Ülkede başbakan Necmettin Erbakan, ben de Zaman’ın Ankara temsilcisiyim…
Yıl 1997.
Bir etkinlikte yan yana düştüğümüz Sabah’ın temsilcisi Fatih Çekirge’ye “Akşam başbakanın davetinde nasıl olsa beraber olacağız” dediğimde onun davetten haberdar olmadığını anlıyorum.
Davete gittiğimde, medya dünyasının yarıdan fazlasının orada temsil edilmediğini görüyorum.
İktidarın askerlerce devrilmeye çalışıldığı bir dönem, 28 Şubat; medya da devirme işleminde yerini almış, her gün elinden geleni ardına koymuyor.
“Bir kısım basın” deyimi o zaman ortaya çıkıyor ve sözünü ettiğim buluşmaya yalnızca kendisine yakın hissettiği medya kuruluşlarından temsilci ve yazarları davet ediyor Başbakan Erbakan…
O akşam, daha en başta, söz alıp “Bu yapılanın yanlış olduğunu, toplantıya her yayın kurumunun davetinin yerinde olacağını” anlatıyorum.
Nafile. O akşamki çıkışımdan hiç memnun kalmadığını belli etmiş olan rahmetli, sonraki buluşmaları da yine daraltılmış medya temsilcileriyle sürdürmeye devam ediyor…
Trump da ‘bir kısım basın’ için iyi düşünmüyor
Dün Beyaz Saray’da yaşanan kısıtlamalı basın toplantısı bana 20 yıl önceki bu eski olayı hatırlattı.
Beyaz Saray’ın basını bilgilendirme odası (Press Room) bilinir. Birbirine yapışık sandalyelerden 50 kadar vardır o odada ve en sağda AP ajansının muhabiri oturur. Diğerleri de, kurumunun kıdemine göre, önden arkaya doğru sıralanır gazetecilerin…
Her sandalyede oraya oturanın çalıştığı kurumun adı çakılıdır.
Kurumunun sandalyesi bulunmayan akredite gazeteciler de önemli günlerde gelir ve katılır basın toplantısına ve söylenenleri ayakta dinler…


Dünkü bilgilendirme toplantısında 10 kadar sandalyenin boş kaldığı anlaşılıyor; görevliler o kurumların temsilcisi gazetecilerin içeri girmesini engelledikleri için…
New York Times.. CNN.. Los Angeles Times.. Politico, The Hill ve Buzfeed.. İngiliz yayın kuruluşu BBC ve İngiliz Daily Mail gazetesi..
Onların alınmadığını fark eden TIME dergisi ve AP ajansından muhabirler de tepki gösterip katılmadıkları için.. bilgilendirmeyi yapan Beyaz Saray Sözcüsü beşte biri boş odaya konuşmuş olmalı.
ABD’de de Donald Trump’la birlikte ‘bir kısım basın’ muhabbeti başladı ve bu onun ilk göze batan uygulaması…
Hiç kuşkunuz olmasın, arkası gelecektir. Başkanın seyahatlerini gerçekleştirdiği AirForce 1 uçağına alınmayanlar.. resmi davetlere çağrılmayanlar…
Trump kendisine karşı ‘uyumsuz’ davrandığına inandığı Amerikan medyasını bu yolla ehlileştirmeye çalışıyor.
Daha az eleştirel olsunlar ve kendisi daha rahat istediğini söyleyebilsin diye…
Medya ‘fact-check’ ile meydan okuyor
ABD Başkanı ulu orta konuşuyor, söyledikleri arasında gerçeklere ters düşen, doğru olmayan, daha önceki söyledikleriyle çelişkili pek çok ayrıntı bulunuyor; ABD medyasında bu tür hataları ortaya çıkarmakla görevlendirilmiş gazeteciler var; ‘fact-check’ yapıp gazete sayfalarında ve ekranlarda bunları tek tek sıralıyorlar.
Trump, dün, kendisini çok rahat hissettiği bir toplantıda konuştu: Conservative Political Action Conference (CPAC)… Orada medya için kullandığı en hafif sıfat “Dürüst değiller” oldu.
Normalde medya için ‘düşman’ ve ‘muhalefet partisi’ gibi sıfatları bolca kullanıyor Trump…
New York Times, hemen ardından, Linda Qui adlı muhabiri eliyle, Trump’ın o konuşmasında medyanın ‘dürüst davranmadığını’ ispata yönelik kanıt olarak kullandığı yayınları tek tek ele alıp, hepsinin ‘yanlış iddialar’ olduğunu sergiledi.
Trump’ın gelişiyle yaygınlaşan bu tür sergilemelere ‘fact-check’ deniyor…
Hoşuna gitmiyor bunlar Trump’ın ve kadrosunun… Trump Twitter üzerinden, kadrosu da ellerine geçen her fırsatta sözlü olarak, medyayla savaş yaptıklarını ve bu savaştan kendilerinin muzaffer çıkacağını ilân edip duruyor.
Sanki bir askeri darbe gerçekleşmiş gibi…
27 Mayıs’tan (1960) sonra, Milli Birlik Komitesi üyesi Muzaffer Özdağ, “Bâbıâli’den de geçeceğiz” diye ilân etmişti; onun gibi…
Zihniyet aynı.
ABD medyası da yeni yönetimin tavrına ayniyle cevap veriyor.
Her yıl Nisan ayında yapılan ve tarafları en doğal halleriyle kaynaştırmayı amaçlayan ‘Beyaz Saray Muhabirleri Derneği’nin düzenlediği baloya katılmayabileceğini, CNN, kendisine kısıtlama konulmasından önce açıklamıştı.
Oysa CNN, yalnız yönetici ve muhabirleriyle baloya katılmakla kalmıyor, etkinliği mülakatlarla da zenginleştirerek başından sonuna kadar canlı yayınlıyordu da…
Beyaz Saray’ın bundan rahatsız olacağını sanmam.
Medya gözünü açmazsa kaybeder..
Washington Post’ta çıkan bir analizde, Chris Cillizza, Beyaz Saray’ın savaşın sonunda varmak istediği noktanın, medyanın tavrını değiştirmekle sınırlı kalmadığını, medyayı bütünüyle işlevsiz hale getirmek, belini kırıp yol kenarına terk etmek olduğunu ileri sürüyor.
Galiba doğru bir tahlil bu.
Çıkardığı, 7 müslüman ülke vatandaşlarına vize yasağı getiren, mültecileri ülkeye sokmamayı amaçlayan kararnamenin yürürlüğe girememesinin faturasını yalnız yargıya çıkarmadı Trump yönetimi, yayınlarıyla yargıyı hareketlendirdiğine inandığı medyayı bundan sorumlu tutmakta.
Geçen gün Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un ağzından işitilen “Medya ayağını denk almak zorunda kalacak” söylemi artık global bir ortak dile dönüşüyor.
Gözümüzü her zaman açık tutmamız gerekiyor.
ΩΩΩΩ
NOT:
Bu yazı ilk çıktığında, giriş cümlesinde o sırada çalıştığım gazetenin adı ‘Yeni Şafak’ olarak geçiyordu; bir okurun uyarısıyla yanlışımı düzelttim. Doğrusu ‘Zaman’dır.