Dünyada her şey bir denge üzerine oturuyor. Herhangi bir sebepten dengeyi bozmaya kalktığınızda, ki bir çok kişi, örgüt ve ülke buna teşebbüs edebiliyor, bunun getirdiği ek sıkıntılar yüzünden rahatınız kaçabiliyor.
Bunu en iyi ben biliyorum: Fazla kilolarım vücut dengemi koruyamadığımın göstergesi; cezasını da bir çok yan zararla birlikte en başta yüksek tansiyon olarak çekiyorum.
Ülkeler de, hem global alandaki hem de kendi içlerindeki dengeleri korumak için özel çaba göstermek zorundalar. Çünkü bir kere denge bozuldu mu, onu yeniden yerine koyabilmek için öngörülemeyen pek çok fedakârlığa katlanmak gerekiyor.
Bozulma ânıyla tekrar yerine konulma zamanı arasında yaşanan nice olumsuzluklar da cabası…
Türkiye’nin bölgedeki stratejik konumu, yaptıkları içe sindirilemese bile, İsrail ile de ilişkide bulunmayı şart koşuyor. En basitinden söyleyeyim: Başbakan iken gittiği Davos’ta “One Minute” diyerek terk ettiği oturumda Tayyip Erdoğan’ın dillendirdiği şikâyetleri İsrail’e aktarmak için bile sağlıklı bir ilişkiye ihtiyaç var.
İsrailliler çok daha eleştirel
Roma’da bugün açıklanması beklenen ‘anlaşma’, bazılarımıza ‘baldıran zehiri içmek gibi’ görünse de, denge teorisi açısından olumlu bir gelişmedir.
Elbette, bu tür zoraki uzlaşmalarda hep yaşandığı gibi, anlaşmanın ayrıntıları arasında tarafların hoşuna gitmeyen yönler mutlaka vardır. Bizde yüzeysel birkaç çıkış dışında fazla eleştiri sesi çıkmıyor; başka bir zaman diliminde, daha uygun bir zeminde, çok daha sert eleştiriler duyulurdu.
Buna karşılık, İsrail’de siyasiler ve medya, hem anlaşmada yer alan bazı maddelere, hem de Türkiye ile anlaşmaya çok ciddi itirazlarda bulunuyor. ‘Siyonist Birlik’ cephesinden bir milletvekili, Erel Margalit, “Netanyahu, kuyruğunu iki bacağı arasına alıp bir kez daha Hamas’a teslim oldu” demiş sözgelimi…
Jerusalem Post’ta dün çıkan eleştirel yazılardan birinin başlığı da şuydu: “Kazanan: Hamas”. Bir başka yazıda görüşlerine yer verilen İstanbul’da çıkan haftalık Şalom gazetesi yazarı Karel Valanski, “1990’lardaki gibi stratejik bir ilişki olmaz, daha çok ticari ilişkiler düzelir herhalde” demiş ve eklemiş: “Kolay kolay giderilemeyecek bir güven sorunu var arada…”
Ticaret? Evet, bu anlaşmayla birlikte, Turcas-Enerjisa, Zorlu, Enka ve başka bazı grupların ilgilendiği bilinen, İsrail’in doğalgazını Türkiye’ye getirme projesini hayata geçirmek, bu arada Kıbrıs açıklarında bulunan petrolün de Türkiye üzerinden alıcılara ulaşması mümkün olabilecek.
Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın profesyonel yöneticilik hayatında ilgilendiği bir konuydu bu.
Yılda milyarlarca dolarlık bir ticarete yol verecek bir anlaşma imzalandı bugün.
Baskılı, sopalı, kırmızı odalı süreç
Dışarıdan bakıldığında uzlaşmanın iki ülke arasında yaşandığı görülse de, ABD’nin de işin içinde olduğu hemen belli oluyor. Taraflar Roma’da anlaşmaya son rötuşları atarken, ABD Başkan Yardımcısı John Biden da oradaydı ve Sabah gazetesinin haberine göre, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, çabalarından dolayı Biden’a teşekkür etti.
Muhtemelen –varsa veya çıktığı taktirde– son dakika pürüzlerini ortadan kaldırmak için Biden Roma’dadır zaten…
ABD’nin konuya ilgisini biliyoruz.
Başkan seçildikten sonra, üzerinde sürekli baskı olmasına rağmen, bir türlü İsrail’e gitmeyen Obama, sırf anlaşmada en fazla itiraz ettiği tazminat ödeme şartını Netanyahu’ya kabul ettirmek için teşvikte bulunmak amacıyla ve neden sonra (2008’de başkan seçilmişti, bu amaçla İsrail’e gidişi Mart 2013’te) Tel Aviv’e ayak bastı.
Obama’nın, o ziyarette, Netanyahu’ya “Erdoğan’ı ara, Mavi Marmara için özür dile, olayda hayatını kaybedenler için tazminat ödeyebileceğinizi söyle” telkininde bulunduğu biliniyor. Netanyahu, Obama’yı Ürdün’e yolcu ettiği gün (22 Mart 2013) Ben Gurion Havaalanı’ndan Erdoğan’ı aradı. Obama da yanı başındaydı ve özür dilenmesini kulaklarıyla işitmeden Tel Aviv’den ayrılmadı.
Arada, bir de, Suriye sorunu ile İsrail konusunu da görüşmek için Başbakan Tayyip Erdoğan’ı telefonla aradığı ânın fotoğrafını Obama’nın yayınlatması olayı da var. Fotoğrafta, Beyaz Saray’daki odasında, gayet resmi giyimli Obama, elinde beyzbol sopasıyla poz veriyordu o fotoğrafta.
Kopardığı gürültüyü hatırlamışsınızdır.
Erdoğan’ın hem başbakan iken (2013 Mayıs ayı) hem de cumhurbaşkanı seçildikten sonra (2016 Nisan ayı) gittiği Washington’da, Beyaz Saray’da ‘kırmızı oda’ kabulü görmesinin sebebi de, iki taraf kaynaklarına göre, İsrail ile yakınlaşmanın sağlanabilmesi için ikna faaliyetidir.
Beyaz Saray’ın kırmızı odası başkanların aileleriyle vakit geçirdiği mekândır. Türk konuklarını ‘evi’ sayılan o odada kabulü, Obama’nın daha önce başka hiçbir konuğuna yapmadığı türden özel bir muameleydi. Dönemi boyunca, ailesiyle geçirdiği vakitler dışında, sadece dostlarına verdiği davetlerde kullanmış Obama’lar o ‘kırmızı oda’yı…
İsrail ile Türkiye’yi yeniden yakınlaştırmak, Obama’nın kendisine ‘misyon’ bellediği ve konumunu yeni seçilecek başkana bırakmadan önce dosyasını kapatmak istediği işlerden biriydi
Sonunda iki taraflı ikna faaliyetlerinin başarıya ulaştığı anlaşılıyor.
Ankara açısından da, Obama sonrasında, –ister Trump ister Clinton başkan seçilsin– Türk-Amerikan ilişkilerinde belirsizliklerle dolu bir döneme girileceği belliyken, ikili ilişkilerdeki bir pürüzü ortadan kaldırmak akılcı bir yaklaşım görülmüştür.
Henüz katkıları yeterince bilinmiyor, ama hakkını teslim etmek gerekiyor: Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu, son 7 yıl boyunca izlenen dış politikada, pek çok bakımdan, siyasilerden daha önemli roller üstlenmiştir. Vaktiyle İsrail’de büyükelçilik yaptığı ve muhatapları ilk elden tanıdığı için, Türkiye’yi yeniden İsrail ile yakınlaştırmak, yurtdışı göreve gitmek üzere Ankara’dan ayrılmadan önce, Sinirlioğlu’nun son önemli katkısı sayılabilir.
Dengeyi bir kere bozmaya gör…
ΩΩΩΩ