Film izlerken, ABD’de geçen hafta yaşanan demokrasiye ihanet türünden olayların iki durağıyla karşılaştım.
Korona günlerinde işleri kötüye giden çok, buna karşılık kasalarını doldurmayı başaranlar da az değil. Film ve dizi sunan Netflix gibi platformların işleri iyi.
Mecburen evlere kapanıyoruz ve televizyon karşısında her zamankinden daha fazla vakit geçiriyoruz. Bol bol film izleniyor.
Ben bugün size iki film tavsiye edeceğim.
İlki, Netflix’in siyah/beyaz çektirdiği ‘Mank’ filmi…
Mank
Mank, esas adı Herman J. Mankiewicz olan bir Hollywood senaristinin kısa adı. Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi filmleri sıralamasında ilk sırada yer verilen 1941 yapımı ‘Yurttaş Kane’ (Citizen Kane) filminin senaryosu onun kaleminin ürünü. ‘Mank’ filmi de zaten onun o senaryoyu yazma sürecini anlatıyor.
Filmde yalnız Hollywood yok, dönemin ‘basın baronu’ William Randolph Hearst daha merkezi bir figür. ‘Yurttaş Kane’ diye anılan, aynı zamanda filmin yönetmeni de olan Orson Welles’in canlandırdığı kişi, Hearst…
Nasılsa izlersiniz diye filmi uzun uzadıya anlatacak değilim. ‘Kane’ ile Mank’ın çatıştığı bir sahne var filmde; Kaliforniya valiliği için yapılan seçimle ilgili bölüm.
O bölüm, bana, ABD başkentinde geçen hafta çarşamba günü yaşanan Capitol binası baskınını hatırlattı.
Hollywood stüdyolarının da bulunduğu Kaliforniya’da valilik seçiminde, solcu yazar Upton Sinclair fakir fukara yanlısı bir programla aday olur. Söylemi halkta tutar ve gördüğü ilgi her geçen gün büyür Sinclair’in. Hollywood ve Hearst’ün işbirliğiyle başlatılan kara propaganda seçimin rüzgarını rakibi lehine değiştirir.
Ve günümüzü 1935’te yansıtan bir roman
Pek çok romanı dilimize de çevrilmiş Upton Sinclair’in bizzat yaşadığı seçim sürecinden de esinlenerek yazdığı ‘It Cannot Happen Here’ (Bizim Burada Olmaz) romanında güce tapan bir politikacı tipi yer alır. İktidara gelmek için yapmayacağı şey yoktur adamın; senatör olduktan sonra başkanlığa göz diker ve 1936 seçimlerinde adaylığını koyup seçilir.
Upton Sinclair’in hayali politikacısı Benzelius Windrip seçim kampanyasında her vatandaşa 5 bin dolar para dağıtma vaadinde bulunur. [1936 yılının 5 bin doları günümüzde 20-30 misli bir değere tekabül eder.] Öylesine bir ‘popülist’ politikacıdır Windrip. Başkan olunca Amerika’yı büyük bir ülke yapacaktır. Seçimi böyle bir platformla kazanan adam, ilk iş olarak, Kongre’nin etkisini sıfırlama çabasına girişir. Bu konuda içeriden (Kongre’den) ve dışarıdan (halktan) destek de bulur.
1935 yılında yayımlanan ‘Bizim Burada Olmaz’ adını taşıyan romanın tezi 2016 yılında ABD’de Donald Trump’ın başkan oluşuyla gerçeğe dönüşmüş durumda. Trump da “Amerika’yı Yeniden Büyük Yapmak” propagandasıyla başkan seçildi. Seçildikten sonra yalnızca milletvekilleri ve senatörleri hizaya getirmekle kalmadı, ülkesinin bütün kurumlarını kendi popülist ideolojisine uygun hale dönüştürme çabasına girdi. Son seçimde önü halk tarafından kesilmemiş olsaydı, Upton Sinclair’in “Bizim Burada Olmaz” dediği hemen bütün ayrıntılarıyla ABD’de hayata geçecekti.
Sinclair 1933 yılında aday olup seçim kampanyası yürütmeseydi, muhtemelen o romanı yazamayacak, Mank da, Orson Welles kendisine senaryo sipariş ettiğinde, ‘Yurttaş Kane’ filmine can veremeyecekti.
ABD, romanın yazılışı üzerinden 81, filmin çekilmesinden 71 yıl sonra, Upton Sinclair dışında herkesin orada olmayacağını düşündüğü senaryoyla Trump kişiliği sayesinde karşı karşıya kaldı.
Ve ikinci film: Şikago 7 Davası
Netflix’te günümüzle ilinti kurulabilecek Oscar alması beklenen bir başka yeni film var: ‘Şikago 7 Davası’ (The Trial of the Chicago 7)…
‘Şikago 7’de, biraz da ABD’nin Vietnam savaşına tepki olarak Paris’te başlayan öğrenci hareketlerinin ABD’ye de yansıdığı 1968 yılında yaşanan gerçek olaylar sergileniyor. Sokakları teslim alan öğrenciler Demokrat Parti (DP) üzerinden ülke siyasetine de ağırlık koyma hazırlığına girerler. DP’nin o yıl yapılacak seçimde aday olmasına karar verdiği Hubert Humphrey’i beğenmezler. Aday belirleme sürecini anti-demokratik bulur ve bunu değiştirmek için sürecin son halkası olan kurultayın yapılacağı Şikago’da büyük bir gösteri planlarlar.
Gösteriye kan bulaşır ve düzenleyiciler gözaltına alınır, haklarında dava açılır. [Tutuksuz yargılanırlar.]
Filme adını da veren ‘Şikago 7’ gösterinin liderliğini yaptıkları için yargılanan 7 kişidir.
İzlemeye değer bir filmi ‘Şikago 7’.
O günün heyecanlı sol eğilimli öğrenci liderleri bugünün QAnon ve benzeri sağcı güruhları gibi büyük bir gösteri peşindedir. Ancak Şikago’nun yerel yöneticileri olayların büyümesini engellemek için akılcı davranırlar. Gösteriye ayrılan yer kurultayın toplandığı mekandan hayli uzaktadır, bu sebeple taşkın kalabalık toplantıyı basamaz. Buna rağmen kan dökülür. Kan döküldüğü için de konu yargıya intikal eder.
Adalet kurumunun temsilcisi olan yargıcın hem kendi ideolojik takıntılarını, hem de devletin doğrudan ve dolaylı yargıya müdahale girişimlerini iyi yansıtır film.
Bu iki film, Mank ve Şikago 7, geçen hafta Washington’da yaşanan olaylara tarihi bir boyut kazandırıyor. Mank’ta para babalarının medya ve film sektörü gücünü kullanarak bir yerel seçim sürecini istemedikleri kişiyi seçtirmemek amacıyla manipüle etmeleri boyutu sergilenirken, ‘Şikago 7’de kitlelerin heyecanlarının kan dökülmesine de yol açacak bir gösteriye dönüşmesini izliyoruz.
Demokratik sürecin sonucunu beğenmemek ilk kez günümüzde yaşanmıyor.
Süreçlerin ‘popülist lider’ çıkaracak sıkıntılara yol açabileceği gerçeği Upton Sinclair’in romanında verdiği örnekten çıkartılabiliyor.
“Bizim burada olmaz” iddiası boşuna. İşte gördük, ABD’de de oldu.
ΩΩΩΩ