Son zamanlarda zihnimin garip takıntıları var.
Kent içerisinde bir yerden diğerine giderken yol boyu iki taraflı sıralanan apartmanlarda yaşanan hayatlar aklıma takılıyor. Özellikle de akşamları. Işıkları yanıyor evlerin. İnsanları yemek sofrasında bir arada ya da oturma odasında televizyon karşısında tahayyül ediyorum. Ne konuşuyorlar, hangi sevinçleri-dertleri paylaşıyorlar, merak ediyorum.
Eskiden bu tür merakları başka ülkelerin insanları ve hayatları için de duyardım.
Merak gidermek işi o zamanlar romancıların göreviydi. Upton Sinclair, John Steinbeck, Honore de Balzac, Victor Hugo gibi -ilk ikisi Amerikalı, diğeri ikisi Fransız- romancılar yaşadıkları ülke ve çevreyi eserlerinde başarıyla yansıtırlar.
Ya da sahne oyunlarının… Fransızların kendine özgülüklerini Moliere’den daha iyi kim anlatabilmiştir?
Veya yedinci sanat olan sinemanın…
Bir merakım da şu: İnsanlar yaşadıkça fiziki yapıları, görünüşleri değişiyor; genç bir insan -erkek veya kadın- ileri yaşlarında gençliklerinden farklı bir görüntüye sahip oluyorlar. Değişimlerini onlara hatırlatacak eskiye ait fotoğraflar ve videolarla her gün kendilerini oldukları gibi yansıtan aynalar bulunuyor. Peki ya toplumlar? Onlar da değişiyor doğal olarak, peki değiştikleri nasıl anlaşılıyor?
Toplumların nasıl ve niceliğini, günümüzde, yapılan sosyolojik araştırmalardan, yürütülen anket çalışmalarından öğrenebiliyoruz.
Çoğu kişi evlerinin mahremiyetinde televizyonlardan kendileri dışındakilerin hayatı diye sunulan dizileri izleyerek merak gidermeye çalışıyor.
Eminim başka ülkelerin insanları da kendi televizyonlarında gösterildiği zaman bizim dizileri izlerken “Türkiye’de insanlar böyle yaşıyor” diye düşünmekteler.
Dizilerin sergilediği hayatlar gerçekten oralarda yansıtıldığı gibi mi yaşanıyor?
Kuşkuluyum.
Geçmişle ilgili olarak “O zamanlar yaşayan insanların hayatları nasıldı?” sorusuna cevap teşkil edebilmesi için yine edebi eserlere başvurmamız gerekiyor.
Halid Ziya Uşaklıgil’in, Halide Edip Adıvar’ın romanlarına, Musahipzade Celal’in tiyatro eserlerine…
Onlar ne kadar dönemlerinin hayatlarını yansıtıyor acaba?
Aşk-ı Memnu?
Vurun Kahpeye!?
Bir Kavuk Devrildi?
Görüyorsunuz, garip meraklarım beni nereye getirdi?
Evlerde yaşanan hayatlar, eserlere yansıyan hayatlar…
Halide Edip günümüze kadar defalarca basılmış ve üç kez beyaz perdeye de aktarılmış ‘Vurun Kahpeye!’ adlı romanında Milli Mücadele günlerinde bir kasabaya öğretmen olarak giden İstanbullu idealist Aliye öğretmenin orada yaşadıklarını anlatır. Kasabalılar olaylara onun gözüyle bakmamakta, Aliye’den de kuşku duymaktadır. Ondan kurtulmanın yolunu bir komplo kurmakta bulurlar. Evlilik dışı ilişki kurduğu yalanıyla “Vurun kahpeye” naralarıyla evi bile basılır.
Musahipzade Celal bir zamanlar tiyatro eserleri en fazla rağbet edilen yazardı. Hemen bütün oyunlarında, Osmanlı döneminin ne kadar kötü olduğu sahneye taşıdığı gülünç kişilikler üzerinden anlatılır. Gülmekten kendinizi alamamanız, tiyatrodan çıktığınızda “Geçmişi unut, yeni yolu tut” tavsiyesine uygun birer yeni insan olduğunuz için övünç duymanız beklenir.
Ya da benim gibi, ‘Vurun Kahpeye!’ romanını okuyup ondan yapılmış bir filmi izlerken veya Musahipzade’ye ait bir eseri tiyatroda -ya da ondan Muhsin Ertuğrul tarafından çekilmiş filmi- izlerken duyduğum öfke hislerine kapılmaktan kendinizi alamazsınız.
Anadolu’da o idealist öğretmene öyle davranan -filmlerde hepsi sakallı-sopalı, liderliklerini yapan kişi de sarıklı cüppelidir- kişiler gerçek olabilir mi?
Musahipzade’nin oyunlaştırdığı gibi, cehaleti takdis edecek bir geriliğin pençesinde izmihlale uğramış olabilir mi Osmanlı devleti?
O zamanlar romanlarını, tiyatro eserlerini okuduğum veya onlardan yapılmış filmleri izlediğim kişiler hakkında “Zihni bulanık biri” veya “Resmi ideolojiyi sempatik göstermeye kendisini adamış bir yazar” yaftalarını kolayca benimsediğimi itiraf ederim.
Hala o yaftaların etkisi altında olduğumu da.
Ancak meydana gelen yepyeni gelişmelere baktığımda, o romanlar ve tiyatro eserlerini okur, filmleri izlerken kapıldığım hislerle günümüzde cebelleşmekten kendimi alamıyorum.
Şarkılarıyla neredeyse bir ömür boyu ruh dünyalarını zenginleştirmiş bir sanatçıya karşı, onun beş yıl önceki bir albümünde okuduğu bir eserde öylesine kullandığı bir imgeden hareketle başlatılan linç operasyonu, tehditler, tahkirler ve sonunda oturduğu evin önünde toplanan kalabalıkların attığı sloganlar, siyasilerin diline yerleşen hakaretler…
Bunlar günümüzde, 21. asırda, 2022 yılında oluyor. Olabiliyor.
Olmaması gereken nasıl oluyor da olabiliyor?
Gençlere örnek haline gelmeleri gereken kişiler, gençlerin ve her zaman genç kalanların sevdiği bir sanatçıya karşı nasıl böylesine hoyratça davranabiliyor?
En başta garip meraklarım olduğunu söylemiştim. Son gelişmelerle ilgili merakımı yansıtan sorular yukarıda paylaştıklarımdan ibaret değil. Ancak ben yine de bu yazıyı burada keseceğim.
Aynaya yansıyanlar bana huzursuzluk veriyor çünkü…
Bir dostun ardından…
Ömer Göktuğ‘u kaybettik…
En son sahibi olduğu kanalı yeniden canlandırmak istediğinde yeniden bir araya gelmiştik.
Benim bir programın sürekli katılımcısı olduğum ‘Başkent Kulisi’ni ağabeyi Mehmet Göktuğ ile birlikte kurduğu Türkiye’nin ikinci özel televizyonu Flash TV‘de başlatan oydu. Ancak dostluğumuzun yapı taşları çok önce, ikimizin de öğrenci olduğu 1960’lı yılların sonuna doğru döşenmişti.
MTTB’de.
İş dünyasının iyi tanıdığı önemli bir isim olmuştu ülkemizin en güzel kentlerinden Bursa’da.
Flash‘ın bu yeni dönemiyle ilgili benimle de paylaştığı parlak düşünceleri vardı. “Gel” dediğinde yine oradaydım zaten.
Hayat böyle bir şey: Geçmiş yaşanmış oluyor, gelecek hesaba gelmeyecek kadar meçhul, bugün ise sürprizlerle dolu. Gelen bir gün gidiyor ve sıranın kime geleceğini insanın kendisi de bilmiyor.
Ömer Göktuğ‘un kaybı, kendisini tanıyan, tanımasa da bilen herkes tarafından derinden hissedilecek.
Allah rahmet etsin, ona Cennet’ini nasip etsin, yakınları ve sevenlerine sabırlar ihsan etsin.
ΩΩΩΩ
“Baran
20 Ocak 2022 At 23:43
Saygı değer hd! Siz askında belli bir birikime sahip birisiniz ama benim gibi sizin de pek okumayla aranız yok galiba.”
BARAN BEY, SAYIN HD NİN BİRİKİMİ DE SENİN ÜMMİLİĞİN DE ORTADA(GÖRÜNÜYOR ANLAMINDA)
YALNIZ SADECE “OKUMAYLA” DEĞİL YAZMAYLA(YAZI İLE)DA ARANI AÇMAN LAZIM, ŞU HALE BAK:
“Her ne kadar Muaviye hilekarlığı hayatın her alanında zirveyi tuttuğu için sorunlar yaşasa da demokratik ülkeler asla otoriter ülkeler gün görmeyeceklerdir.”
BU PASAJDA NE DEDİĞİN TAM ANLAŞILMIYOR AMA LÜTFEN AÇMAYA(SAĞA SOLA DAĞITMAYA) FİLAN KALKIŞMA, BIRAK ÖYLE KALSIN!
“Halbuki tarih geriye doğru işlemez hep ileri doğru işler. Yani dünyayı yönetenler ve keşfettikleri yeniliklerle dünyaya yön verenler daima demokrasi ile yönetilen ülkeler olacaktır.”
TARİH NE YANA AKIYORDUR BİLEMEYECEĞİM AMA BUGÜNKÜ IRAK/BAĞDAT, ŞAM/SURİYE VE AFGANİSTAN GİBİ ÜLKELER DAHA BİRKAÇ NESİL ÖNCESİNE KADAR NASIL DİYARLARDI BUGÜN NE HALDELER?
“DEMOKRASİ” İLE TANIŞMANIN SONU:)
“Yani dünyayı yönetenler ve keşfettikleri yeniliklerle dünyaya yön verenler”İN ESERLERİ ORTADA;
İLERİ DOĞRU GERİLEME DİYORUZ BU TÜR DURUMLARDA…
ŞUNU DA Bİ KENARA YAZ DURSUN:
“SOSYALİZM YA DA BARBARLIK; BUNLARIN ARASINDA DEMOKRASİ DİYE BİR İSTASYON YOKTUR!”
Enflasyon kurdan kaynaklanmaz. Kur artışı enflasyonun ve düşük faizin sonucu. Bak bugün MB enflasyonu düşürmedi, kur düştü, buna bağlı enflasyon da düşük gelecek. Hala anlamamakta ısrar. Ama anlıyorlar biliyorlar. İşlerine öyle geliyor. Milletin cebinden çalmak daha tatlı geliyor.
MB faizi düşürmedi olacaktı.
„Ömer Göktuğ‘un kaybı, kendisini tanıyan, tanımasa da bilen herkes tarafından derinden hissedilecek.“
Flash Tv‘ nin bir ҫok proğramını zevkle izliyorum. Rahmetli tam zamanında ülkeye faydalı bir giriṣimde bulundu. Flash Tv’yi izleyen ҫok insan ilerde de kendisini hatırlayacaktır.
“Vurun Kahpeye”, bu filmi çekmiş bir ülke, izlemiş bir milletiz. Hala “tosun paşa” filmi izleniyor hababam sınıfı oyuncuları aranıyor!
Geleceğim nokta, saçından tutulup yolun ortasında sürüklenen ANNE!…
Ve onu ne kadar çok sevdiğini! belli edemediği için… (Sonunu kanlı old. için buzladım)?
Bunlar neden tersinden, zamansız, eksik, yarım, faydasız halde boynumuza dolanıyor?
Cevap: herşeyi zamansız! Zamanından önce, talep olmadan! Yapmaya kalkışmaktan!
Köprüler öyle, yollar öyle, hastaneler öyle, inanç özelli okullar öyle, yandal yurtlar öyle..
Geleceğini garanti edemediğimiz gençleri bir de “aile” olmaya zorlamak! Böylece iyi yönettiğimizi sanmak! (yorgan altının sorunları bir çıksa ortaya aahh).
Bir çırpıda teror sorununu çözmeye kalkanlar, ertesi yıl doğalgaz bulup zengin olacağını kimseye muhtaç olmayacağını? zanneden bir nesil!
Son söz:gençler kendine “örnek” istemiyor!!!!
Ne istediğini de siz bulacaksınız!!! YÖNETİM cilik oyunu oynayanlar!!!!!
Atilla bey
“Bir çırpıda teror sorununu çözmeye kalkanlar, ertesi yıl doğalgaz bulup zengin olacağını kimseye muhtaç olmayacağını? zanneden bir nesil!”den kastınız;
“Bak bugün MB enflasyonu düşürmedi, kur düştü, buna bağlı enflasyon da düşük gelecek.”
ifadesinin sahibi olabilir mi?
Kısa cümlemsilerinden tanırsınız kendisini zaten:)
Piyasada hiç bir güç bir şeyi indirip çıkaramaz! Bazıları yönlendirdiğini sanır.?
herkesin bildiği ama kendine bile söylemediği gerçek:
Piyasa “istediği şeyi alır! Kullanır! İşi bitince çöpe atar!”
Teror işkerinde de bu böyledir karada da deniz de de hatta denizin dibin de de..
Oynanan oyunun adı: yaşam mücadelesi,
Sahne: dünya tiyatro sahnesi 🙂
Atillaabi, gözünü seveyim şu tiyatroymuş, sahneydi, rolmüş bunlara girmeyelim! Malum son yıllarda herkes başımıza sanat eleştirmeni, piyes yazarı kesildi…
Ne diicekseniz, sahne sanatlarına başvurmadan deseniz daha makbule geçer yani:)
20 30 sene önce siyasal islamcılar Türkiye’de Biz gelirsek adalet gelecek özgürlük Gelecek kimse ezilmeyecek kimse aşağılanmayacak diyordu ama iktidara bir oturdular kendileri gibi düşünmeyen herkese kafir dinsiz vatan haini terörist demeye başladılar Demek ki bunların adaleti iktidara kadarmış
Bunlar hep kandırıldık dese de aslında hep kandıranlar oldular. Herkesi aldattılar. Zihniyetleri bundan ibaret. Samimi ve dürüst değiller. Kimse de bunların ipiyle kuyuya inmez.
“Nadir
20 Ocak 2022 At 11:29
20 30 sene önce siyasal islamcılar Türkiye’de Biz gelirsek adalet gelecek özgürlük Gelecek kimse ezilmeyecek kimse aşağılanmayacak diyordu…”
BAHSETTİĞİNİZ DÖNEMLERE DAİR HİÇ BÖYLE BİR SÖYLEM DUYMADIM, OKUMADIM, BİRAZ AÇAR MISINIZ?
BU İDDİANIZ HER ŞEYDEN ÖNCE EŞYANIN TABİATINA AYKIRI:)
İTİRAZI OLAN?
Bu Sezen Aksu, senin hemşehrin mi olur…
Bu adı geçen kişi! –Yakiiiniimiz! — Olmayıpta dışardan ithal olsa nolcek?
Sezen Aksu bu ülkenin en büyük sanatçılarından birisidir. Beğenmek zorunda değilsiniz, eleştirme özgürlüğünüz var, ancak vandallığa varan protestoları kınıyoruz. Ona bu millet sahip çıkacaktır. Vandallara ve yobazlara dur demek herkesin görevi.
Sezen AKSU ile şahsen tanışmadım.
Onu eserlerinden tanıyorum.
Ülkemizin yetiştirdiği değerlerden birisidir.
İyi sanatcıdır. Eserlerinin yüzde doksanını beğenerek dinlerim.
Yüzde on kadı kızında da olur.
Ona karşı yapılan son hareketleri tasvip etmiyorum.
Hakaret edenleri de kınıyorum.
MERAK-İDRAK
Merak saikine sahip olanlar bilirki kamalist camiada sakallı yobaz görgüsüz vahşi olarak gösterilmek istenen islamcılar çoğu zaman bir yayınevi etrafında öbeklenmiş, kitap-kültür adamlarıdır. Size eli kanlı yobaz isimleri gibi çağrışım yapan Derviş vahdeti de öyledir şimdilerde iktidarı gönüldaşı olarak suçladıkları mısır ihvanınn kurucusu hasan el bennada. Hakeza mevdudi, saidi nursiyi de bu bağlamda sayabiliriz. Özellikle Muhammed Abduh reşit rıza mücadelesi ile birlikte incelerseniz bu yobaz dediğiniz eğitilmemiş kitle aslında islamcılarında başının belasıdır. En büyük mücadele zaten geri bırakılmış bu kite ile-bu kitlenin uyandırılması için yapılmıştır.
Diğer taraftan batıcı- kemalist kitlenin daima yandaşı ve kullanacağı hazır kıta olmuştur bu cahil topluluk.
Hatırlarsanız uzun yıllar refah partisi bu kesimlerden oy alamadı. İstanbulda %10 oy alırken anadolunun kasabalarında köylerinde esamesi bile okunmadı. Ak parti hakeza böyledir. İLetişim kanallarının artması televizyon, radyo internet, bilgisayarların yaygınlaşması ile ak parti kırsal bölgelerden oy almaya başlamıştır. Kemalist kitle ve emperyalistler tarih boyunca bu kitleyi hep kullanmıştır. Menemen olayında, izmir olayında, en başta 31 mart vakası denen olayda bu elverişli kitle batıcıların gözbebeği olmuştur. bu hindistanta da böyledir, arap peninsulasında da, başka yerlerde de.
Gelelim son operasyona; Daha önce de defalarca yazdığım gibi sosyal medyanın %85 i chp trollerle manipule edilmiş durumda. Ankara ve istanbul büyükşehir belediyelerin birlikte çalıştığı büyük reklam ajansları binlerce hesaptan sosyal toplum muhendisliği yapıyor. Buna ibadet aşkıyla hergün Türkiye kamuoyunu allak pullak eden 100 bin fötöcü trolü de eklerseniz sanal alem artık sadece gerçeğin karşısında değil kendi içinde de iç içe geçmiş katmanlardan oluşan garip bir yapıya dönüştü. Artık ak parti taraftarı, islamcı, muhafazakar görünen hesaplarda büyük oranda muhalefet tarafından kontrol ediyor. Bir gün m. kemale hakaret edip tepki topmaya çalışıyorlar, birgün kamuoyunca büyük kitlerin beğendiği sanatçılara karşı kampanya başlatıyorlar, bir gün rakamlarla oynanmış verilerle piyasayı manipule ediyorlar.
İktidar bu durumla nasıl mücadele edebilir, bence edemez, daha önce de defalarca dediğim gibi bu iş bitti, 2023 te meral canan ikilisi iktidara gelir. Kaos ve kargaşa artarak büyür ve bizi bekleyen felakate karşı tik tok videoları çeke çeke gideriz.
Normal koşullarda “Bu kadarına da pes denir” demek denilebilir bu yoruma. Kendi arızalarını, kendi ayıplarını, kendi suçlarını başkalarının üstüne atma girişimi çünkü. Aynı imam cemaat özdeyişinde olduğu gibi. Sanki ülke 1950 den beri aynı çizgideki iktidarlar (DP,AP,ANAP,AKP=dinci=muhafazakar) tarafından yönetilmiyor, sanki yasaları onlar değil eciş bücüşler çıkarıyor. Sanki TV lerin % 90 ında iktidar borazanı çalmıyor, sanki tüm haber programlarında partili partisiz herbokologlarca yalakalık yapılmıyor. Kabataş kurgusunu ortaya atanlar, camide bira içenlerden sonra Sezen’in kapısına dayananlar da CHP’li olmalı!!! Tüm kötülüklerin kaynağı kendi donunu bile toplamaktan aciz CHP imiş. Bir kabaresinde Metin Akpınar “Hikmetinden sual olmaz ama herkese akıl dağıtırken bu kulunu neden esirgedin” diye soruyordu…
“Sanki ülke 1950 den beri aynı çizgideki iktidarlar (DP,AP,ANAP,AKP=dinci=muhafazakar)
Demişsin, cevabım hayır. Bu ülkenin 20 cumhurbaşkanı daha 3-4 yıl önce eşini gataya götüremedi sen nediyon. Başörtüsü ile üniversiteye gitmek bırak saydığın dönemleri bu iktidarın ilk 10 yılında bile yasaktı. Sayın yazarın şimdi yeniden cumhurbaşkanı yapmaya çalıştığı şahsı RTE cumhurbaşkanı adayı yapmıştı da dönemin komutanları arkalarını dönerek başka tarafa selam vermişlerdi. Klavuzu metin akpınar olana ne desen boş.
Sayın hd haklı, yahya bey zırvalamış…
Saygı değer hd! Siz askında belli bir birikime sahip birisiniz ama benim gibi sizin de pek okumayla aranız yok galiba.
Tamam Naci Koru yaklaşık iki ay önce dış politika yazarlığından emekli olmuşa benziyor ama hala çalışan dış politika yazarları var bilginize:)
Şu ülkede benden daha ümitsiz biri yoktur. Aslında sizler de her şeyin farkındasınız. Fakat zaman nasılsa unutturuyor diye yaşanan günlerin geçtiğini ve geçeceğini tekrarlayıp duruyorsunuz. Daha gerisi de var elbette ama sadece 200 yıl içinde bile yüzlerce örneğini bizzat yaşayarak gördüğümüz gazeteci dövme,siyasilere saldırma,kapı pencere taşlama, ibadethanelere yönelik tacizler.. Yahu daha dün bir kadın parti başkanının evini de basmadı mı bunlar?
Bir yazınızı hatırlıyorum Fehmi Bey, 1000 yıl geçse bu topraklarda bir şey değişmez mealinde. Ben hala buradayım, sizler gidiyor geliyor, gidiyor geliyorsunuz. Bakalım ne zaman duracaksınız “ümitsizlik durağında “?
Yazarın 40 küsür yıllık medya tecrübesine hürmet etmedi yolsuz iktidar ve medyadaki bütün kapıları zorbalıkla kapattılar. Onun gibi 10 bin medya emekçisini kapıya koydular. Şakşakçılarıyla beraber ülkeyi getirdikleri sefalet durum da ortada. Yazar bu kadar baskıya rağmen durmadı, görevini aşkla, azimle ve karşılığını almayı beklemeden her gün yapıyor. Onu sadece takdir etmek, cesaret vermek, desteklemekle yükümlüyüz. Ümitsizliğe yer yok burada. Bu yolsuz faşistleri iktidardan indirene kadar da mücadele bitmeyecek.
Herkesin demokrasi anlayışının iyi sorgulanması gerekiyor. Akla kara daha net ortaya konmalı. Örneğin 15 Temmuz darbe girişimi ile otokrat sisteme geçişi anayasaya çakan cumhurbaşkanlığı sistemi arasında bir fark görüyor musunuz? İkisi de demokrasiyi rafa kaldırma girişimi değil midir? Baştan anlaşılmasa bile bugün geldiğimiz noktada, bu birkaç yıl tecrübeden sonra, kuvvetler ayrılığı tamamen ortadan kalktıktan, milletin meclisinin fonksiyonu sıfıra indirgendikten sonra, hani demokrasi nerede demiyor musunuz? Seçim yapıyoruz ya işte demeyin, Azerbeycan da seçim yapıyor. Bilimum diktatörlükler de.
Muhalefet gerçek bir sistem sorgulaması yapmadan, bu farklılıkları açık ve net bir şekilde tartışıp milleti eğitmeden ve ikna etmeden, hakiki bir iktidar dönüşümünü gerçekleştiremez. Anayasa da yapamaz. Eksik kalır. Bu ucube sistemle devam eder gideriz, daha kötüsüne yuvarlanırız. Demokrasiyi rafa kaldıranların niyeti de o zaten. Orta Asya’daki kardeşlerine benzemek istiyorlar. Demokrat güçlere bu konuyu daha net ve açık bir şekilde anlatmak görevi düşüyor. Gecikmeden hemen şimdi. Açık ve yakın tehlike budur. İçine düştüğümüz bu ucube sistemden çıkmak için sistemin niteliği daha açık tartışılmalıdır.
Maalesef demokrasinin ABC’sini yeniden konuşmak ve kodlarını yeniden ortaya koymak gerekiyor. Bir karmaşaya denk getirip ülkeyi demokrasiden fersah fersah uzaklaştıran bu sistemi başımıza bela edenler gerçekten bu ülkeye en büyük kötülüğü yaptılar. 150 yıllık demokrasi tecrübesi çöpe atıldı. Bunu nasıl bu kadar kolay yaptılar, demokrat güçler neden daha nitelikli bir direnç göstermediler çok iyi sorgulanması gerekiyor. Ülkemiz adına ve demokrasi adına gerçekten utanç verici bir durum.
Demokrasiye sahip çıkmaz ve savunmazsanız onu çukura gömmek isteyenler sınır tanımaz bir şekilde daha fazla özgürlüğü sizden lime lime koparacaklar. Hiç bir özgürlüğünüz ve vatandaşlık sıfatınız kalmayana kadar. Freedom House yeni sıralamasında Türkiye’yi özgür olmayan ülkeler sınıfına attı bile. Bu mu istediğimiz, tüm irademizi bir kişiye mi teslim edeceğiz.
fredom house kendi ülkesine baksın, dünyanın dört biryanından işkence uçakları ile guatamalaya doldurulan zincirli mahkumlara baksın ümüğüne çökülen zencilere baksın. Afganistan suriye ırakta öldürdüğü milyonlara baksın. Amerika özgürlük ülkesi bir diktatöre hemi.
Amerika bir emperyal ülke, doğrudur. Ama halkının özgür olması ayrı bir konu. Ülkemiz de ham emperyal rüyalar gören eski bir emperyal ülke. Ancak halkı hiç bir zaman özgür olmadı. Umarım açıklayıcı olmuştur.
Endercim, dünya tarihinde esir düşmemiş tek halk türkiye türkleridir(50yıllık çin esaretini saymazsak eğer!)
Özgür olmamışmış…
Maalesef ülkemiz liberal demokrasinin hakim olduğu hür ve özgür bir ülke değil. Konuşma özgürlüğünü bıraktık, düşünce özgürlüğü bile olmadı hiç. Devlet ve kendini devlet yerine koyan zorbalar ve yobazlar aykırı hiç bir sese izin vermediler burada. Halkımız da kendini her zaman devletin bir kolu uzvu gibi gördüğü için, yukarıdan ne emir gelirse aynen vurun konuşturmayın modunda davrandı. Bunun kısa zamanda değişmesi elbette mümkün değil. Kısa zamanda liberal bir demokrasi de beklemiyoruz. Ama kendine aydın rolü biçenlerin biraz dürüst ve cesaretli olup bu gerçekleri çat çat söylemeleri gerekiyordu. Maalesef çok kısır bir siyaset ve düşünce dünyasına sahibiz. Buradan ne feylesof ne de doğru dürüst bilim adamı çıkmıyor. Halbuki bu topraklar tarihin büyük düşünürlerini ta Yunan’dan beri çıkarmış topraklar. Bu kadar kısır bırakılmış olması hepimiz adına, Anadolu mirası adına üzücü. Haketmediğimizi düşünüyorum. Örneğin Rumi (Celaleddin) öldüğünde cenazesi müzik eşliğinde her dinden halkın katılımıyla götürülmüş. Şimdiki yobazlar ise bir müzisyene vurun söyletmeyin çığırtkanlığı yapıyorlar. Geldiğimiz yer 1000 yıl öncesinden daha geri.
Helal olsun sana yazarın bu yazısını dahi iktidara çakmak için kullandın ya. Ancak sorun olaylara tek boyutlu bakıyor olman. Putin Rusyası örneğini verirken oranın bütçesinin % 63 ünün dogal kaynak ihracı yoluyla sağlandığını bilmeden yazıyorsun. Onlarda cari denge sorunu yok biz de olduğu gibi. Aksine döviz fazlası var. Biz de enflasyon kur artışından kaynaklandı..Onun sebebi de her yıl ödediğimiz 50 milyar dolar enerji faturası.
Senin dediğin demokrasi asrı saadette uygulanmıştı da 3 halife şehit edilmişti.
https://islamansiklopedisi.org.tr/muaviye-b-ebu-sufyan
Muaviye bin Ebu Sufyan hangi gerekçe ile hilafeti saltanata dönüştürmüş ve nasıl olmuş da 50 yıl sonra İspanya da bir islam medeniyeti kurulmuş . Oku ilk emir de , anlamak başka bir şey !
Siyasi islamcılar demokrasi ile iktidara geldiler ve ülkeyi otokrat bir yönetime çevirdiler. Bir sonraki aşama tam diktatörlük. Emire itaat. Buna razı olacak bir halk da mevcut. Ama bu kadar ülke ve örnek varken, bu yolun sonunun sefaletten başka bir şey olmadığı açıkken neden hala bu ham rüyayı görüyor bu toplum. Ortak bir aptallık diye düşünüyorum.
Hilafet, demokrasiden saltanata geçince şahlandı diyorsunuz. Ancak bu 1500 yıl öncesinin hikayesi. Milleti bu hikayelerle aldatmak ise sadece hayal kırıklığı hepimiz için. 1500 yılda hiç ileri gitmemişiz demektir. Bu zihniyetle ancak Osmanlı’ya ve daha geriye dönme hayali verebilirsiniz topluma. Sadece hayali elbette. Zaman ise hep ileri gidiyor. Biz kaplumbağa hızında, bazıları da tazı hızında ilerliyor.
Muaviye’nin saltanatına kadar islam devleti muazzam bir şahlanış dönemi yaşıyordu, Muaviye o yükselme sürecine engel olmuş oldu. Kurucusu olduğu emeği saltanat devleti de kısa süre sonra yıkıldı. Haşimoğulları Emevi saltanatına son verirken savaşmak istemeyen küçük bir grup savaştan kaçarak İspanya’ya doğru yol aldı. devamında da Endülüs Emevi devletini kurdular.
Müslüman dünyası Hz. Ali’nin hukukunu ve adalet düşüncesini hala daha anlayamadığı için Muaviyenin yolunu tutan siyasal islamcıların saltanat özlemi bir türlü bitmiyor. Demokrasi de hıtistiyan Avrupa’nın icadı olduğu için de benimseyemiyorlar.
Halbuki tarih geriye doğru işlemez hep ileri doğru işler. Yani dünyayı yönetenler ve keşfettikleri yeniliklerle dünyaya yön verenler daima demokrasi ile yönetilen ülkeler olacaktır.
Her ne kadar Muaviye hilekarlığı hayatın her alanında zirveyi tuttuğu için sorunlar yaşasa da demokratik ülkeler asla otoriter ülkeler gün görmeyeceklerdir. Zaten otoriter ülkeler de hilelerini demokratik değerleri dillendirerek yapıyorlar.
Demokratik ülkeler sarsılsalar da yıkılmazlar.
Yoruma kapalı.