You are currently viewing Bugün 9 Eylül: FETÖ ile bahtı karartılmak istenen İzmir’ime, bir güzelleme denemesi…
Süvariler Vilayet Konağı önünde

Bugün 9 Eylül: FETÖ ile bahtı karartılmak istenen İzmir’ime, bir güzelleme denemesi…

 

Ağustos’un son haftasından başlayarak Eylül ayının neredeyse her günü, Ege’deki il ve ilçelerin ‘kurtuluş günü’ olarak kutlanır.

Bazen bir gün birden fazla il veya ilçenin bayramıdır.

27 Ağustos Afyon, 30 Ağustos Kütahya, 1 Eylül Uşak, 3 Eylül Ödemiş…

Sonunda 9 Eylül gelir…

İzmir’in kurtuluş günü…

‘FETÖ darbesi’ olarak siyasi tarihimize geçeceğe benzeyen uğursuz girişimden sonra yapılan yayınlardan en fazla darbeyi alan ilimiz…

Benim de memleketim.

9 Eylül: Süvariler İzmir Kordonboyu'nda...
9 Eylül: Süvariler İzmir Kordonboyu’nda…
Çocukluğumun 9 Eylül’ü

İstiklal Savaşı’na son noktanın konulduğu bölgedir Ege. Ancak, burada düzenlenen ‘kurtuluş günü kutlamaları’ndan, çocuk belleğimde, –düşman bayrağını yakma, askerini bıçaklama veya kurşunla öldürme gibi– herhangi bir ‘şoven’ görüntü kalmamış…

Evet askeri görüntü günün doğası gereği biraz fazla kaçabilir; ancak sivillerin mücadeleye katkısı da mutlaka törenlere yansırdı.

Törende, iki koldan yola çıkan süvariler Vilayet Konağı önünde buluşur ve göndere bayrağımız çekilirdi. Sonra da süvari birliği Kemeraltı Caddesi’ne girer ve caddeyi sonuna kadar kat ederdi.

Arkalarından, belediye reisi ile birlikte yerel yönetimde yer alanlar, çeşitli kurumların, siyasi partilerin temsilcileri yürür, bazısı ilçe ve köylerden gelmiş kalabalık, resm-i geçitte yer alanlardan ilgi duyduklarını alkışlardı.

Kemeraltı’ndaydı ailemin dükkânı; biraz ilerisinde de, gündüzleri içinde çeşitli satış yerleri bulunduran, akşamları ise yaban ellerden ekmeğini kazanmak üzere gelmiş insanları barındıran hanlar…

Dedemin, bir işi için girdiği komşu handa, bir kenarda çamaşırlarını yıkayan genç birini görünce sinirlendiği, “Oğlum bugün 9 Eylül, bütün Ege buraya akın etti, senin işin sırtındaki tuluktan şerbet satmak; bugün çalışmayacaksın da ne gün çalışacaksın; bugün çalış, sonra bir ay yat” diye çıkıştığı yıllar boyu anlatılıp durulurdu.

Her, 9 Eylül, İzmir için, merkezinde Kemeraltı Caddesi’nin bulunduğu, kendini tazeleme günü olurdu.

Kestane Pazarı’nda her şey satılır, kestane bile…

Kestane Pazarı ana caddeye (Kemeraltı) paralel üzerinde aynı adı taşıyan bir caminin de bulunduğu yine uzun bir caddenin adıdır.

FETÖ’ye ‘dış destek’ bulmak için Kemeraltı’na, Kestane Pazarı ve çevresine lâf uzatanlar da oldu.

Doğrudur. 1950’lerin sonuna kadar, Kestane Pazarı Caddesi üzerinde yer alan toptancı dükkânları sahiplerinin bir bölümü Musevi vatandaşlarımızdı.

İbadet ihtiyaçlarını karşılamak üzere biraz ileride bir de ‘sinegog’ vardı; sinegogun bulunduğu sokağa ‘Havra Sokağı’ adının verilmesi boşuna değildi.

İzmirli, sebze-meyve ihtiyacını, Havra Sokağı’nda tezgâh açmış esnaftan karşılardı; hâlâ da öyledir sanıyorum…

İzmir: Asansör'ün altı ve üstü
İzmir: Asansörün altı ve üstü
Asansörün altı ve üstü

Museviler İzmir’de Karantina semtini mekân tutmuşlardı.

[Burada, Attila İlhan’in ‘Karantinalı Despina’ şiirini hatırlayabilir, hatta ezberinizdeyse okuyabilirsiniz de.]

Karantina İzmir’de asansörün de bulunduğu semtin adıdır. Musevi vatandaşlar asansörün bulunduğu aşağı semtte (şimdi adı Dario Moreno Sokağı’dır) oturur, ancak çocuklarını en yakın ilkokul olan, asansörün çıktığı Halil Rifat Paşa Caddesi üzerindeki Kemal Reis İlkokulu’na gönderirlerdi.

Benim de okuduğum Kemal Reis İlkokulu’nda, pek iyi geçindiğim sıra arkadaşım Moşe, üçüncü sınıftan itibaren aramızda olamadı.

1960’lar öncesinden başlayarak, Kestane Pazarı çevresini mekân tutmuş Musevi tüccar tayfası, ikili propagandaların etkisi altında İzmir’i terk edip İsrail’e doğru yelken açmıştı; Moşe’nin ailesi de…

İkili propagandaların bir ucunda, küçük yaş belleğimde kalmış Müslüman tüccar ve esnafın camlarına astığı “Vatandaş Türkçe konuş” ihtarı varsa, diğer ucunda da 1948’de kurulmuş İsrail’e ilk giden İzmirli Museviler’in oradan yönelttiği “Hadi gelin” baskısı bulunuyor.

Kestane Pazarı çevresinde dükkânı olup Karantina semtinde oturanların çoğu…

Gittiler…

Kestane Pazarı Camii
Kestane Pazarı Camii
Allah onlardan razı olsun

Onlar gitti, yerlerini alan yeni tüccar ve esnaf sayesinde Kestane Pazarı çevresi İslâmi hareketliliğe mekân teşkil etmeye başladı.

Fethullah Gülen’in de bir ara müdürlüğünü yaptığı ‘İmam Hatip ve İlahiyatta Öğrenci Yetiştirme Derneği’ (İHİÖYD), çevre ilçe ve köylerden başka türlü okuması mümkün olmayan çocukları topluyor, iki-üç yıllık bir programla onları ‘hafız’ yaptıktan sonra İzmir İmam Hatip Okulu’na öğrenci yazdırıyor, mezun olana kadar da o gençlere yuvalık görevini üstleniyordu.

Dindar İzmirliler ülkemizin ünlü vâizlerini Kestane Pazarı Camii’nde dinleyip hûşa geliyorlardı.

Kaç kez, çocuk Fehmi, önemli bir vâizi dinlerken, lebalep kalabalığın caminin sütunlarından ter olarak boşandığına o camide tanıklık etmiştir.

Benim gibi ‘kentli’ dindar ailelerin çocukları da Kur’an-ı Kerim’le yaz aylarında Kestane Pazarı Camii’nde açılan kurslarda tanışmıştır.

Neslimin anne-babası dindar bütün insanları, Kemeraltı çevresinde oturuyor veya işyeri varsa, çocukları Kur’an öğrensin diye, aynı bölgedeki diğer camiler yerine Kestane Pazarı’nı tercih etmişlerdir.

Muhtemelen Ertuğrul Özkök’ün anne-babası da…

Birkaç yıl önce, Rodos’ta bayramı birlikte geçirdiğim Ertuğrul Özkök, bayram namazını sanki hiç ara vermemiş bir edayla ifa etmişti de takdirimi iletmekten kendimi alamamıştım.

‘Gâvur İzmir’ mi, hadi sen de…

Nereden kalmışsa, ‘gâvur İzmir’ diye bir yakıştırma var ya, hani siyasilerin ağız alışkanlığıyla dillendirmesi sonucu aslında çoğu İzmir’de doğmamış yeni izmirliler’in tepkisine yol açmış yakıştırma…

Benim çocukluğum dönemi için onun tam tersi doğrudur ve bunu sağlayan da Kestane Pazarı Camii çevresinde oluşmuş sivil toplum kuruluşlarıdır.

‘Gâvur İzmir’ herhalde halkının yarıdan fazlası gayr-ı müslimlerden oluştuğu Osmanlı döneminde takılmış bir yakıştırmadır; ama Cumhuriyet döneminin yerlisi ile Balkanlar’dan gelerek burayı mesken tutmuş yeni İzmirli, o sıfatı, kendilerinin ‘farklı’ olduğunun kabulü olarak benimsemiştir.

O denli hoşgörülüdür İzmir…

Pek az kişinin ardından o kişiyi anlatan bir yazı yazmışımdır; nâdir istisnalardan biri, Kestane Pazarı’nda kurulu İHİÖYD’nin uzun yıllar başkanlığını yapmış, tüccardan, aslen Aksekili Ali Rıza Güven’dir… Binlerce genç onun ve yakın dostlarının ihtimamı altında, ‘dindarlığı’ ağır basan, vatanına hayırlı hizmetler görmüş birer genç olarak yetişmiştir.

O gençlerin büyük çoğunluğu, Ali Rıza Amca ve arkadaşları ellerini uzatmasalardı, asla eğitim imkânı bulamayacaklardı.

Aynı hizmeti bugünlerde işadamı Hasan Dayhan ve arkadaşları sürdürüyor.

Peki ya Fethullah Gülen?

Şimdinin uğursuz karmaşasında unutulması doğal: ‘FETÖ’ adını takmayı getiren devlette paralel yapılanma… O yapılanma içerisinde yer alan memurların birbirleriyle paslaşarak başkalarının zarar görmesiyle sonuçlanacak kumpaslar kurma… Canlar da alan ‘darbe’ girişiminde bulunmaya kadar varan bir sapkınlık…

Bunlar görünür hale gelene kadar herkesin beğenip pışpışladığı ‘Cemaat’in çıkış yeridir İzmir…

Kumpaslar… Sapkınlıklar… Paralel yapılanma…

‘FETÖ’ bunlarsa, bunlar, eğitimle ilgilenen bir grup İzmir’in mütevazı şartlarında palazlanırken, o gayrete omuz veren insanların akıllarından geçmesi mümkün olmayan şeylerdir ve İzmir-sonrasındaki dönemle ilişkilidir.

Yoksa İzmir’den bugünkü ‘FETÖ tablosu’ çıkamaz…

Ah o resm-i geçitler

Bu yazıyı yazarken gözümün önüne her 9 Eylül’de Kemeraltı’ndaki dükkânımızdan izlediğim resm-i geçitler geliyor.

20 Ağustos’ta açılan İzmir Enternasyonal Fuarı 20 Eylül’e kadar devam eder ve 9 Eylül İzmirli için bir ay süren o şenliğin artık bitmeye yüz tuttuğunun işareti sayılırdı.

Coşkuyla yaşardık 9 Eylül’ü…

Ne diyeyim, “Canım İzmir, bugün senin bayramın” demekten başka?

ΩΩΩΩ