Yüz yıldır cumhuriyet Türkiye, ancak cumhurbaşkanını birkaç kişi belirliyor… Nasıl bir şey bu?

29
Reklam

‘‘Kral öldü, yaşasın yeni kral.’’

Monarşi ile yönetilen her ülkede en tepe yönetici olan kralın ölümü sonrasında yaşananlar aynen yukarıdaki tarihi değerlendirmedeki gibidir.

En tepe yönetici -yani kral- öldüğünde onun yeri daha cesedi soğumadan doldurulur.

Yerine kimin geçeceği çoktan bellidir çünkü.

Ölenin en büyük oğlu…

Dün de öyle bir gündü; İngiltere’de en tepe yönetici öldü, hemen ardından oğlunun onun yerine geçeceği açıklandı.

İngiltere’de tek fark, ölen en tepe yöneticinin kral değil kraliçe olması. Bir önceki kralın yerine geçecek erkek çocuğu yoktu, en büyük çocuğu olan kızı ‘2. Elizabeth’ adıyla kraliçe ilan edilmiştii. Çok uzun süren devlet başkanlığı süresince, eşi hep Kraliçe’nin iki adım gerisinde yer aldı.

Yeni devlet başkanı, ölen kraliçenin oğlu da, ‘3. Charles’ adıyla kral oldu.

Reklam

Kraliçe, ölümünden sadece bir gün önce, onayı için bakanlar kurulu listesini kendisine getirmesi vesilesiyle ülkesinin yeni başbakanını kabul etmişti.

Her ölümlü gibi sonunda o da dünyaya veda etti.

96 yılın büyük bölümünü kraliçe olarak yaşadıktan sonra.

O süre içerisinde tam 15 değişik başbakana ‘‘Hayırlı olsun’’ demişti Kraliçe Elizabeth; en son kutladığı başbakan Liz Truss oldu. O da kendisi gibi bir kadın…

İngiltere’de kısa süre aralığında yaşanan, iki değişik yönetici belirleme tekniği örneği. Babadan oğula -son örnekte anneden oğula- geçen ve genellikle önceki kral veya kraliçenin ölümüyle gerçekleşen devlet yöneticisi yanında, bir de sandıktan iktidar olarak çıkmış bir partinin kendi içinden birini başına geçirmesiyle gerçekleşen ülke yöneticiliği…

Aynı ülkede iki farklı yönetici tipi… 

Monarşilerde böyle oluyor.

O tür yönetimlerde, kralın veya erkek evlat olmadığında tahta oturan kraliçenin bütün özelliği, belli bir ailenin ferdi olması.

Reklam

Kanı kırmızı akan sıradan insanlardan farklı olarak üyelerinin mavi kanlı olduğu düşünülen bir aileden birine devlet yönetiminin verilmesi, yani monarşi…

Halen başlarında birer kral -veya kraliçe- bulunan ülkeler var; çoğu da Avrupa’da bu ülkelerin… 

Avrupa’daki kral veya kraliçeler başında bulundukları ülkelerin ırkından olmak zorunda değiller; genellikle hemen hepsi aynı aileden insanlar…

Kraliçe Elizabeth’in Alman, eşi Prens Philip’in de Yunan kraliyet aileleriyle akrabalık bağı olduğu biliniyor.

İngiltere -veya Büyük Britanya ya da Birleşik Krallık- ülkesinin insanları -hiç değilse büyük bir bölümü- bu durumu önemsemiyor. Ara sıra ‘‘Günümüzde krallık olur mu, gitsin bunlar’’ sesleri işitilse de, o talep genel bir tasvip görmüyor.

Oysa bir yüzyıl öncesine kadar kraliyet ailelerince yönetilen pek çok Avrupa ülkesi halkları onlarla yolunu ayırmayı ve cumhuriyet yönetimine geçmeyi tercih etmişti.

Girişi uzatmamın elbette bir sebebi var.

Biz de krallı -daha doğru ifadeyle sultanlı veya padişahlı- bir ülke iken cumhuriyet sistemine geçmiş bir ülkenin vatandaşlarıyız. Cumhuriyetimiz bir yıl sonra 100 yaşına basacak. Kimlerin bizi yöneteceğini dört veya beş yılda bir yapılan seçimlerde sandık belirliyor. Siyasi hayat içerisinde yer alanlar yönetime talip oluyorlar, bizler de vatandaşlar olarak onlar arasında tercihte bulunuyoruz.

Demokratik cumhuriyetlerde yönetimler böyle oluşuyor.

İki sistemden ilki, yani krallık sistemi, dıştan bakıldığında yönetimlerde bulunanlara daha cazip gelebilir. Bir kere başa taç geçtiğinde ölünceye kadar hep yönetimde kalmak gerçekten cazip bir durum. Her dört-beş yılda bir kendini ‘seçmen’ denilen sıradan insanların takdirine terk etmek zor bir iş. 

Konunun bir de denge ve denetim mekanizmaları yönü var; demokrasilerde siyasilerin işi gerçekten zor.

Bıkabiliyor da insanlar, hem de çok kolay bıkabiliyorlar.

Anayasa ve yasalarla bağlı olmak da zaten zor olan yönetim işini daha da zorlaştırıyor.

Siyasilerden belli strandartlara uymaları, yönetimde yer aldıklarında standart dışı davranmamaları bekleniyor.

İngiltere’de partisine beklenmedik bir seçim zaferi yaşatmıştı Boris Johnson, ama işte gördük, çevresinden birilerinin yaş gününü konutunda kutlattığı gibi bir gerekçeyle, başbakanlığının sonunu getiren bir süreç yaşandı.

Kral veya kraliçe olsaydı bugün hala yerinde kalmayı sürdürecekti oysa.

Liz Truss bugün ülkesinin başbakanı ama o koltuğa oturabilmesi için bayağı sıkı bir mücadele vermesi gerekti. Ortaya ‘‘Adayım’’ diye atılan on kişi arasından sivrilmesi, sona kalan iki adaydan biri olduğunda kendini sıradan partililere sempatik göstermesi ve var olan ülke sorunlarının üstesinden gelebileceği izlenimi vermesi gerekti.

Kraliçe Elizabeth’in böyle bir zorunluluğu hiç olmadı; onun ölümü üzerine ‘kral’ olduğu ilan edilen Prens Charles’ın da o konumu elde etmek için bir çaba göstermesi gerekmedi. Yaşça kardeşlerinden büyük oğul olması yeterli bulundu.

Ülkemizde cumhuriyetin 100 yaşına gireceği önümüzdeki yıl yapılacak seçimin heyecanı siyaseti etkisi altına almış durumda. Ülkeyi yönetme kararında belirleyici olacak kitleleri etkilemek için çok yönlü çalışmalar yürütülüyor.

Ancak görüntüde hafif de olsa bir tuhaflık var. Cumhurbaşkanı seçeceğiz ama onun kim olacağına bizler değil az sayıda insan karar verecek. Cumhur İttifakı’nın küçük ortağı MHP ‘‘Aday belli, karar net’’ sloganıyla ilk muhtemel ismin belirleyicisinin kendileri olduğunu ilan etti bile. Buna karşılık Millet İttifakı da ‘‘Aday 6’lı masa’da belirlenecek’’ formulüne kendisini bağlamış durumda; orada da adayı altı kişi belirleyecek.

Oysa, monarşi ile yönetilen ülkede, kimin başbakan olacağı zorlu bir yarış süreci sonucu belirlendi. ‘‘Ben adayım’’ diye ortaya çıkanlar partililere kendilerini beğendirmek için yarıştılar; sonunda kimin başbakan olacağını binlerce partili delege belirledi.

Size de bizdeki durum tuhaf gelmiyor mu?

Neden cumhurbaşkanı seçimine az sayıda insanın tercihiyle belirlenmiş iki adayla gidilsin ki? Neden çoklu bir adaylık süreci ve kitlelerin beğenisini yansıtan bir tercih sonucunda seçilmiş bir cumhurbaşkanımız olamıyor?

Cumhurbaşkanı Meclis’te seçilirken bile daha çok sayıda insanın -siyasinin- tercihi -oyları- söz konusuydu. 

Bıraksınlar, kendilerini kimin yöneteceğine gerçekten halk karar versin.

ΩΩΩΩ   

Reklam

29 YORUMLAR

  1. PARTİİÇİ DEMOKRASİ-GENEL DELEGE SEÇİMİ

    Sistem tartışmalarının gündemde olduğu şu günlerde demokrasi için en büyük engel olan içerisinde demokrasi olmayan partilerin yapısını da tartışmalıyız.sonuçta küp içindekini sızdırır

    partilerin içinde demokrasi olmassa ülkede nasıl demokrasi olacak.Partilerde bir lider ve genel merkez sultası vardır.Bu da siyasi partiler yasasından kaynaklanmaktadır.bu durum düzelmeden yapılacak demokrasi veya sistem tartışmaları bizi bir sonuca ulaştırmaz

    partilerin işleyişinde en temel yapı olan delege sistemi yanlıştır.bugün mahallelerden başlayarak ilçe,il ve genel kongreleri şeklinde bir seçim sistemi vardır.Gerçekte hepimizin bildiği genel başkanın delegelerinin genel başkanı seçtiği kapalı sistem vardır.partilerin üyeleri mahalle delegelerini seçer daha doğrusu delege ağalarının, ilçe başkanlarının ellerine tutuşturduğu listeyi sandığa atarlar.üyelik gönüllüdür

    pekala üyeler partilerin delegelerini seçme hakkını kimden alırlar.işte burada seçmenler ile üyeler arasında bir vekalet ilişkisi yoktur.halbuki partilerin finansmanını devlet yardımı adı altında bütün seçmenler yapar .partiler yerel yada merkezi yönetimlerde seçmenlerin vergilerini harcama yetkisine sahip olurlar.

    Bu nedenle bütün seçmenler oy verdiği partilerin doğal üyesidir ve delegeleri seçmenler seçmelidir.delege seçimi genel seçimler gibi bir vatandaşlık görevi olmalıdır.partilerin iç işleyişinin demokratik olması zorunluluk olmalıdır.önerim partilerin delegelerinin genel bir seçimle seçilmesidir.

    GENEL DELEGE SEÇİMİ (GDS).

    Ortalama 300 seçmenin oy kullanacağı her sandıktan 10 delege seçilmesidir.her %10luk dilim 1 delegedir artık oylar küçük partilere kalır.isteyen her seçmen oy kullanacağı sandıktan e devlet üzerinden aday olacağı partiye 100TL bağış yaparak aday olabilir.

    seçmenler 3 adaya oy verebilir.farklı partilerden adaylara da oy verebilir.böylece ülke çapında 200 bin sandıktan 2 milyon delege seçilir.Bu delegelerin 3 görevi olur.

    1 partilerin yönetimlerini seçerler.

    2 partilerin adaylarını seçerler.

    3 referandumlarda oy kullanırlar.

    Partilerin örgütlenmeleri mahallelerden başlayan bir yapıyla olmalıdır.parti meclisi üyeleri mahallelerde delegeler tarafından genel seçim ile seçilmelidir.  Mahallelerde ortalama 3 bin seçmenden oluşacak şekilde seçim bölgeleri oluşturulur.

    Partlerin meclisi seçim bölgesinde 5 komisyondan oluşur..1-adalet ve emniyet 2-eğitim 3-sağlık 4-ekonomi 5-sosyal https://t.co/ojmqZYRHPnçim bölgesinde  herbiri 3 er kişiden oluşan 5 komisyonda 15 parti meclisi üyesi  olur.

    Parti meclisi üyeleri seçim bölgesindeki bir okulda her haftasonu seçmenler ve delegeler ile toplantılar yaparlar.

    delegelerin yaklaşık %6 sına karşılık 1 parti meclisi üyesi seçilir.her seçim bölgesindeki seçilen  100 delege aldıkları oy oranına göre seçim bölgesinde partilerin meclisine üye https://t.co/hrrWvYVr12çe,il ve genel merkez içinde  bu 5 komisyon şeklinde yapı oluşur.parti meclisi üyeleri her komisyonda partilerinin ilçe,il ve genel merkez için 5er kişiden oluşan  temsilcilerini seçerler.

    Böylece yaklaşık partilerin 5 komisyonda ülke çapında toplam 300 bin parti meclisi üyesi olur. Partilerin genel merkezleri komisyon üyelerinin 5 komisyon için  seçeceği 5er kişi ve dışişleri ,savunma komisyonlarından oluşacak toplam 35 kişiden oluşur 

    partiler bu yapılarıyla mahallelerden başlayarak vatandaşların gerçek sorunlarına çareler arayan bir sisteme kavuşur.siyaset din ,laiklik,türk,kürt kısır tartışmalarından çıkar ve seçmenlerin problemlerini çözmeye çalışan  bir yapıya kavuşur

    partilerde tabandan başlayan seçimle genel merkeze doğru giden bir yapılanma  lider sultası ve tek adam düzenini bitirir. “partilerde adayları kim belirlerse partinin sahibi odur.”demiş bir abd li siyaset bilimci.parrilerde en yetkili siyasetçiler seçmene en yakın konumda olan siyasetçiler olmalıdır.

    bu sistemde partilerin sahibi millet olur.adayları milletin delegeleri belirler.sistem tartışmalarına buradan başlamak gerekir.gömleğin ilk düğmesi partiiçi demokrasidir.ilk düğme yanlış iliklenirse iki yakamız biraraya gelmez.bugün yaşadığımız problemlerin sebebi partiiçi demokrasinin olmamasıdır.bugünkü yapılarıyla partilerin milletin problemlerine çare olmasını bırakın kendileri problem haline gelmiştir.siyaserçilerin denetimi seçimden seçime değil düzenli olarak delegeler ile yapılacak referandumlar ile sağlanır.önemli problemlerde  suriyeliler  meselesi,kanal istanbul,borçlanma gibi son sözü delegeler söyler.temel hak ve özgürlükler,seçim sistemi, delegelerin refandumlar ile yapacağı şekilde anayasal güvence altına alınır ve siyasetin gündeminden düşer.herkes de bilir ki bu ülkede temel hak ve hürriyetler siyasetçilerin değil milletin güvencesi altındadır.anayasa değişikleri delegelerin katılacağı referandumlarda nitelikli çoğunluk ile yapılır.Partilerin sahibi millet olursa devletinde sahibi de millet olur.o zaman gerçekten egemenlik kayısız şartsız milletin olur. Bugün gerçekte olan egemenlik kayıtsız şartsız liderindir noktasındadır.

    MİLLET SAHİBİ OLAMADIĞI PARTİNİN ,SİYASETÇİNİN MARABASI OLUR.

  2. bizde yasalar hakim olamadigindan ve burokratlar yasanin uygulayicisi olamadiklarindan yasalar uygulanamaz bu nedenle CB nin kim olacagi cikar gruplarinin anlasmasina bakar. bizde siyasi ayak oyunlari cooook fazladir.

    • barış yarkadaşın yaptığı işin takdir görmesi ve üzerine gidilmesi gerekir
      kendisi muhalif olduğu halde, muhalefetle ilgili bilgileri paylaşmasının, muhalefete laf gelmesin diyerek üstünün örtülmesine izin verilmemesinin üzerinde duralım,
      ahlak herkese lazım,
      umarım sizlere de örnek olur.
      bu meseleye bakıp herkes çoklu masanın ve çoklu aklın kıymetini anlar, nasıl bir uyum ve otokontrol sağladığını farkeder diye düşünüyorum
      sayın yarkadaş iyi parti sözcüsüyle yaptığı görüşmede ben fesat, yolsuzluk var demiyorum sadece etik bulmadığımı beyan ediyorum dedi,
      ihale kapalı usul, adrese teslim bir ihale miymiş?
      hayır,
      açık usul, herkesin katıldığı, herkesin teklif verebildiği bir ihale imiş değil mi?
      burada bir mv ilişkide olduğu şirketin alması oda etik açıdan eleştirilebilir-ki bende bunun bazı kanunlarla yasaklanması gerektiğini düşünenlerdenim- bu bütün mv açık bir durum, engelleyen bir yasa yok,
      sonuçta ülkede kendi bakanlığına fahiş fiyatla ürün satan bakan vardı hatırlatayım dedim, yeri gelmişken
      sizin bir tıkınız mıkınız olacak mı burada?
      bir yorum bekleriz artık
      etik bir sıkıntının dışında bir durum varsa,
      yargı iyi partinin elinde mi, engel mi oluyor?
      fesat karışmışsa söz konusu ihale taşınsın yargıya,
      kim ne yanlış yaptıysa yargılansın
      bu zaten iktidarın sorumluluğu değil mi?
      yargılasınlar ve bana göre yargılamalılar.
      liyakat ve adalet diyenler her zaman adalet isterler, herkes için isterler,
      tık mık yok derken kendinizle karıştırmayın onları derim.
      bu mesele millet ittifakının ahlaki yaklaşımını göstermesi açısından çok önemli ve
      büyük umut vaad ediyor diye düşünüyorum,
      bize örten değil,
      açığa çıkaran ahlaklı insanlar lazım.
      böylece bir otokontrol de sağlanmış,
      kimse meydanı boş bulmamış olur.
      yarkadaş gibi güzel örnekleri çoğaltmamız,
      yolsuz babamız bile olsa gözünün yaşına bakmamamız gerekir.

      • Siyasetin devlet imkanlarıyla finanse edilmesi tamamen yasaklansın. Siyaset geçim kapısı olmaktan kurtarılsın. Devlette ihale kovalayan iş insanlarının siyasetçilerle ilişkileei yasaklansın.

        • -ki bende bunun bazı kanunlarla yasaklanması gerektiğini düşünenlerdenim-derken
          bunu iş-siyaset ilişkisi adına her şeyi kast ederek söyledim.

    • Dedik ya. Mahkemeler elinizde, salın savcıları. Biz konuşsak ne olacak. Ama yokkkk. Maksat laf olsun. Bunlar yolsuz kardeşler. Birbirlerini iyi bilirler iyi koklarlar. Hiç birbirlerinin kuyruğuna dokunmazlar.

  3. Demokrasimiz maalesef halka sadece bir kere sandıkta tercih hakkı veriyor. O da kendini aday olarak belirlemiş az sayıda kişiden birini tercih etmek şeklinde. Krallardan birini seçiyoruz. Sorgulama, denetleme, indirme şansımız yok. Hepsi de ölünceye kadar orada duruyorlar. Bu haliyle çevremizdeki otokrat diktatörlüklerden farkımız yok aslında. Başa gelen tüm yetkilere sahip. Ne mahkemeler, ne Meclis, ne medya hesap soramıyor. Bunu düzeni değiştirmediğimiz için de az gelişmiş ve geri bir ülkeyiz. Kaynaklarımız heba oluyor. İleri gidemiyoruz. İnsanlar mutsuz. Üstüne üstelik bu halk demokrasinin bize batı tarafından empoze edilmiş kötü bir yönetim tarzı olduğuna inandırılmış. Demokrasiyi hiç görmediğinin farkında değil. Sorsan hiç birisi kendi ilinden çıkmış iki milletvekilinin adını bilmez. Çünkü onlar atanmış vekiller. Bizzat kıral tarafından. Yakın zamana kadar paşaların ismini tek tek bilirdik. Denge denetlemeyi onlar sağlardı. O da gitti. İyi de oldu, çünkü onları da biz seçmiyorduk. Ama şimdi eskiden de beter oldu. Tek adama mahkum olduk.

  4. Ekrem imamoğlu ayıp etmiş. Adam İngiliz büyükelçisine geçmiş meçmiş olsun der.
    Hadi hayırlısı sonunda dayanamadı parti kurma
    çalışmalarına hız vermiş EKrem İMamoğlu. Partinin ismi bile belliymiş. EKİM partisi. Yürü be kim tutar seni.
    İstanbul için her şey çok güzel olacak deyip milleti kandırmışlardı. Şimdi de Türkiye için her şey güzel olacak diyecekler herhalde.
    Yapmadıklarımız, yapamayacaklarımıza teminattır derlerse belki doğru söyledikleri için bir umut olabilir.

    • İmamoğlu, Erdoğan’ı iki defa sandıkta yenmiş tek siyasi. Parti kursa hakkıdır. Şayet CB adaylığının önü kesiliyor ve bize yani halka sorulmadan bu iş yapılıyorsa siyasetin önünü açmak için tek yol parti kurmak olarak kalıyor. Bütün önü kesilen adaylar da bunu yapıyor. Her partiden. Ancak kimsenin aklına demokrat bir parti kurmak gelmiyor. Parti üyelerinin demokrat bir şekilde parti başkanını seçtiği, ön seçimin olduğu, parti politikalarının aşağıdan yukarıya belirlendiği yerden bitme bir demokrasi. Bu ancak İngiltere’de ve diğer demokrat ülkelerde oluyor. Bizim gibi geri ülkelere hiç gelmedi. Yaşasın kral!

  5. Kendi siyasetçilerini padişah, Vahdettin gibi nitelliklerle güya aşağılamaya çalışanlar, İngilizin kralına, prensine, kraliçesine ne kadar da meraklıymış. Dünyanın sömürge patronu İngilizler bizimkilerin duygu ve düşüncelerini de iyi sömürmüş anlaşılan.

    • Çünkü İngiliz’in kralı kraliçesi sarayı demokrasiye saygılı. Bizim saraylılar öyle mi? Charles’ı sevmem ama Elizabeth’in ruhu şad olsun!

  6. İngilizleri pek sevmeyiz, kimseyi sevme mecburiyetimiz de yok zaten. Ancak kabul etmemiz gerekir ki son bir kaç asırdır dünyada birçok yeniliğe onlar imza attılar. Günümüzdeki demokrasi de biraz onların geliştirdiği bir ürün. Köleliği önce İngiltere yasakladı vs. Bir çok bilimsel gelişmede de onların imzası var.
    Bence demokrasilerini monarşi ile ayakta tutmaları çok akıllıca. İngiliz kraliyet ailesinin İngiliz Milletler Topluluğu üzerinde önemli bir etkinliği var. Aynı zamanda ülke içindeki dengeleri korumada önemli bir kurum.
    Türkiye modernleşirken Anglo-Sakson örneğini kendine model almadı, Fransız ve kısmen Alman örneğini kendine model aldı. İlk mecliste İngilizce gazeteleri takip eden ve Anglo-Sakson tarzı demokrasiyi savunan muhalif kanadın önemli ismi Ali Şükrü Bey’di, akıbeti malum. O zaman okumuşlarımızın kahir ekseriyeti Fransızca bilirdi ve Fransız hayranıydı.
    Herkes İngiltere’yi Kraliçe yönetiyor sanıyor ama gerçekte Başbakan yönetiyor. Kraliçe/şimdi Kral sistemin garantörü, devlet yönetimine asla karışamazlar. Bizde sembolik yetkilerle bir Padişah olsa ve demokrasiye geçilseydi daha istikrarlı bir seyir izleyebilirdi. Mesela aklına esen biri bütün yetkileri kendinde toplamaya kalkamazdı, ülke yapboz tahtasına dönmez, on yılda bir herşey silbaştan olmazdı. Siyasi krizler daha az sarsıntılı olabilirdi. Ancak anlaşılan M. Kemal Paşa tek yetkili olmak istedi, yüzyıl sonra bile doğru dürüst bir demokrasi kültürü olmayan bir ülke için bu o zaman çok lüks olabilirdi. Benimki bir varsayım sadece.
    Günümüzde Almanya ve Fransa gibi ülkelerde bile iktidara gelecek bir dikta heveslisinin ülkeyi kontrole alıp yoldan çıkarabileceği endişesi devam ediyor ve bunda haklılar. İşte monarşi İngiltere gibi ülkeleri bu riskten koruyor. Avrupa’daki bütün monarşilerde kral/kraliçe tamemen semboliktir ve ülkenin temel değerlerinin garantörüdür.

    • Daha 1982 1960 travmasından bile kurtulamadı güzel yurdumuzun güzel insanlarını ki sen M.Kemal zamanını anlamaya çalışıyor sun🙁
      Şu anda bile süren, başedilemeyen,
      A.gül onun aynısıysa, rte’den niçin vazgeçelim diyor halk seçmen🤗
      M.kemal deseydiki halife benim!
      Demezlermiydi :
      De get leng
      Aslı varken!…

  7. Ermislerden Behlul Dana hazretleri , çok samimi olduğu halife Harun Resid’e rüyasını anlatıyor,
    _ Rüyamda padişah idim ; hanlarim , hamamlarim , saraylarim, kosklerim vardı, malimin, mülkümün haddi hesabı yoktu , herkes benim etrafımda pervane olmuştu!
    Bu sözleri gülerek dinleyen
    Harun Resit nihayet dayanamayıp sözünü keser ,
    _ Ilahi Behlul ! Sen bir rüyadan bahsettiginin farkında mısın!
    Bak o bahsettiğin padişah , hakikatte karşında duruyor işte!
    Behlul Dana şöyle cevap verir ,
    _ Evet benimki bir rüya idi ; gözlerimi açınca yok olup gitti ! Ama unutma ki sen de gözlerini kapatınca yok olup gidecek !

  8. Niye yalan söyleyeyim; başlığı okuduğumda aklıma ilk gelen, ‘Sn. Gül’ün cumhurbaşkanlığı adaylığı noktasında yazarımız “100 bin imza” toplanmasının yolunu açmayı mı düşünüyor’ oldu.

    Yazının İngiltere’den bir örnekle ve uzunca olan giriş kısmında ise başka düşüncelere dalmama rağmen, yazıya bitiren cümle, “Bıraksınlar, kendilerini kimin yöneteceğine gerçekten halk karar versin.” finiş cümlesi, yazıyı okumaya ilk başladığımda aklıma takılanı doğruladı.

    Aslında neredeyse çözümsüzlük üreten yeni sistem, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi -adı demokrasi olsa bile- dar dairede kimi siyasilerin “zorbalığını” halka boca ediyor.

    Çoklarının sırça köşklerinden ya da oturduğu yerden Gül’ün adaylığını nötürize eden açıklamaları geliyor olsa da, halka inildiğinde, gerçeğin farklı olduğu anlaşılacaktır. En azından kaht-ı rical’in bize Gül’ü dayatıyor olması açısından…

    Seçime ramak kala muhalefet blokunun hala halkta karşılık bulacak cumhurbaşkanı adayının belirsizliğini koruyor olması, karasızların iktidar kanadında tutunmasına malzeme veriyor. Millet İttifakının Erdoğan karşısında kazanabilecek görüntüsünü dahi verebilecek bir aday belirlemesi, iktidar kanadının şimdiki gerçek oy oranını ortaya çıkaracaktır.

    Erdoğan’ın yönetişimsizliği -aslında açık, örtülü ortakları ile iyi yönetişim içerisinde bulunuyor da- ve kötü yönetimine rağmen hala şahsi oy oranını yüzde 40’lar seviyesinde tutuyor olmasının en net açıklaması siyasi yelpazenin yapısıyla alakalıdır; seçmen yapısı ideolojik ayrışma açısından yüzde 65-70 bandında sağ, milliyetçi/muhafazakar yönlü olan seçmen “daha iyisini buluncaya kadar bu (Erdoğan)” dediği için bu böyledir…

    Denilebilir ki, “daha iyisi Gül müdür?” sorusuna, evet; en yakın ve konjonktürel nedenli, geniş halk kitlelerinin tercihi, “seçilebilirlik” seviyesine en yakın, en mantıklı isim seçmen yelpazesi nedenli olarak Sn. Gül’dür derim. 2018’den beri bunu hep söyleyegeldim, hala da aynı kanaatteyim.

    2018 seçiminde Sn. Akşener’in “öngörüsüzlüğü” ile ekarte edilen Gül, cumhurbaşkanlığı makamının Sn. Erdoğan’a altın tepside sunulmasına neden oldu ve o gün cumhurbaşkanlığına aday olan Akşener, bugün çıtayı düşürüp, nasıl kazanacakları belli olmayan cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra yapılacak değişikle parlamenter sisteme geçileceği kanısıyla, aslında başbakanlık talebinden de feragat edeceğe benziyor; HDP noktasında kısa aralıklarla farklı, çelişkili söylemlere imza atarak. Oysa, muhafazakar/sağ blokun ya da geniş kitlelerin teveccüh göstereceği bir aday ortaya çıkarılmadıkça HDP’nin kilit rolü daha da güçlenerek artacaktır. Bu durum ise iktidar cenahını HDP ile uzlaşmaya davet edecektir. Siyasette her yol mubahtır, durumuna göre.

    Madem böyle, siyasette konjonktürel olarak her yol mubah olduğuna göre, daha kolay olan, iktidar kanadına göre daha avantajlı bir yola millet ittifakı neden girmiyor? Gül’ün cumhurbaşkanlığı adaylığı yoluna. Bu yola girildiğinde HDP kimin/kimler için vazgeçilmez olacaktır, görülecektir.

    2018 seçimindeki inadından -cumhurbaşkanlığı adaylığından vazgeçmiş olmakla da- vazgeçip, ülkemizin yararına olacak bir yola girer ise Akşener, millet ittifakı rahat ve kolay bir seçim kazanmış olur…

    Değilse bütün sorumluluk -belki de vebal- Sn. Gül’ün üzerinde kalmış olacaktır. Gül için B Planı, tek başına halka “gülümseyerek (yüzümüz gülmeli artık)”- gitmek olsun. 100 bin imzadan fazlasını toplar her halükarda.

    • Gül’ün imza toplayarak seçime girmesi çok yerinde olur. Demokrasi açısından da iyi bir örnek olur. CB seçilirse gerçekten şahane iyi bir örnek olur gelecek nesillere. Ülkemiz demokrasiden azıcık nasibini almış olur.

      Şimdiki CB adayını az sayıda kişi belirliyor. Bunlar da demokratik yöntemler seçilmiş kişiler değil. Partilerinin başında zorbalıkla duruyorlar. Kendilerini kendilerinin seçtiği delegelere seçtirip hep oturuyorlar. Şimdi onlar bize bir kral adayı verecekler. Biz de seçmiş gibi yapacağız. Yani tam bir saçmalık.

      Davutoğlu aynı yöntemle Akp parti yönetimlerini ve delegeleri değiştirmeye kalktığında başına gelenleri biliyoruz. Pelikan dosyasıyla darbeye maruz kaldı. İyi de oldu. Çünkü zaten demokratik bir yöntemle başa gelmedi, atanarak geldi. Gül’ün önünü kesmek için getirildi. Emanetçiydi. Hakikaten demokrat olan siyasiler bu tür yöntemlerle başa gelmeyi kabul etmemeliler en baştan. Yoksa başa gelen çekilir böyle.

      Demokrasiye dönersek daha çok fırın ekmek yememiz gerekecek. Ekmek kafayla da böyle devam edip gideceğiz. İngiltere ise demokrasinin beşiği olarak hep bizden on adım önde olacak. Yarışa giremeyeceğiz bile. Çünkü bizdeki kırallar halkın yarışa girmesine hep engel olacaklar.

    • CB adayı değilmiş gibi görünüp aslında adaylık istemiyorum demesi sonrasında yüzbim imzayı valla ben atmadım diye yemini billah edip Kur’an a el basmayı bile teklif ederek rakiplerine rest! çekecek inşallah 🤗.
      Daha iyisi 🌹 müdür bilemem ve bu vebalide üstüme alamam ama,
      Sayın Gül mutlaka ama mutlaka bu seçimde adaylardan birisi olmalıdır mutlaka 🤗.
      Millet yada zillet ittifakları ne’der bilemem yine de,
      “Sağ muhafazakar seçmen açısından bu seçmenlerin B planı :A.Gül’ün aday olmasıdır!”
      Vakit aslında bu önümüzdeki dönemde nakitten de öte çok möhimdir bana göre🙂.

  9. Bazen Milletinde ufku kapalıyor.

    Milletin Eğitim düzeyini ve Ahlak Sevyesini çıkarmadan bir işe yaramaz.
    Millet Dürüst,Ahlaklı ve Liyakat şartı aramalı.

    Misal İyi partinin Ekonomi kurmayı Gerçekten işin ehli ama Millet, Diploması sahte olanlara bakıyor.

    Şuan Gündeme bakarsak nasıl “israile one minute” dedik tarzında Millet adam arıyor. Babacanı bile adamdan saymıyorlar.

  10. 1) CB makamına MV seçmiş olduğun, işlerimi kararlarımı bunlara emanet ediyorum diye meclise gönderdiğin vekiller kendi aralarından,
    yada ülkenin yüksek menfaatleri 😊 için ek bir madde ile dışardan birini CB seçsinler!!!
    2) halk hayır, ben sizi seçtim bitti, CB makamınıda ben belirlemek istiyorum derse o zaman da onu da halk seçsin (şimdiki durumdaki gibi).
    *Bu tercihi yapabilmeleri için halka (referandum) gidildi mi acaba!!!!????
    Gidilirse:
    Buna halk karar verir, sistem de ona göre şekillenir.
    Sen oy kullanarak vazifeni bilmez, yapmaz isen,
    Birileri gelir, senin tepene istediği kralı diker!
    Tabi ki sana değil, kendine hizmet edecek olanı🙃.

  11. İnsanlar duruma göre tepkilerini ortaya koyar! (Aslında hiç bişey yapamaz).
    Ya kral/kraliçeye biat edeceksin!…
    (Başka şansın mı var ki?)..
    O dudaklar heleki yüzüne tükürük fırlatmasın, ya yarabbi şükür diyeceksin!…
    Yada o dudklar alır içine seni sesini bile çıkaramazsın👄
    Nedir bu insanoğlu nun çilesi?
    👀’lerle, 👄’larla..

  12. nasıl gelineceğinden çok, nasıl gidileceği sorununu çözmek lazım.
    gelen, bir şekilde geliyor ama bir şekilde gitmiyor. bizde koltuğa yapışmak var.
    önce belediye başkanı sonra başbakan sonra CB olmak isteniyor, sonra ölene kadar kalayım diyorlar. kraliçenin ki anlaşılabilir bir durum ya bizdeki?
    ne olur, siyasiler genç ve sağlıklı günlerinde yerlerine geçecek kadrolar yetiştirseler.
    ama bir ismin bırak parlamasına azıcık öne çıkmasına bile müsaade edilmiyor, sayın erdoğanın yerine geçecek partiyi götürecek kim var?
    kendisi gidince partisi dağılacak.
    mhp de sayın bahçelinin yerini dolduracak hangi yıldız isim var? mhp de keza bahçeli sonrası ayakta kalması zor. oysa kendileri yaşlı ve sağlık sorunu olan kişiler, uzun zamandır koltukları dolduruyorlar, bunun bir süresi olması gerekmez mi?
    gerçi var.
    iki dönem kuralı.
    akp ile başladı.
    sayın erdoğan iki dönem CB olarak görev yaptı. şimdi sistem değişti taklasıyla yine ben, yine ben hep ben ısrarı. sorun çıkarsa seçimi sorun çıkmayacak ön bir tarihe alırız, olur biter, her şeye bir gerekçe, bir neden taklası torbası hazır değil mi zaten? iki dönem kuralı ile 4 dönem kalınabiliyor işte, sonra bir ufak değişiklikle bakarız artık, hatta belki damadın, oğulun belki kız evladın hatta eşin gelebildiği taklalar da atılmış, neden olmasın?
    sistem getirmek yetmiyor demek ki, sistemi koruyacak, neden ve bahanelere karşı sağlama alacak bir yapısı da olması gerekiyor bizim gibi ülkelerde.
    parlamenter sisteme dönüşte de böylesi “sıkı düzenlemeler” şart, yoksa gereği düşünülür, birileri gereğini düşünür ve bulur.
    bizler bizi yönetecek insanları seçmiyoruz, parti seçiyoruz, demokrasinin en büyük çıkmazı budur. partileri parti başkanları yönetiyor, parti başkanları da tiranlıklarını destekleyecek sistemi geliştiriyor. kendilerine yakın partilileri öne çıkarıyor, onlar başkanın kalmasını sağlıyor, başkan kaldıkça daha çok kalmak istiyor, iş partiyi/ülkeyi yönetmeye değil, makamda kalmaya evriliyor.
    o nedenle önce güçlü bir check-balans sistemiyle her türlü olabilecek yanlış ve yolsuz işlerin minimize edilmesine yönelinmeli sonra da nasıl gelineceğinden çok nasıl gidileceğine kafa yormalı, takla attırılmayacak bir gidiş inşa edilmeli.
    sayın kraliçe 100 yaşına az kala aramızdan ayrıldı, dünyanın en güçlü devletlerinden birini yönetiyordu, sembolik olmanın çok ötesindeydi.
    dışarıdan bakınca harika bir hayatı vardı gibi görünüyor ama hiç bir şey göründüğü gibi değildir değil mi?
    ne diyelim,
    rest in peace.

  13. Çok doğru bir tespit. 12 Eylül yasaları partilerdeki ön seçim mekanizmasını bitirdi.Özal’da bu sistem onun için elverişli olduğundan devam ettirdi. Diğer siyasetçilerde merkez yoklamasının cazibesine kapılınca parti içi seçimler seremoniye dönüştü. Partiler vatandaştan koptu. Vatandaş eksenli değil lider eksenli hale geldiler.

  14. En iyisi kısa başlıklarla konulara temas edeyim .
    II.Dünya savaşını görüp de bu güne kadar yaşayan başka bir
    devlet büyüğü herhalde yoktur .
    Evet , biz sıradan insanların aksine onların kanı mavidir.
    Ne yazık ki biraz sembolik de olsa Avrupada hala bir çok ülkede bu yönetim şekli
    devam ediyor .
    Bu bakımdan , oldukça trajik olsa da bizde saltanatın daha cumhuriyetin başında kaldırılmış olmasından dolayı Atatürk’e ne kadar minnet duysak yeridir !
    Evet , bizde cumhuriyet onlarda monarşi var ama sanki bu yer değiştirmiş gibi görünüyor !
    Ve günün bombası: Bir MHP li seçimin, hac ve sınavlar nedeniyle bir ay öne çekilebileceğini beyan etti !
    YANI BIR AY DA OLSA ERKEN SECIM GÖZÜKTÜ !!!

  15. Benim için cumhurbaşkanlığı adaylığı için adı ön planda geçenlerden hiç birinin bir diğerinden bir farkı yok. Hiç birini yakından tanımıyorum, haklarında sadece aidiyet bağları hakkında bir kanaatim var o kadar. Bana sorsalar kimi kime karşı hangi özelliğinden ötürü tercih edeceğim. Tek başına aidiyet bağı bir tercih nedeni olabilir mi, başka da bir özelliklerini bilmediğim, sadece uzaktan adlarını her gün duyduğum insanlardan isabetli bir tercihte bulunmuş olurmuyum?

    Sadece aidiyet bağlarını bildiğim insanlardan bir tercihte bulunmam gerekirse kendi tercihimi açıklıyorum: ülkenin çoğunluğu milliyetçi muhafazakar bir toplum.o halde CB adayı milliyetçi muhafazakar biri olmalı. Bildiğim tek milliyetçi muhafazakar parti de MHP! O halde benim tercihim MHP genel başkanı Devlet Bahçeli. O olmazsa ekürisi Doğu Perinçek. İkisi de bana çok komik görünüyorlar. İkisinden biri Cumhurbaşkanı olsa ben çok eğleneceğimi düşünüyorum. Hele bir de ülke dışından izliyor olursam onları keyfime değecek olmaz o zaman.

    • İlk oy kullanma hakkı doğduğundan beri tek bir kritere göre oy kullandım. İkinci parti hangisiyse ona oy veriyorum. Gerekçem de iktidarı benim tek bir oyum belirlemiyor. Millet nasıl olsa iktidara kimin geleceğini belirliyor. İktidara gelenlerin yanlışlarında sorumluluk üstlenmek istemediğim için daima ikinci partiye oy veriyorum. Kazarak ikinci parti kazanırsa endişesi de yaşayarak…

    • Krallık ta olsa, demokratik yollarla seçim ile seçilmiş bir başganda olsa,
      En yüksek makamın getirisi:
      – dışardan gelen herşey! O’na bakarak geliyor!
      Yatırım da, iş’te, hatta göçmen bile🤗
      Tek fark:
      Kral varsa tepende,
      Yeraltı zenginliğin işlenmeden gidiyor yurtdışına (tabi karşılığında verdikleri her türlü! maneylerde yurtdışına bir gizli kadaya)😠
      Kapitülasyon matipülasyon…
      söylememe gerek yok.
      Ülkendeki hiçbir şeyin sahibi sen olmuyon! Ne güzel😂😂😂
      Tarım marım, savaş çıkmamışsa onlar koridor açarsa gıda geliyor,
      Gelmezse ağaç kabuğu ye (ormanlar yanmamış ağaç kalmışsa)..
      Yani demem o ki,
      Şu insin de!!!…
      Bu gitsin de!!!..
      Ne olursa olsun,
      Kim gelirse gelsin!!!😯🙁
      Aklınızı başınıza alın derim ben🤗.

  16. ALİ CAMBAZA BAK
    En hayati projelerinin Face Time ayağı ellerinde patlayınca hemen “cambaza bak” filmi sahneye koydular.
    Bu filmin adı “HDP’li Bakan”
    “Aileyi Parçalama” programlarında olduğu gibi.
    Söyleyenler de, söylenecekler de belli.
    Tabii ki suflörler de.

Yoruma kapalı.