İzmir’de barakadan bozma neredeyse kartondan bir evde, çalışan anneleri tarafından kendi başlarına bırakılmış, yaşları 1 ile 5 arasında değişen tam beş çocuk, elektrik sobası marifetiyle çıkan yangında hayatlarını kaybetti.
Ne kadar da güzel çocuklarmış…
Anne sattığı hurdaların parasını almanın peşinde evden ayrılmış… Peki baba neredeymiş?
Ertesi gün cenazede gördük, iki Jandarma arasında çocuklarının tabutlarını o halde öpen elleri kelepçeli babayı… [Kelepçeleri çıkartılamaz mıymış, hayret!]
Cezaevindeymiş baba…
Günlerdir bütün Türkiye bir yandan çocuklara ağlıyor ve sorumlu/lar aranıyor…
Hükümet -bakan, iktidar partisi sözcüleri- kabahati üzerlerine almıyorlar. Görevliler 18 kez eve gitmiş, yardım götürmüş, toplamda 100 bin TL’nin üzerinde bir maddi katkı sağlanmış…
“Daha ne yapsaydık?” havasındalar…
Çocuklara devletin çoktan el koymuş olmasını çare görenler var.
“Anne açmıyorsa kapıyı kırıp girseydiniz” aklını veren de var, annenin çocuklarından ayrılmak istemediği söylendiğinde…
TV’lere konuşan komşular “Tuhaf bir evdi zaten” diyorlar, kafalarını haklı haklı sallayarak…
İyi de kardeşim, kurum olarak devlet veya devleti temsil edenler, hiç kuşkusuz, sorumluluklarını yerine getirmemişler; peki de, o kartondan evde beş çocuklu bir kadının yaşadığını bilen çevre insanlarının ölen çocuklarda hiç mi günahı yok?
‘Hamiyyetli olmak’ diye bir özelliği vardı bizim toplumun; bırakın onun gereğini yerine getirmeyi, o sözcük tamamen unutuldu ve yerine hangi yenisinin konulduğunu bilmiyorum.
Galiba o hasletle birlikte ‘hamiyyet’ sözcüğü de unutuldu.
Mehmet Akif, uzunca bir şiir olan Seyfi Baba’nın sonunda, soğuktan titreyen bir ihtiyarın yanından ayrılırken ona hiç değilse para bırakmak isteği duyduğunu, ancak cüzdanına uzandığında içinin boş olduğunu görünce, “Ya hamiyyetsiz olaydım, ya param olsa idi!” hissinin içinden geçtiğini anlatır.
İşte o ‘hamiyyet’…
ΩΩΩΩ