Anayasa Mahkemesi başkanı Cumhurbaşkanı önünde eğildi mi, eğilmedi mi? Hay Allah..

7
Zühtü Aslan böyle eğildi mi?r
Reklam

Anayasa Mahkemesi (AYM) başkanı Prof. Zühtü Arslan bir haftadır ülkenin tartışma gündeminde.

Sebebi, 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın kutlama töreninde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın elini sıkarken çekilmiş fotoğrafı.

Daha doğrusu, o fotoğrafa yansıyan hafifçe öne eğilmiş görüntüsü.

“Hakimler kimsenin önünde eğilmez; zaten onların cüppesi de önlerini iliklemek zorunda kalmasınlar diye düğmesizdir” gerekçesiyle sıkıştırılıyor AYM başkanı.

Sonunda “Ben eğilmedim, o fotoğrafın kadrajıyla oynanmış” diyerek kendisini savunan bir açıklama yaptı Başkan Arslan, ancak galiba pek inandırıcı olamadı.

Bugün aynı gazetede (Hürriyet), biri Gerçekten de… Fotoğraf karesinin anlattığı şey ile videonun anlattığı şey aynı değil(Ahmet Hakan), bir diğeri “Video görüntüleri Arslan’ı doğrulamıyor” (Murat Yetkin) diyen birbirine ters iki yazı çıkabildi.

Zühtü Arslan böyle eğildi mi?
Yoksa böyle eğilmedi mi?

Önemli mi?

Bana göre hiç önemli değil.

Reklam

Her insanın saygı gösterisi farklı olabilir. Anayasa Mahkemesi başkanının bir törende elini sıkarken Cumhurbaşkanı karşısında eğilmesi değil, karar verirken mahkemenin güç (iktidar) karşısında dik durup durmamasıdır önemli olan.

AYM 2007 yılında cumhurbaşkanlığı seçimini kilitlemekle sonuçlanan ‘367’ kararıyla güç (asker) karşısında eğilmişti; ondan önce de bazı kararlarıyla benzer bir fotoğraf vermişti AYM.

Saygısını eğilerek gösteren başkan ile üye arkadaşları, kararlarını verirken, yüksek mahkemenin mehabetine uygun davranıyorlarsa mesele yoktur.

Kendilerinden beklenen, güç karşısında eğilmemeleri, kendilerini o makama seçmiş veya getirmiş olsalar da, politikacılarla aralarına mesafe koymalarıdır.

ABD’de başka, bizde daha başka

Amerika’da Yüksek Mahkeme (Supreme Court) üyeliği, üyelerden birinin vefatı veya istifası ile bir boşalma olduğunda, o sırada iş başında bulunan başkan tarafından belirlenip Kongre tarafından onaylandığında kesinleşiyor.

Seçim süreci tamamen politik tercihlerle oluyor.

Öyle oluyor, ama orada her 4 veya 8 yılda bir başkan farklı partiden seçildiği için, mahkemede bir eğilimin bariz bir sayı üstünlüğü söz konusu olmuyor.

Dahası, kimseye hesap verme zorunluluğu da bulunmuyor Yüksek Mahkeme üyelerinin…

Reklam

Tek ölçü, zaman zaman içtihatlarıyla sınırlarını belirleseler bile, 250 yıldan uzun süre önce yazılmış olan ABD Anayasası onlar için…

Başkan Kongre’de yıla ışık tutacak ‘Ulusa Sesleniş’ konuşmasını yaparken, Kongre salonunu dolduran politikacıların alkışlarına Yüksek Mahkeme üyeleri iştirak etmiyorlar, politikacılar ayağa kalktıklarında onların hiçbiri yerlerinden kımıldamıyor.

Gelenekler orada öyle oluşmuş.

Yazılı kurallar da öyle davranmalarını gerektiriyor zaten.

Üyeler önlerine gelen dava konularına yaklaşırken kendilerini seçen başkana veya partiye bakarak tavır almıyorlar; kendilerini oraya taşıyan iradeyle ters düştükleri olaylar sıkça yaşanıyor.

Çünkü ‘kuvvetler ayrılığı’ ilkesi var

Orada ve pek çok Batılı demokrasilerde ‘kuvvetler ayrılığı’ ilkesi titizlikle korunuyor; nadiren yürütme (hükümet) ile yasama (parlamento) arasında geçişlilikler yaşansa bile, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığının ihlaline izin verilmiyor.

Bizde durumun hayli farklı olduğu ortada.

Son yıllarda, özellikle Haşim Kılıç’ın başkanlığı döneminde, AYM daha saygın bir görüntüye bürünmüştü. 2007’deki ‘367’ kararının toplumdan aldığı tepkiler, aradan bir yıl bile geçmeden, AYM önüne gelen AK Parti’yi kapatmayla sonuçlanması beklenen davada, daha bağımsız bir çizginin hakimiyetini sağlayabildi.

Partiyi kapatmadı AYM.

AYM yargının bütününü saygın bir çizgiye çekme görevini de üstlendi ondan sonraki süreç içerisinde.

AYM hukuki önderliği ele almalı

Zühtü Arslan AYM’de göreve gelmesinden önce saygın bir hukukçu kimliğine sahipti; zaten o kimliği sayesinde AYM üyeliğine getirildi, başkanlığa seçilmesi de aynı parlak geçmişi sayesindedir.

Merak edilen, görevde kalacağı süre içerisinde takınacağı tavrın, önlerine gelecek davalara yaklaşımının ne olacağıdır.

‘Hukukun üstünlüğü’ yönünde mi olacak tavrı, yoksa hukuku günlük siyasetin emrine mi sunacak?

Bu soruya cevap teşkil edecek verilere şu anda sahip değiliz.

AYM de, devletin başka birimleri gibi, 15 Temmuz hain darbe girişiminin dayattığı psikolojik havanın etkisi altında bulunduğu izlenimini veriyor. Oysa, o hava, AYM’nin hukuki önderliğini zorunlu kılıyor.

Türkiye’nin kararlarının bağlayıcılığını ve TBMM’nin çıkardığı yasalardan üstünlüğünü anayasasında kabul ettiği Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de AYM’den bunu bekliyor.

Zihin bulanıklığının ortadan kaldırılması için de AYM’nin yönlendiriciliğine ihtiyaç var.

Konuşmamız ve tartışmamız gereken, konunun bu yönü olduğu halde, bir haftadır, Türkiye, Prof. Arslan’ın törende Cumhurbaşkanı Erdoğan önünde eğilip eğilmediğini tartışıyor.

Nasıl bir ülke olduk biz?

 

NOT: Her yıl bu günlerde, 60 küsur yıl önce İstanbul’da yaşanmış olağanüstü bir olayın yıldönümü vesilesiyle, ‘derin devlet’ olgusuna eğilinir. 6-7 Eylül 1955’te kışkırtılmış kitleler kimileri hep bu topraklarda yaşamış azınlıkların iş yerleri ve evlerine saldırmıştı; işte o olayın.

Bugün 7 Eylül. O olayları ‘derin devlet’ boyutuyla işleyen eski yazılarıma göz atmak isterseniz, geçen yıl sitemde yer vermiştim, onları buradan okuyabilirsiniz.

ΩΩΩΩ

Reklam

7 YORUMLAR

  1. Bir devletin bir başkanı olur. Anayasa mahkemesi başkanı devlet başkanından büyük değildir. Ona saygı gösterme durumundadır. Bu sebepledir ki İslamiyet’te yargı bağımsızlığı yoktur. Hakemlik sisteminde hiç kimse hiç kimseden üstün değildir. Hakemler de üstün insanlar değildir. Dokunulmazlıkları yoktur. Hakemlik yaparken bağımsızdırlar ve kararlarından dolayı sorumlu olmayacakları gibi kararları da kesindir. Görev dışında diğer insanlardan farkları yoktur.
    Mevcut düzende Anayasa Mahkemesi başkanı devlet başkanının üstüne oturtulmak istenmektedir. Sermaye onun aracılığı ile devlet başkanına hükmetsin diye. Bize göre bugünkü şartlarda Yüce Divan (AYM) mecliste oluşmalıdır. Siyasi partiler tarafından oyları ile orantılı olarak 20 kadar hakem seçilmelidir. Dokunulmazlıklar kalkmalıdır ama devletin yetkili kişileri ancak bu mahkemenin izin verdiği alanlarda yapmalıdırlar.

  2. Sanırım zahmet edip olayın videosunu izlememişsiniz. İzleseniz bu kadar uzun bir yazı yerine başka bir konuyu işleyeceğinize eminim. Ama videoyu görmemiş olmak size bu iddialarınızı yazma fırsatı veriyor tabii.

  3. Hiç de öyle değil. Trump’ın seçtirdiği üye Trump’la aynı hizada oy kullanıyor, Obama’nın seçtirdiği üye Demokrat parti ile aynı yönde oy kullanıyor. Particilik sistemin tabiatı gereği. Pembe gözlükleri çıkarmak lazım arada bir. Görüşünüze uydurmak için gerçekleri eğip bükmek doğru değil.

  4. Sayın KORU ”Hukukun üstünlüğü’ yönünde mi olacak tavrı, yoksa hukuku günlük siyasetin emrine mi sunacak?

    Bu soruya cevap teşkil edecek verilere şu anda sahip değiliz.” demişsiniz. Dikkatinizi çekmek isterim ki! AYM ohal KHK ları ile ilgili var olan İçtihadı bu başkan değiştirdi.

    Şeklen eğilip eğilmediği beni de ilgilendirmiyor ama bu içtihat değişikliğinin siyasete eğilmek olduğu çok açık…

  5. F.Koru Gerçekleri ve gerçekleşmesi gerekenleri yazmış. Her kişiye bedenen ve isanen saygı gösterilmesi, insan ve bilhassa Müslüman olmanın gereğidir. Önemli olan Hukuki Kararlarda ve adalet gerektiren yerlerde DİK durabilmektir.
    Bu tenkidi yapan bazı ŞEREFSİZLERe 28 ŞUBATta brifing alırken gösterdikleri ESAS DURUŞU hatırlatmak isterim. Boşuna dememişler :” Dinime DAHLEYLEYEN bari Müslüman olsa ” Hem kel, em fodul adamlar. Ne desen AR’lanmazlar, derileri NASIRLI, ne yapacaksın.

    6-7 Eylül olayları, şu anda Maymar’da – acımasız bir surette, silahsız, savunmasız – insanların katledildiği ve İnsan (olmıyanların) Hakkını savunan Batılı devletlerin, bugünkü gibi seyrettiği katliamlar karşısında, MİLLETİN Gösterdiği bir REFLEKSidir. Bu hareketi takbih edenler kripto Türk düşmanlarıdır. Aynı alçak tavrı biz, her sene KARABAĞLAR katliamının yıl dönümünde de görüyoruz. Bu alçaklığı Güney Kıbrıs’ın AVrupa Birliğine dahil edilişinde de gördük. Şu sıra süregelen Kıbrıs MÜZAKERELERİnde de görüyoruz. Bir toplulukta, utanacak YÜZ ve BEZ olmayınca Ondan her ŞARLATANLIK beklenir. Kıbrıs’ta ne kadar MASUM madur edilmişse, burada da ona benzer maduriyetler olmuştur. İTİN sahibi itine mukayyet olmaz, saldırganlığına seyirci kalırsa – BAHÇELİNİN BARZANİYE hatırlatmıya çalıştığı – NETİCE kendiliğinden avdet eder. Namuslu, gerçek taihçilere, HAKİKİ muslümanlara, vicdan sahiblerine soruyorum. Kerkük Türk şehri midir ? Kürt şehri midir ? Telafar, keza ? Keser döner, sap döner … demişler, bir bakarsın, bir 6-7 Eylul daha olmuş. Müslüman isek, Müslümanca düşünmeliyiz, evet, adalet herkese lazım.

  6. “Ainesi iştir kişinin,lafe bakılmaz
    Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.”(Ziya Paşa)
    Vücut dilini herkes bir başka biçimde yorumlayabilir.Aslolan,”söylem ve eylem”lerdir.
    Yargıya güvenin üçte bire düştüğü bir toplumda,kişilerin kaç kat olduğuna bakılmaz,isterse vücutları şakul doğrultusunda olsun,söz ve eylemlerde yamulma varsa,vücut geometrisinin önemi olabilir mi?
    Yine bir ağaca takılıp kalınarak ,ormanın bütünlüğü gözden kaçırılıyor.
    Adli yıl açış konuşmasının yazılı metninde yer alan,”kuvvetler
    ağrılığı”ana ilkesinin seslendirilmeyip kağıt üzerinde kaldığı söyleniyor,kuralın uygulanmasında da bu ikilem görülmüyor mu?

Yoruma kapalı.