Erzincan/İliç’te meydana gelen olayda siyanürlü topraklar altında kalan dokuz işçinin hayati durumu hakkında henüz kesin bir bilgi gelmedi. Hepimizin duası, işçilerin tez zamanda ailelerine kavuşması…
Yalnız aradan tam üç gün geçtiği için işçilerin akıbetiyle ilgili umutlar azalıyor, bu da yaşanan olayın ayrıntılarına olan dikkatleri daha da artırıyor.
Türkiye’nin çeşitli yörelerinde altın madeni ruhsatlı çalışmalar yapıldığı ve bunların neredeyse hepsinin yabancı şirketler eliyle gerçekleştirildiği 1990’ların başından beri biliniyor.
Bergama’da tarım yaptıkları alanı siyanürlü maden arayışına kaptırmamak için, köylüler, o yıllarda sıkı bir direniş göstermişti. Çoğunluğunu Asteriks filmlerinden esinlenilen, üstleri çıplak, pijamalı erkekler ile şalvarlı kadınların teşkil ettiği direnişçiler, işi, trafiği kilitlemek için Boğaz köprüsüne kendilerini zincirlemeye kadar vardırmışlardı. Köprü iki saat boyunca araçlara kapalı kaldı.
O eylemin muhatabı olan altın madeni işleticisi, Almanya menşeli Eurogold firmasıydı.
Erzincan/İliç’teki altın madeni Kanadalı Anagold firmasına ait.
Farklı şirketler mi?
Tam değil.
Bergama’daki direnişten yılan Eurogold firması, sonuç alamayacağını anlayınca, yalnız Bergama’yı değil, ruhsatını aldığı başka yerlerdeki altın madeni çalışmalarını da Kanadalı firmaya terk etmişti.
O firma da, herhalde sağlam yerlerden gelen tavsiye üzerine, her madende yanına yerli bir firma alarak yoluna devam etti.
İnternet ansiklopedisi Wikipedia’ya göre, halen ülkemizde 15 yerleşim bölgesinde altın madeni bulunuyor.
Onlar da şu yerler: Bakırtepe, Çöpler, Çukuralan, Efemçukuru, Himmetdede, Kaymaz, Kışladağ, Kızıltepe, Lapseki, Mastra, Ovacık, Öksüt, Sait, Söğüt, Tepeköy…
İliç’te meydana gelen çöküntünün olduğu maden, yukarıdaki listenin ikinci sırasındaki Çöpler köyünde…
Kanada firması, altın madeni işine girme niyetiyle ön araştırma yapmak üzere ülkemize geldiğinde, çok değişik kesimlerle de görüşmüştü. Görüştükleri kişiler, firma yetkililerine, en fazla altın elde etmede kullanılan siyanür konusundaki toplumun hassasiyetini hatırlatıyor, onlar da kendilerinin madenlerinde farklı bir yöntem uyguladıklarını söylüyorlardı.
Sanıyorum, ruhsat devri için başvurduklarında, resmi makamlara da aynı teminatı vermişlerdir.
Oysa, İliç’te yaşananlar tesiste siyanür kullanıldığını açığa vurdu.
Bir şeyi daha: Toprak üstüne toprak atılmasıyla ortaya çıkan yığıntının bir gün çökeceğini hiç düşünmediklerini…
Yükselen tepkileri azaltmak amacıyla İliç’e gittikleri anlaşılan bakanlardan biri, siyanür kullanılarak elde edilmiş altının çıkarıldığı toprakları oradan taşımak için, en az 400 bin kamyona ihtiyaç olduğunu söyleyiverdi.
Ancak 400 bin kamyonun taşıyabileceği devasa bir toprak yığını; toprak öylesine üst üste yığılınca dağ olur ve bir gün gelir dağ da çöküverir.
Dağ dokuz insanımızın üzerine çöktü.
Kim bilir ne zamandan beri “Geliyorum” demiştir felaket…
Her zaman olduğu gibi, bu olaydan sonra da sorumlu/lar aranıyor.
Sorumlular bulunsa ne olacak peki?
Ülkemizde yaşanan -hatta bazısı bundan çok daha fazla- can alıcı felaketlerden sonra sorumlular bulundu mu? Bazen bulunan sorumlularla ilgili olarak, hangi olayda, kurbanların yakınlarını tatmin edecek bir sonuç alınabildi?
Cevabı herkes tarafından bilinen sorular bunlar…
Eskiler “Kabahat samur kürk olsa kimse sırtına almaz” demişler. Dikkat edildiyse, bu olayda da ‘sorumlu’ -hatta ‘suçlu’– gözüyle bakılabilecek hangi kurum ve kişi varsa, ya kendileri ya da onlar namına konuşan birileri, “Sorumlu ben değilim”, “Biz sorumlu değiliz” demekteler.
Geçmişte hiç değilse küçük çaplı biri üzerine yıkılırdı sorumluluk, son zamanlarda bu da yapılmıyor.
Önümüzde yerel seçim var ve Anagold’un İliç’teki altın madeninin ruhsatını alabilmesini sağlayan ÇET raporunun altındaki bakan imzasının sahibi, iktidarın İstanbul belediye başkanı adayı; olay biraz da bu yönüyle güncel siyasetin bir parçası…
Bu defa durum farklı olur mu?
Unutturulmazsa farklı olabilir elbette, ama bizde neler unutulmadı ki?
Dualarımız dokuz işçinin sağ-salim çıkartılması için…
ΩΩΩΩ
Eğer çok büyük zorlamalarla mühendisler ve üniversiteler susturulmazsa, bu olay da suçlu olanları tespit etmek kadar kolay bir şey yok. Aksi halde yapacak bir şey yok. VARMI?
Didem hnm sormuş, devam edeyim. Bu kötü ortaya ilk çıktığından beri sadece ülkemizde değil yurtdışında da haber oldu, madencilik dünyasında da sansasyon yarattı. Birkaç gündür takip ediyor bilgi eksikliğimi gidermeğe çalışıyorum. Gerek işin uzmanı niteliğinde kişilerle temasa geçerek dolaylı ve gerekse ilgili kaynaklari okuyarak epey bilgi sahibi oldum. Hatırlarsanız burada bir vesileyle toplumun okur yazarlığıyla, cehaletin giderilmesiyle ilgili bir başlık altında yorum yazıyorduk. Hayatta tek bir tane roman/hikaye okumadığımı ifade edince burada oldukça yadırganmıştım. Fırça yeyince de kafiyeli olarak savunmaya geçmiştim. Bizdeki aydınlar ve toplumdaki entel özentisi uzantıları kitapları hafızlamakla yol katettiklerini sanırlar ama ortalığı aydınlatmaktan aciz kaldıkları için ülke bu hallerdedir. Kalın bir roman/hikaye kitabı gördüğümde elime almam, çok referans varsa ancak o zaman özet bulur okurum. Sakız gibi uzatılan hayal dünyalarının boyunduruğuna/güdümüne girmek zaman israfıdır benim için. M.Kemal Atatürk Paşamız genelde çok kitap okurmuş, bence boyunduruğa girmesinde bunların da ektisi olmuştur. Neyse, konuyu uzatmadan altın ve siyanür konusuna dönelim.
Altın, asaletiyle olsun teknik alanlarda kullanımıyla olsun muazzam bir metal/maden/eşya. İnsanlık tarihinde nefsi çekiciliği dillere destan tarafı, hatta denebilir ki “nefs”in testi için yaratılmışlığa var. Her metal zamanı gelince toprak olur, altın pırıltılı çekiciliğini daima korur, tabiatı öyledir. Altın uğruna zaman zaman dünyada belli coğrafyalar kan gölüne çevrilebilir. Tabiatta ton başına 0.5 g olsa cazibesi 999999.5 g taşı toprağı ayırarak o zerrenin peşine düşer insanoğlu. İnsanı zerresiyle anında öldüren, “siyanür” denen kimsayal suya CN- ajanlarını salarak altının asaletini de bozarak onu suya geçiren en tesirli maddelerden biridir. Siyanürle altın aramak diye birşey yoktur. Bu yanlış. Wikipedia kaynaklarına bakın. Gold cyanidation başlığı altında her şey anlatılır. Siyanür kullanarak altın suya geçirilir taş topraktan ayrılır ve sonra da sudan saf olarak elde edilir. Siyanür reaksiyonu lise kimya bilgileri arasındadır. Altın eldesi aslında kolay bir şeydir. Hatta altını siyanürle kazanmak dünyada ilk olarak Anadolu’da bulunup yöntem haline getirilmiştir (bu bilgiye ulaştığında hayretler içinde kalır insan). Ancak, aklımız başka yerlerde hayallere kapıldığından olsa gerek bilim-teknik-mühendislik eğitim kalitesi düşük olduğu için bizde kısır bırakılmış bir alandır. Onun için bugün özgüvenini yitirmiş olarak aşağılık kompleksiyle hep el oğlunun sihirli ellerine ve arkasındaki parasal kaynaklarına baka kalmışız. Ancak, keşke diyorum, milli kurtuluş silkenişinde M.Kemal Atatürk Paşamız açığa çıkan haşmetini idrak edip yanında yedek parça azamet kırbacını ele alarak milleti şeklen değiştirme işine girişeceğine Bilim-Teknik-Mühendislik işine enöncelik vermiş olsaydı. Anadolu’nun yerli kaynaklarını işleyerek o “ekonomi çocukları”mızı o zamanlar yetiştirmeğa başlar, sonraki nesillere yeten ana-babalar haline getirebilirdik. Ancak, onun önderliğinde esaslar bir kenara itilince şekli konularda kavga başlatılmış oldu ve o çocuklar üvey ve yetim kaldı. Kavga hâlâ bugün de devam etmekte.
kitap hafızlamakla yok kat etmek mümkün değil tabi, Kur’an hafızlamakla bile olmadıktan sonra. cehaleti gidermek bilgi almaktan çok, bilgiyi işlemekle mümkün elbette. yoksa nereden bilgi alınırsa alınsın işleyemedikten sonra ortalığı aydınlatmak zaten mümkün olmaz. söz ettiğiniz roman hikaye yani edebiyat, sanatla ilgili daha çok, duygularla ilgili. sanata herkesin ilgi duymasını, anlamasını beklemek haksızlık olur zaten. edebiyata özellikle rus edebiyatına tuhaf bir zaafım var benim mesela. elimin altında bir tanesi her zaman olur, fantastik ve polisiye de. farklı mekanlara, coğrafyalara, zamanlara hatta çağlara yolculuk yapmanın bir halidir okumak bana göre de. hayal dünyalarının boyunduruğuna girmek olarak görmek bir yaklaşım ve neden olmasın ben ise yazardan karakterlere duygudaşlık yapmak bunu da zenginleşmek olarak tanımlıyorum farklı bir fikir olarak.
yaşadığımız gerçeklik sonuçta yaratıcının hayali değil mi? bizler de bu hayal içinde duygudaşlık yapıyoruz ya da yapamıyoruz…
neysem, kitap konusu açıldı mı, saatlerce konuşabilirim, ben aslında ardan zentürk’ün videosunda eksikler ve yanlışlar olduğunu söylemiştiniz ben de kendisinden alıntı yaptığım için bu yanlışları sormuştum. eksik olarak kaynak vermemesine değinmişsiniz anladığım kadarıyla, gerçi genelde kaynak yayınlarında göstermeyebiliyorlar daha kapsamlı araştırma yazılarında belirtiyorlar ama
hangi bilgiler yanlış?
paylaşırsanız faydalanırız.
Hay Allah, Roman/Hikaye konusuna nereden girdim ki…. Galiba “OKU”manın içerik açısından önemine ilişkin şuuraltı bir refleks. Bence, okuma keyif için değil, okuduğunu anlayarak somut olarak birşeyler öğrenmek için olmalı. “Kutsal Kitab”ımız “OKU” denmiş. İlk okuduğum, ciddi anlamda vakit ayırdığım kitaptır (meal değil-sonra geldi onlar). Allerjim yok, başka tür kitap okumadım demiyorum. Örneğin, geçenlerde “Tesla” ya değinen birşeyler yazdım yorumumda. Roman/Hikaye farklı bir şey, benim için zaman darlığında biraz fazlaca lüks! Ancak, kaliteli bilgi dolu makalelerin peşini bırakmam. Çeşitli kaynaklardan çeşitli konularda kitaplar dolusu makale depolarım vardır, elektronik. Kısmen okuduklarım vardır. “At torbaya, at torbaya” deyip istiflerim. Boş zamanlarımda sırası geldikçe açar okurum.
Çocukları ilk alıştırdığım yer kütüphane olmuştur. Ayrıca kitapçılar uğrak yerlerinden biridir. “Şu kitabı alalım mı?” diye soraralar. Sorgusuz sualsiz almakla başladı olay. Sonra ev kitap dolmağa başladı. Artık yok dedim bir seferinde. Bundan böyle satın aldığım okuduğunuz her kitabın bir sayfalık özetini çıkaracaksanız. Neler öğrendinizse faydalandığınız konu özetini yazın. Bunu görmek ben de öğrenmek istiyorum dedim. O günden sonra olay yavaşladı. Sadece iki sefer özet yazdılar… Böylece bir daha kitap almaktan kurtulmuş oldum. “Kütüphane/İnternet yeter!” de karar kılındı. Bu yaklaşımı tavsiye ederim.
40 SANTİM, 40 DOLAR
Kanada’da yıllar önce bir Türk vatandaşımız
Nisan-Mayıs aylarında çiçek açan bir ağaçtan bir dal koparıp bir lokantaya gider.
Siparişini verip dalı masanın üzerine koyar.
Çevreden kendisine garip bakışlardan anormal bir durum olduğunu anlar.
Bir süre sonra belediyenin çevre muhafaza ekibi gelip “ağacın dalının kopartılmasının suç olduğunu, hakkında para cezası uygulanacağını, para cezasını kabul etmemesi halinde mahkemeye çıkartılacağını” beyan ederler.
Vatandaşımız para cezasını ödemeyi kabul ettiğini beyan etmesi üzerine, memur dalı elindeki metre ile ölçer.
Dalın herbir santimetresi için bir Kanada dolarından 40 santimetre dalın karşılığı 40 Kanada doları para cezası kesilir.
Ülkemizde ise ÇED raporsuz başta Kazdağları olmak üzere milyarlarca ağacın olduğu ormalarımızı külliyen yok ediyorlar.
Depremlerden kurtulanları siyanürle imha hediyesi de cabası.
200 MİLYON DOLAR İÇİN Mİ?
Yandaş ve trollerin Jared DİAMOND’un ÇÖKÜŞ isimli kitabını okumalarını beklemiyorum.
“Yalan ve Talan” kitabı da yazsa okumazlar.
Zira yalan, iftira ve yalandan okumaya zamanları yok.
Yada kutsal kitabımızda “kesinlikle okumayın” diye bir ayet olsa ancak o zaman okurlar.
Gelelim ÇÖKÜŞ kitabına.
Bu kitap yazarın “Tüfek, Mikrop ve Çelik” kitabı kadar akıcı değil.
Kitapta Dünyanın değişik yerlerindeki çevresel faktörler ile ekonomi ve yaşam arasındaki ilişki ele alınıyor.
Kitabın başında ABD Montana eyaletinde madencilik ve özellikle altın arama faaliyetlerinin oluşturduğu çevre felaketleri ve eko sistemdeki kalıcı zararlar açıklanıyor.
Yani çevreye saygısızlığın faturasının ne kadar ağır olduğu.
Gelelim İliç olayına.
İliçten çıkartılacak altından devlet payının en az %4 en fazla 12(yapılan anlaşma ile) olduğu ileri sürülüyor.
Zaten Madencilik Kanununa göre altın madenleri deki devlet payı %4.
7 milyon 200 bin dolarlık Vergi affı da uyguladıklarına göre üst sınırdan alacaklarını düşünen var mı?
Üst sınırdan yani %12’den hesap edilse bile devletin buradan bu günkü altın ons değeri üzerinden payının karşılığının 198 milyon dolar olduğu iddia ediliyor.
Yani düz hesap 200 milyon dolar.
Yani 4 adet uzay turizmi bileti.
Bir de alt sınırdan olursa tek bilet.
Her konuda olduğu gibi abartılmış bir konu. Vahim denebilecek ihmal yönleri yok değil ancak bunlardan çok siyasi gürültüsü fazla. Bu da herhalde seçimlerin yaklaşmakta olmasıyla ilgilidir. Bilgi sahibi bir tanıdığım yoluyla işin madencilik yönünü biraz öğrenmiş oldum. Paylaşmış olayım. Madenler tabi kaynaklarımız. Bu işin en iyi şekli bu kaynakları kendi imkanlarımızla ekonomiye ve işsizliğe merhem/ilaç olacak şekilde çalıştırabilmek. Görünüşe göre maden arayıp bulma işini biz yapıyoruz. Sonra da yabancılara hazır mama! Dövize ihtiyaç artıkça yabancı sermaye cezbetbek için maden kanunları 1990-2000 yıllarında başlamak üzere gitgide yapılan değişikliklerle bugünkü durumlarına gelmiş.
SSR şirketine de bakılacak olursa ABD-Kanada-Australia bağlantılı küçük bir şirket. ABD-Kanada-Türkiye ve Arjantindeki dört madencilik faaliyetinden yıllık altın üretimi 7 yüzbin ons civarında. Mukayese açısından, Dünya’da en büyük 10 altın üretici firma listesindeki en sonuncu şirketin altın üretimi birkaç milyon ons. SSR’in [Anagold(%80)-Çalık(%20) hissesiyle] iddia edildiği gibi RioTinto’ya ait bir şirket olduğuna dair bir bilgiye rastlamadım (spekülatif/siyasi kaynaklı palavra olması daha büyük ihtimal) A. Zentürk videosuna da bu arada baktım! Bazı doğrular olsa da eksik-yanlış abartılı bilgiler de var. RioTinto Avrupa bazlı 1850 yıllarından beri faal köklü bir maden firması. Rothschild grubunun 1880li yıllarda şirkete el atmasıyla daha da büyüyen bir şirket. Wikipedia’daki maden üretim listelerine bakılırsa dünya’da katma değerli en fazla bor üretimi onlara ait (en fazla ham bor madeni bizde, bu ayrı konu). Tarihi eski olduğu için Rio Tinto Avrupa’daki sanayi devrimine hammadde temininde önemli rol oynamış şirtketlerden biri. Edindiğim bilgilere göre, Anadolu dahil Osmanlı topraklarından birçok yerlerden çıkan bakır-çinko-demir-kurşun madenleri Avrupa’ya gönderilmekteymiş. Aracı olan kurumlar Osmanlı’daki azınlık vatandaşlarımız. Aynı Iraktaki Musul-Kerkük petrollerinde olduğu gibi. Yerel halka hoş gözükmek için (malum adında Türk olunca, akan sular durur!) kurdukları şlrketin adını Türk Petrol şirketi koydular, o iş öyle başladı! ama malı götüren hep yabancılardı? O zamanlar çile çeken bizlerdik, aynı İliç faciasında bugün olduğu gibi. Henüz ortaya çıkmadı ama işçilerimizin kurtulmuş olma ihtimali zayıf. Siyanürden değil, daha büyük ihtimalle yığın altında kalmaktan ölmüş olacaklar. İnşallah yanılıyorumdur, Allah rahmet eylesin!
aslında siyanürle altın aramak çok abartılı diye nitelendirilebilecek bir konu değil, seçimden önce bir felaket yaşanmış olması felaketin zamanlaması itibarıyla siyasi gürültü olarak etiketlemek te doğru değil, ama ülkede olanlara bakınca devede kulak kalıyor derseniz itiraz etmekte mümkün değil.
a. zentürk videosuna bakmanız isabet olmuş, eksik-yanlış, abartılı olduğunu düşündüğünüz konuları hem burada hem de kendisine yorum yazarsanız herkes faydalanır.
aslına bakarsanız rio tinto ilişkisini yazan çok sayıda yorum var, inkar edilmiş mi?
bu şirketler zaten pek çok alanda kendilerini gizledikleri için net bilgilere ulaşmak hayli zor. genelde bu nevi şirketlerin arkasında karmaşık bir ilişkiler ağı oluyor. belli isimler hep işlerin gerisinde hep karanlıkta oluyorlar ama bir bakıyorsunuz dünya çapında küçük şirketler büyük işler çeviriyor, bütün kapılar açılıyor.
işçilerimizin hayatından umut besleyenler az zannedersem
Allah yardımcıları olsun.
Yukarda değindiğim gibi, A. Zentürk videosunda doğrular yok değil ama, bariz yanlışlar da var. Söylediklerine kaynak vermiyor. Anagold, orada 10-15 yıldır aktif faaliyette ise kabaca bir hesapla 100 milyon yatırımla 4 milyar dolardan daha fazla bile kazanmış olabilir. Didem hnm da değinmiş, bu pekala doğrudur. Bol kazanç olmasa Türkiye gibi bir ülkede yabancıların ne işleri var? Yabancı maden şirketlerinin ülkemize yatırımlarının en büyük getirisi parite farkından ucuz işçilikten azami ölçüde yararlanmış olmaları. Bizim de bunu kabul etmekten başka bir şıkkımız yok. Paralı parton onlar, sen işçisin. İşin riskine katlanacaksın. Madencilik, risklerine rağmen insan gücüne önemli ölçüde bağlı bir sektör. Yabancı maden şirketlerinin çevreye zararı dahil olmak üzere ülkemize ne getirdiği ve ne götürdüğü net olarak ortaya konulmalı. Örneğin bu şirketlerin ne kadar vergi ödediği, çevreye olan cezalarının silinip silinmediği araştırılmalı. Türkiye yolsuzluk-rüşvet işlerinin bol olduğu bir ülke, malesef. Şeffaflık desen hiçbir hükümet döneminde olmuş mudur ki bu devirde olmuş olsun. El altından kimin ne alıp verdiği belli değil. Yabancı şirketler de Türklerin bu zaafiyetini pekala biliyorlar ve avantajlarına kullanıyorlar. Büyük şirketler kendi amaçlarına ulaşmak için başka ülkelerde de aynı yollara başvurabiliyorlar. Misal, Wikipedia’ya bakın, Rio Tinto’nun bu tür yöntemlere başvurduğunun örneklerini görebilirsiniz. Çinde’ki yatırımlarına ilişkin birçok rüşvet olayından şüpheleniliyor. Hüküm giyen Çinliler var.
Bizde bu tür haramzade/kirli insanlar bulunup ibreti alem için cezalandırılır mı? Hiç böyle şeyler olmuş mudur? Allem eder kullem ederler ilgili ailelere bu yabancı şirketlerin sigorta şirketlerinden biraz para aktarırlar, olur biter yollarına devam ederler. Bizde en önemli sorunlardan biri liyakat ve satılmışlık sorunu. Misal, maden dairesinden müfettiş veya işin içinde Maden Müh. Odalarından bir yetkili vardır, neyi denetleyeceğini doğru düzgün kendisi bilmez (ezberine mühendistir!). Mesleğini bilenin de direnirse cebine dolar konur satın alınır. Zaman zaman vukuatlarda olan çevreye olur, gariban işçilerimize olur.
İliç’teki atık yığınının tepelik bir yerde konumlandırılması vahim bir tasarım/mühendislik hatasıdır. Erzincan deprem riski fazla bir yöre. Çalık grubunun websitesine baktım. 2021 yılından beri yıllık raporlarını dahi koymamışlar. Olanların sürdürülebilirlik kısımlarına baktım, Çevre konusunda saha hizmetleri açısından yaptıklarına dair hiçbir ifade göremedim. Halbuki madem yabancı firma ile ortaklıkları var, sorumluluk Türk ortakta daha fazla olmalı. Ve bu kendiliğinden bir aidiyet ve sorumluluk hissiyle, vatanı koruma hissiyle olabilmeli. El oğlunun çevre ihmallerini önce onlar görmeleri ve yabancıları doğru iş yapmağa adate zorlamalı…
Tabi bunlar var ya, bütün, bunlar “Akıl*İman Sentezi”ne göre böyledir!
maden mühendisleri başkanı da olayı özetlerken imallere dikkat çekip madeni işleten şirket bu ihmalleri kendi ülkesi kanada da Amerika’da yapabilir mi diye soruyor. Kanadalı şirket orada yapamadığını Türkiye’de nasıl yapabiliyor. Türkiye’nin sahibi yok mu.
geçen gün yabancı ülke vetandasi biriyle haberleri izlerken İsrailin gažzeye saldırı görüntüleri vardı ekranda ben de o Avrupalı yabancıya sordum sen bu olayları nasıl degerlendiriyorsun dedim, o da bana “patron yok, dünyanin patronu olmayınca bunlar olabiliyor” dedi.
nerde bu memleketin sahipleri olan milliyetçi ülkücüler? Türkiye’nin patronu kimse meydana çıkıp kendini göstersin.
Bir kanun mecliste büyük ekseriyetle kabul ediliyor, sonra uygulama esnasında milletin tepkisini çekince değişikliğe tabi tutuluyor.
Milletimiz tepkisini ortaya koymadığı sürece bu iş böyle sürer gider.
Bir an önce aklımızı başımıza devşirmemiz lazım. Bu gidiş pek hayra alamet değil diyeceğim ancak tepkisizlik bir çok sahada devam ediyor. Biz tilkiye tavuğu emanet etmeye devam edelim.
Olayla ilgili soruşturma açıldı ve saha sorumlusunun da aralarında bulunduğu 7 kişi gözaltına alındı. Kazanın sebebi müfettiş ve teknik ekipler tarafından araştırılmaktadır.
Erzincan İliç’te meydan gelen bu maden kazasının tüm yönleriyle araştırılması ve benzer kazaların önlenmesine yönelik tedbirlerin belirlenmesi amacıyla meclis araştırma komisyonu kurulmasına dair 15 Şubat 2024 tarihinde TBMM kararı Resmi Gazete’ de yayımlandı.
Bu araştırmayı yapacak komisyon,
Komisyon 22 üyeden kurulacak.
Komisyonun çalışma süresi başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip seçimi tarihinden başlamak üzere 3 ay olacak.
Komisyon, gerekirse Ankara dışında da çalışabilecek.
Ercan bey daha düne kadar “cumhurbaşkanını halkın seçmesine gerek yok, ben yetkiyi zaten milletvekline vermişim” diye buralarda kostaklanıyordunuz, bakıyorum şimdi de milleti meydanlara davet ediyorsunuz!
Hani yetkiyi zaten milletvekiline vermiştik, nooldu?
Ataman bey
Benim böyle bir fikir beyanım olmadı.
Herhalde karıştırdınız.
Kuvvetler ayrılığının geçerli olduğu ve denetimin eksik olmadığı, gerektiğinde herkesin yargılanabildiği bir sistemi her zaman savundum.
Vatandaşın oyunu almak için “biz sizin hizmetkarınız olmaya talibiz” diyerek iktidara gelenlerden vatandaşlarımız her zaman hesap sorabilmeli.
Ortaokul ve lise yıllarında sömürülen geri kalmış ülkeler, zengin ülkelere sağlanan kapitülasyon ve öncelikli ayrcalıklar gibi mevzularda abilerimiz kitaplarımız biraz bahseder meraklı olanlarımız da okurdu ben gibi. Ülkemiz söylem olarak her zaman milli icraat olarak hep işbirlikçi eğemenlerce yönetildi. Adı, partisi önemli değil, bu iş hep böyle oldu. Olmaya da devam edecek. Ölecekler kimi üniformalı kimi tulum giyinmiş kimi normal sivil giyimli insanlar bu ülkenin maaşlı köleleri haline getirilmiş vatandaşları. Kendimizi bu anaforun dışında hissedelim diye dönem tvlerde gazetelerde maaşlı propagandistlere teslim oluruz. yastık değişir kader değişmez.
Depremler, maden çökmeleri, sel felaketleri sürekli olur ama hiçbir sorumlusu olmaz burada. Genelde kadere ve Allah’a yüklüyor suçu akıllı siyasi islamcılar. Kendileri yine sorumsuz ve suçsuzlar. Her zaman olduğu gibi. Yine adaylar, yine seçilecekler, bu milletin çoğunluğu da oy vermeye devam edecek bu sefillere.
Erzincan İliç’deki maden faciasına çok üzüldük.
Daha çok kazanmak için yeterli tedbir almayanlar, bunun hesabını kolay kolay veremez.
Şu saat itibariyle kayıp dokuz kişiyi arama kurtarma çalışmaları devam ediyor.
Ama henüz kurtarma yapılamadı. Görevliler şimdilik sadece aramakla meşgul.
Sağ salim çıksınlar da isterse üçüncü gün olsun.
Cenab-ı Allah masumların dualarını kabul etsin.
“Önümüzde yerel seçim var ve Anagold’un İliç’teki altın madeninin ruhsatını alabilmesini sağlayan ÇET raporunun altındaki bakan imzasının sahibi, iktidarın İstanbul belediye başkanı adayı; olay biraz da bu yönüyle güncel siyasetin bir parçası…”
istanbulu buna mı teslim edelim diyorlar sosyal medyada
ama durum bu kadar ucuz ve basit değil maalesef.
siyanürden bahsediyoruz.
sadece milli servetimiz peşkeş çekiliyor değil, siyanür, toprağı suyu-fırata 300 metre- ve o toprakta yetişen ürünlerle hepimizi ve geleceğimizi zehirliyor.
eskiden daha yüksek bir toplum bilinci varmış, bir kedi bile yiyeceğinin alınmasına izin vermez, mücadele eder. şimdi bir kesim artık ne içiyorlarsa, bu olanları bile alkışlayacak neredeyse.
ardan zentürk’ü kendi utube kanalında dinledim, ortağı çalık grubu olan 2010 da anagold adını alan bu şirketlerin ardında, yaptığı soykırıma tepkimizi müthiş bir şekilde verdiğimiz israilin finansörü ve tetikçisi roth-child ailesinin olduğunu açıklıyordu, şirket 100 milyon dolar yatırım yapmış, 4 milyar dolar kazanmış, türk işçilerin parasını tl ödüyorlarmış anlatıyordu,
ve en önemlisi şirketin londradaki merkezinde türkiyedeki bor kaynaklarının alınması ile ilgili özel bir birim kurduğunu da söylüyordu.
öte yandan, medyada yer alan bazı iddialar şöyle;
“Proje 2008’de Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) olumlu raporu aldı. 2014 ve 2021’deki yeni ÇED raporlarıyla iki kez kapasite artışı yapıldı. Bu süreçte ÇED Raporu’nun iptali istemiyle birçok dava açıldı.
Kapasite artırımı, AKP İstanbul Belediye Başkan adayı Murat Kurum’un Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanı olduğu dönemde onaylanan madene ait faaliyetlerine yönelik hazırlanan ÇED raporunda, alanda toprak kayması riski bulunmadığı belirtildi.
Siyanür sızdırdı, ruhsatı iptal edilmedi, 3 ay sonra faaliyete başladı
Vergi affı anlaşması uyarınca 7,2 milyon ABD Doları tutarında vergi, faiz ve cezayı sıfırladığını ve 8,6 milyon yerine 1,4 milyon dolar nakit ödeme yaptığını beyan etti.”
bana göre,
kim izin vermiş, ne kadar vergi borcu af edilmiş, şirket karını kim kaça katlamış başka tartışma konuları, esas olan
ülkemizde kendi kaynağımız olan altının % 80 nini neden yabancılar alıyor
ve siyanüre neden izin veriliyor?
ve bu siyanürlü ocaklarda kendi insanlarımızın çalışmasına neden göz yumuluyor?
çok acı çok yanlış şeyler oluyor. toplum olarak iktidarıyla, muhalefetiyle, halkıyla ne hale geldik, kendi kaynaklarına sahip çıkamayan bir ülkenin hali nicedir?
çok yazık gerçekten.
dualarımız toprak altında kalan kendi canlarımızın sağ salim çıkarılması için…
Muhalefet gibi yan gelip yatsak ne güzel olur değil mi?
siyanürden bahsediyoruz.
sadece milli servetimiz peşkeş çekiliyor değil, siyanür, toprağı suyu-fırata 300 metre- ve o toprakta yetişen ürünlerle hepimizi ve geleceğimizi zehirliyor.
eskiden daha yüksek bir toplum bilinci varmış, bir kedi bile yiyeceğinin alınmasına izin vermez, mücadele eder. şimdi bir kesim artık ne içiyorlarsa, bu olanları bile alkışlayacak neredeyse.
Moda sahili, izmir körfezi yıllardır kanalizasyon kokuyor, şimdilerde haliç de aynı akibeti yaşıyor, kimsenin burnu duymuyor ama dağların altında siyanür kullanılmış denince akan sular duruveriyor, ne iş?
Ümraniye çöplüğü patladığında 40 kişi çöp deryasına garkolup gitti, bir allahın kulu da cesetlerini bari bulalım diyemedi…
Şimdi de rızık peşinde koşarken iş kazasına kurban gitmiş emekçilerin üzerinde tepinmeye mi geldi sıra?
Nekrofillere gün doğdu:)
bana göre,
kim izin vermiş, ne kadar vergi borcu af edilmiş, şirket karını kim kaça katlamış başka tartışma konuları, esas olan
ülkemizde kendi kaynağımız olan altının % 80 nini neden yabancılar alıyor
ve siyanüre neden izin veriliyor?
ve bu siyanürlü ocaklarda kendi insanlarımızın çalışmasına neden göz yumuluyor?
çok acı çok yanlış şeyler oluyor. toplum olarak iktidarıyla, muhalefetiyle, halkıyla ne hale geldik, kendi kaynaklarına sahip çıkamayan bir ülkenin hali nicedir?
çok yazık gerçekten.
dualarımız toprak altında kalan kendi canlarımızın sağ salim çıkarılması için…
Türkiye İLİÇ’te meydana gelen maden faciasını konuşuyor.
Ekranlar, gazeteler bu haberlerle dolu. Kimi “ŞİRKET KANADALI” diyor kime de “ABD’li” diyerek noktayı koyuyor! ANAGOLD ya da SSR Mining’e girecek değilim.
Çünkü bu alan zaten sıkıntılı ve sorunlu. Tam da bu nedenle asıl işin patronu olan RİO TİNTO’yu kimse yazmıyor… Rio Tinto bu sorunu önceden gördüğü için arka planda kalıyor, ancak biz yine pas geçiyorduk… Durumumuz buydu…
Başkan Erdoğan eksen değişimini net bir şekilde göstererek SİSİ ile el sıkıştı. Bu bölgenin yeni şekline hazırlanması için ilk adımdı.
YEREL SEÇİMLERE giderken de AVRUPALI rüzgarlardan güç alanlar, bunu engellemek isteyecek ve İSTANBUL’u almak için uğraşacaklardı. Anlayacağınız kurgu da senaryo da hep aynı…
Garip bir şekilde mücadele eden taraflar da…
rio tinto yani bir roth-child şirketi benim bile sayın zentürk’ten alıntıladığım ve yorumumda yer verdiğim gibi sadece muhalif medya da değil, sağduyusu olan herkes tarafından yazılıp çiziliyor,
ama alıntıladığınız ama alıntı olduğunu belirtmediğiniz -siz bunu yaparsanız, böyle yapanların sizi rahatsız etmemesi son derece doğal elbette-köşe yazısında yazanlar pas geçiyordu çünkü gerçekler kimsenin işine gelmiyordu.
özellikle de uyutulmak isteyen bir kesim için
ninniler söylemek varken:)))
latince bir deyiş vardır;
“Papulus vult decipi, ergo decipiatur.”
İnsanlar kandırılmak isterler, o halde bırakın kandırılsınlar…
kandırılan yok, azim ve kararlılık var. 7 düvel bir olmuş memleketin tüm varlıklarına el uzatmışlardır. hükümetimiz ölürsem şehit kalırsam gazi anlayışıyla 7 düvel ile topyekün mücadele etmektedir. lakin dıj güjler memleketin her bir değerine öyle yapismislardir ki ulu bilge reyizimizin dahiyane liderliği ile ‘ver-kurtul’ anlayışını geliştirmiş olup milletin kurtuluşuna çalışmaktadır. başarmak zorunda olduğumuzun bilincindeyiz, başaracağımıza hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Allah yar ve yardımcımız olsun ve bu kutlu yolda bizleri muvaffak etsin!
vakit bulursanız kitap ta yazın,
epik fantastik türünde mesela.
şahsen ben severim, dune serisini okuyorum bu ara,
bitince malazan serisine başlayacağım,
vaktim olsa ben de yazarım,
kara mizah mesela:)
Madenler çıkarılsın; ama, son teknoloji ile! İnsana çevreye zarar vermeden!!!
Binalar yapılsın deprem bölgesine; fakat, tek katlı 2 katlı (çiftlik evi gibi) veya sosyal alanlar parklar açık otoparklar vebenzeri bir sürü şey var yapılacak..
Benim itiraz ettiğim:
Küçük bir ilçeye “fay hattının geçtiği bilinen!” bir yaşam yerine!!!…..
-BURAYA 2-3 KATTAN FAZLA YAPI İZNİ VERİLEMEZ! VERENLER HAKKINDA!!!….
kanunu kuralı yasası tebliği niçin belirlenmez merkezden (TBMM)? Niçin?
-çed raporunu bağımsız kurumlar kurullar sorumlu OLANLAR!!!! (daha sonra ömür boyu bu karara imza atanların sorumlu olacağı) bir yapı kurulmaz???
Not:bu gibi afet derecesinde hatalarda!!!
Bu olaylara sebebiyet verenlerin tüm malına mülküne ürettiğine yediğine el konulmuş mudur???
Yüzlerce kamyon tutulup bu toprak atılsa mesela!…
Bunların mazotu şöför araç bakım kullanım giderlerinin kimin kesesinden gideceği BELLİMİDİR???
Yoksa hakkarideki muğladaki Samsun daki edirnedeki öksüz yetim dul kimsesizlerin rızkından vergisinden iaşesinden mi kesilip buraya aktarılacaktır???
İşte bu mesele de möhim!!!
“Bu olaylara sebebiyet verenlerin tüm malına mülküne ürettiğine yediğine el konulmuş mudur???
Yüzlerce kamyon tutulup bu toprak atılsa mesela!…”
hepimizin üzerine bir gün toprak atılacak gerçeği zaten yok mu???
Möhim bey, tek katlı iki katlı binalar da çok yıkıldı depremde, onların yerine de yarım katlı çeyrek katlı evler mi yapalım?
Bugüne kadar hiç depremlerde gökdelen yıkılmış mı da tek katlı evler yapmak zorundaymışız? Tek katlı ev yıkılmaz çok katlı ev hemen yıkılır diye bir fizik kanunu mu var, statik diye bir bilim dalı var ama! Arsa fiyatlarından haberiniz yok galiba:)
Bu uygulamalar Afrika’da yıllar yıllar önce yapılıyordu ancak oralarda bu işe kısmen son verildi.
İlerleyeceğiz yerde Afrika’nın bile gerisine düştük.
toplumsal bilincimiz gelişmediği sürece durum böyle. maalesef.
Ercan bey “toplumsal bilincimiz gelişmediği”yle filan bir ilgisi yok,
afrikada sömürülecek altın madeni kalmadığı için “o uygulamalara” son verilmiştir, afrika nerdee toplumsal bilinç nerde…
Bundan bir kaç sene önce (7-8 olabilir? ) Ankara’da OSTIM sanayi bölgesinde 3-4 ay arayla iki büyük patlama meydana gelmişti, o patlamaların her birinde 10-15 arasında insan hayatını kaybetmişti.
Takriben bir sene kadar sonra OSTIM’de çalıştıklarını söyleyen iki mühendisle karşılaşınca , tabii hemen o iki patlamayla ilgili olarak görüşlerini öğrenmek istedim , birisi bana şöyle dedi ,
— Ben hiç ayrıntıya girmeden size şunu söyleyeyim; iş sağlığı ve iş
güvenliği bakımından OSTIM kadar dünyada rezil bir yer yoktur , olamaz!
Evet , aynen bunun gibi Ilic’te meydana gelen kaza da ülkemizde her şeyin nasıl içten içe çürüdüğünü ayan beyan ortaya koymaktadır!
Başka söze gerek yok ki !
Mucib bey iş güvenliğine gelene kadar, sokaklarında başıboş köpeklerin insanları parçaladığı bir ülkede yaşıyoruz, ama didem hanım hala muhalefet olsun diye kedi haklarından sözedebiliyor burda? Siz de iş kazalarına mı takıldınız?
Yoruma kapalı.