Siyasi tarihimizin en lanetli olaylarının başında, hiç kuşkusuz, 15 Temmuz (2016) hain ve uğursuz darbe girişimi gelir. 251 can o gece hayatını kaybetti. Demokratik sistemin kalbi TBMM’ye saldırıldı. Gözü dönmüş bir güruh o gece ülkeyi teslim almaya kalkıştı.
‘‘Unutmayacağız, unutturmayacağız’’ diyenler haklı, unutulmamalı.
Lanetlenmeyi hak etmesi yalnız o gecede yaşananlar yüzünden değil; devlet-millet dengesini derinden etkileyen pek çok olumsuzluklar da o gecede yaşananlar ardından sökün etti. Bugün toplumu geren ne kadar şikayet sebebi varsa, pek çoğu, ’15 Temmuz’ hunharlığının başımıza açtığı rahneler sebebiyledir.
Yüzbinlerce ailenin rahat ve huzurunu kaçıran gelişmeler o gecenin eseridir.
Hayatları boyunca demokrasiden yana tavır belirlemiş, sadece darbelere değil askeri vesayetin bütün biçimlerine karşı çıkmış nice insan, darbe girişimiyle ilintilendirilerek hesaba çekildi, halen de çekiliyor.
Hesap sormada sınırın nereden çekileceğine, aradan geçen bunca yıla rağmen, hala karar verilemedi. Yakın zamana kadar ’17-25 Aralık 2013’ tarihi önemseniyordu; Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan dün yaptığı konuşmada sınırı üç yıl daha geriye -2010 yılına- taşıdı.
Oysa doğru olan, 15 Temmuz’u bir dönüm noktası olarak belirlemek, darbeye kalkışanları ve müdahaleye rağmen darbenin arkasındaki güce sahip çıkanları sorumlu tutmaktı. Geçmişte veya günümüzde bizdekine benzer olaylar yaşamış ülkelerin yaptığı gibi.
[ABD’de altı kişinin hayatını kaybetmesine yol açmış 6 Ocak 2021 Kongre saldırılarında yapılan budur. Saldırıya katılanlar görüntülerden teker teker tespit edilip hepsiyle ilgili hukuki süreç başlatıldı. Saldırıya yönlendirmeleriyle çanak tutmuş kişiler de soruşturmaya dahil edildi. Yakında Donald Trump’a kadar iş uzayabilir. Buna rağmen, süreçle ilgili hesaba çekileceklerin sayısı birkaç yüzü aşmayacak.]
Yanlışlık yalnızca sorumluluğa kimlerin dahil edileceği konusunda çizilen sınırdan ibaret değil, ‘‘Bir daha olmasın’’ düşüncesinin ürünü olarak devreye sokulmuş başka yöntemler de oldu ve onlar da bugün pek çok sıkıntının kaynağı.
Bütün yetkilerin tek elde toplanmasını getirecek sistem değişikliğine gidilmesi…
‘Cumhurbaşkanı hükümet sistemi’ benimsenince onun gereği olarak ortaya çıkan ‘yüzde 50+1’ zorunluluğu yüzünden ittifak oluşturma yolunun açılması ve iktidarın herhangi bir protokole bağlı olmayan bir koalisyona dönüşmesi…
Yeni sistemin getirdiği kolaylıklar sayesinde, TBMM’nin devre dışı bırakılıp ülkenin kararnamelerle yönetilmesi yoluna gidilmesi…
‘Kanun hükmünde kararnameler’ ve ardından ‘Cumhurbaşkanlığı kararnameleri’ ile gerçekleştirilen görevden almalar ve atamalar…
‘FETÖ’ yakıştırmasının kullanım kolaylığı…
Bir çırpıda akla gelen bu yanlışlıklar bugün pek çok sıkıntının kaynağı durumunda.
İlk elde iktidarı elde tutmada ve istenilenleri kolayca yerine getirilmede işe yarasalar bile, gelinen son aşamada iktidarı önce zaafa uğratan sonra da zayıflatan etkileri oldu 15 Temmuz ardından tutulan yolun…
Pek çok örnek olay birbiri ardına zikredilebilir, ama 15 Temmuz 2021 tarihinde -yani dün- gerçekleşen Boğaziçi Üniversitesi’ne birkaç ay önce atanmış rektörü görevden alan kararname bile yeterli bir örnek.
Üniversitelere yönetici atanması geleneksel olarak bir süreçle irtibatlıydı. Öğretim üyeleri adayları oyluyor, YÖK en çok oy alan altı adaydan üçünü Cumhurbaşkanı’na sunuyor, o da onların içerisinden birini -çoğu kez en çok oy alanını- rektör olarak atıyordu.
Yeni dönemde üniversiteler ve YÖK devre dışı bırakıldı, atama için Cumhurbaşkanlığı kararnamesi yetiyor.
Boğaziçi’nin dün yine bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle görevden alınan rektörü o yöntemle birkaç yıl önce atanmıştı.
Görüyorsunuz işler ne kadar kolaylaştı.
Keşke bu kadar kolaylaşmasaydı.
Görevden alınan rektör, hakkındaki işlemi, Resmi Gazete’den öğrenmiş ve inanamamış.
Herhalde o da ‘‘Keşke bu kadar kolay olmasaydı’’ deme noktasına gelmiştir.
Neden Boğaziçi’ne o kişi rektör olarak atanmıştı? Şimdi neden görevden alındı?
Kendisinin atanmasına karşı direniş başlatan öğretim üyeleri ve öğrenciler görevden almada kendi rollerini önemsiyor; öte yandan görevden almayı rektörün kendinden beklenen sertliği göstermemesine bağlayan yorumcular da var.
Hangisi doğru olursa olsun, ikisi de sonuçta yanlış.
Boğaziçi gibi sayıları çok az olan uluslararası çaptaki üniversitelerimizin ilk sıralarında yer alan bir yüksek öğretim kurumunun yap-boz tahtasına dönüştürülmesi kurumun itibarını eksiltir.
Yine Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle gerçekleştirilmiş olan Şehir Üniversitesi’nin kapatılması da yeni sistemin kolaylaştırıcı etkisinin ürünüdür.
Son birkaç yıl içerisinde iktidar saflarında meydana gelen ayrışmayla da ilgili bu olumsuz gelişmeler.
Onun için 15 Temmuz’a ‘hain ve uğursuz girişim’ diyoruz ve lanetliyoruz.
Umarım, Boğaziçi Üniversitesi’nde rektör değişikliği temelde yapılan yanlışlığın görülmesiyle ilgili bir tasarruftur ve onu başka yanlış tasarruflardan dönüşler de izler.
Bu yapılabilirse ülke ve insanının önünde yeniden nefes alabilecekleri bir dönem açılır; insanlarımız nefessiz kaldı çünkü.
Evet, her şeye rağmen umutluyum.
ΩΩΩΩ