Bir Amerikan televizyon yöneticisinin Donald Trump’ın başkan seçilmesi ardından şunları söylediğini New York dergisinde okudum:
“Ülkenin yarısı Trump’ı başkanlığa layık görmüşse, demek ki, ı bu insanların hiçbiri gazeteleri okumuyor ve biz de izleyicilerimizi bütünüyle kaybetmiş durumdayız. Yani, ana akım medya bildiğimiz şekliyle ölmüş anlamına geliyor bu. Esas soru ise şu: Acaba medya şimdiden sonra ne hal alacak?”
Bildiğimiz şekliyle medyanın ölü sayıldığı bir ülke olarak Amerika’yı düşünebiliyor musunuz?
Günlerdir göz gezdirdiğim ülkenin ana akım gazetelerinde “Trump geldi, halimiz ne olacak?” tedirginliğinin had safhada olduğunu fark ediyorum.
Tedirginlik seçimden önce başladı.
Ülkenin öndegelen internet haber siteleri Politico, Axios ve Puck’ın muhabirlerine, seçim gecesi sonuçları diğer basın mensuplarıyla birlikte Trump’ın karargâhında izleme izni verilmedi.
Daha doğrusu, önceden verilmiş olan izinleri son anda iptal edildi.
Haberleri en fazla izlenen Politico sitesi muhabirinin bu muameleye tabi tutulmasının sebebi, Trump’ın kampanyasının saha direktörlerinden birinin ‘ırkçı’ olduğu tespit edildiği için kovulduğunu haberleştirmesiymiş…
Yalan olmayan bir haber yasaklamaya yol açmış… Diğer muhalif gazeteciler nasıl tedirgin olmasınlar?
Tedirginliği besleyen samimi açıklamalar var zaten.
Trump’ın ilk başkanlığı döneminde Adalet Bakanlığı’nda genel sekreterlik görevinde bulunmuş Kash Patel, daha 2020’de, çekinmeden şunları söylemiş: “Yalnız mevcut hükümette çalışmakta olanların değil medyanın da üzerine gideceğiz.”
Nasıl yapacaklar üzerine gitme işini?
Trump’ın kendisi ne zaman medyadan söz etse ‘intikam’ sözcüğünü kullanıp durdu kampanya boyunca. Beğenmediği haberlerde imzası bulunan, yorumlar yazan gazetecileri hapse atmaktan söz ettiği gibi, televizyon kanallarının kapanmasına yol açacak lisans iptali tehdidini de ihmal etmedi.
ABD’de yönetimde bulunanların –Trump’ın- ana TV kanallarının lisansını iptal yetkisi bulunmuyor; ancak yerel televizyonlar için bu tehdit geçerli.
İşin garip tarafı, Trump’ın Amerikanlılar tarafından tanınmasını sağlayanın kapatmayı düşündüğü televizyon kanalları olması… Kendisi pek çok sezon devam etmiş ‘The Apprentice’ (Çırak) adlı bir programın sunuculuğunu yapmıştı. Şimdi ise, vaktiyle kendisinin de içinde bulunduğu basın camiasını hapse atmakla, çalıştıkları TV kanallarını kapatmakla tehdit edebiliyor.
Yalnızca hapse atmakla da değil, sonrasıyla da…
Kampanya sırasında Teksas’ta konuşurken, haberlerini beğenmediği ve haberinin kaynağını açıklamaya yanaşmayan muhabirleri ‘devlet güvenliği’ gerekçesini ileri sürerek hapse attıracağını söyledikten sonra, şu dehşetengiz tehdidi unutmamış: “Hapse düşüp orada yatanlardan birinin gelini haline gelince, ‘Aklım başıma geldi, haberimin kaynağını söyleyeceğim’ diyecektir.”
Ohio’da ise, “Sadece muhabirler için bu akıbeti düşünmüyorum, yayıncılar da, yayın sorumluları da aynı akıbete uğrayacaklar” demiş Trump.
Tam 90 yıl önce kurulmuş, televizyonların denetiminden sorumlu bağımsız FCC kurumu da -ABD’nin RTÜK’ü bu- Trump’ın saldırılarından nasibini aldı kampanya boyunca. Kazandığı takdirde FCC’yi Beyaz Saray’a bağlı hale getirmeyi düşündüğünü anlattı durdu Trump.
Tevekkeli, New York dergisine tedirginliğini dışa vuran görüşlerini, ancak ismini vermeden yayımlama sözüyle aktarmış TV yöneticisi…
ΩΩΩΩ