Yazıma çok bilinen bir fıkra ile başlayacağım.
‘‘Padişahın biri, yeni vergiler koyduğunda ya da mevcut vergileri artırdığında, sadrazama;
– Git bakalım, halkın arasında bir dolaş. Vergilere alışmışlar mı?
dermiş. Sadrazam da, halkın arasında dolaştıktan sona padişaha;
– Padişahım, halkın suratı biraz asık, canı da sıkılmış durumda ama işlerine devam ediyorlar…
Dediğinde padişah da şu şekilde yorum yaparmış.
– Tamam, demek ki sorun yok. Alışırlar alışırlar…
Bir süre sonra yine vergiler artırıldığında, padişahın talimatı üzerine sadrazam halkın arasında dolaşır ve izlenimlerini aktarırmış;
– Padişahım, bu kez suratları çok asık. Merhaba desen, yüzüne dik dik bakıyorlar. Sonraki her an kavga edecek gibiler. Suratlarından düşen bin parça. Galiba bu kez vergileri çok artırdık.
– Yok yok. Merak etme sen. Önemli bir şey gözükmüyor. Alışırlar, alışırlar…
Bu böyle devam etmiş gitmiş.
Günlerden bir gün, yine yeni vergiler getirildiğinde, sadrazam halkın arasına karışmış, dolaşıp geldiğinde şaşkın bir vaziyetteymiş.
– Padişahım hiç sormayın. Bu kez kafam karmakarışık. Çünkü hiçbir şey anlamadım. Herkes çok neşeli, gülüyor hatta sokaklarda dans ediyorlar, oynuyorlar…
‘Aman’ demiş padişah.
– Eğer halk dans etmeye ve oynamaya başladıysa, demek ki durum çok kötü . Hiçbir şeyi umursamıyorlar demektir. Galiba vergileri çok artırdık. Hemen vergileri indirelim. Yoksa perişan oluruz…’’
[Fıkrayı kendim zahmete girmek yerine daha önce bir başka vesileyle onu yazmış olan merhum Şükrü Kızılot’un bir yazısından aktardım.]
Belirtmeme gerek yok, fıkra hep ekonomiyle ilgili olarak anlatılır.
Ekonomimizin durumuna gerçekle hiç ilişkisi bulunmayan bu fıkra ışığında bakmak gerekmiyor. Arada belirgin farklar bulunuyor çünkü.
Bugün de paraya ihtiyaç var; ancak padişahlar zamanından farklı olarak bugün ihtiyaç yabancı paraya. TL’nin karşısında değeri artan yabancı paraların alıp başını gitmelerini durdurmak gerekiyor; bunun için piyasaya sürülmek üzere dolara ihtiyaç var…
İş dünyası temsilcileriyle ekonominin patronları buluştuğunda “Her biriniz hesaplarınızdan 100 milyon doları bozdurun” teklifi yapıldığı iddiası türünden söylentiler işte bu sebeple çıkıyor…
Milyarlık birikimleri olanlar bunun onda birini bozuversinler diye düşünülüyor olmalı.
İşe yarar mı peki?
Soruya cevap teşkil etmese de aklıma bir Nasrettin Hoca fıkrası geliyor.
Göle maya çaldığında, “Ne yapıyorsun?” diye soranlara “Yoğurt yapıyorum” cevabını yapıştırdığında, ahaliden “Aman Hoca, maya çalınca göl yoğurda döner mi?” tepkisi gelince ne demişti hocamız?
“Ya tutarsa?” değil mi?
Tek merakım, Nasrettin Hoca’nın, bu tavrını sergiler ve o cevabı verirken şaka mı yaptığı yoksa gerçekten öyle bir sonuç bekleyip beklemediği…
Kendi hesabıma ben Hoca’nın göle maya çalarken sonunda yoğurt elde etmeyi umduğunu düşünüyorum.
İnsanlar hayat-memat meselesi anlamına gelebilecek devasa sorunlarla karşılaştıklarında her şeyden medet ummaya başlarlar çünkü.
Belli ki, bir ara alacaklılar sürekli başını ağrıtınca onları sakinleştirmek için her gün koyunların geçtiği evinin önüne dikenler ekeceğini, onlara takılacak yünleri satarak borçları ödeyeceğini bile söyleyen Nasrettin Hoca ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla yaptığı her şeyden umudunu kesince herkesin para ödeyip satın alacağını düşündüğü bir malın -yoğurdun- kolay yoldan üretilmesini aklına koymuş, Akşehir gölünü yoğurda çevirmek istemesi bundan…
Göl maya tutunca yoğurda dönüşseydi keyfi düşünün hele bir…
Ortalıkta dolaşan türlü çeşitli senaryoların ve o senaryolarda sorunların çözümünde alınabilecek tedbir olarak dile getirilen konuların ilk bakışta pek çoğumuza absürt gelmesinin sebebini bunda aramak lazım.
Japon bankası Namura’nın bir raporuna yansıdığı duyulunca tartışma gündemine giren, sürecin bir döneminde ülkede ‘olağanüstü hal’ ilan edileceği senaryosu, ilk bakışta absürt gelen o tür tedbirlerden biri işte.
İktidarın küçük ortağı Devlet Bahçeli sonunda keskin bir “Olmaz öyle şey” tavrıyla çıkış yaptı da akıl almaz iddiayı “Olabilir” yaklaşımıyla ciddiye almış olanların akılları başlarına geldi.
Şimdi de sıra asırlardır anlatılan Yunus Emre’yle ilgili bir yakıştırmada.
Vefatından en az bir yüzyıl sonra Yunus’un şiirlerini sakıncalı bulanlar ve ahali içerisinde yaygın biçimde okunup üzerinde konuşulmasını yasaklamak isteyenler çıkmış.
Her devirde öyleleri çıkar ya…
Onlar içerisinde en ileri giden de Molla Kasım isimli biriymiş…
Molla Kasım elde kalem Yunus Emre Divanı’nı “Orası mahzurlu, burası sakıncalı” gözüyle okuyup beğenmediği mısraları silerken birden bire karşısına şu beyit çıkıvermiş:
“Yunus sözü eğri büğrü söyleme / Seni sigaya çeken bir Molla Kasım gelir.”
Adamın o beyitle karşılaştığında duyduğu hisleri, bu anekdotu anlatanlar, genellikle dinleyenin veya okuyanın tahayyülüne bırakırlar.
Ben de öyle yapacağım.
Konuya bir fıkra ile başladım da o fıkrayı bana neyin hatırlattığını belirtmedim. Yazının girişinde sebebi burada açıklayacağımı yazdım ama son günlerin fazla kullanılan deyimiyle onu pas geçeceğim.
Yerine, meddahlığa bürünmemin şerefine yazımı buraya kadar okuma zahmetine katlananlara bir ikramım olacak.
Dün gece katıldığım bir televizyon programının sunucuları, iki saatin sonunda, taze çekilmiş bir videoyu izleyicilerle paylaştılar.
Videoda bir grup esnaf kendi eserleri olan bir şarkıyı seslendiriyorlar.
O videonun linkini buraya ekliyorum.
ΩΩΩΩ