Bilmem siz de duydunuz ya da bir yerlerde okudunuz mu? AK Parti seçimden sonra iktidar olmaya devam eder, Tayyip Erdoğan da sandıktan bir kez daha cumhurbaşkanı olarak çıkarsa, ilk iş olarak, 2017 anayasa referandumuyla gerçekleşen sistem değişikliği gözden geçirilecekmiş…
Cumhurbaşkanının bazı yetkileri tırpanlanacak, partili cumhurbaşkanı uygulamasından da vazgeçilecekmiş.
Kulis bilgisi olarak aktarılıyor bu vaat.
Duyanlarınız veya bir yerlerde okuyanlarınız kendilerini tutamayıp hafif tertip de olsa tebessüm etmiştir herhalde. Ben biraz yüksek sesle güldüm.
Seçime gidilirken propaganda malzemesinin her türlüsüne kendisini hazırlamış biri olarak, bu kulis bilgisi, bana, vaatlerin en aşırısı olarak göründü.
İşe alınacak kişilerin maruz bırakıldığı ve yazılı sınavda en yüksek puan alanların önünü kesmede kullanılagelen mülakat uygulamasından vazgeçileceğinden bile daha ileri buldum bu vaadi.
Yalnız bizde değil, iktidarların seçimle değişebildiği başka ülkelerde de, partiler ve adaylar, şimdi bizde var olana benzer ortamlarda, seçmenlerin gönlünü çelmek amacıyla, çoğunu yerine getirmeyecekleri türlü-çeşitli vaatlerde bulunurlar.
İşin ilginç tarafı, iktidar olmasını veya iktidarlarının devam etmesini istedikleri parti ile adaylarına oy verirken, kendilerine yerine getirme sözü verilmiş vaatlerin çoğunun unutulmaya terk edileceğini seçmenler de bilir.
“Bile bile lades” denir ya, öyle bir şeydir seçim öncesi vaatleri…
Muhaliflerin, iktidara gelmek isteyen partiler ile seçilmek arzusunda olan adayların işleri nispeten kolaydır. Sonuçta hesap vermelerini gerektiren bir geçmiş onlar için söz konusu değildir. Gelecekle ilgili vaatler ise, iş başına geldiklerinde önlerine çıkacak şartların izin verdiği kadarıyla yerine getirilebilir şeylerdir.
Geçmişte, iktidar değişiklikleri sonrasında gerçeklerle yüz yüze kaldıklarında, yeni iktidarların seçmenlerine durumu kabul ettirmede sarıldıkları gerekçeden habersiz değilsinizdir.
“Enkaz devraldık” gerekçesinden…
Öncesinde her türlü vaatte bulunabilir muhalefet partileri, onlar için bu alanda herhangi bir sınır yoktur.
En bilinen örneği hatırlatayım: Dönemin Anavatan Partisi iktidarına karşı en sert eleştiriler, siyasi yasağı anayasa referandumuyla kaldırılmış olan muhalefet lideri Süleyman Demirel tarafından seslendiriliyordu. Kampanya sırasında (1991) Demirel’in en fazla kullandığı malzeme, elinde tuttuğu bir dosya eşliğinde dile getirdiği bir yolsuzluk iddiasıydı. ‘Koskotas yolsuzluğu dosyaları’…
Hesap soracaktı Demirel.
O döneme göre yüksek bir taban fiyat açıklamış olan iktidar partisinin bu kararından memnun görünen tütün ekicileri önünde yaptığı konuşmada Demirel’in ağzından çıkan “Kim ne veriyorsa ben beş fazlasını veriyorum” vaadi de aynı seçim öncesine aittir.
Bu iki örneği verdiğim her ortamda kaçınılmaz bir dizi soruyla karşılaşıyorum.
İlki şu: “Vaatler işe yaradı mı bari?”
Evet yaramıştı. O seçimde DYP birinci parti olmayı başarmış, hükümeti sandıktan çıkan ikinci parti olan Erdal İnönü’nün SHP’si ile birlikte kurmuştu. Demirel de yeniden başbakan olmuştu.
Ardından hemen her zaman kaçınılması imkansız şu ikinci soru geliyor: “Peki vaatler tutuldu mu?”
Tutulmadı tabii.
Demirel’in ‘Koskotas yolsuzluğu’ ile ilgili olduğunu ileri sürerek seçim meydanlarında elinde salladığı dosyanın içerisinde ne olduğu o gün bugündür bilinmiyor. O dosyanın kapağı hiç açılmadı. Buna karşılık, ANAP döneminde iktidarın sıkça övündüğü karayolları inşaatları sırasında yolsuzluk yapıldığı iddiasını araştırmak üzere özel bir komisyon kurulmuş, komisyonun çalışmaları sonucu iki bakanla bir genel müdür Yüce Divan’a sevk edilmişlerdi. Bakanlar beraat etti, genel müdürün dosyası da görevsizlik gerekçesiyle iade edildi. O dosya da kapandı.
[Konuya özel ilgi duyacaklar için bir yazının linkini buraya yerleştiriyorum.]
“Kim ne veriyorsa ben beş fazlasını veriyorum” vaadinin seçimden sonra peşine düşen olduğunu da hatırlamıyorum.
“Muhalefettir, seçim kampanyası sırasında ne söylerse yeridir” diyebiliriz.
En fazla beklenebilecek şey, muhalefetin, iktidara geldiğinde karşı karşıya kalacağı şartları değerlendirip yapılabileceğin en iyisini yapmaya çalışmasıdır…
Peki ama iktidarın vaatlerine ne diyeceğiz?
Zor olan bu soruya cevap bulmak.
Günümüzde birbiri peşi sıra en aşırı vaatler iktidar cephesinden geliyor. Vaatlerine inandırıcılık kazandırmak için, iktidar, daha önce şiddetle karşı çıktığının belgeleri yazılı ve görüntülü olarak arşivde duran bazı konuları, seçime beş kala ele alıp sonuca da ulaştırdı.
Tam anlamıyla, yani en başta vaat edildiği genişlikte olmasa bile, emeklilikte yaşa takılanlar (EYT) kitlesini -hiç değilse bir bölümünü- maaşa kavuşturdu hükümet.
Asgari ücrete, en az emekli maaşına ara zamlar da yapıldı.
Hatta işe yaramaz bulunduğu eleştirilerine en yüksek mevkiden muhatap edilen bir eski bakana ilgi gösterildiği duyurulduğu gibi, göreve getirildikten kısa süre sonra koltuğu elinden alınan bir başka bakan da bu seçimde yeniden aday listesine konuldu.
Eh, bu durumda, asgari ücrete ve emekli maaşlarına fevkalade yüksek yeni zamlar vaadine inanmamız gerekmez mi?
Ya da iktidarın devamı halinde, hayat pahalılığının sebebi olduğu halde ısrar ve inatla sürdürülen ekonomik politikalardan vazgeçileceğine, iş dünyasının ve yabancı yatırımcıların bel bağlaması beklenmez mi?
Hatta ve hatta yeniden cumhurbaşkanı seçildiği takdirde, Tayyip Erdoğan’ın, 22 yıldan sonra bu yeni döneminde, şimdilerde en geniş biçimiyle kullandığı ve bununla övündüğü yetkilerinin bazılarından vazgeçeceği, partisinin genel başkanlık koltuğunu da terk edeceği vaadine neden kulak asılmasın?
Bu tür sorulara muhatap edildiğimde 22 yılı -özellikle de son 10 yılını- düşünüp gülmekle yetiniyorum ben.
İşittiğimde ben gülsem bile, vaatlerden bazılarımızın mutluluk duyduğu anketlere bakıldığında anlaşılıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve partisinin oylarında yükselme görüldüğünü söylüyor anketçiler…
Anketçiler mi yoksa onların yönelttikleri sorulara cevap verenler mi kafa buluyor?
Yoksa, yoksa…
En iyisi, ben bu yazıyı burada keseyim.
ΩΩΩΩ