Bursa’da tutukluyken kendisini asarak öldürdüğü ileri sürülen bir savcı FETÖ üyesi olmakla suçlanıyordu. Çocukları, babalarını toprağa verirken, “Hiç alakası yok, kendisi Süleyman Efendi Cemaati’ne mensuptu” demiş…
Savcı Bey’in intihar ettiği iddiasına da inançlarına aykırı olduğu sebebiyle karşı çıkmışlar.
Yakınları, tutuklu savcının, içerideyken öldürüldüğü kanaatinde…
Düşmanı bol tutuklular
Emniyet ve yargı mensuplarından cezaevine düşenlerin içeride düşmanı bol olur…
FETÖ’den cezaevine düşünce ‘intihar etti’ işlemi yapılan kaçıncı tutuklu Bursa’daki savcı? Dördüncü? Beşinci mi yoksa?
Madem hassas görevde bulunmuş insanları tutuklayıp cezaevine gönderiyor ‘devlet’, o insanların kim vurduya gitmemesi için gerekli bütün tedbirleri de almalı.
Bursa’dan savcı haberini veren gazetelerde aynı gün ‘sevinçli’ bir duyuru da vardı: Tunceli’de, yine FETÖ soruşturması kapsamında açığa alınmış 419 öğretmenin görevlerine iade edildiği duyurusu…
Daha önce de, Tunceli kökenli bir vali yardımcısının, önce gözaltına alınmışken, ‘yanlışlık oldu’ denilerek serbest bırakıldığı öğrenilmişti.
Herkes Tunceli’de doğmuş olmak gibi bir mazhariyete sahip olacak değil; bu sebeple o öğretmenler ve vali yardımcısı gibi ‘yanlışlık’ yapılarak tutuklanmış veya görevden alınmış başka insanlar dertlerini nasıl anlatacak, yanlışlığı nasıl ispat edecekler?
Hukukun genel kuralları
“Komisyonlar kuruyoruz, gitsin suçsuz olduklarını orada ispat etsinler” deniliyor…
İlk bakışta makul gibi geliyor, ama kendinizi biraz geriye çekip ‘hukukun temel ilkeleri’ bilgisiyle bu yaklaşıma biraz yakından baktığımızda, yapılmak istenenin, evrensel hukuka aykırılığı hemen sırıtıyor…
Hukukun en temel ilkelerinden biri ‘masuniyet karinesi’ de denilen ‘suçu ispat edilene kadar her insana suçsuz muamelesi yapılması’dır. Suçun ispatı da iddia edene düşer…
Bir insana “Komisyon önüne çık ve suçsuzluğunu ispatla” denildiğinde, bu temel ilkelere ters düşülmüş olur.
Suçlamayı yapan suçu ispatlamakla da mükelleftir.
Biliyorum, yazımı buraya kadar okuyup “Ama 15 Temmuz’da bize yaşattıkları… 250 kişi onlar yüzünden şehit oldu… Cumhurbaşkanını öldürmek, meşru hükümeti devirmek istediler…” diye itiraz edecekler muhakkak çıkacaktır.
Haksız da sayılmazlar… Daha doğrusu bütünüyle haksız sayılmazlar…
Ancak anayasasında birkaç başka sıfatla birlikte ‘hukuk devleti’ olarak tanımlanmış bir ülkede, ‘suç’ ne, ‘suçlu’ da kim olursa olsun, olaya hukukun belirlediği ilkeler açısından yaklaşılır.
Sonuçta şimdi suçlanan, gözaltına alınan, tutuklanan, görevlerinden uzaklaştırılan insanlar da, hatta onlar arasındaki darbeye bizzat karışmış, kendilerini durdurmaya çalışanlara silah çekmiş, o kadar kişinin şehit olmasından sorumlu insanlar da, hukuk ilkeleri çerçevesinde yargılanacaktır.
Ergenekon ve Balyoz’u hatırlayalım
Niye unutuyoruz, anlamakta güçlük çekiyorum: İki yıl önceye kadar cezaevlerine layık görülen, geçmişte işledikleri iddia edilen suçlar yüzünden uzunca sayılacak bir süre hapiste tutulup en ağır cezalara çarptırılmak istenen –bazısı çarptırılan– kalabalık bir grup, sonunda özgürlüklerine kavuşmadı mı?
Hatırlatmam, bu defa da aynı şey olacak anlamına gelmiyor; ancak yine de kendilerinin ‘yanlışlıkla’ FETÖ’cü olarak yaftalandığını ileri sürenler var ve bunlardan bazıları daha şimdiden haklı bulunarak görevlerine iade edildiklerine göre…
Cezaevlerinde bir gün bile yanlışlıkla tutulan insanlar kendilerini mağdur hissedeceklerdir…
Bursa’da ‘intihar etti’ denilen savcının yakınlarının isyan çığlıkları bile uyarı sinyali yerine geçmeli.
Dünya da izliyor
Bir de ülkemize dışarıdan bakanların koydukları teşhisler var.
Türkiye ‘Ergenekon’ ve ‘Balyoz’ davaları sırasında iyi bir sınav vermedi. ‘Darbeci’ bir grubu yargılama niyetiyle başlatılan süreç, şimdi FETÖ diye anılan örgütün rayından çıkarmasıyla, ilgisiz insanlara kadar uzandı ve başlarda sürece destek verenlerin bile midesini bulandıran bir hal aldı.
Sonucu biliyoruz.
O süre içerisinde yaşananlar ülkemizdeki hukuk uygulamaları konusunda dışarıya iyi bir görüntü vermedi.
Dışarısı, şimdi, bize göre erken ve ölçüsüz gelen tepkiler veriyorsa, bunun sebebini hemen yandaşlıkta aramayalım; geçmişteki yanlışlıklar da erken tepkiye yol açmış olabilir.
Geçmişte yapılan yanlışların kapısı, ‘muhalif’ bilinen isimlerin durduk yerde suçlanması ve cezaevine tıkılmasıyla açılmıştı…
Bu defa da benzer bir durum olmamalı.
Özellikle –ama münhasıran değil– gazeteci, yazar ve sanatçılar konusunda suçlamalarda dikkat şart.
İntikamcı bir görüntüden kaçınılmalı.
Bir öğretmen: ‘Beni muhalifim diye görevden aldılar’
“Münhasıran değil” dememin bir sebebi var.
Bayramın son günü indiğim bir sahil mekânında, yanıma gelen tanımadığım biri, “Ben FETÖ’cü değilim, ama muhalifim, herhalde bu yüzden olmalı görevden alındım” dedi.
Öğretmenmiş ve görevden alındığı bayram tatilinden 2 gün önce kendisine tebliğ edilmiş…
‘Muhalif’ bilindiği için fişlendiğine ve görevden alındığına inanan bir öğretmen…
Şimdikine benzer ortamlar, yeterince dikkatli olunmazsa, yaygın huzursuzluklara sebep olur.
Hem de ‘suçlu’ görülerek haklarında işlem başlatılanları çok aşan bir geniş insan kitlesi üzerinde…
Örnekleri çok. Bir bölümü ‘FETÖ ile mücadele’yi en ciddiye alan gazetelerde de artık kendine yer buluyor.
Darbe gecesi olayların meydana geldiği mahallerden hayli uzakta bulundukları halde tutuklanmış genç bir asker grubundan biri kişinin yakınları, çocuklarını ziyarete gittiklerinde, etraftaki sivil kişilerin, duyacakları şekilde, arkalarından, ”Darbeci bunlar, hepsini asmalı” diye konuştuklarından şikâyet ettiler…
Savcı eşi tutuklu bir kadının, lojmandan çıkartılınca, küçük çocuğuyla sığınmak için kiralamak istediği evin sahibince kapıdan çevrilmesi…
Bunlar bana intikal eden haberlerden en canımı acıtanları…
Canımı acıtmalarının sebebi, suçlamaların, toplumda, masum çocuklar ve kadınlara dönük ithamlar halini alması…
Arkasından ”Hain bunlar, asılmalı” diye konuşulan anne ne yapsın?
Kiralamak istediği evin kapısından ‘darbeci’ damgası yiyerek çevrilen kadın ve küçük çocuğu?
ABD ve Almanya’da olanları yazdım
Daha önce yazdım: 60 milyon insanın ölümüne yol açmış İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, galipler tarafından Naziler yargılandı; lider düzeyinde 24’ü ile değişik alanlarda onlara yandaşlık etmiş 185 kişinin yargılanması herkesin izleyebileceği şekilde yapıldı.
ABD’de ‘red scare’ (kızıl tehlike) etkisiyle Soğuk Savaş yıllarında başlatılan tasfiye furyasında ‘komünist’ damgası vurulanlar, görevlerinden uzaklaştırılanlar, işlerini kaybedenler oldu; ancak sayıları çok sınırlıydı bunların…
Galiba bizde de sınırı doğru bir yerden çekmek gerekiyor…
ΩΩΩΩ