar umursdamadığını görmesi çok kolay olurdu. Gülencilerin Erdoğan ve AK Parti’yi gözden düşürmek için sergilediği ahlaksızlık da ortaya çıkardı.

      Barış süreci, başta PKK ve Gülen Cemaati gelmek üzere, türlü aktörlerin oyunlarıyla başarısızlığa uğratıldığında, Erdoğan ve AK Parti çaresizce yeni ittifaklar arayışına girdi ve soluğu zinde güçlerin kendisinden beklediği ittifakta aldı. Erdoğan ve AK Parti’nin dilindeki şaşırtıcı (hatta sersemletici) ve ani değişim, yani birden MHP’yi bile geride bırakan milliyetçi ve hatta Ergenekoncu söylem, Kürtlerin barış sürecini PKK’nın torpillediğini görmelerini bir ölçüde perdeledi.

      Sürecin torpillenmesi sonrası, aslında PKK’nın HDP içindeki bir piyonu olmayıp PKK’nın kuşkuyla izlediği ve alanını darlatmak istediği Demirtaş’ın da vahim hatası oldu. Gitti, en yapılmayacak şeyi yaptı, hendek savaşı garabetinin savunuculuğuna girişti. PKK vesayetinin gücüne direnmedi, ondan hatırı sayılır ölçüde bağımsızlaşabilen bir aktör olarak ortaya çıkma cesareti gösteremeyip PKK’nın iradesine teslim oldu.

      Buna rağmen, sağduyulu ve bilge Kürt halkı, PKK’nın iki yüzlülüğünü sezdi ve hendek savaşı pisliğine destek vermedi.

      Kürt halkıyla inatlaşarak, seçtikleri belediye başkanlarının yerlerine kayyum atayarak, tüm HDP’yi topyekün şeytanlaştırarak hiçbir yere varılamaz. Olsa olsa PKK’nın ekmeğine yağ sürülmüş, onun azılı düşmanı gibi görünüp ondan beslenen zinde-veayetçi yapıların istediği yapılmış olunur.

      Hem PKK’yı hem de onun HDP’yi bu örgütün vesayeti altında tutma olanağını güçten düşürecek olan, bu ikisi ile hiçbir pazarlığa girişmeden, Kürtler başta gelmek üzere, demokratik, eşitlikçi bir Türkiye’nin önünü açmaktır. Kürt halkının ezici çoğunluğu barışın yanındadır, Türk-Kürt kardeşliğinin yanındadır.

      Bir saat kadar önce, Türk medyasında asla kendisine yer bulamayacak olan görüntüler vardı Al-Jazeera English haber kanalında. Sınırın hemen öbür tarafında yaşayan ve operasyon bölgesinde kalan Kürtler, yaşlısıyla, kadını çocukları ile apar topar evlerini geride bırakıp güvenlikli olduğu söylenen operasyon kapsamı dışında kalan bölgelere gidiyorlar bir insan seli gibi. Bunlar, sınırın bu tarafındaki Kürtlerimizin akrabaları, yakınları.

      İzlemiyorlar mı onlar da bu görüntüleri? Ne hissediyor, ne düşünüyorlar?

      PKK’ya sürekli can suyu veren işte bu tür görüntüler.

      Tıpkı bir zamanlar toplumun hatırı sayılır çoğunluğunu etkisi altına almış ve hep vesayetçi odakların işine yaramış, dindar-muhafazakar yığınları ekonomik, sosyal, siyasal yaşamın dışında tutmak için tepe tepe kullanılmış “şeriat tehlikesi” aldatmacası gibi, “bölücü tehlike” aldatmacası Türkiye’nin ayağını bağlayan ve her seferinde onu güçten düşürüp açmazlara sürükleyen şey.

      Barış süreci, PKK’yı, Gülencileri, vesayetçi güç odaklarını korkuttu. Türkiye’nin ayağındaki “şeriat tehlikesi” ve “Kürt bölücülüğü” prangalarıyla potansiyel gücüne asla erişemeyecek bir ülke konumunda kalmasını isteyen yabancı güçleri de.

      AK Parti’nin ilk dönemi, işte bu iki tarihsel prangadan kurtulmayı ima ediyordu. Erdoğan ve AK Parti işte bu nedenle biricik ve sonuna kadar desteklenmesi gereken, gerçek anlamda anti-emperyalist güçtü, gücümüzdü.

      Ama gelin anlatın bunu insanlarımıza anlatabilirseniz. Kurulmuş saat gibi, her farklı sözü ne anlatmak istediğinize bile bakmadan, PKKcı, FETÖcü diye yaftalayıp sizi vatan haini ilan etmeye yeminli bir zihniyet ne yazık ki hala çok güçlü. . .

      • Teşekkür ederim Bernar bey..hem bu arada hoşgeldiniz.

        Didem hanımın H.Gayret’in ilk konukluğu sürecinde onu ”renk kattınız” nitelemesine karşılık aykırı ve seviyeyi aşan/düşüren çıkışlarına mukabil bende H.Gayret için “gri renk” tanımlaması yapmıştım..aynı fikirdeyim ve o (mübarek :)) aynı renk tonunu hala muhafaza ediyor.

        Siz daha canlı renklere eş değersiniz.. gök kuşağı gibi…

        Didem hanım da “ana renkler” olma halini muhafaza ediyor..vakur ve ciddi. o da uzun bir aradan sonra katıldı; ona da buradan hoş geldiniz diyorum.

        Hepimiz (H. Gayret’de dahil) birer rengi temsil ediyoruz.

        Bir “gök kuşağı” oluştura biliyorsak ne mutlu…

        • Valla hasan bey sayin yazara akil sagligi dilemek yerine biraz da kendinize ozen gosterseniz ne guzel olurdu. Sn.Bernar bana hayran sen de ona; kendisi burada kac kez herkesin onunde itiraf etmistir “h.gayret gibisi yok; biz neyiz ki…” diye; rengini seveyim..! Didem hanimin yorumlarini degerlendirmek zaten boyunuzu asar; kendisinin cok degerli yorumlarini begenerek okuyoruz biz…

  9. Ülkenin gerçekten sözcüğün gerçek anlamında ülke olduğu, o ülkede yaşayan insanların da kerameti kendinden menkul, şaşmaz, yanlışa düşmez, “Neylerse güzel eyler” bir siyasetçinin akıl ve fikir sahibi olma kapasitesinden ve hakkından yoksunlaştırılmış kulları değil, sözcüğün gerçk anlamında “vatandaş” oldukları bir ülkede, hükümetlerin aldığı her karar kamuoyunda tartışılır. O hükümetin aldığı kararı yanlış bulup karara itiraz eden insanlar, siyasal partiler, kanaat önderleri, aydınlar çıkar.

    Fransa’nın genç, taze, yıpranmamış lideri Macron ve hükümeti bir karar aldı. Fransız ekonomisini liberalleştirmek gerekiy”ordu. Sermaye sınıfı üzerindeki vergilerde kesintiler öngören, kamu harcamalarını kısan, kamu hizmetlerinin mali yükünü taşıt vergisi gibi ek vergilerle -orta sınıf başta gelmek üzere- geniş halk yığınlarının omularına yükleyen, emekli olma yaşını artıran yeni bir politikayı uygulamaya soktu. Sonuçlarını bilen biliyor: Sağcısı solcusu, ırkçısı demokratı, milyonlarca Fransız sokaklara döküldü. “Sarı yeleklıler” adı verilen yüzbinlerce insanın katıldığı göstriler beş ay boyunca Fransa’yı bir ucundan diğerine sarstı.

    Trump, bir karar aldı, Türkiye’nin askeri müdahalesine kapı aralayan bir karar olarak görünü. Sadece Amerikan vatandaşları değil, tüm dünya tartışıyor kararın yerindeliğini. Destekleyeni var, itiraz edeni var.

    Bir başka ülke topraklarına girmek ve orada askeri operasyonlar düzenlemek, ciddi, hayli ciddi bir hükümet kararıdır. O hükümetin başında Erdoğan da olsa, bilmem kim de olsa, tartışılır, tartışılması gerekir.

    “Vay efendim şanlı ordunun operasyonu başlattığı şu günlerde sen nasıl olur da ‘devlet’in aldığı bu kararı tartışır, itiraz etmeye yeltenirsin! Söyle bakalım Batı uşağı mısın, yorumcu vatandaş kılığına bürünmüş PKK’nin paralı askeri misin?”

    Ciddiye alınır yanı yok elbette. Bu kafada olanları karşısınıza alıp basit sözcüklerle tane tane anlatsanız da, durum umutsuz vakıa.

    Salih Müslim kim?

    Bugün “terörist PYD/YPG yapılanmasının lideri”. Güzel.

    Peki, çok değil, bundan sadece 4 yıl önce Salih Müslim neredeydi?

    Balık hafızalı olup bizden de öyle olmamızı emredenlere ben hatırlatmış olayım: Erdoğan liderliğindeki hükümetin temin ettiği pasaportla seyahat eden, Türkiye’de Erdoğan hükümetinin dışışileri bakanı müsteşarı tarafından resmi olarak kabul edilip görüşülen, MİT müsteşarı ile de görüşen Suryeli bir Kürt liderdi.

    “Şah Fırat Operasyonu”. . .

    Nedir bu? Hatırlayanınız var mı?

    Hatırlamayanlara, hatırlamak istemeyenlere, hatırlanmasını istemeyenlere hatırlatmış olalım: Şah Fırat Operasyonu, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Şubat 2015 ortalarında Kuzey Irak topraklarında gerçekleştirmiş olduğu operasyonun adı.

    Peki, kimlerle koordinasyon içinde gerçekleştirdi TSK bu operasyonu?

    Kürt peşmergeler ve YPG milisleriyle birlikte!

    7 Haziran seçimlerinde, Erdoğan’ın oyları, tek başına hükümet olamayacak noktaya kadar geriledi.

    HDP oyları, barajı aşmak şöyle dursun, yüzde 13,4 gibi barajın çok ötesinde bir noktaya kadar yükseldi.

    İki cenahın keyfini kaçırdı bu durum. Bir cenah, Kandil’in Kürt ve Türk kanından beslenen sefil şefleri.

    İki cenah, birlikte, barış sürecine son verdiler.

    Salih Müslim, neredeyse bir gecede, PKK uzantısı terörist örgütün lideri oluverdi!

    Bir zamanlar Erdoğan’ın sağ kolu olup nicedir adını hiçbir yerde işitmediğimiz Yalçın Akdoğan’ın ekibi ile yakın koordinasyon içinde faaliyet yürüten HDP milletvekilleri partinin lideri de dahil olmak üzere cezaevini boyladı!

    Ülkenin kan gölüne döndüğü cehennemi aylardan sonra tekrar seçime götürülen Türkiye’de Erdoğan olanca gücüyle milliyetçiliğe ve Kürt düşmanlığına abanarak oylarını yeniden artırdı. Daha önce küfürleştiği MHP ile ve ülkenin geleneksel ‘zinde güçleri’ ile yeni bir ittifak kurdu.

    Operasyonun Kürtlerle ne ilgisi varmış?

    Sizin hükümetinizin başı değil mi hayata geçireceğini iddia ettiği “güvenlik bölgesi”ne Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıları yerleştireceğini, böylece orada bir kuşak oluşturacağını söyleyen? TOKİ’nin kuracağı evlerin çoğu tek katlı ve bahçeli olacakmış, parasını de Avrupa Birliği verecekmiş!

    Öteleyecek Kürt nüfusu, yerleştirecek oralara Arap Suriyeli nüfusu -o da yapabilirse elbette.

    Doğrudur, yanlıştır. Bunu tartışırız. “Bu gayet de iyi ve yerinde olur” diyenimiz çıkar. “İyi ama böyle bir hamlenin bizim Kürtlerimiz üzrinde bir etkisi olmaz mı?” diye sorup sorgulayanımız çıkar. Bu, ayrı bir tartışma konusu.

    Şimdi, gelmiş burada operasyonun yerindeliğini kuşkuyla karşılyıp bunu tartışmak isteyenleri Türk ve devlet düşmanı ilan eden ‘bilge'(!) yorumcular şu soruma bir karşılık versinler:

    Yanlıştan ari, her bir kararı pek bir doğru, pek bir tartışılmaz lideriniz R. Tayyip Erdoğan’ı yanıltıp aldatanlar listesine Salih Müslim ve onun YPG’sini de ekleyelim mi muhteremler?

    • Sn.Bernar arkadas, turkiyenin karizmatik liderinden hazzetmiyorsaniz su siralar pek ortalarda gorunmeseniz daha iyi olur; cunku alayinizi surekli ters kose yapan devletbaskanimizin gostere gostere yaptigi en kritik hamleleri bile okumaktan acizken daha ne kehanetlerde bulunacaksiniz ki..? Bebecan ya da afacan bakalim bir turk macaronu bulabilecek misiniz; malum seriat dedemizden de bi halt oldugu yok… Insanda zerre kadar tutarlilik olmaz mi bilader..?

  10. Yaklaşık 20 yıl önce, Yunanlı bir kadın( 1974 yılındaki Kıbrıs harekatında 15 yaşına kadar Gökçeada’da yaşamış) bana, ” bizim aramızı bozan siyasiler ve silah şirketleri” demişti. Çok haklıydı zira;
    1- Siyasiler: İktidara gelebilmek yada iktidarlarını koruyabilmek için gerginlik yada çatışmaları körüklüyorlar.
    2 – Silah şirketleri: Karlarını arttırmak yada karlarını koruyabilmek için aynı şeyi yapıyorlar.

  11. OYUN KURUCU DEVLETLER VE OYUN KURUCULARIN KURDUĞU DEVLETLER.
    Biz kumda oynamaya devam edelim.
    Eşyanın tabiatı gereği oyun kurmak için elinde gerekli güçler olanlar oyun kurabilir.
    Tarihte bazı ülkeler bu şansı elde etmiştir.
    Birde etkili oyuncular vardır.
    Oyun kurucuların oyununu dengelerle oynayarak etkisiz hale getirmede güç sahibi olanlar.
    Oyun kurucuların gözardı edemeyeceği oyuncular.(büyük figüranlar)
    Günümüzde gerçek oyun kurucular büyük devletleri planları doğrultusunda istihdam eden büyük sermaye sahipleridir.
    Günümüzde paradan etkili bir estrüman yoktur.
    Paraya hükmedenler gizli ve derindeki oyun kurucular dır.
    Günümüzde her şeye ve her gelişmeye devletler sebep gibi görünse de derindeki güç sahipleri devlet gibi en güçlü aygıtı kendi hesaplarına yönlendirmede son derce başarılı olmaktadırlar.
    Nasıl ki illegal bir yapılanma devletin güvenlik ve gizli servisinden destek almadan hiçbir faaliyet yapamazsa;
    Bahsettiğim büyük sermaye sahipleri de devletleri legal teşkilatlarının var olan büyük imtiyazlarını kullanmak en kestirme ve sonuç alıcı yöntemler olarak görürler.
    Kısaca globalleşen dünyamızda dünyayı g-7 yönetirken g-7 lerı de büyük şirket ve sermaye sahipleri yönlendirir.
    Bu sebep le günümüzde globalleşme den kurtulmak ve içe kapanmak devletlerin global büyük sermayenin etkisinden kurtulmanın yeni çıkış yolu görülmeye başlamıştır.
    Dünya da yaşayan halklar için globalleşme (özellikle geçerli bir mesleği olanlar için)iyi bir şey olurken;
    Devletlerin yöneticileri için pek hoş değildir.
    Herkes her yeri görüyor veya her yere gidebiliyor.
    Daha iyi ve adil yönetimlerin olduğu refah ve özgürlüğün olduğu yöneticilere tabi olmak isteniyor.
    Bu durumda olmayan ülkeler sürüyü elde tutmak ve özellikle kıymetli elemanlarını kaçırmamak için hamaset politikalarına yönelirler.
    İyiler iyilerle olmak ister.
    ……………….
    Detaylarla uğraşırken büyük resmi kaçırıyor muyuz acaba?

  12. İslam bir değerler manzumesidir.

    İnsanla somutlaşır, ete kemiğe bürünür, görünür olur.

    İnsan bir kelime-i şehadetle İslam dairesine girer. Ama Kur’an ifadesiyle “imanın kalblere nüfuzu” diye bir şey vardır ve o hemen gerçekleşmez. Bir yolculuk gerekir. Yolculuk, Müslümanlığına emek vermek, içe sindirmek, özümsemek, davranışlara samimiyetle yansıtmaktır.

    İslam tek insanda nasıl görünür, kendini “Müslüman” diye tanımlayan toplumda nasıl görünür, İslam hassasiyetiyle bir araya gelen ve “Cemaat” diye tanımlanan yapılarda nasıl görünür, cami cemaatinde nasıl görünür, tarikat haline gelmiş hallerde nasıl görünür, siyaset içinde nasıl görünür, iktidar olunduğunda nasıl görünür, muhalefet olunduğunda nasıl görünür, medya dilinde, haberlerde, manşetlerde, köşelerde nasıl görünür, aile içinde eşler arasındaki ilişkilerde anne – baba evlat arasındaki ilişkilerde nasıl görünür?

    Bu soruların tamamı, İslam’ın değer yargılarının ete kemiğe bürünebilme – bürünememe durumuna göre farklı cevaplanacaktır.

    Kuşkusuz her kişi, ya da kurum kendi Müslümanlığının hesabını verecektir. Nerede? İslam’ın “O gün” diye tanımladığı ortamda. Allah’ın huzurunda.

    Aslında İslam, insana “Allah’ın huzurunda yaşama hassasiyeti” kazandırmayı da ister. Çünkü öyledir hayat İslam inancına göre. “Nerede olursanız olun O sizinle beraberdir.”

    İnsanla İslam arasındaki mesafe açılması, bu noktada bilinç aşınmasına paralel olarak büyür. İnsan Allah ile ilişkiyi unutur.

    İslam’ın insanlığa sunduğu değer yargıları eğer insanlık için mükemmeliyeti ifade ediyorsa, insanlığın “erdem” diye bildiği ölçülerden oluşuyorsa, -ki öyledir- Müslümanların bu ölçülerde arasına giren her mesafe, onları izleyenlerde negatif bir algı oluşturur.

    Hele İslam’a dair bilgisi son derece sınırlı insanlarda bu, negatif bir İslam bilgilenmesine yol açar: Dünya insanlarında veya İslam ülkelerinin yeni nesillerinde.

    Ülkemiz, “İslam adına” görünülürlüğün arttığı bir süreci yaşıyor. “İslami görünülürlük” ifadesini bilerek kullanmadım. “İslam adına”lık tam da “islami”liği ifade etmiyor olabileceği için.

    Zaten dışardan bakanların “İslam buysa…” diye başladığı cümleler, mevcut görünülürlükten yola çıkıp negatif yargıya yönelişin ilk basamaklarıdır.

    Böyle bir ifade ile karşılaştığınızda ne yaparsınız? “Yok canım, diye başlarsınız, İslam bu değil, İslam serapa güzelliktir” diye devam edersiniz.

    Ama peşinden sorular gelir:

    -Neden peki, İslam güzellikse insan para ile buluştuğunda güzellik kalmıyor? İktidarla, ya da her türlü güçle buluştuğunda güzellik kalmıyor, “İslam’a hizmet için” bir araya gelişler zaman içinde neden pörsüyor, kişisel iktidar arayışlarına dönüşüyor, neden neden?

    Şunu sorabiliriz:

    -İnsanlar yola çıkarken bu tür görüntü sapmalarını hesap etmişler miydi, tam da böyle bir insan, grup, topluluk mu olmak istemişlerdi, yoksa yolda karşı karşıya kalınan yürek sınavlarında mı savruldular, savruluyorlar?

    Şunu da sorabiliriz:

    -İnsanlar hayattaki yolculuk içinde kendi kendileri ile İslam ölçüleri arasındaki ilişkinin hangi boyutlara evrildiğine bakmazlar mı, ortaya çıkan açı farklarını nasıl içlerine sindirirler, nasıl bir savunma geliştirirler ve o savunmaların ilahi Huzurda da kabule şayan olacağına nasıl inanırlar?

    Aslında herkes duyarlı olmalıdır. “Din samimiyettir.” Allah ile ilişkide samimiyet, Kur’an ile ilişkide samimiyet, Peygamber ile ilişkide samimiyet… Bunların tamamı da Müslümanlığımızın samimi olmasıdır.

    Burası her insanın kendi hesap defterinin mündericatıdır.

    Bir de yanlış görünülürlüklerin insanların yüreğinde açacağı yaranın vebali vardır. “Müslüman kimliği” üzerine yüklenen bir yalan yüzünden, bir adaletsizlik yüzünden, bir iki yüzlülük, samimiyetsizlik yüzünden, bir çıkarcılık yüzünden, bir çamur medya dili yüzünden, bir nefis höykürmesi yüzünden….. dünyanın herhangi bir ülkesindeki insan, bizim ülkemizdeki bir genç, dudak büktü, “bu mu?” dedi, yüreği burkuldu, üzüldü, yıkıldı…

    Pek çok dindar anne – babayı dinledim, kendi çocuklarının yüreklerindeki sancıyı anlatıyorlar, araya giren mesafeden ürküyorlar… Hani “kızların kıyafeti şöyle değişiyor, böyle değişiyor”dan öte bir şeyden bahsediyorum. O ayrı bir kategori… Annelerinin babalarının samimiyetine inanıyor olmasalar daha başka yıkılacaklar. “Dava” diye bir şeyi konuşamıyor babalar artık evlatlarıyla.

    Ey her türlü görünür olanlar! Kendinize bir kere daha bakmanın size kaybettireceği bir şey yok.

    • hurşit gündoğan, Sn. Ahmet Taşgetiren’in yaklaşık 20 gün önceki yazısını buraya taşıdınız, ama neden? Konuyla alakasını anlayamadım..mazur görünüz.

      • Hasan bey hemen sasirmayin, sayin yorumcu da hakli, boyle bir yaziyi baska ne yapsin? Cop torbasini konteynere goturmek yerine balkondan asagi ativermis iste..! Bu turden yazar parcalari ortaliktan cekilse bile; becerikli bir kedinin hangi lagimdan tutup getirdigi bir fare lesi gibi onumuze dusuveriyor yazilari birden… Gecmis olsun…

  13. Kürtler ve Türkler
    Arapların dışında yeryüzünde ilk Müslüman olan kavim Kürtlerdir. Bizans’ın hakimiyetinden kurtulmak amacıyla Müslüman olmuşlardır. İslam’a inanmaları Dört Halife zamanında başlamıştır. Sünni Müslümanlardır. Müslümanlıkları samimidir. Malazgirt Meydan Muharebesi de Kürtler’in memleketinde kazanılmıştır. Selçukluların alenen Kürtlerle sorunları olmamıştır. Bu sorun ancak Milli Görüş’ün iktidar olmasıyla kısmen çözülmüştür. Erbakan ile Humeyni’nin yakınlaşması bu sorunu kısmen çözmüştür. Akevler’de Harun Özdemir’in bu hususta büyük çabaları olmuş ve başarılı sonuç alınmıştır.
    Türkler ile Kürtler arasında sorun İstiklal Savaşı’ndan sonra çıkmıştır. Dinsizleşme şeklinde başlayan inkılaplara karşı çıkmışlar, İngilizler bundan yararlanarak Kürtleri organize etmişler. Cumhuriyet döneminde devlet haklı olarak çok ağır darbeler indirmiş, akla gelen her türlü bastırma harekatını uygulamıştır.
    Bediüzzaman yazdığı mektuplarda Kürtlerin kendi başlarına devlet kuramayacaklarını ama Kürtlerin Türklerle olmaları halinde büyük başarılar elde edeceklerini anlatır. Türk halkının Kürtlerle hiçbir sorunu yoktur. İnönü, Kürt olduğu gibi Özal da Kürt’tür. Türk devlet yönetiminde de Şiiler dışlanmış ama Kürtler hiçbir zaman dışlanmamıştır.
    Milli Görüş iktidarı cumhuriyetin bozduğu Kürt-Türk ittifakını yeniden diriltmiş ve AK Parti de bunu uygulanabilir hale getirmiştir. Türk Ordusu’nun bir özelliği vardır. Girdiği yerde halka güven götürür, barış götürür, refah götürür. Bundan dolayıdır ki bir girdi mi onu oradan çıkarmak zordur. Suriye’de de zafer ordumuzun olacaktır inşallah. Çünkü halkı Osmanlıları özlüyor.
    Erdoğan Beşer Esad konusunda yanılıyor. Suriye’deki cinayetlerin faili Esad değildir. Faili Rothschildler değildir. İngiltere ve Amerika’dır. O, oraya oturtulan zavallı bir kişidir. Bir adamın iyi veya kötü olması takdiri Allah’a aittir. Biz bu anda ne iş yaptığına bakarız. Geçmişi bizi ilgilendirmez. Hatta gayesi de ilgilendirmez. Bu anda yaptığı iş iyi ise destekleriz. Hayreddin Karaman bu basit kuralı ona anlatmalıdır. Diyanet ne de niye susuyor.

  14. Çok güzel bir yazı.Elinize sağlık. Herzaman olduğu gibi yine çok şey öğrendiğimi düşünüyorum.teşekürler.

  15. Konunun kürtlerle ne alakası var, belli çevrelere bakarsak yemediği halt kalmamış the cemaat şeker tadında masumlardan, eli kanlı terör örgütü de ideolojisi olan kürtlerden oluşuyor. Ciddiye alınır dert anlatılır gibi değil.
    Pkk yı allayıp ypg, pullayıp sdg derseniz adı değişince niteliginin de değişeceğini, 40 yıllık üstelik bütün dünyanın terör örgütü olduğunda hem fikir olduğu yapının masum vatan derdinde kürtler olduğunu sanan bir saflıkla karşı karşıya olduğumuzu sanmıyorum. Bu bize özel bir damar meselesi, pek cok yorumumumda düşüncelerimi yazıyorum.
    Öyleyse Türk ordusunun muhatabı kürtler değil, bir terör örgütüdür.
    Kürtler abd ve diğerleri tarafından defalarca aldatılmıştır ve ihtimal bu kafada kalırlarsa daha defalarca maalesef daha da acı bir şekilde aldatılacaklardır, lakin Türk ordusunun Fıratın dogusuna operasyon yaptığı bir zamanda ypg/pkk nin aldatıldık dediği bir konjonktürde kürtler aldatıldı derseniz bazi çevrelerin ısrarla türkler kürtleri katlediyor amacına yardım etmiş olmaz mısınız???
    Akp nin oyları düştü ve bu operasyon iktidara oy getirebilir saiki ile operasyonu tu kaka yapmaya çalışan damarı bozuk kanada destek çıkılmış olunmaz mı???
    Bu operasyon uzun yıllardır icimizdeki ve dışımızdaki düşmanlarımızın özene bezene kendi çıkarları için besleyip silahlandırdığı teröristlere karsı yapıldığının en büyük delili yöre halkının ellerinden evlatlarını tarlalarını, vatanlarını alan örgüte karsı daha önceki operasyonlarda ordumuza yardım etmesi, kanaat önderlerinin turkiyeden yana rey kullanmasıdır.
    Önümüzde karışık, karmaşık hepimiz icin hayati öneme sahip sıkıntılı bir durum var, geçmişte her ülkenin yaptığı gibi bizim de ciddi yanlışlarımız olduğu muhakkak lakin bulunduğumuz noktada bunları boşa kürek çekmek babında değil, faydaya dönük ve ders çıkarmaya basamak yapmak amacıyla tartışmak aydınlara düşer, geveze ve aklı sığ kimselere bırakalım laga lugayı.

    Trump ne dediğini biliyor mu, bilmiyor mu, aklı başında mı değil mi ne önemi var, sonucta adam abd başkanı yani kimsenin yok sayamayacağı, önemsememek lüksün de olamayacağı biri değil mi? Gider dediler kaldı, ölür dediler yaşadı simdi yeniden seçilirse sürpriz mi diyeceğiz, iyisi mi yorumları durumu kabul üzerinden yapalım değil mi ama? En azından önümüzdeki zamanda off puff demekten tasarruf ederiz enerjimizi ve aklımızı faydalı noktalara kanalize ederiz.

    • Ben bugün canan kaftancıoğlu yine istifa eder diyordum, yine etmedi. Sen pkk kurucusu sekine cansiz öldürüldüğü icin yiten giden değer kaybına hala üzül, sonra git Türk ordusunun pkk ya düzenlediği operasyona destek veren açıklamalar yaparken chp genel başkanının yanında boy göster…
      Memleketimden insan manzaraları…
      ortaya karışık tadında…

  16. Daha kısa süre öncesine kadar gönderilen yardımlar ne anlama geliyor bu adamdan korkulu bence akıllı düşman daha iyidir

Yoruma kapalı.