Yürütme yargıya baskı yapıyor ve savcılar ile yargıçlar bunu protesto edip istifa ediyor.. Yok, bizde değil, ABD’de…

36
Reklam

Kendi tartışmalarımıza yoğunlaşmaktan dünyada kendini belli eden yeni eğilimleri gözden kaçırdığımızın farkındayım. Oysa, bir yerlerde pişen ne varsa, bir süre sonra, daha önce onu denememiş, dıştan bakıldığında “Orada böylesi olmaz” diye düşünülen ülkelerde de varlığını hissettiriyor.

Olumlu gelişmeler kadar olumsuzlar da…

ABD’de siyasetin yargıya müdahalesi oraya da olumsuzluk taşınmasına örnek böyle bir konu.

‘Kuvvetler ayrılığı’ ilkesinin en keskin biçimde yaşandığı ülkelerin başında ABD geliyor. Yürütme (Beyaz Saray ve bakanlar), yasama (Kongre) ve yargı arasına kalın duvarların çekildiği bir yapısı var ABD’nin…

Bu özelliğinin en aşırı örneğini, son aylarda, bütün dünya, yürümenin başı olan ABD başkanı Donald Trump ile ilgili azil girişiminde izledi. Kongre’nin Temsilciler Meclisi kanadının başlattığı azil süreci Senato kanadında senatörlerin mahkeme jürisi üyelerine dönüştüğü bir yargılamayla sonuçlandı.

Senato’daki yargılanmayı yemin edip Senato başkanının yerine oturan Anayasa Mahkemesi (Supreme Court) başkanı yönetti.

Yargılama sonucunda Trump azledilmedi. Bu süreç içerisinde, kuvvetler arasındaki duvarın yalnız yürütme, yasama ve yargı arasında değil, yasamayı oluşturan Kongre’nin iki kanadı (Temsilciler Meclisi ve Senato) arasında da var olduğu görüldü.

Trump duvarı yıkma çabasında

Reklam

Ancak şu sıralarda ABD’de yürütmenin yargıya müdahale girişimi ciddi biçimde tartışılıyor.

Başrolde yine Trump var. Daha önce birkaç kişiyi denedikten ve yerinden ettikten sonra adalet bakanı olarak en son atadığı William Barr da yardımcı oyuncu konumunda. 

İkili, azil sürecinde de etkisini hissettiren 2016 seçimine Rusya’nın müdahale ettiği soruşturmalarında, yargıyı yanıltan, Kongre önünde tanıklık ederken yalan söylediği ortaya çıkan Trump yakını bir devlet görevlisini –Roger Stone’u- yargılayan mahkemenin savcı ve yargıçlarına talimat vermekle suçlanıyor.

Moskova’yla ilişkilerde kullanılan Roger Stone hem Trump’ın eski bir arkadaşı, hem de yine onun Beyaz Saray’a taşıdığı bir devlet görevlisiydi. Yaptığı yanlışlıklar yargıya intikal etti ve şu günlerde ceza alması bekleniyor.

Adalet bakanı Barr, Stone’un beklenenden daha az ceza almasını sağlamak için devrede. 7 ila 9 yıl arasında bir ceza alması beklenen Stone’un hafifletilmiş bir cezayla kurtulması için savcılar ve yargıçlara baskı yapıyor Barr

Nereden biliyoruz?

Stone davasına bakan dört yargıcın baskılar üzerine davadan çekilmesinden ve içlerinden birinin de protestosunu savcılıktan da istifaya kadar vardırmasından…

Dünkü Amerikan gazeteleri -hiç değilse benim erişebildiklerim- bu toplu çekilme ve bireysel istifa olayına çok geniş yer verdiler.

Reklam

Tavrı alkışlayarak…

Bir çoğu Richard Nixon’un 1970’li yıllarda, Watergate Skandalı ile başkanlığı sarsıntıya uğradığı ve kendisini azilden kurtarmak için adalet bakanlığı ile yargı kurumunu kullanmak istediği dönemde yaşanan toplu istifaları hatırlattı. 

O dönemde yaşanan toplu istifalara ‘Cumartesi Gecesi Katliamı’ adı verilmişti.

Nixon’u istifayla başkanlıktan ayrılmaya götüren, azil süreci Kongre’de istenen sonucu vermeyecek bir rotaya girmişken, bir grup savcı ve yargıcın, baskısına muhatap oldukları Beyaz Saray’a başkaldırarak topluca istifa etmesi olmuştu.

Yargı mensuplarının istifasından sonra, Nixon, kendisi için de önünde istifadan başka yol kalmadığını anlamıştı; gereğini de yerine getirdi.

Şimdilerde dört yargı mensubunun Trump-Barr ikilisinin baskısı üzerine davadan çekilmesi ve birinin memuriyetten de istifa etmesinin ne gibi bir etkisi olacak, göreceğiz.

Gazeteler, başkanlıkta üç yılını doldurmak üzere olan Trump’ın döneminde, çoğunu yine kendisinin atadığı tam 53 kişinin istifayla veya istifaya zorlanarak görevinden ayrıldığını da hatırlatıyor

ABD’de bu, bizde de böyle… 

Olayı uzaktan izlerken genellikle ABD’deki ile mukayese edilen bizdeki başkanlık sistemi içerisinde yargının durumunu düşünmekten de kendimi alamadım.

Geçmişte ve şimdi görülmekte olan davaların açılmasından cezaların verilmesine kadar geçen sürenin her bir safhasında kendisini hissettiren siyasi etki… 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararlarının yerel mahkemeler tarafından dikkate alınmaması… 

“FETÖ’nün siyasi ayağı” konusu tartışılırken, geçmişte bir yasanın çıkartılması sırasında sürece müdahil olan değişik ellerin varlığı da gündeme geldi. Oradan ‘FETÖ irtibatı’ için kanıt çıkarmaya çalışmak yerine, konuya ‘kuvvetler ayrılığı’ ilkesi açısından yaklaşmak daha doğru olmaz mı?

Bizde o dönemde de ‘kuvvetler ayrılığı’ ilkesinin rahatlıkla çiğnenebildiği gerçeği açısından?

Ne oluyorsa oluyor ve baskılar sonuç da veriyor bizde.

Kendisinden bekleneni yerine getirmediği veya getirmeyeceği anlaşılan yargıçların görev yerlerinin değiştirildiğinden haberdar olduk, oluyoruz; ancak aralarından istifa eden veya meslekten ayrılan hiç oldu mu, bilmiyorum.

Bizde genellikle, hemen her meslekte ve her düzeyde, “Ben niye ayrılayım, ayrılır veya istifa edersem yerime benden iyisi mi gelecek?” sorusu eşliğinde bireysel çözümler üretilir.

ABD’deki ‘yargıya baskı’ başlığı altındaki yeni tartışmayı medyasından izlerken, bir yerlerde baş gösteren olumlu-olumsuz örneklerin nasıl kısa sürede dünyanın başka yerlerine de sirayet ettiğini gözleme fırsatı da elde ediliyor.

“Her an her şey olabilir dünyası” haline dönüştü dünyamız.

ΩΩΩΩ

Reklam

36 YORUMLAR

  1. Sayın KORU FETÖ’siyasi ayağı hakkında bir yazı bekliyorum sizden. Çok şey mi bekliyorum. Yazdığınız siyasetle imtihan kitabından atıflı olursa çok daha açıklayıcı olur. Bence kitabınızdan birer tane tüm siyasi parti guruplarına ve TV kanallarına hediye edin bitsin bu iş… KOLAYLIKLAR DİLERİM.

    • Epiktetos arkadaş, nerde o yoğurdun bolluğu? 600 mebus var, birer tane hediye etsen kaç para tutar o kitaplar biliyor musun? Tabii sana hava hoş, stoacılık bilmem ne ayağından kenara çekiliverirsin olur biter; sayın yazar da burda kalemiyle kuyu kazsın, belki senin gibilerin beynine de iki çift hikmetli söz girebilir diye…

  2. 3194 Sayılı İmar Kanunu 1985 yılında meclis tarafından çıkarılmış ve sayısız tadilatlara uğrayarak bu günlere gelmiştir. Bilenler bilir bu kanunun hayli meşhur bir 18nci maddesi vardır.
    Farzedelim ki doğduğunuz yerden uzakta yaşıyorsunuz ve senenin ancak belirli günleri dışında, söz gelimi bayram, düğün cenaze vs atadan kalma yerinize yurdunuza uğrayamıyorsunuz. Bu arada belediye meclisi yeni bir imar düzenlemesi yapıp atanızdan size kalan taşınmazların yüzde kırkına el koyabilir ve sizin de yapılan bu uygulamadan hiç haberiniz olmayabilir.
    Bir gün evinizi görmeye gittiğinizde bahçenizin bir köşesinde başkanısına ait birisinine ait bir ev ve bahçe görürseniz ne yaparsınız?
    Yapılanlar kanuna uygundur da acaba hukuka ne kadar uygundur?

    • Ya Ercan Bey, sözünü ettiğiniz türden endişeler taşıma lüksü mü bıraktı devlet bizde? Alsın evi tarlayı bağı bahçeyi, yandaşlara ve yalakalara ganimet olarak dağıtsın -şikayet etmek şöyle dursun, “Afiyet bal şeker olsun!”diyecek haldeyiz. Havalimanına indiğimizde, misafirperver amca ve kardeşler kolumuza girip, “Gel seninle bir köşede şu Gülen ve Büyük Abiler Çetesi”ni (ya da Perinçek memuru Reis meselesini) kahve içip tartışalım” demesinler yeter.

      Öyle memlekette dikili bir ağaç ütopyalarından vageçeli de çok oldu.

      Bir mezar taşımız olsun, hatırlayan çıkarsa, ve “Gülen Erdoğan dinlemez, kendince yamukluk bulduğuna çakardı gönlünce, ama, mal mülk para derdine düşmedi, zalime boyun eğmedi. Çullu geldi aileden, gömdü elde avuçta olanı beş para etmez dergiler çıkarma işlerine, çulsuz ve sahipsiz gitti. . .” diyenimiz olursa, fazlasıyla kafidir.

      • Tüm yaptıklarından dolayı buralardaki herkesten özür dilemeden sizi hiçbir yere bırakmayız sn.bernar!

  3. Burada yargı bağımsızlığı gibi ciddi bir konuyu tartışıyoruz. Kendisine ismiyle birşey söylenmeden ve sataşılmadan niçin bu kadar alınganlıkla herşeyi üzerine alanlar var, anlamak zor. Ben nezaketle soruyorum, cevabı olan yazabilir. Kimseye ne çete dedim ne de aşağıladım. Dikkat edilirse her konuda yazmıyorum, çünkü bir çoğu bilmediğim konular. Lütfen konuşma kırıcılığı yapmayalım. Fikrimiz yada cevabımız varsa yazalım. Özgürlükler adına özgürlükleri boğmayalım lütfen. Ben kimseye şu ana kadar aşağılayıcı bir şey söylemedim. Hatta hiç bir gruba yada fikir sahibine de şahsıyla ilgili bir sözüm yok. Burada fikirleri tartışıyoruz, kişileri değil.

    • İyi de hakan bey, burda her şeyleri bilen olarak bitek sn.bernar var, beni de sayarsanız iki, ona da ancak yamaklık ederim yani…

    • Hakan Bey, birbirimizi anlayabilmemiz için ilkin sizin artık şunu anlayabilmeniz gerekiyor: Benim ya da bir başkasının “Gülen ve Büyük Abiler Çetesi” ifadesini kullanması ne bir sataşma, ne nezaketsizlik, ne de aşağılama. Çünkü, Gülen ve yönetici kliğinin bir çete olduğu bir fikir, yani, bir düşünce, ve bir şeyden isim ve sıfatlarıyla söz etmek gibi doğal ve kaçınılmaz bir durum. Görmeyi çok arzu ettiğiniz hassasiyetleri ne burada, ne de Cemaat’in bu çeteci çekirdeğini allayıp pullamak için kurulmuş Tr724 gibi sitelerde Erdoğan’a saydırıp duran gazeteci ve yazarlardan beklemeyin derim -gerçekci olmaz bu.

      Benim terim ve değerlendirmelerimden yola çıkarak, “Özgürlükler adına özgürlükleri boğmayalım lutfen” derseniz de olmaz. Biri de çıkar der ki, “Sen nasıl olur da Ümmetin Lideri’nden “Perinçek’in memuru” olarak söz ediyorsun? Nezaketten şaşmayalım, özgürlükleri boğmayalım arkadaşım.”

      Reis’in bile itiraz edip mahkemede dava açmadığı bir tanım, onu kullanan ben olduğumda, neden bir nezaketsizlik ya da sataşma örneği olsun ki?

      İsterseniz ben size özgürlükleri boğma girişiminin mütevazi ve anlamlı bir örneğini vereyim, Hakan Bey (Rast gelip okumuş iseniz, muhtemelen memnuniyetle gülümsemişsinizdir.)

      Sadece iki gün önce, bir Gülen müridi, hiç şaşırtıcı olmayan o malum alışkanlıkla, gelip burada şunu yazdı:

      “Son söz:Bernar Kutluğ! Bana bulaşmamanız,yorumları çarpıtmamanız ve saçmamalamanız konusunda son kez uyarıyorum.” (Uğur 12 Şubat 2020 at 08:57)

      Arkadaşımız, ismimin yanına soy ismimi (her ikisi de gerçek) de ekleyip yazarak, bir taşla iki kuş vuruyordu kendince: Hem eşzamanlı olarak devletin malum memurlarına ve Çete’nin arşivci müridlerine selam çakıyor, hem de bu yolla benim sesimi kısacağımı ümit ediyordu. Keşke, benim intermet teknolojilerinden pek anlamadığımı, ama, Meksika’da iki yıl boyunca ders verdiğim devlet üniversitesinin alt bölümleri bilgisayar programcılığı ve bilgisayar ağları ve ağ güvenliği olan fakültede öğrencileri arasında hayli sevilen bir öğretim görevlisi olduğumu da bilseydi bu arkadaşımız. (Ve, daha ilk günden itibaren burada gerçek ön ismimle yazmakla yetinmeyip soy ismimi de birden çok kez ilan etmiş olmamın ardındaki neden ve ilkeselliğe, yanısıra, yaptığım her şeyi olası sonuçlarını da kabullenerek yapıtığıma ilişkin bir fikre sahip olabilseydi. Dilerim kendisi de aynı kabulleniş içindedir.).

      Yine artık farkına varmanızda yarar gördüğüm şey şu ki, sayın Koru’nun buradaki yorumlar köşesi, birilerinin kutsalının (Gülen, Kılıçdaroğlu, Erdoğan vs.) pışpışlanması için bir süre emanet edildiği bir kreş değil.

      Burası çölde bir vaha. Daha fazlasını söylersek, Londra’nın Hyde Parkı’ndaki “Speakers’ Corner” (Pazar günleri öğle sonrası saatlerde gider orada istediğinizi en akla ziyan formları içinde söyleyebilirsiniz. Bir insan, çevredeki meraklı dinleyici kitlesine, paşa gönlü öyle istiyorsa, “Bakın ahali, aha bu elimde gördüğünüz ve ederi bir paket cigarayı biraz aşan mucize tasmayı şu gördüğünüz şekilde korona virisünün boynuna geçiriyor, parklarda bahçelerde dolaşmaya çıkıyorsunuz” diyebilir bağırış çağırış. Kimisi “mezcup bu!” der uzar gider, kimisi ciddiye alıp meraklanır, adamın önündeki ince plastik uzantılara yakından göz gezdirir. Ama, kimse nezaketsizlik göstermez. “Susturun bu meczubu!” da demez. “Bu adam da Allah’ın sevgili bir kulu” der ve yürür gider.

      Siz benim için ahali, ben de sizin için ahaliyim. “Vallahi bu adam meczup! Dünya tatlısı bir din alimi ve kanaat önderinin kendisinden ve çevresindeki abilerimizden çete olarak söz ediyor! Vallahi aklını yemiş!” diyerek uzama özgürlüğüne sshipsiniz elbette. Ama, söyleyin bana lutfen: Herkesin sizin gibi düşünüp sizin gibi davranması zorunluluğu nereden geliyor, Hakan Bey?

      Bitirmeden önce, şunları da söyliyeyim -belki kısmi bir rahatlama oluşur sizde: Ben Muharrem İnce ya da Kılıçdaroğlu’na rast geldiğimde, hep, memlekette liyakat ve hakkaniyet kalmadığını, Cem Yılmaz’ın yakalamış göründüğü şöhreti hiç hak etmediğini düşünüyorum.

      Kimileri tarafından Devletin başına gelmesi gerektiği söylenen Devlet Bey’e gelince. Allah sizi inandırsın, hem bilgi birikimi, hem diksiyon, hem doğaçlama ve etkili söz söyleme yeteneği, hem inandırıcılık açısından Devlet Bahçeli’yi sıradışı bir Youtube fenomeni olan Mersinli Cihangir kardeşimle karşılaştırmam bile.

      Burası Cemaat’in sofu müridlerinin çevrim içi paylaşım platformu değil, Hakan Bey.

      İsteyen gelir benden Çiko ya da Cem Küçük çıkarır -bir uğurlu yorumcumuz bunu yaptı zaten. Kimisi düşünce bulur bunda, kimisi mezcupluk. Ama, düşüncenin özgür ifadesi ilkesine sadık kalınmalı ve hoş görülmeli bunlar.

      Siz hiç benim, “Serde ava çıkmışken Latin Amerika taraflarından avcılara av olmak da olabilir, aman ha!” türü talihsiz uyarılarıma rast geldiniz mi yorumlarımda?

      Bırakın paşa gönlümüz ne istiyorsa onu yazalım.

      Yazdıklarımızın meczupluk mu düşünce mi olduğuna yazdıklarımızı okuma külfetine katlanan okur karar versin.

      Edepsizliık konusunda tek meşru otoritenin site editörlüğü olduğunu da bir zahmet kabullenelim artık.

      Mümkün müdür?

  4. Her konuyu bilen dostlara (özellikle laik ve solcu dostlara) bir konuyu sormak isterim. AKP iktidarının yolsuzluk yaptığına dair hepimizde (ben dahil) genel bir kabul var. Ancak benim kafam fena halde karışıyor. Bu güne kadar AKP iktidarının yolsuzluklarına yönelik 17 Aralık, 25 Aralık ve İzmir Liman soruşturmaları ile dava açılma teşebbüsleri oldu. Bunların tamamı darbe girişimi sayıldı ve hepsi the Cemaat’e mal edildi. İlginç şekilde bütün dostlar (solcusundan ülkücüsüne) bu davaları yürütenleri Cemaat’ci kabul etti ve sahip çıkmadı. Bunların dışında yöneticileri hedef alan bir yolsuzluk soruşturması duyulmadı. Acep nedendir?
    Şimdi, 18 yıllık bir iktidar süresince özellikle 2010 sonrasında yolsuzluk iddiaları gittikçe artarken hiç bir dava açma teşebbüsü yada soruşturma olmamasını neyle izah edebiliriz?
    Benim aklama gelen birkaç seçenek var:
    1- Yargı tamamen AKP’li olması lazım. O zaman görevde olan 12 bin hakim/savcıdan beş bini 2016’da atıldı, peki geri kalanların hepsi AKP’li miydi? Onca sosyal demokrat, solcu, Atatürkçü, Alevi vs. yargı mensubu toptan buharlaştı mı?
    2- AKP hiç yolsuzluk yapmadı, o yüzden kimse bir ilçe başkanına bile böyle bir iddia ile soruşturma açamadı. Öyleyse 17-25 Aralık soruşturmaları da birer kumpas mıydı? Madem öyle muhalefet (mesela K. Kılıçtaroğlu, muhalefet sözcüleri) ikide bir bu konuyu gündeme getirirler?
    3- Muhalif diye bilinen bu taife fena halde korkak mı? En küçük AKP’liye dava açamıyorlar. Sanmam, çünkü AKP’yi zora sokacak siyasetle ilgili kararlar alıyorlar. Mesela Erzincan’da yiğit! bir başsavcı sivil insanları ve tarikatları hedefe koyup askerlerle (İ. Başbuğ vs.) ortak büyük soruşturmalar açtı. Hatta A. Gül’ü Cumhurbaşkanlığından edecek kadar ciddi soruşturmalar açtılar. Ama bu soruşturmaların hiç biri AKP’nin yolsuzluklarıyla ilgili olmadı.
    4- Yargıdaki muhalif unsurlar AKP ile Cemaat’i yok etme karşılığında anlaştılar. Kimse kimseye dokunmuyor, gül gibi geçinip gidiyorlar. Öyleyse bu grupların siyasetçileri her gün çıkıp niye hükümeti yolsuzlukla suçluyorlar?
    5- Yargımız yolsuzluktan şikayetçi değil ve kendisine pay verilince konunun üzerine gitmiyor mu?
    Cevaplarınızı merakla bekliyorum. Hoşça kalınız.

    • Beni de o “laik ve solcu” treninin ebelek ve gübelek yolcuları arasında görüyorsanız, bunu bilinçli yapılmadığından emin olduğum bir saygısızlık sayarım, Hakan Bey. (Maksat itibar cellatlığı olduğunda borsanın Çiko’dan, Cem Küçük’ten açıldığını bilip öğrendik.)

      Diyelim, bir yanlış anlama oldu, ben de o modernleşmecilerin gayrı-modern külüstür treninin yolcularından biri olarak düşünüldüm.

      Kendi payıma şunu söylerdim: Eğer mesele Cemaat’in yönetici çetesi ve onun bürokrasi içindeki operasyonel vurucu timinin sivil ve meşru hükümete (AK Parti hükümeti) karşı bir hamlesi ise, yolsuzluk dahil her şey teferruattır, ilke ve görev, hükümetin yanında saf tutmayı gerektirir.

      • Son cümlenize kesinlikle katılmıyorum. Ben o zaman şöyle düşünmüştüm. Yolsuzluk yapanlar yargılansın. Yolsuzlukları ortaya çıkartanlar da kullandıkları yasa dışı yollar nedeniyle ayrıca yargılansın (biraz cezalandırma yeterlidir diye düşünmüştüm).

    • Cemaat nerede yanlış yaptı ?
      – 17/25 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonları belli ki toplumdan gereken tepkiyi göreceğine inanılarak yapılmıştı. Oysa bu beklenti gerçekçi değildi, Türk toplumu ve genelde Müslüman toplumlarda baştakilerin yolsuzluk yapması büyük ölçüde normal karşılanır.
      – Yolsuzluk operasyonları sırasında ‘Ergenekon Terör Örgütü’ davaları da sürüyordu. Yani Cemaat hem AKP=Erdoğan’a hem de sözde derin devlete aynı anda savaş açmış oldu. Bu operasyon başarıya ulaşsaydı Devlet tamamen Gülen Cemaati’nin kontrolüne girecekti. Bu durum Cemaat mensubu olmayan fakat sempati duyanları dahi rahatsız etmiştir.
      – Gülen Cemaati uzun yıllardır sağ ve sol devlet unsurları tarafından desteklenmişti. Zira Cemaatçi görünen üst düzey devlet yöneticilerinin önemli bir kısmı aslında Devlet’in adamıydı. Gülen de Erdoğan gibi kazandığı gücün tamamının kendisine ait olduğu yanılgısına düşmüştür. Erdoğan’ın gidişinin gecikmesi demokrasi oyununun gereğidir, zira bugüne kadar seçimleri kazandı.
      – Gülen Cemaati AKP=Erdoğan cemaatine benzemez, kişisel hayatlarında çok daha dürüsttürler. Bu nedenle göstermiş olduğunuz tepkiyi anlıyor ve hak veriyorum. Fakat hayat sadece bireysel dürüstlük üzerine yürümüyor, aklı da iyi kullanmak gerekir. Ayrıca başkalarına karşı da adil olmak gerekir. Yolsuzlukları ortaya koyarken çoğu bireysel hayatlarında dürüst olan Ergenekoncu Paşalar ile de uzlaşmak gerekirdi diye düşünüyorum. Fakat bunu yapmayıp o fırsatı Erdoğan’a verdiler.

    • Eğer laik bir hükümetin yolsuzlukları 17-25 şeklinde ortaya dökülseydi kısa sürede giderdi ve uzun süre seçim kazanamazdı. Yani sorun kendisini dindar olarak niteleyen seçmen yığınlarında.

  5. Kahrolsun bağzı şeyler diye bir lakırtı vardı.
    anlamak istemez yada anlayamadığımızı haykıramamak neticesinde birtakım sesler çıkarır, kimsede ne olduğunu da ne olması gerektiğini de anlayamayız malesef.
    abd nin ortadoğuda özgürlük, cumhuriyet, demokrasi falan istediğini sanıp, eyalet kuracağını, bunun ne menem bişey olduğunu falan çığırtırlar; abd’de eyalet sistemi olduğunu söylemeden.
    filimlerde amerkan yargıç bi kükrer sanırsın astığı astık kestiği düdük!
    oysaki jüri koymuş kenara bi yere onlara idam edilsinmi şu uslanmaz diye imzalatır, sorumluluğu onlara yükler, Karar:Asılsın!..
    zannedersin karıncayı dahi incitmezler!
    sen de ona bakarsın, yargı yürütmeye karışmasın, yürütme yürütmesin, muhalefet onu denetlesin, yürtme heç bişey yapmasın otursun ihale açsın..
    incelesek ülkelerin yasalarını belide şöyle bir doğru çıkacak:
    yasama bazı konuları ülke menfaatleri, yürütmenin yoğurt yiyişi, milli güvenlik işleri vb nedenlerden dolayı nasıl öğrenecek? bunun vardır bir çözümü. bunu kökten çözüm en tepesine adalet bakanını mı koymuşlar acaba abd de?
    yada başkan yanında 2. 3. başkanlar mı konulur da öylece ülke menfaatleri bunun şöyle olmasını gerektiryor.. diye görüşünü beyan ediyor?
    devletiyönetenlerin en tepesindeki kişi yada kişiler 50+1 ile yetki alınca herşeyi yapabilir mi oluyor? 49 un dediği ne olacak?
    bunun 50+1 olması şart mıdır? 30+1, yada en yüksek oy alan kişi yada parti başkanı hükümet kurmaya yetkin olamaz mı?
    sonuçta: hükümet yönetmeyi ben (en yüksek) misal 30+1 almış birine ”sana ve kabinene ülkeyi yönetmeye yetki veriyorum, yasama da seni denetleyecektir” diyemez miyiz?
    dolarını almayı biliyorsun da bir ülkenin, kongre, senato, temsilciler meclisi, pentakon, cae, mecae, nasa vb ‘ni niye merak edip bir de şu var demiyorsun?
    isviçreyi, kanadayı, manhattanı, almanyayaı, barselonayı değil de senegali, mozambiki, nijeryayı, su kuyusu açmaya gönderdiğin ekibi göstertiyorsun?
    kemikleri derisinin dışından görünen aç çocuğu gösterip; halinize şikredin yapanlar neler yapıyormuş sahnenin gerisinde?
    kandıramazsınız beni. kanmıyacağım.

  6. Sayın Koru’dan öğrenecek çok şey var. Entelektüel sabır bunlardan biri.

    Yargı, yargıçlar. . . FETÖ borsası. . . Altın çağını yaşayan yargı. . . Bilmem ne endeksi arttı. . .Yok artmadı. . . Bugün Şubat 13 2020, sayın okurlar, an itibarıyla FETÖ papatya falından çıkan CHP, onun bir kısrak başı gerisinden AK Parti geliyor. . . İtelene itelene kendi sınırlarımza doğru geliyoruz. . . Türk’ün tepesini attırmayın, yoksa bir gece ansızın Şam’dayız. . .

    Ülke açık tımarhane gibi resmen.

    Halis Türk devesine sormuşlar: “Yaw bu ne mükemellik! Yaw bu ne simetri ve bu ne ahenk! Yaw bu ne doğruluk güzellik!”

    “Eee” demiş, halis Türk devesi: “Böyle olur necip Türk milletinin 21. yüzyıl halis Türk devesi!”

    Sayın Koru ve yorumcular hoş görsünler ve mümkünse bağışlasınlar.

    An itibarıyla, sululuk, akıl sağlığını korumanın ilacı Asya cephesinde.

    Ne yapalım?

    Önümüzdeki yorumlara bakacağız artık. 🙁

  7. Türkiye Rus uçağı düşürdü. Liderimiz, “Bi daha göndersinler, bi tane daha indirelim, olmuş armut gibi düşsün” dedi önce. Sonra, devlet ricali özür dilemek için sıraya girdi. Yetmedi, liderimiz bi de mektup yazıp öyle özür diledi. Yetmedi, “Yaw biz sizden S400 alalım, karşılığında siz de bizim domatesleri geri göndermeyin” dedik.

    İlk önce, 6’sı asker, 1’i sivil 7, bir hafta sonra 5 askerimiz öldürüldü.

    Erdoğan-Putin telefon görüşmesi, olayın üzerinden 48 saat geçtikten sonra gerçekleşebildi.

    Özür gelmiş mi?

    Yok, gelmemiş.

    E ne var özür yoksa. Mutlaka vardır bir şeyler?

    Var.

    Ne var?

    Kremlin’in resmi sitesinde kısa bir bilgi notu var.

    E nediyor o bilgi notunda?

    “Telefon görüşmesi, Türk tarafının ihtiyaç duyması ve talebi dolayısıyla gerçekleşmiştir.”

    Böyle olur oyun kurucu kürel aktör dediğin ülke. . .

    • Bernar bey, muhalifliğiniz had safhada. Bardağın dolu tarafına da baksanız olmaz mıydı? Bak telefona çıkmışlar işte, telefonu açmayabilirlerdi de! 2071’e kadar sabredelim derim bence, ne dersiniz?

      • Valla haklısınız, sayın Mim. Ben de farkındayım ipin ucunu kaçırmış olduğumun. Aslında ekleyecektim bardağın dolu tarafını da. Lakin kediciklerden biri zıpladı yine klavyeye, yorum yandan çarklı Laz takası gibi, boş bardak olaraktan gitti.

        Sizin söylediğiniz bardağın dolu taraflarından sadece biri. Beni en az bunun kadar sevindiren, necip milletimizin Amerikan emperyalizmi ile Rus emperyalizmi arasındaki fark konusundaki sağduyulu ve bilnçli yaklaşımı. Avrasyacılığın bir duygu ve bilinç hali olarak milletimizin kahir ekseriyetiinde yerleşiklilk ve istikrar kazanmış olmasından memuniyet duymalıyız, ve, muhalif de olsak, bunu Erdoğan Beyefendi’nin başarı hanesine yazmakta bir behis görmemeliyiz.

        Hatırlayın, daha üç beş yıl önce Amerikalı askerimizin kafasına çuval geçirince bile tepiniyorduk. Rus yoldaşlarla iş nerelere vardı, ortada tık yok. Rastlantı değil elbette. Ben diyeyim sağduyu ve bilinç, siz deyin memnuniyet verici bir farkındalık durumu.

        Amerikalının Conisi ile Rusun Dimitrisi arasındaki derin farkın ziyadesiyle bilincinde millet. E bu da bir kazanım yani!

      • Sayın Mim, biz bardağın yarım, çeyrek dolusu muhabbeti yaparken, henüz daha kapağı bile açılmamış 30 litrelik damacana az önce haber sitelerine düştü. Müjdeyi benden alın istiyorum -ne de olsa zilletlikte aynı yolun yolcusu görünüyoruz! 🙂

        “Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın Kanal İstanbul güzergahında arazi aldığı haberine erişim engeli geldi. Albayrak’ın talebi aynı gün karara bağlandı.”

        Bir de utanmadan yargının altın çağını yaşadığını söylüyor kimi aklı evveller: Ne altını: Uranyum! Uranyum!

  8. Senato’nun jüri görevi yapması, Senato mahkemesini Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın yönetmesi ve benzeri uygulamalara bakınca neden ABD’nin çok önemli ve büyük bir ülke olduğu anlaşılıyor.

    Bizde benzer bir durum olsaydı ne olurdu ? Hiçbir şey değişmezdi, zira tüm milletvekillerini de olsaydı senatörleri de parti başkanı belirliyor. İktidar partisi başkanı aynı zamanda CB ve yüksek hakimleri atıyor. Oysa Trump Cumhuriyetçi Partinin başkanı değil, hatta ABD’de parti genel başkanlığı diye bir makam yok!

    Türkiye’de siyasi partiler yasası öncelikle tartışılmalıdır. Bunu yaparken ütopik hedefler koymayalım fakat yürütmenin başı olma ihtimali olan parti başkanlarının adeta sınırsız yetkilere sahip olması tırpanlanmalıdır. Lider sultası siyasi partilerde önlenmeden ülke yönetiminde de önlenemez.

    Lider sultası kültürü nereden geliyor? Sözlüklerde sulta için “yaptırma ya da yasaklama gücü ya da hakkı” deniyor, herhalde “sultan” kelimesi de bu hakka sahip olan kişi anlamına geliyor olsa gerek.

    Dini inançları anlama ve yaşama şekli bir insanın hayat yolunda temel belirleyicidir. İslam dünyasında insanlar “Allah korkusu” ile yaşıyor, Allah sevgisi ise kırıntı düzeyinde. Bu ‘geleneksel dini kültür’ Müslüman toplumlarda insanların ancak korkutarak yola getirilmesine yol açıyor. Bu realite siyasi hayata da yansıyor ve Müslüman toplumları yönetebilmek için “sultan” gerekiyor. Müslüman toplumlarda adı anıldığında ellerin kalbe götürüldüğü Peygamber (Hz.Muhammed) sevgisi de yeterince samimi değildir. Hristiyan toplumlardaki Hz.İsa sevgisi ile kıyaslanamaz.

    Dünyada hiçbir toplum mükemmel değildir. Fakat Müslüman toplumlarda korkuya dayalı paradigma (değerler bütünü) bu şekliyle devam ettiği sürece ileriye yönelik olumlu bir gelişme beklemek gerçekçi değildir. Tanrı’dan tabi ki korkulur fakat ondan önce Tanrı sevgisi olmalıdır. Bir insan önemli bir kusur işlediğinde cehennemde yanar mıyım diye endişe etmeden önce kendisini yaratan Rabbine karşı mahcup olmaktan rahatsız olmalıdır. Bunun için de o insanda Tanrı (Allah) sevgisi olmalıdır, o da Müslüman toplumlarda yok veya pek zayıf. Varsa yoksa Allah ve onun temsilcisi (haşa!) Sultan korkusu.

    • Sn F.K.T., bir de şöyle düşünmek mümkün: CHP nin hızlı döneminde tepeden inme bir laikçilik mehzebi monte etme yerine bu işlere kafa yorulsaydı, zaman zaman hak-batıl savaşları mertebesine çıkabilen bir kutuplaşma tetiklenmeyecekti. Ha krallık (kingdom), ha sultanlık, partikte farkeden ne?

      Tanrı sevgisinin, O’ndan sakınma ve O’ndan korkmakla dengelenmiş olması dinimize has bir durumdur. Ancak, ikisini de istismar etmemek önemli. Hristiyanlar bu sevgiyi istismar etmeselerdi olmaz mıydı? İsa’nın, hristiyanların bütün hepsinin günahlarının affı amacıyla kendini kurban etmek, Çarmıhta acı çekmek için gönderildiğine dair hristiyan inancından haberiniz var mı sizin? Yani, ne kadar günah işlerseniz işleyin hristiyansanız işiniz adeta garanti! Sweet = tatlım, bir tanem, şekerim. Jesus = İsa. Bunlarda Sweet Jesus aşağı, sweet Jesus yukarı! değişik anlamlara da gelse “Rock & Roll = Sallan Yuvarlan” marka dahil bilumum şarkılarına geçmiş bir tekerleme… Biz müslümanların Hz. İsa’ya olan sevgi ve saygısı bu kadar alelade bir hale gelmiş midir? Sizin verdiğiniz bazı sinyaller pek doğru değil.. Zaten onların “şirk” saplantıları olmasaydı, Allah son bir müdahele ile yanlışları düzeltici olarak ve insanlığa son bir güncelleme olarak DiN’ine sahip çıkar mıydı? (biz kıymetini pek bilemedik, ayrı mesele).

  9. Abdülhamit Han’ın aziz torunları olup ilmi ve irfanı hür nesiller yetiştire yetiştire çağdaş medeniyet seviyesine takla attıran necip Türk milletinin ardında kılıç kuşanıp saf tuttuğu, her biri milyonlarla ölçülen siyasi partilerinin seçkin liderleri, işi gücü bırakmış, on gündür hangi parti ve liderinin ‘terör örgütü'(!)nün siyasi ayağı olduğunu tartışıyorlar. Bahçeli’ye ve Erdoğan’a göre CHP. CHP’ye göre ise önce AK Parti, sonra MHP. HDP zaten ‘bizden’ (!) değil. İyi ki elimizde Milli Piyango’dan çıkmış amorti bileti gibi İyi Parti ve Saadet kalıyor daaz buçuk teselli bulabiliyoruz.

    Böyle necip millete de böyle necip partiler ve liderler yakışır doğrusu!

    • Doğru mudur, riyavet midir, bilmiyorum: Söylenen o ki, Fatih İstanbul’u kuşattığında, Bizans’ın ruhban sınıfı sur gerisinde meleklerin cinsiyetini tartışıyormuş. Biz de bilmem kaç asır sonra, bütün bir millet olarak, o kepazeliğin 21. yüzyıl versiyonunu sergiliyoruz -aşk ile, tutku ile ve hep birlikte!

      Biz mi Bizanslıları kendimize benzettik, onlar mı bizi kendilerine benzettiler? Bunu bilse bilse Baran bilir (çünkü o bilmeden de düşünüyor, daha bugün söyledi bunu!). O da bilmiyorsa İlber Ortaylı bilir. Son çalacak kapı da olsa olsa Derinçeli Tekkesi’nin Paşazadesi’dir. Sezgim o ki, kapısını çalmaya da gerek yok: Aslan sütüne usulluca yaklaştıktan sonra mitralyözünün başına kurulur iki saate kalmadan. Alahyımızı tararken bu konuya da değinir geçer!

  10. Çek balans mıydı, rot balans ayarı mı neydi abd başkanlık sisteminin bulunmaz hintkumaşı demek ki böyle bişeymiş; sıkışınca ya da hangi taraftan uzatıldığını tam bilemediğimiz dolar destelerinin ucunu görünce sıvışıp giden adalet savaşçıları, ucuz kahramanlar..! Zerre kadar haysiyetleri olsa durdukları yerden bir milim bile kımıldamazlardı; satılmış dreyfüsçüler..! Bizde olsa bırakın istifa etmeyi, ettirmeyi; koskoca meclisten olağanüstü hal kararı çıkarıp ondan sonra da ancak kanun zoruyla görevden el çektirebiliyoruz çemiş memurları..! Yetmiyormuş gibi daha da mağduruz, mağdur olduk diye ağlaşanlar, hala kapıdan kovuldukları kurumlara bacadan girmeye çalışıyorlar; utanma, arlanma sıfır!!! Bak elin oğluna, sıkıyı görünce ya para destelerini koklayınca basmış istifayı, bir de geri dönüp ağlaşmak nedir? Gelecek abd seçimlerinde senatörlük de çantada keklik, allah bereket versin… bizde de kapağı meclise atmış bi yığın mütekait yargı elemanı görebilirsiniz. Allaha şükür türk yargısı bugün eskiye göre gerçekten altın çağını yaşıyor…

    • Vay! H. Gayret Hocam! Dreyfüs ha! Yani yani! Ben böyle her şeyi bilen, sol örgüt Kurtuluş’un şeceresinden girip Unkapanı aktarmalı tramvayla Uygur Türkleri’nin dil yapısından çıkan, iki çırpılık bir paragrafta koca Amerikan yargı sisteminin kılcal damarlarını Çin’in bir hayvan pazarındaki leşi gibi önümüze atan bir bilgenin Tekkesi’nin kapısında yatarım vallahi! Bu söylediklerimi biad’dan sayalım Hocam!

  11. Trump hem ABD hem Dünya için Koronavirüsten de daha tehlikeli biridir.
    Azil yönünde oy veren M.ROMNEY vicdan deyince ilk akla gelecek kişidir, yada vicdanın kendisidir.

    • Sayın yk, başkanın nesini gördünüz bilemiyorum ama bana obama olacak şopar kadar zararlı görünmüyor kendisi, en azından abd halkı için; buralara böylesi olumsuz içerikler girerek bırakın yeşilkartı, vize bile alamazsınız oralara, başkan kalıcı benden söylemesi…

    • Bence Trump hiçbirşeyden habersiz iyi bir kurban. Trump önemli biri değil, kendisi olmasa da kurbanlık pazarında seçenek çok.

      Birşey bildiğimden değil, ama ben böyle düşünüyorum.

      • Bir şey “hiçbir şey” ise, istesen de o “hiçbir şey”den haberdar olamazsın, Baran 🙂 Bir takıntı gibi görünen “hiçbir şey”i, “her şey” olarak bir değiştir, bakalım “bir şey” anlam ifade eder hale gelecek mi bu ifaden.

        Bir şey bilmeden öyle veya böyle düşünme bağlamındaki “samimiyet”ine gelince:

        Burada sergilediğin samimiyeti buradan alıp başka bir mevzuya tebdil-i mekan yaptırsak sana uyar mı acaba?”

        Kızmaca gücenmece olmasın Baran: Gökten üç elma düşmüş, birinin başına bilmeden düşünmek, bir diğerinin başına cevabı bilip bilmezden gelmek düşmüş.

        Biliyorsun, benimki de dotça bir takılma -yoksa öyle değil mi? 🙂

        Not: Çaman’ın yazısını okuduğunda, “Ulen bu Bernar Hoca ya Çaman Hoca’dan araklıyor bütün çözümlemelerini, ya da Bernar Hoca Çaman Hoca’nın “Çiko”dan sonra buradaki ikinci kimliği!” diye düşündün mü düşünmedin mi? Harbi ol canımı ye! 🙂

  12. Dün! Gün boyuTrumpın Twiti eşliğinde TV lerde En yakın destekçileri tarafında verilen tepkiler ” BU KABUL EDILEMEZ” Tam bir çılgınlık” “bu akillanmaz” gibi tepkileri dinleyince! Bizim memleketdeki politikacıları hatırladım.
    Eğer bu olay bizde olmuş olsaidi, nasıl tepki verilebileceğini hayel ettim. Tepkiler şõyle başlardı”Bu bir Retocu tuzağıi” eyyy retocu savcilar istifa etmekle kurtaracağınızımi zannediyorsunuz bu yaptığınız hainliğın karşılığını fazlasi ile õdiyeceksiniz.” Havuz tvleride Bugunkü yargı darbesini failleri tutuklanarak ceza evine göderildi.”Satılmış vatan hainleri bozuk pilağıni çevire çevire seyircilerini ve kandilerini rahatlatırdılar.
    Sosyal medyada’da dünkü Fehmi beyin yorumculari gibi birbirine girerdiler.

    Daha sonrada, 17/25 Aralık ABD de olsaidi neler olurdu? diye düşndüm!
    Cevap: C Başkani Abdulah Gül soruşturmanın salemeti için Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hükümetini gõrevden alırdı ve yerine tarafsız bir başbakan atayip soruşturmanin güvenliğini sağlardı.

    Milletleri büyük yapan Adalet,dürüslüktür ve çalışkanliktır.

  13. Sayın Koru o sizin bahsettiğiniz istifa ER kişinin işi , bizdeki yiğitlik sözlerde eylemde göremessiniz. Stk,akademik,kanaat önderi,yazar çizer(fikir insanı)varmı bir şey diyen altını kalın kalın çizen yok üç maymun hikayesi son döneme kadar siz de dahil kolay gelsin iyi çalışmalar

  14. Hamza bey,Merhaba!
    Musade ederseniz size iki sorum olacak! Önce sizin şu yazınızı okialım.

    “Zekeriya öz, türkiyedeki en ünlü savcı idi. yani fetullah gülen ile ilişkisi kadar akp ile de ilişkisi vardı”

    Hatırladığım kadarı ile Z Öz Ergenekon davasında ünlendi ve o davanın iki savcısından biri Z Öz diğeride R T Erdoğanidı.

    Ergenekon belgelerinide Baransuya Hilmi Õzkök vermişti.
    O davalarda alabildiğine saptırıldı ve çığırndan çıktı.
    17/25 Aralık’dan sonra savcilardan biri 17/25 in Avukatı oldu ve Ergenekon ile birleştı.

    Sizin dediğınız gibi yapsaydı ve Z Özü ayni görevde tutsaidi! Şu anki ortakları Behçeli ve Perinçeki inandıra bilirmıydı?
    Eğer z õz Gülen cemaatınden olsa idi yurt dışında gizlenmek yerine istediği ülkeye iltica edenezmiydi?

    Her zaman sizin fikrlerinizden faydalandığımın altini çizerek bu konudada ne düşündüğünüzü õğrenmek istiyorum.

    Fırsat buldukça
    şu an aktif olan Cemaatın içindeki Erdoğancılarıde isim vermeden sizlerle paylaşmaya devam edeceğım.
    Hamza bey! Ben emin olmadığım hiç bir haberi yazmam.
    Birde Bu tarikatlar ve cemaatlar birbirlerini hiç sevmezler, arti hepsi birden Gülen cematına adate düşmanlar.
    Birde herkes kendilerinin gerçek dindar olduğunu kabul ederken karşıdakıni beyenmezler.
    Sağlıcakla kalın.

  15. “Her an her şey olabilir dünyası” haline dönüştü dünyamız.”

    Fehmi bey! Biz hariç.
    Bizde ne olacağı belli.
    Çünkü bizde her zaman halk birbirini! Siyasetçilerde Türkiyenin kaymağını yiyiyor.

Yoruma kapalı.