You are currently viewing Günümüzün şartları demokrasiye yeni bir çehre kazandırmayı zorunlu kılıyor…

Günümüzün şartları demokrasiye yeni bir çehre kazandırmayı zorunlu kılıyor…

Çok daha önceden üzerinde düşünmeye başladığım, ABD’deki son iki (2016 ve 2020) seçimin gözlere soktuğu hassas bir konuyu sizlerle paylaşacağım. 

ABD’nin nüfusu kabaca 320 milyon. Son seçimde oy kullanma rekoru kırıldı; iki ana partinin adaylarına verilen oyların toplamı 152 milyonun üzerinde. 

Joe Biden bu oyların yaklaşık 79 milyonunu aldı; Donald Trump’a verilen oy sayısı 73 milyon 267 bin. 

Biden’in oy oranı yüzde 51, Trump’ınki yüzde 47.3. 

ABD’de adaylar doğrudan halkoyuyla seçilmiyor, verilen oylarla ikinci seçmen denilebilecek birileri belirlenmiş oluyor. Toplam sayıları 538 olan ikinci seçmenler 14 Aralık günü toplanıp kimin kazandığını ilan edecekler. İki adaydan hangisine oy vereceği biliniyor ikinci seçmenlerin. Biden’a oy verecek ikinci seçmen sayısı 290; Trump’ın ikinci seçmen sayısı 232… Arada oy sayımı kesinleşmemiş Georgia eyaletinden çıkacak 16 ikinci seçmen var. Oylar sayılıyor; onlar Trump’a gitse de tablo değişmeyecek. [Orada da Biden ileride.]

Değişmeyecek, çünkü ikinci seçmen sayısında 270’i bulan seçilmiş oluyor. Şimdiden 290 ikinci seçmene sahip Biden’ın başkanlığı kesinleşmiş durumda.

Buraya kadar aktardığım bilgileri bir tablo halinde aşağıda bulacaksınız:

‘Derin devlet’ devredeymiş…

Tablo bu kadar açık olmasına rağmen Donald Trump sonucu kabul etmiyor. 3 Kasım’da yapılan seçimin üzerinden, bugün Kasım’ın 17’si olduğuna gire, tam iki hafta geçmiş olmasına rağmen, her gün attığı sayısız Twitter mesajıyla esas kazananın kendisi olduğu inadını sürdürüyor.

Seçime hile karıştırıldığı, oy kullanma hakkı bulunmayanlara hatta ölülere oy kullandırıldığı iddiasında Trump. Oyları önde giderken bir elin sonradan işe karıştığı ve kendisini geriye düşürdüğü kanısında.

‘Derin devlet’ kavramı tartışma gündeminde.

ABD’de ciddi ciddi “Ya devir-teslim töreninin yapılacağı 20 Ocak tarihinde Trump Beyaz Saray’dan ayrılmazsa?” sorusu üzerinden tartışmalar sürdürülüyor.

Genelkurmay başkanının -evet, askerler de işe müdahil- “Biz bir kişiye değil anayasaya sadık kalacağımıza yemin ettik” demiş olması teminat sayılıyor.

Yabancı gözüyle bakıldığında bile fark edileni Amerikalılar çok daha keskin biçimde görüyorlar: Ülkelerini 4 yıl boyunca yönetmiş, kararlarıyla hem kendilerini hem de yakın-uzak başka ülkelerin vatandaşlarını etkilemiş olan başkanları alenen yalan söylüyor. Yalanlarıyla zihinleri bulandırıyor. Taraftar kitlesini rakibine oy vermiş olanlara karşı kışkırtıyor.

Olayın en kritik yönü, Trump’ı aday gösteren Cumhuriyetçi Parti’nin aklı başında bilinen isimlerinin -senatörler ve Temsilciler Meclisi üyelerinin- büyük çoğunluğunun onun bu tavrına ses çıkarmamaları.   

Bir grup sessiz kalıyor, daha kalabalık bir grup ise açıkça destek çıkıyor.

Trump’ın korkusu

Trump’ın neden böyle davrandığına dair tezimi sizlerle paylaştıktan sonra konunun bizi esas ilgilendiren yönlerine gireceğim.

Demokrasi temelde sayıca üstünlüğü önemsediği için, seçimler en dürüst, en ahlaklı, en bilgili, en şahsiyetli kişileri başa getirmiyor. Bazen öyleleri de seçilse bile, çoğu kez Trump gibiler üste çıkıp halkların kaderlerini belirleme hakkını elde edebiliyor.

Trump’ın direnmesinin sebebi, büyük ihtimalle, Beyaz Saray’da geçirdiği dört yıl boyunca yaptığı ve yapmadığı şeyler yüzünden hesaba çekileceği korkusu. Hakkında açılmış başkanlık öncesine ait de sayısız soruşturma var. 

Gerçek bir korku Trump’ınki.  

Seçim sonuçlarını kabule direnerek yerine gelecek kişiden ‘af’ koparmak istiyor.

ABD başkanlarının istediği kişiyi, hangi suçtan ceza almış olursa olsun, af etme yetkisi var.

Richard Nixon yargılanmaktan yerine gelen yardımcısı Gerald Ford’un affıyla kurtulmuştu.

Şimdi de Trump’ın kendisi, aile fertlerinden birileri veya avukatları, benzer bir affı kotarmak için pazarlık yürütüyor olabilir.

Hukuki olacağını bilse kendi kendisine af çıkartabilir Trump; ama o formülün işlemeyeceğine dair hukuki görüş kesin. 

Pazarlıktan anlaşma çıkmazsa ara dönemde istifa edip yardımcısı Mike Pence’in kendisini af etmesini sağlamayı bile düşünebilir.

Seçilmiş krallar 

Aslında sözünü ettiğim konu, demokrasinin kötücül insanlar eliyle nasıl yanlış kullanılabileceğinin en çarpıcı örneği. Siyaset bilimci Maurice Duverger’in uzun yıllar önce literatüre kazandırdığı deyimle ‘seçimle iş başına gelmiş krallar’ sınırsız yetkilere sahip oluyor; o yetkilerle ne yapıp ettikleri kendi namus ve vicdanlarına bırakılıyor.

Günümüzde erkin babadan oğula geçtiği bazı ülkelerde krallar halklarına sevimli görünme ihtiyacı ile sorumlu davranışlar sergileyebilirken, seçilmiş başkanların onlar kadar iyi niyetli olmadıkları görülebiliyor.

Örnek mi? Belarus.

Hile karıştırılmış bir seçimle altıncı kez seçilmeyi başaran Belarus devlet başkanı Alexander Lukashenko halkına karşı direniyor. Kan dökmekten de çekinmeyerek…

Trump için kendi ülkesindeki siyaset gözlemcilerinin kullandıkları olumsuz sıfatları buraya aktarmaktan hicap duyarım. Ancak, öyle biri, Amerikan seçmeninin yarısına yakınından oy almayı başarabildi. 73 milyon Amerikalı’dan oy alabildi Trump.

Yalanlar, komplo teorisi tadında akla hayale sığmayan iddialar işine yaradı.

‘Fazilet rejimi’ olma iddiası demokrasinin, en son, ABD’de fos çıktı.

Esas sorun da bu işte.

‘Medya + sosyal medya + para’ gücü gerçeklerin üzerini örtmeye yarıyor.

Sandıktan her zaman ‘en iyi sonuç’ çıkmayabiliyor. Birkaç milyon oy kendisine kaysaydı ABD’deki bu seçimi de Trump kazanabilir, bir dört yıl daha dünyayı sarsabilirdi.

Üzerinde düşünüp demokrasiyi ıslah tedbirleri almak veya ondan daha iyi bir sistem arayışına girmek zamanı gelmişe benziyor.

ABD anayasasını kaleme alanlar, belki de bu yüzden, başkanı salt halkın oyuyla seçmek yerine, halkın yanlışını tashih edebilecekleri düşüncesiyle, ikinci seçmenlik kurumunu düşünmüş olmalı.

O da çalışmıyor.

Bizde de yeni anayasa için kolları sıvayanların günün şartlarının doğurduğu sorunları aşmaya yarayacak alternatifler üzerinde kafa yormalarında yarar var.

ΩΩΩΩ